ORTADOĞU TOPLUMUNDA AHLAK VE POLİTİKA SORUNU
Ortadoğu toplumunun ahlak ve politika sorunu beş bin yılı aşan bir zamandan beri birikerek ve katlanarak süregelen sorunlardandır. Bu sorunların kaynağında toplumun toplum olmaktan çıkarılması yatar. Bu temelde ortaya çıkan toplumsal sorunu A. Firat şöyle tanımlıyor: “Bazı düşünceler toplumsal fakirliği, bazıları devletsizliği, diğer bir kısmı askeri zayıflığı, başkaları politik sistem yanlışlıklarını, kimileri ekonomiyi, ahlaki düşkünlüğü problem sayarlar. Toplumun toplum olmaktan çıkarılmasını temel sorun yapmak gerekiyor diye düşünüyorum.” Toplumun temel nitelikleri işlevsizleştirilip dağıtılınca toplum doğal işleyişini sürdüremez duruma düşmüş demektir. Bu nedenle Ortadoğu’daki ahlak ve politika sorunu toplumun toplum olmaktan çıkarılmasıyla bağlantılıdır. Ahlak ve politika, tek tek bireyleri toplum haline getiren, toplumsallık denilen bütünlüğü oluşturan temel niteliklerdir. Demokrasi ise bunun yöntemi ve komünal yönetimidir. Tıpkı elektronların ve nötronların atomu oluşturması gibi ahlak ve politika da toplumu oluşturur ve bu nitelikler olmadan insan toplumsallaşamaz, oluşan toplum varlığını sürdüremez.
Ahlak Sorunu
Toplumun oluşumundan itibaren üretim, paylaşım, barınma, teknolojik vb. araçlarını oluşturma ve yaşamın bütün alanlarda bir seçim yapmak zorunda kalmıştır ve bu seçimlerde karşı karşıya kaldığı temel sorun hangi seçimlerinin onu iyiye, güzele ve doğruya götüreceği ve hangilerinin ise kötüye, felakete ve çirkinliğe götüreceği olmuştur. Bu seçimler toplumun varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği belirleyeceği için toplum açısından oluşumu ve sürekliliğinde temel nitelik olarak ahlak ortaya çıkmıştır. Ahlak, doğal ve komünal toplum dönemlerinde toplumun yaşamıyla ilgili her şey hakkında kolektif ve komünal temelde oluşturdukları ortak tutumlar, ölçüler ve kurallardır. Birlikte yaşamak, sorunları birlikte çözmek, imkanlardan eşit yararlanmak, üretim ve savunmada hakkaniyete göre iş paylaşımını yapmak, toplumsallık için gücü oranında üretmek, birbirlerine karşı saygılı ve adil olmak… Yaşamı düzenleyen tüm bu tutumlar ahlakla belirlenmiştir. Ahlakın belirlediği ölçülere, kurallara ve sorumluluklara uygun yaşamak gönüllülük temelinde olmuştur. Baskı olmadan tüm toplum ve bireyler bunlar karşısında yükümlü kılınmıştır. Ahlaki ölçüler, kurallar ve sorumluluklar temel toplumsal değerler olarak kabullenildiği için yaşamın her alanında temel öncelik olmuştur. Bu öncelikli değerler, Demokratik Uygarlık Tarihi boyunca korunmuştur.
Ortadoğu’da ahlaki sorun bu değerlerin öncelikli olmaktan çıkarılmasıyla ortaya çıkmıştır. Sümer Rahipleri erkek egemenlikçi, sömürücü ve iktidarcı mitolojik ahlaki kuralları geliştirmesiyle bu süreç başlamıştır. Doğal ve Komünal toplum dönemlerindeki ahlaki değerler geri plana itilip, katı, çok tanrılı mitoloji kurallarıyla devlet-iktidar esaslarına göre ezen-ezilen ayrımı temelinde egemenler üstün kılındı. İnsan köle konumuna düşürüldü. Erkeğin ahlak olarak topluma dayattığı kurallarıyla kadın erkeğin egemenliğine veya başka bir deyişle hapsine alındı. Birincisi, doğa mülkleştirilerek talan meşrulaştırıldı. Egemenler ezelden ebede yöneten, toplumun geri kalanı yönetilen hale getirildi. Kolektif karar alma, dayanışma, vicdan, adalet, komünalite vb değerler gözden düşürüldü.
