DEVRİMCİ HALK SAVAŞI'NIN HEDEFLERİ(3.BÖLÜM)
Önderliğimiz tarafından temel amaç olarak, “Varlığını Koruma Ve Özgürlüğünü Kazanma” tanımı getirilmişti. Varlığını korumak, yani soykırımı durdurmak, yok etmek, ulusal ve toplumsal varlığı güvenceye almak oluyor. Onun yaşam güvenliğini ortaya çıkartmaktır. Özgürlüğünü kazanmak da, elbette her düzeyde toplumsal özgürlüğün sağlandığı bir demokratik sistemi, demokratik toplum sistemini ortaya çıkartmaktır. Sadece dar bir ulusal özgürlük ile sınırlı değiliz. Dikkat edilirse, ulusal özgürlük mücadelesini dil, kimlik, kültür özgürlüğü mücadelesini bir paradigma mücadelesi halinde ele alıyoruz. Sınıflı, cinsiyetçi toplum sisteminin aşılarak her kesimin, her kişinin, bütün toplulukların özgürce katıldığı, örgütlü olarak yer aldığı, yaşamlarını kendi örgütlülükleri temelinde özgürce sürdürebildikleri bir demokratik sistemi ortaya çıkartmayı hedefliyoruz.
Bazıları bunu dar bir dil-kültür sorunu gibi ortaya koymaya çalışıyorlar. Bazıları “bu özgürlükleri devletle sağlayabiliriz” diyorlar. Biz, bu iki görüşü de doğru bulmuyoruz. Kürt sorunu, ulusal sorun ne dar bir dil-kültür sorunu, kültürel özgürlükle yalnız başına çözülebilecek bir sorun ne de devletin özgürlük ve demokrasi getirmesiyle çözülecek bir sorundur. Kürt sorunu kapsamlı ve bütünlüklü bir sorundur. Aslında hiyerarşik devletçi sistemin yarattığı bütün toplumsal sorunları içinde taşıyan bir sorundur. Kapitalist modernitenin hakim kıldığı sorunların hepsini şimdi yaşıyor. Dolayısıyla dil-kültür özgürlüğü bile ancak bütünlüklü bir toplumsal özgürlük yaklaşımıyla, kadın özgürlüğü ekseninden başlamak üzere, tüm toplumsal kesimlerin, bireylerin, azınlıkların ekonomiden güvenliğe kadar bütün alanlarda, özgür yaşayabilecekleri bir sisteme ulaşmayı ifade ediyor. Onunla birleştiği zaman ancak gerçekleşebilir, kalıcı olabilir. Önder Apo, geçmişte de “Ancak özgür bir halkın dili özgür olabilir” dedi. Kendisi özgür olmayan halka, dil ve kültür özgürlüğü getiremezsiniz. Köle bir halk, özgür konuşamaz, özgür düşünemez ve yaşayamaz. O bakımdan da, özgürlüğü daraltıcı yaklaşımlar doğru değildir. Onlar dar milliyetçi yaklaşımlar oluyorlar.
Diğer yandan yine devletçi, milliyetçi yaklaşımlar da çözümleyici değillerdir. Kürdü, Türkçe veya Arapça soykırımdan geçirmek değil de, Kürtçe soykırımdan geçirmek gibi bir şey oluyor. Bazıları bunu bir ilerleme sayıyorlar. Hiç olmazsa ölecekse de, anladığı dilden ölsün denebilir. Fakat biz bu ehven-i şer yaklaşımını doğru bulamayız. Bir özgürlük hareketi olarak kendimizi böyle bir ilkede, anlayışta tutamayız. Ölmemesini ve özgür yaşamasını sağlatacak, yaratacak bir yaklaşımı elbette esas alırız. O bakımdan da devletin özgürlük değil, toplumsal özgürlükleri, demokrasiyi, doğal toplumu, toplum doğasını parçalayan, darbeleyen, bölen, çatıştıran, çeliştiren, ona egemenlik ve kölelik getiren, baskı ve sömürü yaratan bir sistem olduğunu anlamamız gerekiyor.
Bu devleti kutsayan, öven düşüncelerin hepsi devletler tarafından üretilmiş düşüncelerdir. Toplumlar üzerinde, insanlar üzerinde egemenlik kurabilmek için yaratılmışlardır. Eğer gerçekten bir devletçi kişi değilsek, devletçilikten beslenen, yemlenen konumda değilsek o zaman gerçekçi bakmamız lazım. Bütün kötülüklerin kaynağına “özgürlükleri, güzellikleri, iyilikleri de yarat, sen bunun yaratıcısı olacaksın” diye ele alamayız. Bu, tutarsızlık olur. Zaten dikkat edilirse bu, şimdiye kadarki özgürlük düşüncelerinin, eylemlerinin yaşadığı temel iç tutarsızlıktı. Onun için hep birer eylem ve güzel arayış olarak kaldılar. Geçici gelişmeler olabildiler. Toplum doğasını geliştiren, demokratik yapıda ilerleten bir sistem olamadılar. Bu çelişkiyi de devletçi düşünce ortaya çıkarttı. Doğal toplumu parçalarken, toplumsal zihniyeti de bu biçimde yeniden yapılandırdı. Kendi egemenliğini sürekli kılacak, varlığını sürekli yaşatacak bir zihniyet temeline oturttu. İşte bu, oradan geliyor. Bunu bilmek ve anlamak zor değildir.
