ZİHNİYET DEVRİMİ VE POLİTİK GÖREVLER (2.BÖLÜM)
Tanrıçaya Dayalı Zihniyet Konumu
Henüz sınıf, devlet, hile, yalan, kurnazlık, aldatma, zor ve askının olmadığı en uzun süre toplumu olarak klan insanı, doğal özgürlük ortamında ve doğrudan demokrasi tarzında icra edilen politikayla süreklileşen ortak sorunları üzerine düşünce ve çözümler üretme faaliyetiyle iç içe zekâsıyla birlikte dilini (işaret dilinden simgesel dile geçiş) ve inancını da geliştirmektedir. Klan sayılarının artmasıyla birlikte giderek ortak tapınak etrafında bir araya gelmektedir. Arkeolojik kazılarla ortaya çıktığı gibi ilk tapınakların kentlerin kuruluşundan çok önce var olduğu (Göbeklitepe) bugün kanıtlanmış durumdadır. Yatay ve yuvarlak mimariye sahip olması, henüz hiyerarşi ve sınıfların etkin olmadığı sayıları giderek artan klanların totemleri ile temsilini yaptığı tapınak etrafında özgür, eşit, gönüllü temelde bir araya geldiği doğal demokratik toplum haline işaret eder. Klan toplumu avcı ve toplayıcıdır. Erkek avcılık, kadın toplayıcılık yapmaktadır. Erkekte hayvanları avlama, tuzak kurma faaliyeti kurgusal zekâyı geliştirirken, kadındaki duygusal zekânın hayvanları avlama yerine evcilleştirmeye ağırlık vermesi farkını ortaya koymaktadır.
Yine avcılık dönemindeki toplayıcılığı bitkileri daha yakından tanımasını, onların iklim döngüleriyle bağlantısı konusunda bilinçlenmesini, giderek bitki tohumlarını derleyerek ekime, tarıma geçişi sağlama beraberinde getirmektedir. Her iki alandaki başarısı nedeniyle totemden kadın eksenli bir kutsallaştırma (ana-kadın kültü) zihniyetine ve klandan daha gelişkin bir toplumsal aşamaya (kabileler çağına) geçilmektedir. Bu geçişi sağlayan kadın, duygusal zekâ yaratıcılığı ve topluma yararlı icatları nedeniyle tanrıçalıkla kutsanmaktadır. Totem sembollerinin yerini kadın heykelleri almaktadır. Bu gelişme kadının sınıf ve hiyerarşisinden dolayı değil, aksine emek ve üretimle bağından, yarattığı topluma yararlı icatlardan dolayıdır. Burada kutsallaştırmanın topluma yararlılıkla, emekle, üretimle ve icatlarla bağı kesindir. Neolitik dönemde emek ve üretime katkıda bulunan icatlarıyla başta kadın olmak üzere tüm icatlara tanrısal sıfatlar yükleyip kutsayarak, bu gelişmeyi tanrıça tapınağı merkezi etrafında gerçekleştirdiği dini törenlerle şölen havasında kutlamaktadır. Bundan daha doğal ne olabilir. Tanrıça tapınakları da bu anlamda toplumun doğal gelişmesinin ürünü öz zihniyet merkezi ve topluma yararlı olanın kutsandığı, üretime ve icatlara ilişkin deneyimlerin yeni nesillere aktarıldığı okul rolünü de oynamaktadır. Yine arkeolojik araştırmaların ortaya çıkardığı kentler, hiyerarşi, sınıf ve devletin damgasını taşıyan Sümerlerden çok önce neolitik toplum döneminde gelişmeye başlamıştı. O dönem kent ve köy arasında birbirini besleyen simbiyotik ilişki söz konusudur.
Henüz köy-kent karşıtlığı oluşmamıştır. Köy-kent karşıtlığını yaratan da sınıf-iktidar-devlet eksenli zihniyettir. Kaldı ki ilk Sümer kentleri de koruyucu ana-tanrıça kültüne ve okul görevi gören zihniyet merkezi tanrıça tapınağı ve Yaşlılar Meclisine dayalı olarak inşa edilmişlerdir. Yani neolitik dönemdeki kadın eksenli kutsallaştırmaya dayalı ana-kadın zihniyeti, doğal özgürlük ortamında doğal doğrudan demokrasi tarzında icra edilen politika ve özgür ahlak üçlüsü ortak işlevini Sümer kentlerinin kuruluşunda da sürdürmektedir. Tersyüz edilmesi aldatıcı mitolojiyle gerçekleştirilmektedir.