Sümer Kent Devleti’nde rahiplerin geliştirdiği çok tanrılı mitolojik ahlaki kuralların ortaya çıkardığı somut durum için A. Firat, “Köleleşmeyi Sümerler kadar çarpıcı bir mitolojik ifadeyle, hem de hiç şikayet ettirmeden, tüm topluma kutsal tanrılar düzeni biçiminde sunan bir uygarlık yok gibidir.” demektedir. Söz konusu kabul ettirmeyi, komünal ahlak karşıtlığıyla geliştirilen mitolojik çok tanrılı dinciliğin ahlak kurallarıyla gerçekleştirmiştir. Bu kurallara dayalı devlet-iktidar inşa edilmiş, tanrı düzeni olarak sistemleştirilerek, bu düzen dışında yaşamayı, üretmeyi, hareket etmeyi, düşünmeyi yasaklayarak günah saymıştır. Bu kurallardan meşruluğunu alan tanrı-kral yaratılarak insan kul ve kurban edilmiştir. Hem de bu kullaştırma ve kurban etme ahlaki ibadet olarak sunulmuştur. Sümer tapınaklarındaki – sömürü, zorbalık, fuhuş, hile, yalan-düzen ahlaki çöküntünün ve sorunun vardırıldığı düzeyi göstermesi bakımından çarpıcıdır. Tanrı-kral buyrukları tapınaktaki ayin ve eğitimlerle topluma hiçbir seçme şansı bırakmadan , doğruluk, iyilik olarak dayatılmıştır. Sümer Mitolojisinde ahlak adına yaratılan ve tapınılması zorunlu kılınan tanrılar esas olarak egemen sınıf ve iktidarıdır. Sümerlerden başlayarak en büyük ahlaki bozulma ve sorunlar yumağı, bu tür tanrı veya tanrılar etrafında meydana gelmiştir. “Tanrıyı ne kadar güçlü, tüm sıfatların-ki bunlar(merkezi) uygarlığın temel özellikleridir- sahibi, ulaşılmaz ve anlaşılmaz kılarsanız, devleti ve içine gizlediği uygarlık maskelerini o denli güçlü, korkutucu, anlaşılmaz ve ulaşılamaz kılmış olursunuz.” Ortadoğu toplumunun yaşadığı ahlaki sorunlar yumağı, A. Fırat’ın çözümlediği, egemenlerle özdeşleşen tanrı/Allah etrafında örülen bu korkutan, anlaşılmaz kılınan ve maskeli ağdır. Bu ağdan dolayıdır ki ahlaki sorunun kilit noktası olan büyük kullaşma ve kadercilik girdabında sürüklenme durumu yaşanmaktadır.
Ortadoğu’da Sümerlerle başlayan Akad, Babil vb. merkezi uygarlık sistemleriyle devam eden ahlaki çöküntü ve soruna karşı Zerdüştlük, tek tanrılı dinler ve Batıni hareketler yeni bir ahlaki çıkış gerçekleştirmiştir. Bu ahlaki çıkışların öğretilerinde ifadesini bulan yaşanan ahlak sorununa karşı ahlak reformudur. Bu çıkışlar, toplumsal ahlakı canlandırmak, yeni bir tutum oluşturmak, anlayış, ölçü ve kurallar geliştirmek istemişlerdir. Birinci doğayı tahrip etmemek, canlılara zarar vermemek, sömürüye, baskılara, köleliğe karşı olmak, kendi için ne isteniyorsa herkes için de onu istemek, vicdan ve sorumluluk sahibi olmak yoksulluğa karşı dayanışma içinde olmak, insanı kurban etmemek, kadını ezmemek… Tüm bu hususlar, ahlak reformu’nun ortak paydası olmuştur. En önemlisi de insandan tanrı/ Allah olamayacağının kesin bir ahlaki ilke olarak ortaya konulup, tanrı-kral, egemen sınıf, devlet-iktidar etrafında oluşturulan mitolojik dinciliğe ve kurallarına(ahlakına) karşı direnilmiştir. A. Fırat ahlaki reformu “özünde tanrı-kral kültünü merkez alan köleci din anlayışına karşı” çıkış olarak değerlendirilmektedir.
