DEVRİMCİ HALK SAVAŞI GERÇEĞİNE YAKLAŞIM SORUNU (2.BÖLÜM)
UZUN SÜRELİ HALK SAVAŞININ AŞAMALARI
Uzun Süreli Halk Savaşı’nın aşamaları vardır: Birinci aşamaya, ‘stratejik savunma aşaması’ deniliyor. Bu aşama, daha çok gerilla birimlerinin hareketli olduğu ve hareketlilik ve gizlilikle savunmayı esas aldığı, vur-kaç taktikleriyle hem düşmanı yıpratma hem de giderek gücünü büyüterek ikinci aşamaya geçmeyi hedefleyen bir aşamadır.
İkinci aşama, ‘stratejik denge aşaması’dır. Stratejik denge, artık gerillanın belli düzeyde büyüdüğü, coğrafyanın stratejik kimi alanlarını elinde tutabildiği ve savunabildiği, o alanlara egemen devletin kolay kolay giremediği, girse bile büyük savaşın yaşandığı ama gerillanın da ovaya ve şehre giremediği, girse bile ancak gizli yöntemlerle ve eylem biçiminde girebildiği bir denge durumunun oluştuğu bir süreçtir.
Üçüncü aşama ise, gerillanın daha fazla büyümesi, eğitim görmesi, giderek bir yarı düzenli ordu haline dönüşmesi, stratejik müttefiklerinden destek alması, halkın şehirlerde ayaklanmaya geçtiği ve gerillanın da kırdan şehre doğru yöneldiği stratejik saldırı dönemidir. Çeşitli ülkelerde Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi bu biçimde pratikleşmiştir.
Kurdistan’da böyle bir sürecin hedeflenmesiyle beraber, esasen başlangıçta Kurdistan’ın hatta PKK’nin tek kalmayacağı, başka güçlerin de sürece dahil olabilecekleri varsayıldı. Bunun için 1981-’82-’83 süreçlerinde Ortadoğu zeminine çekilmiş olan hem kuzeyli Kürt örgütleriyle yapılan kimi toplantılar ve tartışmalar vardı; hem de Türkiyeli sol örgütlerle yapılan tartışmalar söz konusuydu. Kimi Türkiyeli sol örgütlerle Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kuruldu. Kürt örgütleriyle yapılan toplantılarda ise maalesef herhangi bir sonuç elde edilemedi. Gerçek şuydu ki 12 Eylül Askeri-Faşist Cuntası’nın Türkiye ve Kurdistan’da yarattığı o şiddet ortamına, geliştirdiği faşist kurumlaşmaya müdahaleyi göze alan, o kararlılıkta yoğunlaşma yaşayan kimse yoktu. Çünkü FKBDC daha sonra geri dönüşü gerçekleştirmedi. Onun içinde yer alan Dev-Yol geri dönüşü değil daha çok çeşitli taktiklerle geri dönüşü sabote ederek esasen herkese Avrupa’ya yönelmeyi dayattı.
Özcesi Önderlik hem Türkiye sol hareketleriyle hem de Kürt örgütleriyle ittifak kurmak istiyordu fakat ittifak geri dönüş ekseninde olmalıydı. Ne varki, geri dönüş iradesini gösteremeyen güçler böyle bir ittifaka gelmediler. Gelenler ise daha sonra bozdular. Böylece mücadele ve savaş sahnesinde bizler PKK olarak yalnız kaldık.
15 AĞUSTOS ATILIMI ÇOK BÜYÜK BİR DEVRİMSEL SÜRECİ GELİŞTİRDİ
15 Ağustos 1984 Atılımı böylesi bir atmosferde geliştirildi. 15 Ağustos Atılımı gerçekten çok tarihi bir çıkıştı. 12 Eylül Faşist Cunta sistemine karşı büyük bir devrimci müdahaleydi ve Kurdistan’da büyük bir yankı yarattı. Kimilerinin beklediği gibi, bu mücadeleyi geliştiren güçler yok olmadı. Çünkü onların iddiası böyleydi. “Türk devletine karşı böyle bir girişim yapılamaz. Yapılsa da yok olmayla sonuçlanır” algısını geliştirmek istiyorlardı. Ama Kurdistan’da büyük komutan Mahsum Korkmaz yoldaş öncülüğünde geliştirilen 15 Ağustos Atılımı büyük bir devrimci direniş ortamını yarattı ve peşi sıra her ne kadar sömürgeci Türk devletinin çeşitli müdahaleleri olmuş olsa da, yine gerilla mücadelesini geliştirmesi gereken komutanlıklar içerisinde de çeşitli çizgi dışı yaklaşımlar çıkmış olsa da, bu atılım kendisiyle beraber Kurdistan’da çok büyük bir devrimsel süreci geliştirdi. Türkiye’de faşizmin kalıcı bir biçimde kurumlaşmasının önüne geçti. Dörtlü Çete dediğimiz, çizgi dışı, Önderliğin geliştirmek istediği askeri ve örgütsel çizgiyi tersine çevirmek isteyen tasfiyeci kontra pratiklere rağmen gelişerek 1990’lara geldiğimizde Kürt toplumunda büyük bir canlanmayı ve yeniden dirilişi sağladı. Bu tarihi atılıma ‘Diriliş Devrimi’ denilmesinin nedeni buydu; hiçbir umudu kalmamış bir toplumda yeniden bir canlanma, hareketlenme ve serhildan süreci dediğimiz toplumsallaşma süreci ‘90’larla birlikte bu biçimde gerçekleşmiş oldu.