Sümer mitolojisi, o güne kadarki tüm evren, doğa, insan ve toplum tarihinin yok sayılarak, dönemin yükselen erkek egemen sınıfı olarak tarihi erkek tanrılar şahsında kendisiyle başlatmaktadır. Tüm evren, doğa, denizler, hayvanlar, bitkiler, kadının, insanın kısacası tüm varlıkların yaradılışını erkek tanrılarla başlatan Sümer mitolojisiyle erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı iddia edilen kadının konumu ikinci plana atılır. Bununla aslında kadın şahsında tüm neolitik maddi ve manevi değerlerin gaspı sağlanmaktadır. Özünde neolitik dönemin kadın eksenli topluma yararlılık, emek ve icatlara dayalı kutsallık zihniyeti tersyüz edilerek, her şey toplumsal gerçeklikten, emek ve üretime dayalı kutsallıktan soyutlanıp gökten emir veren tanrıya ve onun sözcüsü rahibe (dönemin egemen sınıfına) bağlanmaktadır. Kutsallık kavramı böyle toplumsal gerçeklikten soyutlanarak tersyüz edilmektedir. Yine aynı aldatıcı mitolojiyle insan, çamurdan yaratılarak tanrılara (dönemin egemen sınıfına) hizmetle yükümlü kul olarak önce zihniyette inşa edilmektedir.
Böylece erkek egemen tanrı veya tanrılar, özne haline getirilen egemen sınıfın çıkarını ifade ederken; tüm toplum, kadını, çalışanı ve bireyleriyle onlara hizmetle yükümlü nesne (kul-köle) haline getirilmektedir. Sümer mitolojisi ile toplumun öz zihniyeti (topluma yararlılık, emek ve üretime dayalı kutsallaştırma) tersyüz edilirken, yatay mimariye sahip tanrıça tapınağı yerine de dikey mimariye sahip hiyerarşi ve sınıfları konumlandıran ziggurat ikame edilir. İkincisi toplumun o güne kadarki söz ve kararı (toplumsal sorunlarını bir araya gelerek, tartışarak çözme politikası) yerine egemenin sözünü (buyruk veren tanrı sözü ve sınıf bürokrasisi) ikame edilir. Üçüncüsü, toplumun öz ahlakı yerine, egemenin çıkarlarını, malı mülkünü korumaya alan hukuk (Tanrı-Kralın emri Ur-Namu, Hamurrabi yasaları en iyi bilinenleridir) ikame edilir. Bu temelde toplum, beyni (topluma yararlı emek ve üretimi, icatları ve icat sahiplerini kutsayan öz zihniyeti) ve organları özgürlük ahlakı ve doğrudan demokrasi tarzından icra edilen politikasından koparılarak özne rolünden çıkarılıp nesne konumuna getirildikten sonradır ki kulluk-kölelik altına alınmaktadır. Hayvanları avlamada ustalaşan kurgusal zekâ, Sümer rahipleri şahsında zihniyet avcılığına dönüşmüştür.
Sümer rahipleri, toplumsal gelişmenin doğal ürünü olan neolitik zihniyeti tersyüz etmeden, yani zihniyet avcılığı, zihniyet tutsaklığı veya zihniyet hegemonyasını aldatıcı mitolojiyle zihinlerde inşa etmeyi başaramadan, kadını, insanı ve toplumu kul-köle olarak kendi hizmetlerine koşturamayacaklarının farkındadır. Sümer mitolojisi bunun hangi yalan efsanelerle sağlandığını açıkça ortaya koymaktadır. Yalan, hile, kurnazlıkla zihinleri aldatma ve avlamaya dayalı kurgusal zekâ ürünü sınıf ve devlet oluşumu, toplumun emek ve üretime dayalı kutsallığı ifade eden öz zihniyeti, ahlak ve politikasına (demokrasi) karşıt yönde aldatıcı mitoloji temelinde inşa edilmiştir. Yalan, hile, kurnazlıkla zihinleri avlamayı ve aldatmayı esas aldığından toplumsal gelişmenin doğal ürünü zorunlu ve daha gelişkin bir zihniyet aşaması değil, aksine zihniyet avcılığı kurnazlığıyla toplumun o güne kadar biriktirdiği tüm manevi ve maddi değerlerinin gasp edilmesi eylemi olduğundan ancak zihniyet karşı devrimi olarak tanımlanabilir. Yine ileriye doğru bir gelişme değil, toplumun emek ve üretimi kutsallaştıran öz zihniyetiyle doğrudan demokrasi tarzından icra edilen politika ve ahlakında bir düşüş ve gerilemedir. Topluma yararlı emek ve üretime dayalı kutsallık kavramının aldatıcı mitolojiyle (buyurgan tanrı inşasıyla) ters yüz edilmesi, zihinlere toplum, demokrasi, politika ve ahlak karşıtı sınıf, hiyerarşi, iktidar, devlet, hukuk, bürokrasinin (Tanrı-Kral ve avanesi) yeni kutsallar olarak işlenmesiyle yalan, hile, kurnazlık, gasp ve hırsızlık eylemi meşrulaştırılmaktadır.