Dinsel ahlaki çıkışı gerçekleştiren peygamberlerin veya önderlerin ölümlerinden sonra Ortadoğu egemen sınıfları söz konusu dinleri devletleştirip, ahlaki ilkelerini kendi çıkarları doğrultusunda dizayn edip kullanmıştır. Devlet dinciliğinin ahlak kuralları böyle oluşturuldu. Bu oluşum, toplum eksenli değildir. Zerdüştlük Pers-Sasani, Yahudilik- Siyonist devletçilik, Hristiyanlık -Roma-Bizans, ABD-Avrupa devletleri, İslamiyet Arap, fars ve Türk egemen sınıfının devletlerince toplum karşıtına dönüştürüldükçe devlet dinciliği, ahlaki Ortadoğu toplumunun ahlaki sorununu daha da derinleştirdi. Gerçekleşen bu dönüşüm karşı devrimci temelde rol oynamış, halen de oynamaktadır. Sümer rahiplerinin başlattığı geleneğin devamcısı olarak Ortadoğu’da devlet dinciliği ahlakını egemenliklerinin meşrulaştırıcısı ve sürdürücüsü haline getirdiler. Kendi çıkarları doğrultusunda dizayn ettikleri devlet dinciliği ahlakını tanrı/ Allah buyrukları olarak sunulup kutsallaştırılmıştır.
Ortadoğu’daki kulluk ve kadercilik bu kuralların tartışılmaması, karşı gelinmemesi ve toplumsal ilişkilerde esas alınmasında ifadesini bulmaktadır. Ortadoğu toplumunun ahlaki sorunu bundan bağımsız ele alınamaz. Devlet dinciliğinin ahlaki kuralları tepeden tırnağa topluma hükmetmektedir. Konuşma, giyime, aile yapılanmasından ekonomik üretim ve paylaşıma, insan-doğa, kadın-erkek ilişkisinden birey-toplum ve devlet-iktidar ilişkisine dek yaşamın her alanına nüfuz ederek toplumu büyük hapishane içine kapatmıştır. Topluma ahlaki olarak seçim yapma olanağı bırakmadığı gibi iyi-kötü, yalan-doğru, hakikat vb. ölçüler egemenlerin çıkarlarına göre düzenlenmiştir. Ahlak adına sunulan ölçüler ve kurallar, eşitlik ve özgürlüğe göre değil, egemenlerin istedikleri itaatkarlığa göredir. Dogmatik ve tutucu devlet dinciliği ahlakıyla, toplumun hakikat arayışçılığına ket vurulmak istene-gelmiştir.
Mani, Hallac, Mevlana, Şeyh Bedrettin vb.lerinin sürdürücüsü olduğu batıni geleneği, yaşanan ahlaki sorunundan hareketle ortaya çıkmışlardır. Öğretilerinde iyiye, hakikate, güzele, eşitlik, özgürlük ve adalete dair yeni ölçüler, kurallar ve toplumsal değerler(ahlak) geliştirdiler. Ancak Ortadoğu egemenleri bu ahlaki çıkışlarına ters gördükleri için şiddetle bastırdılar. Dolayısıyla Ortadoğu toplumunun ahlaki sorunu bir kez daha çözümsüzlük girdabında tutuldu.