Bu, Kurdistan’da gerillanın sonuç alabileceğini ortaya koyan tarihsel bir devrimci pratik süreciydi ve bunun peşi sıra yükselişi sürdürmek gerekiyordu. Bu temelde gerillada bir büyüme de yaşandı. Gerillanın sayısal yoğunluğu başlangıçta 100 civarı iken ‘89’da 900 civarına ulaştı, ‘92’ye geldiğimizde artık neredeyse 10 bine dayanıyordu. Dolayısıyla gerillanın artık ikinci aşamaya geçme süreci kendini dayatmıştı.
İkinci aşama, yani denge aşamasına geçmek için tabii ki salt stratejinin doğruluğu yeterli değildi. Taktik öncülüğün de rol oynaması, pratikte yapması gerekenleri yapması gerekliydi. Tam da bu noktada sorunların yaşandığını biliyoruz. Esasen bu tür sorunlar olmasaydı, ’91-’92 sürecinde denge dönemine geçmenin koşulları vardı. Ama o zamanki taktik öncülük, bir takım başarılı karakol baskın eylemleriyle kendini yanıltarak ‘erken iktidar hastalığı’na düştü. Taktik öncülük ve süreci geliştirme yerine, daha çok ortaya çıkan imkanları kendi yaşamını örgütlemeye yöneltti. Bu da o sürecin doğru değerlendirilememesini beraberinde getirdi. ’93-‘94’te denge süreci bir biçimde pratikleşti fakat ’94 topyekun saldırısı karşısında yeniden hareketli gerillaya dönmek zorunda kaldı. Bu biçimde kendini tekrar süreci gündeme girdi. ’97-‘98’de de yine denge süreci bir şekilde pratikleşme safhasına girdi fakat bunun karşısında da Türk devletinin geliştirdiği teknik donanım tekrardan gerillanın hareketli süreç olarak kendisini devam ettirmesini dayattı. O zaman hem NATO’dan hem İsrail’den aldığı destek, Kobra helikopterlerinin etkili kullanılması, uçar birlik taktiğinin uygulanması -ki bu ancak büyük bir masrafla yüzlerce Skorsky’nin alınmasıyla uygulanan bir taktik aşamaydı- temelindeki yönelim, birinci aşamaya dönüşün kapısını aralamış oldu. Zaten Uluslararası Komplo da buna dayanarak gerçekleşme zemini buldu. Kısacası, eğer o dönemde taktik öncülük stratejik dengeyi kalıcı kılabilseydi ve Türk ordusunun kapsamlı saldırıları karşısında alan savunmasını kapsamlı hareketli gerilla savaşıyla gerçekleştirebilseydi, süreç farklı olabilirdi.
GERİLLA DENGE DÖNEMİNİ KALICILAŞTIRAMADI
‘90’larla birlikte Türkiye Devrim Hareketi’nin beklenildiği gibi gelişmeyeceği netleşti. Dolayısıyla artık ara bir çözümün gelişmesi perspektifi açığa çıkmış oldu. Bunun için de denge dönemi önemliydi. Yani stratejik saldırıya geçme değil de denge dönemi kendisiyle birlikte siyasal bir çözümü de mümkün hale getirebilirdi. Zaten ‘93’te (Turgut Özal döneminde) yaşanan süreç biraz buna tekabül ediyor. Ancak devlet içindeki derin şoven-soykırımcı kesimlerin kendi sistemine de müdahale ederek Özal’ı, Eşref Bitlis’i, vb. kesimleri tasfiye edip ’94 sürecini başlatması durumu vardır. Kısaca denge dönemini kalıcılaştıramayan gerilla, çözümü olmazsa olmaz bir biçimde dayatamadığı gibi, Uluslararası Komplo’nun gerçekleşmesinin önüne de geçemedi. Aslında Önder Apo’nun ‘yetersiz yoldaşlık’ diye eleştirdiği duruş budur. Yani taktik öncülüğün o süreci yeterli düzeyde karşılayamaması ve yaşadığı yetersizlikler, dönüm noktası denilebilecek önemli süreçlerin gelişmemesine de neden olmuştur. Gerillada gerekli taktik zenginliği, yine uzmanlığı ve yetkinliği geliştirmek taktik öncülüğün işiydi. Aslında taktik öncülük bu görevini yapmadığı için çoğu zaman Önderlik üstlenmek zorunda kaldı. Bu da Önderliği tek bıraktı ve daha fazla hedef haline getiriyordu. Bu ciddi bir özeleştiri konusudur ve bu özeleştiri süreci hala devam ediyor. Bu biçimde gelişen sürecin Uluslararası Komplo’yla yeni bir döneme girdiğini bilmekteyiz.