O zaman biz özgürlük mücadelesini bir paradigmasal mücadele olarak ele alıyoruz. Yani devletçi paradigmaya karşı, demokratik toplum paradigmasının gerçekleşmesi, hâkim kılınması, toplumsal sistemin buna göre oluşturulması temelinde ele alıyoruz. Bütün alanlarda özgürlüğü öngörüyoruz. Bu bizim felsefemiz, ideolojik siyasi çizgimizdir. Kısacası siyasi programımızdır.
Bu temelde amaçlar, görevler olarak soykırımı durdurmak, yıkmak, demokratik toplumu inşa etmek olarak ortaya koyduk. Mevcut temel ilkenin pratikte gerçekleşmesini böyle öngördük. Bunu mevcut devletçi sistemin daraltılması ve KCK sisteminin örgütlendirilip korunması, savunulması olarak da belirttik.
KCK sistemi esnek bir sistemdir. Çünkü demokratiktir. Demokratik sistemler esnektirler. Devletçi sistemler katı, mutlakçı ve egemenlikçidirler. Dolayısıyla KCK sisteminin inşası, yaşatılması, varedilmesi ucu açık olarak birçok boyutta gerçekleşebiliyor. Onun temel yedi boyutunu ortaya koyduk. Bu bizim parti programımızdır. PKK programının temel yedi ilkesini ya da bölümünü ifade ediyor. Böyle tanımlayabiliriz. Bu bölümlerin, gerçekleştirilmesi gereken görevlerin ayrıntıları vardır. KCK sisteminin örgütlendirilmesi ve işler kılınması partimizin temel görevidir. Programı buradan oluşuyor.
KCK sisteminin esnekliği, kendi başına varolabildiği gibi, devletçi sistemlerle de iç içe, yan yana belli bir ilişki ve çelişki temelinde varolabilme özelliğine sahip bulunmasından ileri geliyor. Devletçi sistemleri hemen reddedip tümden yok etmeyi hedeflemiyor; “ya devletçi sistem varolur ya da ben var olurum” demiyor. Bunu söyleyenler ulus devletçi sistemlerdir. Dikkat edilirse, ulus devletler kendilerinden başka bir varlık kabul etmiyorlar, tanımıyorlar, varolanları yok etmek istiyorlar.
KCK sistemi öyle değildir. Kendi başına da varolabilir, devletsiz de varlık gösterebilir, yaşayabilir. Fakat çok değişik düzeylerde devletçi sistemlerle de iç içe varolabilir. Yine bütünlüklü olabileceği gibi öngörülen yedi boyutun tümünü yetkince örgütleyerek, bütünlüklü bir sistem halinde varolabileceği gibi bir veya birkaç boyutun örgütlenmesiyle, bir boyutun belli bir düzeyde örgütlenmesiyle de varolabilir. Böyle oldu diye KCK sistemi yoktur, demokratik konfederalizm oluşmamıştır denilemez. Eksikliklerinin olduğu söylenebilir. Yine “hala inşa edilmesi gereken yönleri bulunuyor” diye ifade edilebilir. Ama KCK sisteminin varolması için illa yedi boyutun yüzde yüz inşa edilmiş, örgütlendirilmiş olması da gerekmez. Yüzde otuzu örgütlenebilir, yüzde atmışı da örgütlenebilir, yüzde yüzü de örgütlenebilir. Bir boyut yüzde seksen örgütlenebilir, bir boyut yüzde kırk da örgütlenebilir. Bütün bunlarla da, KCK sistemi varolabilir.
KCK sistemi, aynı zamanda demokratik mücadele sistemidir. Özgürleşme ve demokratikleşme mücadelesi süreci de diyebiliriz. O bakımdan yerine getireceği görevler de buna göre belirleniyor. Bu noktada böyle bir mücadeleyi yürütmenin hedefleri de, buradan ortaya çıkıyor.
Biz geçmişte de savaş yürüttük. 1 Haziran 2004’ten bu yana, düşük yoğunluklu bir aktif savunma savaşı içinde olduk. Bu savaşı orta yoğunluklu düzeye de çıkartmaya çalıştık. Son zamanlarda deneme düzeyinde de olsa yaşadık. Daha önce Uzun Süreli Halk Savaşı temelinde, sert gerilla savaşımları içerisinde olduk. Belli bir hedef programımız oluştu. Kimleri hedefleyeceğimiz ve nasıl vuracağımız konularını hep önemli bir sorun yaptık. Değerlendirdik, tartıştık, ele aldık, planladık ve ona göre pratik geliştirmeye çalıştık.