Ortadoğu toplumunun yaşadığı, ahlaki sorunun diğer bir kaynağı da kapitalist modernitedir. Kapitalist modernite güçleri, işbirlikçisi Ortadoğu egemen sınıfıyla birlikte 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren pozitif hukukun kurallarını Ortadoğu’ya ihraç etmiştir. Pozitivist hukuk Sümer, Akad Hanedanlığı, Hammurabi ve Roma hukuk geleneğine dayanmaktadır. İlk olarak Ortadoğu’da icat olan bu verili hukuk anti-toplumcudur. Kapitalist modernitenin sacayakları olan ulus-devlet, endüstriyalizm ve kapitalist sömürgeci(pazar) piyasa kurularak Ortadoğu’da ikame edilmiştir. Temel niteliği bu olmasına rağmen toplumsal ahlakın yerini tutan, hatta ondan daha eşitlikçi, özgürlükçü ve adil gibi sunulmaktadır. A. Firat, “Hukuk, devlet ve iktidara ilişkin bir sözleşme yığını olup hiçbir zaman canlı ahlakın yerini tutamaz.” demektedir. Dolayısıyla verili hukuk Ortadoğu egemenlerinin lehine rol oynamıştır. Hatta devlet dinciliği ahlakına dayalı Ortadoğu devletlerinin yaşadıkları tıkanmayı aştırarak egemen, sınıfçı ve sömürücü devlet kurallarına dayalı yeniden inşa etmiştir. Yitirilen meşruluklar, verili hukukla yeniden sağlandı. Yasalar egemenlerin çıkarlarını korumaktadır. Toplum eşitlik, özgürlük ve demokrasi istediğinde, verili hukuka göre cezalandırılmış, öldürülmüş ve işkenceden geçirilmiştir. Şiddet tekelini Ortadoğu egemenlerine vermiştir.
Kapitalist Modernite’nin, verili hukuku Ortadoğu’da ikame edilmesiyle varlığını sürdüren ahlaki nitelikler daha büyük darbeler almıştır. Toplumsal yapılar bireycilik, kentleşme temelinde dağıtılırken, toplum asimilasyon ve kültürel soykırıma tabi tutulmuştur. Büyük kentleşmelerle birlikte ahlaki toplumun miras taşıyıcısı köy toplumu dağıtıldıkça; ahlaki değerlerin aşınmasında artış yaşanmıştır. A.Firat’nda savunmalarında kaleme aldığı gibi; ‘ÜÇ S ‘ ‘…sanat, spor, seks” de bu genel iktidar mekanizmasının ayrılmaz bir parçasıdır. Üç S›ler, bireyden geriye kalan bir şey varsa onun da içini boşaltarak, kişiyi tam işe yaramaz bir tortu olarak bir tarafa atarlar” ’Üç S’ olarak tanımlanan seks, spor ve popüler sanat etrafında yaratılan kapitalist modernite’nin yaşam tarzı büyük ahlaki çöküntüye yol açmıştır. Medya-sanal medya üzerinden geliştirilen popüler kültür, yaşam tarzı ahlaki çöküntünün vardırılmış olduğu çıldırılmışlık halini yansıtmaktadır ve bu çıldırmışlık hali hiçbir değer tanımamaktadır. Bunun ruhsal, manevi dünyada yarattığı boşluk ise Nihilizmdir. Dinsel inancın sınırlı olarak da yaşattığı vicdan, dayanışma, sorumluluk, hakikat arayışçılığı temelindeki ahlaki nitelikler hor görülmektedir. Parasallaştırılmayan bir değer yoktur neredeyse. Kurnazlık, rekabet, dolandırıcılık, yalan, birbirinin sırtına basarak yükselme, zenginleşme yükselen “değerler” olmuştur. Ahlaki sorunda artık bundan ötesine gidilemez herhalde! Ortadoğu toplumu, büyük ahlaki yozlaştırma saldırısı altında savunmasızdır adeta. Ahlaki toplum değerlerinin yeniden inşası olmadan bu saldırı püskürtülemez.
Politika Sorunu
Ahlak gibi politika da toplumsal varoluşun temel niteliğidir. İki olgu iç iç içe rol oynamıştır. Toplum açısından “Ahlakın işlevi hayati işleri en iyi yapmaktansa, politikanın işlevi ise en iyi işlevi bulmaktır.” Ancak egemenler ahlak gibi politikayı da çarpıtmışlardır. Bunda mevcut egemen siyaset biliminin payı günümüz açısından belirleyici olmuştur. Devlet-iktidar eksenli politikayı zihinlerde egemen kılmıştır.
A.Fırat, toplumsal politikayı, “…toplumun özgürlük alanı, gelişmenin anlam ve irade türetildiği yaratım olarak yorumlamak öz gerçekliğine daha yakındır.” biçiminde tanımlamaktadır. Bu anlamıyla toplumun işleviyle ilgili olarak politika toplumsal gerçekleşmede belirleyici bir faktör olarak rol oynamıştır. Bir taraftan toplumsal gelişmenin önünü açan, sorunlarını çözen bir niteliğe sahipken, öte yandan ekonomiden eğitime, barınmadan öz savunmaya ve sağlığa… dek toplumun tüm gereksinimlerini karşılamaya çalışan kurumsal bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır. Toplum kolektif ve komünal temelde bu anlamıyla politika yaptıkça kendisini gerçekleştirmiş, örgütlemiş, yaratıcı kılıp üretmiş, anlam vermiş ve özgürlük alanını genişletmiştir.
Toplumsal varoluşun niteliği olan politikanın bastırılması,devletçi-iktidarci politikanın kurumlaşması Sümer kent devleti ile yaşanmıştır. Beş bin yıllık bir sürede devletçi-iktidarcı politika toplumsal politika aleyhine dev(let)leşerek varlığını sürdürmektedir. Merkezi Uygarlık Sistemi’nin devletçi-iktidarcı politikası işgal, sömürü, soykırım ve işkence temelinde pratikleştikçe evrensel anlamda politika sorununa yol açtığı gibi Ortadoğu toplumu açısından da politika sorununa yol açmıştır. Ortadoğu toplumunun politika sorunu ele alınırken, merkezi uygarlık sistemi’nin inşa edilmesinden itibaren geliştirilen devlet, iktidar, egemenlik, sömürü, zulüm, komplo… ile ele alınmalıdır ki doğru temelde bir çözüm bulunsun.
Merkezi uygarlık sistemi nin omurgası olan devlet-iktidar geliştirildikçe politika sorunu ortaya çıktı. Devlet-iktidar idaresiyle varlık kazanan egemen sınıfın politikası toplumsallığın dolayısıyla komünal politikanın inkarını doğurmuştur. Ortadoğu’da beş bin yıldan uzun bir süredir uygulanan bu politika tarzıyla ilgili A. fırat şu tespiti yapmaktadır: “…devlet yönetimi (…)politikanın inkarı ve yerine ya iktidarın keyfi yönetiminin veya devletin kurallı idaresinin geçirilmesi anlamına gelir. Devlet idaresi, asla politika olarak tanımlanamaz; bir nevi kurallı, norma kavuşmuş iktidardır. İktidarın kendisi ise her halükarda politikanın yadsımasıdır.”
Devlet-iktidar yönetiminde somutlaşan politika tarzı, Ortadoğu’da birbirini tamamlayan ikili karakter nitelikleriyle politika sorunlarına yol açmıştır. Birincisi, Sümer kent devletleri ile başlayan, Akad, Babil, Mısır, Osmanlı, Pers-Sasani vb. İmparatorluklarla devam eden ve günümüzde de ulus-devletler formatıyla varlıklarını sürdüren yerel olarak tanımlanabilecek karakterdeki politikadır. Diğeri ise ortadoğu’da oluşan, inşa edilen devlet-iktidar geleneğinin Avrupa versiyonu olan ve son iki yüz yıldır Ortadoğu’da hegemonya savaşını yürüten kapitalist modernite karakterli politikadır. Yer yer farklı uygulamaları hatta bazen karşı karşıya gelen yönleri olsa da her iki karakter esasta bir madalyonun iki yüzü gibidirler. Tarihsel çıkışlarının aynı kökten olması, merkezi uygarlık sisteminin geleneğini temsil etmeleri ve son iki yüz yıldır şu veya bu şekilde Ortadoğu’da toplumsal politikaya karşı aynı safta, aynı egemenlikçi, devletçi-iktidarcı politikayı bir madalyonun iki yüzü yapmaktadır.
İster tek yüzlü ister çok yüzlü karakterleriyle olsun söz konusu devletçi-iktidarcı politikalar, Ortadoğu toplumunu politikadan düşürmüştür. Politik irade sahibi olmasını engellemiştir. Devlet-iktidar şiddeti, soykırımı, zindanı, işkencesiyle politika dinamiklerinin gelişimi engellenmiştir. Politika alanı, topluma kapatılmıştır. Toplumu toplum olarak görmedikleri için, toplumu güdülmesi gereken sürü yerine koymuşlardır. Toplum politik alandan uzaklaştırıldığı için sorunlarını çözemez hale gelmiş, ekonomik, sağlık, barınma, güvenlik vb. gereksinimlerini de karşılayamaz olmuştur. Egemenler tüm maddi zenginliği tekellerine almışlardır. Yoksulluğun, açlığın ve işsizliğin Ortadoğu toplumunu neredeyse nefessiz bırakmasının temel nedeni Ortadoğu toplumunun yaşadığı politika sorunuyla bağlantılıdır. Politika sorununu çözmüş, politika öznesi olan bir toplum yoksul, işsiz ve açlık sınırında yaşamaz. Eşitlik, özgürlük ve demokrasi sorunları bugünkü niteliği ve haliyle olmaz.
Ortadoğu toplumu yaşadığı politika sorunu nedeniyle toplumsal niteliklerini de büyük ölçüde yitirmiştir. A. Fırat ın çözümlediği toplumun toplum olmaktan çıkma halinin özelliklerini Ortadoğu toplumunun bugünkü durumunda tespit etmek mümkündür. Buna yol açan nedenlerin başında ve politika sorununa kaynaklık eden ve politika alanının diğer boyutlarını da etkileyen temel husus paradigma sorunudur. Her politika bir paradigmaya dayanır. Paradigmanın ideolojik, felsefi, ahlaki bakış açısı toplumsal sorunların tespit edilişi ve yaklaşımı, nasıl bir toplumsallık ve sistem idealine sahip olduğu vb. tüm boyutları politikaya etki etmektedir.
Bu anlamda Ortadoğudaki egemen politikaların paradigmasının dayanaklarına bakıldığında devlet dinciliği ve kapitalist modernite paradigması öne çıkmaktadır. Ortadoğu’daki politika da bu kaynaklardan beslenerek vücut bulmuştur. Devlet dinciliği ve kapitalist modernite paradigmasının iflas ettiği ortadadır. Bu iflasta ortaya çıkan kriz politikalarına da yansımaktadır. Dolayısıyla bu politikalar hiçbir toplumsal sorunu çözememekte ve gereksinimleri karşılamamaktadır. Ortadoğu toplumu bu iki politika arasında sıkışmış durumdadır.
Ortadoğu toplumunun politika sorunu ancak köklü paradigmasal değişimle çözülebilir. Bu bağlamda Ortadoğu toplumunun kuramsal, kavramsal, vb. yönleriyle vermesi gereken savaşımı olduğu yerde durmaktadır. Politika sorununun çözümü için ilk adım bu savaşımın verilmesi noktasında olmalıdır.
