HAKİKAT ALGISI
Yanlış ve çarpık algılar köle yaşamın ana kaynağıdır. Bunlara karşı doğrularda ısrar ederek mücadele edilebilir...
Evrenin oluşum seyri incelendiğinde müthiş ve büyüleyici bir gelişim seyri izlenmektedir. Evrenin gelişim seyrini insanda görmek mümkündür. Bir çocuğun anne karnındaki gelişimi derinlikli incelendiğinde adeta milyarlarca yıllık oluşum kendisini tekrar tekrar gösterdiği görülecektir.
Anne karnındaki oluşum da mucizevidir. Tek hücreden sayısız hücreye, organlara ve bütünlüklü bir bedene dönüşüm an be an muazzam bir etkileşim ile gelişir. Organik bir bağla bağlı olduğumuz diğer varlıklarla iletişimimiz sonucunda yaşamı tanımaya başlarız. Yaşama dair bilgiler beş duyu organımızla alındığı gibi metafizik boyutta ise duygu dünyamızca hissedilir. Bu da sezgisel bir öğrenmedir. Tüm bu bilgi edinme yollarıyla daha anne karnında oluşmaya başlandığından itibaren sayısız ham bilgi kaynağıyla ilişki halindeyiz. Beslenme, üreme, güvenlik gibi temel varlık sorunları bu bilgilerin bazılarına dikkatimizi yönelterek bunları öncelikli olarak algılamamızı zorunlu kılar. Ancak bu şekilde yaşamda varlık sürdürmek mümkün hale gelebilmektedir. Bu yaşamın hakikat algısıyla anlam bulması evrenin özgür yaşam koşuludur. Buna bilginin bilince dönüşmesi de denebilir. Bilinç beraberinde bir zihniyeti oluşturur. Zihniyet ise yaşamın üzerine kurulduğu temeldir. İdrak edilmiş, bilinç haline getirilmiş bilgiye algı denir. Diğer yandan buna dayalı gelişen değer yargılarının tümü de algılarımızın ürünü ya da bizzat kendileridir. Tüm pratiklerimiz değer yargılarımızın sonucunda gelişir. Bu da algının yaşamımızı birebir nasıl etkilediğini gösteriyor. Bu nedenle hakikate ulaşmak, doğru yaşamı yaratmak hakikat algısını yakalamaktan geçer.
Algılar yaratılabilir. İnsanlığın başlangıç dönemlerindeki doğal toplumun kendiliğinden ekolojik oluşu hakikat algısıyla bağlarının güçlü oluşuyla ilintilidir. Hakikat varlığın anlamı ise anlama uygun olarak yapılanması ve akışını devam ettiren doğal toplum insanları animizm ile anlama ulaşmaya çalışmışlardır. Bu algıların yaşamın capcanlı akışıyla olan bağı buna dayalı bir zihniyet geliştirmiştir. Her şeye ruhsallık yükleyerek aslında her şeye tanrısallık atfetmişlerdir. Fakat bu tanrısallık her şeye hükmetmez. Bu algının yaşamda yansıması ise; adalet, eşitlik ve özgürlük olmuştur. Mülkleştirme, nesnelleştirme, öznelleştirme yoktur. Hakikat bu özgür yaşamla ilgilidir. Buna doğru yaşam, kolektif yaşam diyoruz. Doğru ve özgür yaşam temel yaşam değerleriyle yaşamaktır. İnsanın doğru yaşaması da hakikatle buluşması anlamına gelir. Yaşamın tümünü anda anlamak zordur. Anlama yaşayarak ulaşılıyor. Yaşam yaşandıkça anlaşılıyor. Fakat değişimler anda gerçekleşiyor. Anladığımız anda oluşuyoruz.
Merkezi uygarlık sistemi de kendi algılarını yaratmaktadır. Daha doğrusu algıları çarpıtarak hakikati örtme girişimi söz konusudur. Evrenin kendisini tanımasını sağlayan ve insanı insan yapan tüm değerler ters yüz ediliyor. Bunun sonucu olarak özgür yaşamdan koparılan toplum kölelik batağında anlamdan ve hakikatten yoksun bırakılıyor. Temelde ise özgürlüğün bilgisini ve algısını değiştiriyor. Çünkü özgürlük bilmekle alakalıdır. Budandır ki evren tüm bilmelerin öznesi olan insanda kendisini tanıyor.
Uygarlık sistemi öncelikle temel zihniyet yapısına saldırıyor. Canlı doğa anlayışının yerine cansız-mekanik bir doğa anlayışı oluşturuluyor. Bu tüm çarpıtmaların temelini oluşturuyor. Diğer çarpıtmaların tümü bu temel üzerinde şekilleniyor. Özne-nesne ayrımı toplumun temel algısı haline getiriliyor. Hükmeden tanrı anlayışıyla başlayıp, devlet olarak kendisine toplumda zoraki bir meşruiyet sağlayan sömürgeci sınıf, bu algının yardımıyla varlığını sürdürmektedir.