YENİ PARADİGMA İLE MÜCADELE ANLAYIŞI YENİDEN ŞEKİLLENDİRİLDİ
Uluslararası Komplo, Önderliğimizin esir alınmasıyla beraber tamamen yeni bir süreci başlatmış oldu. Uluslararası Komplo süreci, bizim için, tüm hareketimiz için, özellikle de Önder Apo için çok ağır bir süreçtir. Ama ona rağmen o ağır koşullarda Önder Apo geliştirdiği yeni paradigma ile hem Uluslararası Komplo’yu boşa çıkardı hem de kadın özgürlüğüne dayalı Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması ile hareketin nefes almasını ve yenilenerek genişleyip büyümesinin önünü açtı.
Yeni paradigma çerçevesinde mücadele anlayışı da yeniden şekillendirildi. Özellikle silahlı mücadele ve zor olayına yaklaşım gözden geçirildi. Yeni-demokratik anlayışa uygun bir çerçeveye ulaşıldı. Şiddetin daha çok meşru savunma çerçevesinde kullanılması, bunun dışındaki kullanım biçimlerinin şiddet eksenli devletçi anlayışlara has bir tutum olduğundan hareketle, devrimci yaklaşımın şiddeti sadece ve sadece meşru savunmada kullanmayı öngören bir yaklaşımı demokratik uygarlığın olmazsa olmaz bir ilkesi olarak belirledi.
Bu çerçevede gerilla da kendisini yeniledi. HPG ismiyle gerçekleşen Birinci Konferans’ta yeniden yapılanma kararı temelinde sadece ideolojik olarak değil, aynı zamanda askeri olarak da bir yenilenme sürecini önüne koydu. Bu temelde demokratik çözümü dayatan bir mücadelenin gelişmesi, aktif savunma yaklaşımı çerçevesinde gerillanın yeniden devreye girmesi süreci bilindiği gibi gelişti. İşte bu noktada Devrimci Halk Savaşı olgusunu yeniden değerlendirme ve somutlaştırma durumu yaşandı.
Esasen yeni paradigmasal yaklaşımla eskisi gibi her şeyin şiddetle ya da gerillaya endeksli ele alınıp örgütlenmesiyle değil, devrimi iki temel ayak (gerilla ve serhildan) üzerinde ele alma ve bu ayaklar üzerinde bir güç haline getirme; toplumsal irade olmayı esas alan ve toplumsal şiddete daha fazla yer veren yeni bir bakış açısı gelişti. Daha önceki Uzun Süreli Halk Savaşı’nda her şey gerillanın, yani Kızıl Ordu’nun büyümesi, güçlenmesi ve savaşı kazanması için yapılırdı. Doğru; orada da halk ayaklanmaları vardır; halkın kuşkusuz yeri güçlüce konulmuştur ama her şey biraz da aslında ordunun güçlenmesine göre dizayn edilmiştir. Yani ordu eksenli bir devrimsel hedefleme durumu vardır.
Fakat Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması’nın bakış açısına göre toplumsal ayak ile birlikte gerillanın ele alınması durumu vardır. Yani toplumsal şiddetin daha fazla önemsenmesi, toplumun örgütlenmesi, iradeleşmesi, gerillayla toplumun karşılıklı yapacaklarını yapması temelinde devrimsel bir kuvvetin ve gücün ortaya çıkarılması fikriyatı temelinde yeni mücadele anlayışı şekillenmiştir. Bu 2010’a kadar sürekli demokratik çözümü dayatan, bunun için mücadele yürüten, çeşitli açılımlar yapan ve ateşkesler ilan eden bir süreç eşliğinde yürütülen bir mücadele dönemiydi.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER