ANNALES VE TARİH (17.BÖLÜM)
FARKLI BİR TARİH YORUMU: TARİHSEL TOPLUM YA DA HAKİKAT REJİMİ
Şimdiye kadar tarih üzerine daha doğrusu tarih yazımı üzerine felsefe kronolojik ve metodolojik olarak yapılan çalışmaların kısa bir hikayesi aktarıldı. Bu faaliyetlerin her geçen gün hem bilimsel anlamdaki gelişmeler hem de teknolojik gelişme hem de felsefik, politik anlamda yaşanan gelişmeler ışığında daha da çeşitlenerek artacağı muhtemeldir. Bu alanda en güncel olan faaliyetlerden biri de Abdullah Öcalan'ın ‘tarihsel toplum’ yorumudur. Bu yorum özellikle 2000’li yılların başından beri tarih, toplum, ahlak, felsefe, ekonomik, coğrafya, kültür, ekoloji, kadın, demokrasi ve daha birçok kavramın yeniden yorumlanması ile şekillenmiştir. Yeniden yorumlanmasından kastı kavramlara yeni anlamlar yüklenmesi değil aksine gerçekliklerin uzun tarihi süreçte görülmeyen görülemeyen ve görülmek istenmeyen hakikatlerinin ortaya konulmasıdır. Bu yorumun temelinde gerçekliğe ulaşma isteminin derinliği kadar ona ulaşma yolu ve yönteminde de zenginlik ve bir o kadar da sınırsızlık vardır.
AİHM için 2009'da yazdığı savunmanın 1. Cildinde; kendi yorumumu hakikat ve zaman kavramı olarak sunmak durumundayım bir alternatif yöntem arayışından ziyade yanılgılar ile yüklenmiş ve özgürlüklerinden uzaklaştırılmış yaşamın yol açtığı ağır sorunlardan çıkış yolu aranmaktadır (75) demektedir. Bu arayış politik felsefe ve ahlaki bir arayıştır ve bu arayış elbette tarihin yeniden yorumlanması ve yargılanmasıdır. Friedrich Nietzsche yalnız geleceği kuran kimsenin geçmişi yargılama hakkı vardır (76) der. Nasıl bir gelecek sorusunu Abdullah Öcalan demokratik birey, ahlaki politik toplum cevabını verir ve bu geleceğin yeniden kurulması için de mevcut kapitalist modernitenin yerine demokratik moderniteyi koyar. Kapitalist modernitenin durumunu etraflıca bir çözümlemeye tabi tutar. O modernite kapitalist birçok alanda sürdürülemezlik sınırlarına dayanmıştır. Bir çırpıda sayarsak aşırı artan nüfus, kaynakların tükenişi, çevrenin yıkımı, sınır tanımaksızın büyüyen toplumsal çatlaklıklar, çözülen ahlaki bağların mekân ve zamandan kopuşu, büyük stres altındaki yaşamın büyüleyiciliğine ve şiirselliğini yitirmesi dünyayı çöle çevirecek nükleer silah yatakları sonu görülmeyen ve tüm toplumsal dünyayı saran yeni savaş türleri gerçek bir mahşeri çağrıştırmaktadır. ”Bu aşamaya gelişin kendisi bile hakikat velilerimizin iflas ettiğini göstermektedir.” (77) tespitini yapar. “Umutsuz olmayalım gözyaşlarına boğulmayalım.
Fakat bunun için çare gerekir.” (78) diyerek sürece öncülük görevi ile entelektüel sorumluluk ve hem pratik hem de politik müdahaleler de bulunur. Tarihsel toplum yorumlamasını Öcalan modernitenin tarihsel gelişiminin eleştirisi üzerine inşa eder bu yorumlamada toplum inşa süreçlerini politik felsefe ve tarihsel yönleriyle derin bir çözümlemeye tabi tutmaktadır. Öcalan, yöntem ve hakikat verimi üzerinde başlığı altında tarihi anlamanın yöntemleri üzerinde durarak bütün yöntemleri irdeler ilk olarak mitolojik yaklaşımı ele alır mitolojinin döneminin hakikatinin anlaşılmasındaki rolüne dikkat çekerek bunun önemini ve gerekliliğini şöyle ifade eder; “anlam vermeye çalıştığımız da tarihin derinliklerinde karşımıza çıkan ilk yöntem tüm olaylar ve anlayışlara ilişkin mitolojik yaklaşımdır. Mitolojide dar anlamda bir yöntemdir, hakikat açıklama metodudur. Mitolojinin arkasında bir evren anlayışı vardır, doğayı canlı ve ruhlarla dolu olarak değerlendirmesi günümüz için her ne kadar çocuksu sayılsa da bilimin varlığını ve geldiği seviye göz önüne alındığında mitolojinin aslında hiç de abartıldığı kadar yanlış bir yöntem olmadığı görülecektir. Doğayı ölü, cansız ve dinamizmden yoksun olarak ele alan yöntemler mitolojiden daha fazla anlam yoksunudur (79).” Mitoloji tarih yorumlanmasında bir yöntem mıdır tartışmasına Hiç zemin bırakmadan mitolojinin hâkim olduğu binlerce yıllık dönemin anlaşılması anlamlandırabilmesi için görmezden gelinemeyecek bir kaynak olduğunu önemle vurgular. Yazının olmadığı dönemlerin hâkim anlam kalıpları olan mitoloji olmadan yorumlanmasının eksik kalacağını dile getirerek Neolitik Dönem ’in anlaşılmasındaki rolünü şöyle dile getirir: “mitolojik yaklaşım yaşamla bağlantısı açısından kesinlikle çevreci kaderden uzakta kendi olma özgürlüğ açıktır. Doğa ile uyumlu bu yaşam anlayışı insan topluluklarını büyük dinler çağında kadar çok renkli ve coşkulu kılmıştır.
Efsane destan ve kutsallıklarla yüklü mitolojiler özellikle neolitik dönemin temel yaşam zihniyetidir. Söylenenin nesnel ile çalışması içeriği konusunda anlamlı yorumların geliştirilmeyeceği anlamına gelmez. Söylenceler, mitolojiler üzerine anlam değeri hayli yüksek yorumlar yapılabilir. Tarih bu yönlü yorumlar olmaksızın çok az kavranabilir. Temel bir yorum olarak mitoloji en uzun yaşam döneminde söylence biçiminde geçiren insan topluluklarını kavramada vazgeçilmez önemdedir” (80). Dogmatik cinsel Anlayış ile ilgili olarak bu yaklaşımın hiyerarşi ve sınıflaşma temelinde ortaya çıktığını ve bu anlayışın yazının icadından az önce veya az sonra başladığını ortaya koyar. Bu yaklaşıma neden bu kadar ihtiyaç duyulduğu konusunu öne çıkararak şu tespiti yapar:” Bu yaklaşımın bir metot olduğu açıktır. Cinsel yaklaşımda yaşamın hedefe ve gerçeğe ulaşmasının yolu olarak doğadan ve toplumdan baskın oldukları varsayılan ilahlara atfedilen söze göre hareket etmek esastır. (...)Oldukça edilgen kılınmış bir doğa ve toplum anlayışı ile çok aktif her şeyi yaratan ve olduran yöneten ve hükmeden aşkın bir tanrı anlayışı zorunlu bir diyalektik bağlam haline getirilmiştir. İlk ve orta çağlarda insanlık bu anlayış bu yöntemle yönetilmiştir dersek fazla abartıya kaçmış olmayız.” (81) Dogmatik yöntemi olumsuz yönleri ile ortaya koyarken “en sakıncalı yanının canlı kendi kendine evrimleşen bir doğa yerine edilgen ancak dıştan yüce buyurgan emriyle hareket eden bir doğa anlayışını insanlarda yatmış olmasını olumlu yanını ise toplumda ahlak olgusuna büyük bir mesafe aldırmasıdır. Bu aşamada ve bu yöntem altında iyilik-kötülük ikileminde büyük bir ayrışma yaşanmış ve kesin ahlaki hükümlere bağlanmıştır. Bu yöntemde farkına varılan temel mutsuz insan zihninin esnek olduğu dolayısıyla biçimlendirilebilir bir özellik taşıdığıdır. İnsanı hayvanlar aleminden farklı kılan bu zihniyet ahlaksal gelişmenin temeli olması” (82) olarak yorumlar. Mitolojik ve dogmatik yöntemden sonra en etraflı olarak bilimsel metot üzerinde durur.
Çünkü bilimsel metot kapitalizmin dünya sistemi haline gelmesinde en büyük rolü oynamıştır. Bilimsel yöntemin Rönesans reform ve felsefi aydınlanma ile Avrupa'da yeni bir çağ açtığını, insanın özelliğini ve dünyanın nesnel dini 2 temel faktör olarak yaşamda baş köşeye oturtarak, ahlak ve Tanrı sözünün önemi yitirmesine ve böylece dogmatik cinsel yöntemin yerine geçmesi gerçekleşmiştir. Abdullah Öcalan bilimsel yönteme eleştirisini yönelttiği birçok farklı nokta vardır ancak en önemli noktalar olarak öznellik nesnellik kavramları ve kapitalisttik sömürüdeki işlevidir. Öcalan bu yöntemle eskinin örtülü Kralları ve maskeli tanrıları yerine çıplak krallar ve maskesiz Tanrılar dönemine geçirildiği tespitini yapar. Bilimsel yönteme ilişkin Öcalan ahlak ve değer yargılarının işlevsiz bırakılmasına ilişkin de şu değerlendirmeleri yapar:” Bilimsel yöntemin dayandığı nesnellik kavramını yeniden ve çok derinlikli olarak yorumlamak gerekir. Analitik düşünce dışında insan bedeni de dahil canlı ve cansız tüm doğanın nesne olarak tanımlanması esasta kapitalizmin doğayı ve toplumun sömürgesinde ve tahakküm altına alınmasında kilit bir işleve sahiptir. Özne nesne ayrımını derinleştirme ben ve bu ayrımı büyük bir meşruiyete kavuşturmadan yeniçağa yol açacak zihniyet dönüşümü sağlanamaz” (83).
Bilimin iktidarlarla hâkim sistemle ilişkisinin bu belirlemelerde bulunmasına etkilerini de değerlendiren Öcalan özne nesne ayrımına temel rol atfeden tüm bilimsel yapılar bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Öyle ki bunlar her tür Toplumsal değer şarkısının üstünde hareket ettiklerini iddia ederler. Bilim adına geliştirilen en büyük sapma belki bu iddialar da gizlidir. Belki de hiçbir çağda kapitalist çağda olduğu kadar bilimin hâkim sistem ile bütünleşmesine tanık olunmamıştır. (...) Kapitalist çağın bilimsel yönteme ve bu temelde oluşan bilimlere gerek sistemini karsal işleyişinin gerekse toplumun tüm iç ve dış halkalarını kaplayan savaşlar, krizler, acılar, açlık ve işsizlik çevrenin yıkılması ve nüfus patlamasının esas sağlayıcı ve yol açıcı gücü dur. “Bilim güçtür” özdeyişine “bu gerçeğin iftiharla dile getirilişidir” diye ifade eder (84).
TARIQ HESEN
YORUM GÖNDER