Örneğin Sümer mitolojisi ve ardılı tüm sınıf-iktidar-devlet eksenli resmi tarih anlatımlarının Sümer sınıf ve devlet oluşumlarına mal ettiği icatlar aslında neolitik dönemde yaratılmış icatlardır. İnanna Destanı, bu icatların (me’lerin) Enki tarafından nasıl kurnazlıkla çalındığını, İnanna’nın onları geri almak için verdiği mücadele, icatların gerçek sahiplerinin kimler olduğunu gayet açık ortaya koymaktadır. Bunu Gordon Childe, “Tarihte Neler Oldu” kitabında, Neolitik dönemdeki icatların ancak Avrupa Rönesans sürecindeki icatlarla kıyaslanabileceğini, aradaki geçen zamanda neolitik icatları aşan bir yaratıcılığın olmadığını tespitiyle de doğrulamıştır. Dolayısıyla Rönesans’a kadar geçen zaman diliminde Rahip Kral, Tanrı-Kral, Nemrut, Firavun, İmparator, Sultan, Efendi, Senyör düzenlerinin, aldatıcı, yalana dayalı inşa edilen “kutsal” sınıf, iktidar ve devletlerinin bütün yaptıkları neolitik değerler üzerinde asalakça yaşamak, sömürü, gasp, fetih, talan ve ganimet savaşları olmuştur. Çokça görkeminden bahsedilen Mısır Piramitleri, dev heykeller, Roma arenaları, topluma hiçbir yararlı işlevi olmayan sadece Tanrı-Kralın azametini kanıtlama amaçlı milyonlarca kul-kölenin emeği, canı pahasına gerçekleştirilmiştir. Buradan çıkarılması gereken sonuç, düşüncenin özgür olduğu ortamlar bütün iyi, güzel ve yararlı yaratımların (yeni ve daha gelişkin icatların) temelidir. Yaratıcı düşünce ve anlamlı yaşam ancak özgürlük ortamında doğrudan demokrasi tarzında işleyen politika ve özgürlük ahlakıyla mümkün hale gelmektedir.
Toplumun öz zihniyet, ahlak, politika (demokrasi) ve özgürlük sorununu yaratan Sümer aldatıcı mitolojisine dayalı zihniyet ve yapılanmadır. O güne kadarki en uzun süre toplumlarının (toplumlar tarihinin yüzde 99’unda) özgürlük sorunu yoktur. Henüz sınıf, devlet, tepeden dayatılan yalana dayalı ideolojik hegemonya, zor ve baskı olmadığından insan ve toplumu doğal olarak özgürdür. Doğal özgürlük ortamında şekillenen topluma yararlı emek ve üretimi kutsallaştıran öz zihniyeti, ahlakı ve politikası özgürce işlev görmektedir. Sümer rahiplerinin geliştirdiği sınıf-iktidar-devlet eksenli yalan, hile ve kurgusal zekâ ürünü aldatıcı mitolojiyle zihinlerin avlanması temelinde ve gerektiğinde zorla topluma dayatılan kulluk-kölelik zihniyetiyle birlikte özgürlük sorunu doğmaktadır. Sümer tabletlerinde “Amargi” kelimesiyle ifade edilen Ana’ya, doğal toplum özgürlüğüne dönüş özlemi, daha başlangıç aşamasında kulluk-kölelik zihniyetine karşı özgürlük arayışına ve sorununa işaret eder. Özellikle İnanna Destanı, sınıflı devletli uygarlığa karşı ilk kadın direnişi ve Yaşlılar Meclisinin itirazları erkek egemen hiyerarşi, sınıf ve devlet lehine aldatıcı mitoloji, hile, kurnazlık, yalan ve gerektiğinde zorla bastırılmamış olsaydı, uygarlığın kadın eksenli demokratik uygarlık olarak doğuş yapması kuvvetle muhtemeldir.