Ortadoğu’da politikanın bir kısır döngü haline gelmesinde politik ütopya veya idealin önemini yitirmiş olması belirleyici faktörlerden biridir. Ütopya, veya ideal toplum, sistem tasavvurlarının gözden düşmesi egemenlerin uyguladıkları ideolojik ve psikolojik savaş sonucudur. Öyleki ütopya veya ideal toplum ve sistemden bahsetmek olay konusu olmaktadır.
Ütopyanın sözlük anlamı her ne kadar «olmayan şey” anlamına gelse de ütopya bir bütün olarak soyut, hayali bir olgu değildir. Toplum, yaşam ve sistemle, dolayısıyla politikayla bağlantısı vardır. Bu anlamıyla ütopya nasıl bir toplum ve sistem istendiğinin cevabı idealidir.
Ortadoğu da egemen olan devletçi- iktidarcı politikalar topluma yeni bir ideal toplum, sistem sunmamaktadır, devlet dinciliğine dayalı politikalar eşitliği öte dünyaya havale ettiği cennete ertelerken mevcut eşitsizliksiz-özgürlüksüz cehennemi düzenin sürekliliği için her şeyi yapmaktadırlar. Kapitalist modernitenin refah toplumu, sahte demokrasi, eşitlik, özgürlük ideali sömürgeci piyasa sistemin ötesine geçememektedir. Ideal diye sunulan daha fazla sömürü, işgal ve talandır.
Bu yönleriyle ortadoğu da egemen olan politikalar topluma umut verememektedir. Ortadoğu toplumu somutunda yaşanan büyük bir umutsuzluk halidir. Şüphesiz umut arayışı vardır. Fakat bunu mevcut egemen politikalarda görmemektedir. Söz konusu politikalar her gün -kalmışsa eger-umut kırıntılarını da bombalamaktadır.
Ütopya toplumsal sorunları çözmek ve gereksinimlerini karşılamak için geliştirilen politik yöntem, araçlar, strateji, program ve proje/vizyon ile de bağlantılıdır. A. Fırat konu ile ilgili, “unutmamak gerekir ki büyük ütopyalar olmadan büyük pratikleri gerçekleştirilemez. (…) her proje aynı zamanda gelecek ütopyasıdır.” demektedir. Günümüzde program, strateji ve proje/vizyon adına ortadoğu toplumuna sunulan büyük ortadoğu projesidir. (B.O.P) Yöntem ve araçları ise insansız-insanlı ölüm makineleri, işgal ve savaştır. Devlet dinciliğini esas alan politikaların bir şey sunma mecali bile kalmamıştır. Irak, Afganistan, Mısır, Libya, Tunus ve Türkiye de görüldüğü gibi BOP’un ortadoğu toplumuna sunacağı hiçbir şey yoktur.
Çözüm üretmeyen devlet dinciliği ve kapitalist modernite politikaların yol açtığı ekolojik ve toplumsal tahribatlar, sorunlar sonucu ortadoğu›da politika itibarsızlaşmıştır. Ortadoğu toplumu mevcut hiçbir egemen politikaya güvenmemektedir. Politika yalan, komplo, sömürü, zulüm, bilcümle kötülük olarak algılanmakta, görülmektedir. Dolayısıyla kötülük üreten politikadan uzak durmaktadır. Politikaya karşı güvensizlik içindedir. Bir toplum için en büyük tehlikelerden biri budur. Bu güvensizlik hali ortadoğu toplumunu politik olarak edilgen kılmaktadır. Politika varoluşun niteliğidir. Bu şekilde ondan uzak durmak adım adım yok olmaktır. Fiziki olarak değil, ama politik olarak ortadoğu toplumu politika bağlamında yaşadığı bu güvensizlik, edilgenlik haliyle adım adım yok oluşa doğru sürüklenmektedir.