Şimdi Devrimci Halk Savaşı, meşru savunma duruşumuzda yeni bir savaş duruşu olarak ortaya çıkmaktadır. Yerine getirmekle yükümlü olduğu temel görevleri vardır. Bu görevleri gerçekleştirmede neleri hedefleyeceğini, neleri yıkıp kuracağını ve koruyacağını da program düzeyinde netleştirmemiz gerekmektedir. Böyle olmazsa biz geçmiş dönemlerde de savaşlar yürüttük. O savaşın da belli hedefleri vardı. Geçmiş dönemdeki savaşımızın hedefleri neyse ona göre hareket edildi. Geçen dönemde böyle yaklaşımların ortaya çıktığını gözledik. Bu da, Devrimci Halk Savaşı’nda eskiyi tekrarlamak oldu. Hem paradigma değişmiş, hem buna dayalı programımız değişmiş, hem de stratejimiz değişmiş, ama biz yürüttüğümüz savaşın hedeflerinde ve yöntemlerinde değişiklik yapmıyoruz. O halde bu tutum ne paradigma ve program değişimini ne de strateji değişimini kabul ediyor, kaldırıyor. Hiçbir şeyin değiştirilmemiş olduğu anlamına geliyor. Çünkü pratikte ne yaparsak düşüncemizin, amaçlarımızın o olduğu anlaşılıyor. Ya da gerçek anlamda onlardan oluşuyor. “Biz, düşünce olarak şunları öngörüyoruz ama pratikte de başka şey yapıyoruz” diyemeyiz. Bu pratik, bu düşünceye uygundur. O zaman o düşüncenin hiçbir değeri olamaz. Gerçek olan pratiktir.
Pratik eski paradigma, eski program, eski stratejiye göreyse o zaman sen bu değişikliklerin hiçbirini yapmamışsın, yeniye gelmemişsin, eskiyi yaşıyor ve yaşatıyorsun demektir. Bunların çok fazla yaşandığını biliyoruz. Bu konu, bu hususlar bütün toplantılarımızın, konferanslarımızın, yönetim toplantılarımızın, eğitimlerimizin temel tartışma, eleştiri ve özeleştiri konusu oluyor. Böyle olduğu bilinmektedir. Bu anlamda bilinmeyen, netleşmemiş bir durum söz konusu değildir. Bu da doğru değildir. O zaman değişememiş oluyoruz, eskiyi tekrarlıyoruz. Sürecin gerisinde kalıyoruz. O çabanın, mücadelenin -ne kadar cesur ve fedakâr olursa olsun- sonuç vermesi, başarı getirmesi mümkün değildir. Bir kere çizgiye uygun değildir. O halde biz içinde bulunduğumuz sürecin gereklerine göre bir mücadele yürütüyoruz. Teorimizi ona göre oluşturmuş, programımızı ona göre belirlemişiz. Stratejimizi ona göre çiziyoruz. O halde hedef programımızı, yürüteceğimiz savaşı buna göre belirlememiz lazım. Programımızın ortaya koyduğu, savaşla gerçekleştirmek istediğimiz görevlerin gereğine göre bir hedef programımızın oluşması gerekli.
Şimdi buradan baktığımızda, yeni bir hedefler programına ihtiyacımız vardır. Özellikle 1 Haziran 2004’ten bu yana yürüttüğümüz mücadelenin hedefler programı, orduyla çatışmaya girmekti. Askeri güçlere darbe vurup devleti diyaloga zorlamayı hedefleyen bir savaştı. Bu zorlamayı kuvvetlendirebilmek için zaman zaman polislere de vurabilsek, ekonomik hedefleri de programımıza alabilsek diye çalışmalar, arayışlar içinde olduk. Bu iki alanda kısmi girişimler yaşandı. Gerçekten de zayıf kaldı. Çoğunlukla bunlar kâğıt üzerinde kaldılar, sözde kaldılar. Genel planda ise sadece askeri hedeflere, belli taktiklerle eylem yapabilen, askeri saldırılar karşısında kendini savunmaya çalışan bir savaş duruşu içinde olduk.
Şimdi dikkat edilirse böyle, bir duruşla bundan önceki bölümde ortaya koyduğumuz görevleri yerine getiremeyiz. Yani sömürgeci soykırım sistemini kıran, parçalayan, işlevsiz kılan, mevcut ulus devlet sistemini gerileten, daraltan, sınırlayan onun yerine KCK sistemini, demokratik konfederalizm sistemini bütün boyutlarıyla örgütleyen ve savunan bir gelişmeyi ortaya çıkartamayız. Böyle bir mücadeleyi yürütemeyiz bile. O halde amaçlarımız bunlarsa, amaçlarımız devleti veya soykırım sistemini bu düzeyde geriletmek, yerine demokratik toplum sistemini inşa etmek ise, devleti sınırlandırıp-daraltarak, demokratik konfederalizmi onun yerine inşa etmekse ve bunu bütün boyutlarda yapmak ise o zaman bütün bu boyutları içeren bir mücadele yürütmek zorundayız.
DERLEME
YORUM GÖNDER