BİLİMSEL, “REEL”, DEMOKRATİK SOSYALİZM, SINIF-İDEOLOJİ VE HEGEMONYA İLİŞKİSİ (3.BÖLÜM)
Komün, Sovyetler, Sosyalizm Üzerine:
Tarihin makarasını biraz geri sararak bu bölümde Sosyalizm, Reel Sosyalizm ilişkisine dair geçmiş tarihsel örnekler üzerinden konuya eğilmeye çalışalım.
1871’de kısa bir süreliğine de olsa kurulmuş olan Paris Komünü, sosyalizmin mümkün olabileceğini gösteren yegane esinleyici ilk örnek olarak tarihe geçmiştir. Mart 1871’ de Fransız ordusunun Prusya’ya yenilmesinin ardından, Paris’li işçiler ayaklanarak kentin kontrolünü ele geçirdi ve 28 Mart tarihinde Paris Komünü ilan edildi. İki aya yakın bir süre boyunca Paris’i egemenler değil ezilenler yönetti. Komünarlar iktidarlarını sağlamlaştırmak adına bir dizi kararı hızla hayata geçirdi. Bunların başında; düzenli ordunun dağıtılması ve halka dayalı bir savunma sisteminin kurulması vardı.
“Paris ancak kuşatma sonucu ordudan kurtulduğu ve onun yerine çoğunluğu işçiler tarafından oluşturulan bir Ulusal Muhafızı geçirmiş bulunduğu için direnebiliyordu. Artık sürekli bir kurum haline dönüştürülmesi gereken şey de, işte bu durumdu. Bu yüzden Komünün ilk kararı, sürekli ordunun kaldırılması ve yerine silahlı halkın geçirilmesi oldu.”[11]
Bunun yanısıra halkı temsilen seçilmiş temsilcilerin gerekli görüldüğü anda beklemeksizin görevden alınıp yerine başkasının getirilmesi, , emekçileri temsil edecek kişilerin kendileri ile aynı ücreti alması gibi doğrudan demokrasinin temel sacayakları diyebileceğimiz kararlar hayata geçirilmişti.
“Komün, iki şaşmaz araç kullandı. İlkin bütün yönetim, adalet ve eğitim görevlilerinin ilgililer tarafından seçilerek, gene aynı ilgililer tarafından her an görevden alınabilmesi ilkesini kabul etti. İkinci olarak da en küçüğünden en büyüğüne bütün hizmetlere, işçilerin aldığı ücretten başka bir karşılık ödenmedi”.[12]
Karl Marx, o dönem Paris Komünü’nün taleplerine sahip çıkarak o iki aylık deneyim sürecinde esasen sosyalist bir devrimin nüvelerini hem pratikte öğrendi, hem de yazdı. Karl Marx’ın o dönem formüle ettiği hali ile sosyalizm; kitlesel ve doğrudan demokrasiye dayalı, kolektif mülkiyete dayalı ve bunu yönetimsel olarak da hayata geçiren bir bileşim olmalıydı.
Friedrich Engels’in, Paris Komün’ünün 20. yıldönümü vesilesiyle, Neue Zeit için 18 mart 1891’de yazdığı yazıda dikkat çektiği önemli bir nokta daha vardır. O da devlet olgusudur.
“Ama gerçeklikte devlet, bir sınıfın bir başkası tarafından bastırılmasına yarayan bir makineden başka bir şey değildir… …Bu konuda söylenebilecek en kısa şey de devletin, muzaffer proletaryanın sınıf egemenliği savaşımında kalıt olarak aldığı ve tıpkı Komünün yaptığı gibi, en zararlı yönlerini hemen budamaya başlaması gereken bir kötülük olduğudur; ta ki yeni özgür toplumsal koşullar içinde yetişen bir kuşağın, bütün bu devlet hurdasından kurtulacak bir duruma gelebilmesine kadar”.[13]
Marks’ın, 1883’de ölümünden sonraki 50 yıl içinde aşağıdan sosyalizm geleneği muazzam değişikliklere uğradı. 1890’larda dünya kapitalizmi 20 yıllık bir ekonomik gelişme dönemine girdi. Bu dönemde çoğu işçinin yaşam standartı yükseldi. Emekçiler kitleler halinde sendikalara ve sosyalist partilere katıldılar. Marx’ın sosyalizme ancak toplumun aşağıdan yukarıya örgütlenmesi ve devrimci dönüşümü ile ulaşabileceği düşüncesi atıl kaldı, bunun yerine daha çok kapitalizmin aşamalı olarak, evrim geçirerek kendiliğinden sosyalizme ulaşılacağı düşüncesi, yani yukarıdan aşağıya doğru bir sosyalizm fikriyatı hakim olmaya başladı. Ancak 1914’de patlak veren Birinci Dünya Savaşı, klasik tabiri ile reformistler ve devrimciler arasındaki ayrışmanın net bir şekilde ortaya çıkmasına olanak sağlamış, bir turnusol olmuştu. İsviçre’deki sürgün yıllarında yaptığı çalışmalar sonucunda “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması”[14] broşürünü kaleme alan Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin, Paris Komünü deneyimini dikkatlice analiz ederek, “Nisan Tezleri” ile Komün ve Sovyetler arasında sıkı bir bağ kurdu. Yeni bir toplumsal örgütlenme üzerinden temellenen, İşçi Konseyleri ya da orijinal ismi ile “Sovyetler” Rusya’daki devrimin asli gücünün kendi öz örgütlenmesi olduğunu göstermişti. Fabrikalardan, iş yerlerinden, kooperatiflerden bizzat emekçilerin kendileri tarafından seçilen delegelerden oluşan bu Sovyet-Konsey örgütlenmeleri, doğrudan demokrasinin asli unsuru olarak, karar verici bir konuma ulaşmıştı. Lenin’in Nisan Tezleri’ndeki “Bütün İktidar Sovyetlere”[15] sloganın ana nedeni de buydu. Asker-sivil Sovyet örgütlenmeleri 1917 ayaklanması sonrasında gerçekte fiilen yönetime el koymuştu, bir devlet erki gibi hareket ediyordu. Milyonlarca işçi ve köylü; doğrudan doğruya kendi aldıkları kararları hayata geçiriyor ve yeni bir toplumun temellerini atıyordu. Ancak Sovyetlerin önünde acilen yanıt bulması gereken büyük sorunlar vardı: Bir an önce devam eden savaşı durdurmak, devrimi korumak için profesyonel bir ordu kurmak, yaşanan yoksulluğun önüne geçmek, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak ve devrimi ulus-devlet sınırlarının ötesine taşıyarak, yayılmasını sağlamak…
SELAHATTİN IŞILDAK
YORUM GÖNDER