Egemen uygarlık sistemi hakikat algımızı örterken, yerine çarpıtılmış yeni algılar oluşturuyor. 7000 yıllık bu zihniyet bombardımanı etkisinde gelişen bir düşünce sistematiğimiz var. Düşünce gücümüz zayıflatılıp kalıplara sıkıştırılıyor. Beynimizin sorgulama, irdeleme, mantığa vurma yetenekleri köreltilip sadece sistemin hizmetçisi olabilecek kadarını öğrenebilme şansına sahip olunabiliyor. Bunun dışında bir yaşamın hiç olmadığı ve olamayacağı algısı oluşturulmuş durumdadır. Bu nedenle yaşamda neyi ele alırsak alalım doğruluğunu anlamak için canlılığa mı, cansızlığa mı dayandığına bakmamız gerekiyor.
Benliğimize sindirilmiş bu çarpık algılarla mücadele ederek kölece yaşamdan arınarak hakikatle buluşma sağlanabilir. Bilme düzeyinin gelişmesi ve buna denk bir pratiğin ortaya konması gereklidir. Öz ve biçim dengesini yakalamış erdemli insanlara ulaşılmalıdır. Doğru algılara ulaşma zihniyet devrimini geliştirmek anlamına geliyor. Bu algıların yaşamsallaşması ise vicdan devrimidir.
‘Hakikat avcı’larının tümü insan-ı kâmil’den ve kendini tanımanın öneminden söz eder. Fakat bireyin hem kendisiyle hem de içerisinde bulunduğu sistemle amansız bir mücadelesinin zorunluluğu da vurgulanır. Örneğin M.S.10.yy da otaya çıkmış olan İhvan-ı Sefa(Arınmış Kardeşler ve Vefa Dostları)
Risalelerinden birinde şöyle yazar “dünya kozmik akılda (ilk akıl) ifadesini bulan nihai bir/tek’ten suduk etmiştir. Kişi kendi muhakeme (irdeleme, sorgulama, mantığa vurma vs.) kudretini arındırıp berraklaştırmak suretiyle zihinsel bir derinleşme sürecinde yeniden bir/tek’e doğru yükselebilen mikro kozmoslara (küçük evren) dönüşebilir. Bu da tanrısal kozmik aklın insanlarda sürdürülmesi durumudur. Yani insan küçük tanrıdır.” Hallac-ı Mansur’un “en’el hakk” demesi bundandır.
Arınmaya büyük önem verilmesinin nedeni uygarlığın yarattığı algıların hakikati yani özgür yaşamı ne denli yok etmesiyle bağlantılıdır. Yaşamdan ve insandan çalınan kutsallığa yeniden ulaşmak ancak arınarak doğru algıları edinerek yani zihniyet devrimini yaratmakla mümkün olabilir. Bu nedenle‘Hakikat avcı’ları içsel mücadeleyle insan-ı kamile ulaşmanın yanında var olan çarpık düzenle de bir mücadele içerisine girmişlerdir. Demek ki hakikati bilmek, görmek, yetmiyor. Egemenlerce üzerine örtülen örtüyü, yırtıp parçalamak hem yaşama hem de insanlığımıza karşı temel bir görevimizdir. Bu da yaşamın farkında olmayla ve doğru algılamayla bağlantılıdır. Yanlış ve çarpık algılar köle yaşamın ana kaynağıdır. Bunlara karşı doğrularda ısrar ederek mücadele edilebilir. Özgür yaşam iyi, güzel ve doğruya dayanan yaşamdır. Her hakikat arayışı aslında doğrunun arayışıdır.
Önderliğe ve yaşamına baktığımızda Önderliğin hakikat arayışının ve ifadesinin kendisi olduğunu görürüz. Bu nedenle algıları ve anlam gücü verili yaşamın ötesindedir. Bu da yeni bir yaşam duruşunu beraberinde getiriyor. Bu yaşam iki temel ilkeyle geliştiriliyor.
Verili yaşama tutum alma, onu yaşamama.
Alternatifini yaratma.
Demek ki tüm yaratımlarımız ve bunlarla oluşturduğumuz yaşamımızın kaynağında algılarımız var. Bu algılar uygarlık sistemi tarafından yaratılmaktadır. Hakikate ancak hakikatin algısına ulaşılarak erişilebilir. Bunun yolu tarihte sayısız hakikat savaşçısı tarafından belirtildiği gibi Önder APO’nun yaşam gerçekliğinde gözler önüne serilmiştir. Formül açıktır: Çözüm, arınmış ve doğrulukta yürüyenlerin fikir, zikir ve eylem bütünlüğündedir.
HALKLAR ÖNDERİ SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER