YAŞAMIN ANLAMINA ULAŞILIR
İnsanın kendi öz yaşamına dair yanılsamalı bir yaklaşımı var. Şiirsel, ahenkli, çeşitlilik ve farklılıklarla dolu anlamlı yaşama sahip olmasına rağmen bunu katletmesi bir paradokstur. İnsan kendi öz yaşamını nerede, ne zaman ve nasıl kaybetti? Sorularına cevap bulmaya çalışalım. Öncelikle yaşama dair bilgi ve bilincimizi oluştururken başlangıçta Önderliğin “Yitirileni yitirilen yerde aramak” belirlemesini esas almak gerekir.
Özellikle insanın evrene, doğaya, yaşama yaklaşımı, algılama ve tanımlama biçimi toplumsal anlayış, ilişki ve sistemlerin gelişmesinde tarihsel bir rol oynar. Tarihin başlangıcından itibaren, büyük bir ilgi ve merakla doğada-evrende tanımlayamadığı, algılayamadığı şeyleri anlamlandırmak, bilincini ve bilgisini oluşturmak için araştırma ve incelemeler yapar. Buna önce sorular sorarak başlar. Örneğin; evren nasıl oluştu? Yaşam nedir, nasıl ortaya çıktı? İlk canlı nasıl oluştu, nasıl bir gelişim aşamasından geçti? vb soruları sorarak cevaplarını bulmaya çalışarak anlam vermeye çalışır. Bu sorulara verilen cevap ve yorumlar insanların paradigmalarını, yaşama bakış açılarını ve zihniyetlerini belirler. Bununla birlikte, İnsan-yaşam, toplum-yaşam ilişkisini tarihsel diyalektik içerisinde ele alındığında bizi daha anlamlı ve doğru sonuçlara götürür.
Dolayısıyla yaşamın yok edilmesinin, katledilmesinin temel kaynağı derinlikli olarak araştırılıp incelendiğinde, doğaya, yaşama tehlikeli biçimde ters düşmüş, yabancılaşmış, tahakkümcü, sömürücü sistem ve zihniyetin olduğu görülür. Yaşadığımız yüzyılda küresel boyutta doğa ve canlı katliamıyla karşı karşıyayız. Bunu hiyerarşik-ataerkil devletçi sistemin, cansız- ölü statik doğa anlayışı, evreni-doğayı yaşanılmaz hale getirir. Özellikle günümüz koşullarında tahakkümün, hakimiyetin ölçüsü doğaya sahip olmak, yaşamı yanılsamalı ve sömürmekle eş tutulmaktadır. Burada şu soruyu sorabiliriz; bir zamanların canlı doğa-evren anlayışından cansız doğa-evren anlayışına nasıl gelindi ve nasıl aşılacaktır? Doğru bilinci oluşturmak için tarihin derinliklerine inerek büyük arayışlar yaparak sorgulandığında zihniyet ve düşünce yapılarının etkili olduğu görülecektir. Egemenlikçi erkek zihniyet dünyası özünde canlılığa ve doğaya düşman olduğundan yaşama karşı büyük yabancılaşma yaşatır. Bundan kaynaklı insanın- toplumun yeniden doğa ile ilişkilendirilip, doğa ile uyumlu, özgürlükçü bir bağa kavuşturulması için doğru bir felsefik yaşam ve bakış açısına ihtiyaç var. Alternatif bakış açısı Demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü paradigma ile sağlanır.
Büyük bir mücadele sonucu kapitalist modernitenin yarattığı umutsuz, ütopyasız ,anlamsız ve yanılsamalı yaşam tarzından kurtulduğunda, özgürlük ütopyaları ve özlemlerle dolu yaşam tarzına ulaşılabilinir. Çünkü kapitalizm en büyük tahribatlarından birini yaşamın tanımını anlamsızlaştırarak yapmıştır. O zaman biz de demokratik modernitenin öncülleri olarak tahrip edilen, ters yüz edilen ve anlamsızlaştırılan yaşamı gerçek anlamına yeniden kavuşturmalıyız. Anlam arayışına devam ederken yaşam nedir ve toplumla bağı nasıldır? Sorularına doğru cevaplar bulmaya devam edelim.
Öncelikle yaşam bilincini ve bilmeleri doğru oluşturalım. Bilmenin bir tek gerekçesi olabilir çok bağlı olduğumuz yaşamı anlamlandırmak. Yaşama özgürlükle birlikte anlam katmak olmalıdır. Oysa bilinç denince sadece kuru bilgiler, bilgi hamallığı anlaşılıyor. Bu da egemenlikçi sistemin bize özümsettiği ezberci mantıktan ileri gelir. Bilincin de bir anlamı ve felsefesi vardır. Bilincin anlamı yaşamı anlamlı kılmaktır, felsefesi de bunun üzerinden gelişir. Yaşamı anlamlı kılmayan bilginin veya bilincin fazla bir değeri de yoktur. Yaşam ne zaman anlamdan koptu, bilimin bunda rolü nedir, neden yaşamı anlamlandıramadı, bunda kullandığı yöntemlerin etkisi nedir vb. soruların yanıtlanması gerekir. Bu yüzden bilinçlenmek veya bu yönlü gelişmek yaşamı anlamakla, anlamı geliştirip güçlendirmekle mümkündür.
Yaşamın tarihsel yolculuğunda evrenin oluşum sürecine bakıldığında, evren, varlık-yokluk ikileminin mücadelesi sonucu 13.8 milyar- 20 milyar yıl önce büyük patlama( big bang) sonucu oluşur. Her oluş kendi oluş anında ve mekanında gerçekleşir. Yaşam üç milyar yıl önce okyanus içlerinde daha hücre olamamış bir canlıdan günümüz insanına kadar zincirleme biçimde sürüp gelir. Bu yaşamı incelediğimizde, önce bitki, daha sonra hayvan ve en son insan evrim halkasında yerini alır. Karşılıklı bağımlılık ( simbiyotik) ilkesi çerçevesinde yaşam sürdürülür. Yaşam hücrenin ilk bölünmesi, bir olan hücrenin çoklaşarak kendini ölümsüz kılmasıdır. Evrendeki çeşitlilik, farklılık bu kök hücrenin sayesinde gelişir. Birbiriyle ahenkli, uyumlu, farklılıklarıyla bir arada özgürce bir yaşam. Öyle birbirini tahakkümü altına alma, birbirini yok etmeye çalışma gibi bir durum yok. Evrim zincirinin en son halkası olan insan bütün oluş ve gelişim anlarını kendinde toplayarak kendi oluş anında gerçekleşir. ‘Evreni (makro kozmosu) çözmek istiyorsan insanı ( mikro kozmosu) çöz’ belirlemesi bu gelişen durumu en iyi şekilde özetlemektedir. Doğru bilginin, bilincin gelişme anları bu süreçlerde gizlidir.
İnsanın toplumsallaşma yolculuk süreci, Afrika’nın doğusunda (rif vadisi) yaşadığı varsayılan ve yaklaşık iki yüz bin yıl öncesine dayanır. Ondan sonra bir anadan doğduğu ve elli bin yıl öncesinde simgesel dile kavuştuğu sanılan, yirmi bin yıl önce Toros-Zagros eteklerinde son buzul döneminin sona ermesiyle birlikte tarım öncesi toplumdan çıkar. Yaklaşık on beş bin yıl öncesinden itibaren kabilesel tarım ve toplayıcılık-avcılıkla iç içe bir sosyal yaşam düzenine geçer. Özellikle tarım-köy toplumu olarak gelişen bu yaşam tarzını anlamlı, özgür yaşam süreci olarak belirtilebilinir. Bu yaşam, erkeğin (ataerkil zihiniyet) kadın üzerinde tahakküm kurarak, kadını yaşamdan kopardığında anlamını yitirmeye başlar. Bu dönem aynı zamanda beş bin yıllık ataerkil zihniyetin merkezi uygarlık döneminin başladığı andır. Artık bilmenin, yaşamın erkek tarafından ters yüz edilerek yalana, dolana, yanlışa büründürülüp anlamsızlaştırıldığı zamandır. Adorno’nun, “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” belirlemesi mevcut yaşamın anlamsızlığını ve yaşanılan yaşamın kendini yanıltmaktan başka bir şey olmadığı şeklinde yorumlanabilir.
Kuşkusuz bilmek yaşama ilişkin farkındalıklardan başka bir anlama gelmez. Bilinen şey farkına varılan şeydir. Önderlik “ Yaşamın doğruya en yakın tanımı farkına varma olarak belirtilebilir. ‘Farkına varma’ kelimesi bana daha büyüleyici ve açıklayıcı geliyor. En küçük zerresinden en kozmik varoluşuna kadar kendi farkına varış, neden ve niçin sorularının yanıtı olabilir. Farkındalığa yükleyeceğimiz anlam, yaşamdan başka kavramla tanımlanamaz.” Farklılaşarak gelişme doğanın temel kanunu ve akışıdır. Bunu iki yönlü ele alabiliriz. Birincisi, farklılaşmanın zıtlaşarak birbirini yok etmeye dönüşmesi, yabancılaşmayı, savaşı, soykırımı, ahlaksızlığı, vicdansızlığı ve sömürgecilik getirir. İkincisi, farklılaşarak mevcut durumu aşarak yeni bir oluş gerçekleştirme, daha iyiye, daha doğruya, daha güzele, ahlaklı, vicdanlı, savaşsız, sömürüsüz bir yaşama götürür.
Sonuç yerine, doğada en basit canlı yaşamına baktığımızda kendi içerisinde muazzam bir ahengin, çeşitliliğin, farklılığın ve simbiyotik ilişkinin olduğunu görürüz. Her canlı kendi yaşamına ve diğer canlı yaşamına anlam vererek muazzam gelişmeler sağlar. Özellikle milyonlarca çeşide ulaşabilme, çetin kayalıklara kök salma, gerektiğinde kutup soğuklarında varlığını sürdürme, gerektiğinde uçma, insan buluşlarının bile gölgesinde kalacağı sınırsız teknikleri geliştirme gücüne eriştirir.
Uygarlık sisteminin gelişmesini sağlayan ataerkil ideolojisi başlangıçtan itibaren, yalanla, kurnazlıkla zorla yaşamın en gelişmiş varlığını anlam yitimine uğratır ve yaşam koşullarını tüketir. Yaşam koşullarının tükenmesi demek yaşamın yok olması demektir. Bundan dolayı yaşamın yeniden anlamına ulaşması için kadınla yaşam arasındaki bağın yeniden oluşturulması için kadın varlık olarak yeniden tanımlanmalı. Bunun için kadın ile yaşam arasındaki bağı hem ideolojik hem de biyolojik olarak jineolojik bakış açısı ile ele almak en doğru anlama ulaşmayı sağlar. Yaşam bilimi olan jineoloji kendi rol ve misyonunu yerine getirdiğinde anlamlı bir yaşama ulaşılır.
RONAHİ MALATYA
YORUM GÖNDER