Tüm bu hususların yarattığı diğer bir sonuç ise belirsizliktir. Ortadoğu toplumu hiçbir şey için emin olamıyor. Adeta dört yanı belirsizlikler içinde yuvarlanmaktadır. Güven veren, geleceğe dair umut vaad eden bir politika olmayınca geleceğe dair kuşku ve kaygılar yaşanmakta. Yarının neler getireceğini bilememektedir.
Ortadoğu toplumunun muhaliflerin veya bu iddiada bulunan güçlerin konumudur. Devletçi-iktidarcı politika kendisi dışında başka bir alternatifin olmadığını iddia etmektedir. I.Wallerstein vb. sosyal bilimciler bu iddiayı “başka alternatif yok” (BAY)* biçiminde tanımlamaktadırlar. Türkiye başta olmak üzere tüm ortadoğu da BAY politikaları topluma empoze edilmektedir. Bu biçimde rıza üretilmek ve devletçi-iktidarcı politika vazgeçilmez kılınmaktadır.
Paradigmasal, ideolojik ve politik konumlarıyla ortadoğu daki muhaliflerin ezici çoğunluğu tersinden de olsa BAY ı veya bu savı güçlendirmektedirler. Bu tersinden güçlendirmeyi A. Fırat şu çarpıcı analizi ortaya koymaktadır: “Marksistler kapitalizmi eliştirip aşmak isterken ulus-devlet merkezyetçiliğni ve endüstriyalizmi faşizme ve çevre yıkıcılığına taşırdıklarının farkına bile varamazlar. Ulusal kurtuluşcu akım ve hareketlerinin (..) anti emperyalizm ve anti kapitalistleri ulus-devlet haline gelmelerinde ve- …) ve hatta kapitalist modernist ideolojilerini ( liberalizm, milliyetçilik, real sosyalizm) din haline getirmede sınır tanımazlar. (…) anarşistler (…) alternatif olarak demokratik bir sistemi düşünmek bile istememişlerdir. Sosyal demokratlar(…) egemen sistemi reformla düzeltebileceklerinin ötesine adım bile atmazlar. Feministler ataerkili görürken modernitenin kadına yüklediği yıkıma aynı kesinlikle eleştiriye yanaşmazlar. (…) radikal dinci ve kültüralist hareketlerine (…) peşinde koştukları azimi uzlaşmacılıktır.” Merkezi uygarlık sistemine alternatif politika üretemeyen muhaliflerin bu konumu ortadoğu toplumunu politik açıdan seçeneksiz bırakmıştır. Bu da yaşanan politika sorununu daha da derinleştirmektedir
Ahlaki ve politik toplumun komünal geleneği kültürel ve toplumsal gerçekliğinde varlığını korumaktadır.
Kapitalist modernite güçleri Osmanlı devletinin birinci meşruiyet sürecinden itibaren peş peşe meclisler açtırarak liberal demokrasiyi Ortadoğu’ya taşıdılar. 20.yy boyunca Avrupa’daki partiler taklit edilerek devletçi iktidarcı partiler kuruldu. Çok partili rejimlerle seçimler yapıldı. Tüm bunlar egemen sınıflar arasındaki rekabetten öteye geçemedi. Topluma yansıması ise doğal olarak olumsuz olmuştur. Kapitalist modernitenin ulus devlet endüstriyalizm ve kapitalizmin sac ayakları inşa edildi. Ortadoğu egemen sınıfı, dönüşümlü olarak devlet – iktidar oldu.
Ortadoğu toplumunun ahlak, politika sorunu bu genel tabloyu karşımıza çıkarırken, bu sorunların çözümüne dair çözüm arayışının da olduğunu belirtmek gerekir. Bu arayış A. Fırat’ın geliştirdiği demokratik modernite paradigmasında somutlaşmaktadır. Demokratik modernite paradigması Ortadoğu’da toplumu toplum olmaktan çıkaran sorunlara karşı yeniden bir ahlaki yapı, demokratik politika ile bütünlüklü alternatifi sunmaktadır.
ENGİN ATABEY-MAHMUT YAMALAK
YORUM GÖNDER