Bu durumu ahlaki ve politik toplum tarihinin o güne kadarki doğal gelişme akışından da anlamak zor değildir. Yine ilk Sümer kentlerinin koruyucu tanrıça kültüne ve Yaşlılar Meclisine dayalı olarak inşa edilmesi gerçeği de doğal, ahlaki ve politik toplumun, kent uygarlığının kuruluşunda da başat kültür ve zihniyet olduğunu göstermektedir. Kaldı ki yansımasını Sümer panteonunun ilk halindeki tanrıça ve tanrıların mitolojik öykülerinde de göstermektedir ki orada tanrıçaya dayalı zihniyet konumu hala başattır. Fakat panteonun erkek tanrısı kurnaz Enki ile tanrıça İnanna arasında yaşanan çelişki ve mücadele, özünde ahlaki ve politik toplum-demokrasi-özgürlük ile sınıf-devlet-kulluk-kölelik mücadelesidir. Kurnaz erkek egemen tanrı Enki’nin süreçten galip çıkmasının temelinde toplumun yalana dayalı aldatıcı mitolojiyle kandırılma “ustalığını” sergilemesidir. Hayvanları tuzağa düşürme ustalığını ifade eden kurgusal zekâ ürünü avcı kültürü, Sümerlerde zihniyet avcılığına ve zihniyeti tutsak olmak ustalığına dönüşmüştür. Bu temelde inşa edilen Sümer sınıf-iktidar-devlet yapılanması, dışa doğru açılımda da kulluk ve köleliği kabul etmeyen ve son ferdine kadar ahlaki ve politik toplum olmakta ısrar eden klan, kabile ve aşiretlerin direnişleriyle karşılaşmıştır. Kulluk-köleliği karşı kabile direnişinin Sami kolu, peygamberlik hareketleri tarzında Sümer mitolojisini tek tanrılı din olarak restore ve reforme edip kulluk-köleliği (reddetme ve yasaklama değil) yumuşatma rolü (Sümer mitolojisinin birinci versiyonu Tevrat, İkinci versiyonu İncil ve üçüncü versiyonu Kuran’da kölelik kesin olarak yasaklanmamakta, sadece köleye iyi davranılması ve azat edilmesi tavsiye edilmektedir) oynarken, Aryen kolu ise Zerdüşt şahsında özgür ahlaka dayalı daha radikal bir zihniyet devrimi olarak, kulluk-köleliği ahlaki bir düşkünlük olarak kökten reddetmekte, insanın iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin, aydınlık ile karanlık arasında seçme özgürlüğü olduğunu, tercihini kulluk-kölelikten yana değil özgürlükten yana yapması gerektiğini öğütlemektedir.
Bu temelde özgürlüğe ve demokrasiye giden yolu açan en köklü zihniyet devrimi olarak rolünü Asur köleci imparatorluğunun yıkılması (halkların özgürlük bayramı Newroz, kaynağını bu gerçeklikten alır) ve Med Aşiretler Konfederasyonunun kuruluşuyla göstermiştir. Aşiretler konfederasyonu, adı da üzerinde sınıf ve devlet saldırılarına (kulluk-kölelik seferlerine) karşı kabilelerin kendilerini savunmak için aşiret formunda ahlaki ve politik toplum birimi olarak yeniden örgütlenmeleri olup, en gelişkin hali aşiretler konfederasyonudur. Bir nevi günümüzdeki demokratik birimlerin demokratik konfederalizm tarzında bir araya gelmesi gibidir. Ancak bağrında sınıflaşmaya uğramış aşiretler ve onların aristokrat sınıf temsilcilerini de barındırmaktadır. Bunlardan bazıları konfederasyonu kendi sınıf-devlet iktidarına dönüştürme eğilimini taşımaktadır. Harpagos, bu eğilimin temsilcisidir. Ama gerek konfederasyon bünyesinde aşiretlerin ağırlıklı olarak ahlaki ve politik yapıda ısrar etmesi, köleliği yıkan bir yapının tekrar köleliği kabul etmemesi, gerekse sınıf (kölelik) karşıtı Zerdüşti özgür ahlak zihniyetinin güçlü etkisi buna geçit vermemektedir.
Aynı zamanda Med ordusu komutanı ve sınıf-iktidar-devlet eğiliminin temsilcisi Harpagos ihaneti, kaynağını bu gerçeklikten alır. İçeride sınıfsal çıkışını gerçekleştiremeyeceğini bildiğinden yine bir Pers soylusu olan aristokrat sınıfın temsilcisi Kyros ile işbirliğine yönelir. Heredot Tarihi bu süreci anlatmaktadır. Sonuçta içten Harpagos dışarıdan Kyros ortak darbesiyle tipik bir doğal demokrasi örneği olan Med Konfederasyonu yıkılsa da etkilerini Pers sarayında (yönetim demokrasi mi, oligarşi mi, monarşi mi olsun tartışmasının monarşiye karar kılınmakla sonuçlanması) sürdürür. Böylece Zerdüşti zihniyetin zemin sunduğu demokrasi fikrinin monarşiye dönüştürülmesi bu topraklar için kayıp olurken, etkilerini taşıdığı (Heredot Tarihi, bu geçişi anlatmaktadır) Grek yarımadası için kazanım olmaktadır. Zihniyette Doğu-Batı ayrımı bu temelde gelişmektedir.
EMRAN EMEKÇİ
YORUM GÖNDER