ULUSLARARASI CEZA MAHKEMELERİNDE SAVAŞ SUÇLARI
|
Savaş suçlarının tanımlanması ve bu suçları işleyenlerin cezalandırılması sorununa ilişkin düşüncelerin tarihi eski çağlara kadar uzanır. Buna karşın, 19. yüzyıl sonlarından itibaren uluslararası alanda bu konu kodifiye edilmeye başlanmıştır. Ancak, bu konudaki somut uygulamaya I.Dünya Savaşı sonrasında karşılaşmaktayız. Fakat bu uygulamanın başarısızlığı karşısında, uluslararası kamuoyu II. Dünya Savaşı sonrası dönemde daha duyarlı tepkiler göstermiş ve uluslararası alanda daha yoğun bir işbirliği sağlanmıştır. 20. yüzyılın sonlarında kurulan ad hoc uluslararası ceza mahkemeleri ve 21. yüzyılın başında uygulamaya geçen Uluslararası Ceza Mahkemesi savaş suçlarının tanımlanması ve suçluların cezalandırılması yönünde atılmış başarılı adımlardır. Bu makalede savaş suçları ve bu suçların cezalandırılması yönünde yapılan çalışmalar inceleneceğiz.
A – KAVRAM OLARAK SAVAŞ SUÇU
Savaşan tarafların, savaş hukuku ve teamüllerini ihlal eden -düşman askeri güçlerine mensup- kişileri cezalandırmaları, uluslararası teamül hukukunun bir parçasını oluşturmaktadır [1]. 19. yüzyıldan başlayarak günümüze gelinceye kadar yapılmış olan birçok antlaşma ve sözleşmelerde, savaş suçu işleyen kişilerin cezalandırılmaları yönünde hükümler mevcuttur. Buna göre, ister sivil ister askeri bir kişi olsun, askeri çatışmalara ilişkin uluslararası hukuk kurallarını ihlal eden herkes, ihlale konu olan eylemlerinden dolayı sorumlu olacak ve savaş suçlusu olarak cezalandırılacaktır [2]. Savaş suçları kavramı, “savaşan devlet görevlilerinin düşman devletin, işgal edilmiş ulusun veya işgal edilmiş ülkenin mal ve vatandaşlarına karşı giriştiği savaş hukukunun ağır ihlallerinin tümünü” ifade eder [3]. Bu tanımda yer alan bakış açısına paralel bir yaklaşımı “Nuremberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi Statüsü”nün 6/b maddesinde görmek mümkündür. Gerçekten, ilgili düzenleme, savaş suçları kapsamına aşağıdaki eylemlerin girdiğini; ancak, savaş suçlarının bu sayılan eylemlerle sınırlı olmadığını vurgulamaktadır.
Bu eylemler şunlardır:
Adam öldürme, kötü muamelede bulunma veya işgal edilmiş ülke nüfusunu zorla çalıştırma veya bireyleri başka bir amaç için bir yerden başka bir yere zorunlu göçe tabi tutmak. Savaş tutsaklarına kötü muamelelerde bulunmak veya onları öldürmek. Savaş esnasında ele geçirilen rehineleri öldürmek. İşgal edilmiş ülkenin özel veya kamu mallarını yağmalamak.Askeri operasyonlar açısından gerekli olmayan bir biçimde ve haksız olarak köy ve kentleri tahrip etmek veya yıkmak[4]. Nürnberg Şartı’nın 6/b maddesinde belirtilen adam öldürme, kötü muamelede bulunma, işgal edilmiş ülke nüfusunu zorunlu çalıştırma veya başka bir amaç için bir yerden başka bir yere zorunlu göçe tabi tutmak ifadesi, Şartın 6. Maddesinin c bendinde “insanlığa karşı suçlar” kategorisinde de belirtilmiştir. Bu ise şunu göstermektedir: Bir eylem, iki faklı suç kategorisi içerisine girebilmektedir.Bunlara ek olarak, savaş suçları, uluslararası insancıl hukukun ağır ihlalleri ile de çakışmaktadır. Savaş mağdurlarının korunmasına ilişkin 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak maddeleri, sözleşmeler gereğince korunması gereken kişi ve mallara yönelik olan şu eylemleri “ağır ihlaller” olarak tanımlamaktadır: Bunlar; (a) kasten adam öldürme, (b) işkence ve kişiler üzerinde uygulanan biyolojik deneyleri de içeren insanlık dışı eylemler, (c) kasten insan bedeni ve sağlığına ciddi zarar verme veya bunlarda ağır tahribata neden olma, (d) savaş tutsaklarını zorla çalıştırma, (e) savaş tutsaklarını kasıtlı olarak adil yargılama hakkından yoksun bırakma, (f) hukuka aykırı bir biçimde kişileri bir yerden başka bir yere transfer etme, hapsetme ve rehin alma [5]. Cenevre Sözleşmeleri’nde belirtilen bu “ağır ihlaller”in, savaş suçları kapsamına mı, yoksa insanlığa karşı suçlar kategorisine mi girdiğine ilişkin tartışmalar hâlâ akademik çevrelerde sürmektedir [6].Savaş suçları kavramı, 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin 1977 Ek Protokolleriyle genişletilmiştir. “Uluslararası Silahlı Çatışma Mağdurlarını Korumaya İlişkin I. Protokol”, getirmiş olduğu yeni düzenlemeyle, savaş suçları kavramını genişletmiştir. İlk olarak, I. Protokol‘un 11/4. Maddesiyle, Cenevre Sözleşmelerindeki “ağır ihlaller” tanımını genişletmiştir. Buna göre, ağır ihlallerden ifade edilmek istenen, tıbbi veya bilimsel deneyler, fiziksel sakatlıklar bağlamında bireyin vücut bütünlüğüne, akıl veya fiziksel sağlığına ciddi tehdit oluşturan kasti hareket ve ihmallerdir. İkinci olarak, I. Protokol’ün 85. maddesinin 3 ve 4. fıkraları, ağır ihlalleri tanımlarken, yeni ağır ihlaller belirleyerek bu kategoriyi genişletmiştir. Bu kategoriye eklenen yeni ağır ihlaller; kasten adam öldürme veya insan vücuduna ve sağlığına ağır zarar veren diğer eylemlerdir [7].Bu eylemlerin birçoğu, 1899 ve 1907 La Haye Sözleşmelerinin savaş hukukuna ilişkin düzenlemelerinde yasaklanmıştır. Esasen La Haye düzenlemeleri, kara savaşına ilişkindir. Bu nedenle, bu yeni eylem kategorileri La Haye Sözleşmelerinden esinlenilerek I. Protokol’ün içine alınmış ve ötekilerle birleştirilmiştir [8]. Bununla birlikte, I. Protokol yeni savaş suçları yaratmamıştır. I. Protokol, La Haye Sözleşmelerindeki ilgili maddeler ile 1945 Londra Şartının 6/b maddesinde belirtilenlerin birleşiminden ibarettir. Dolayısıyla, I. Protokol ile yapılan, bunun Cenevre Sözleşmeleri çerçevesi içine alınması ve ağır ihlaller olarak nitelendirilmesi yönündeki yenilikten ibarettir [9].Özet olarak ifade etmek gerekirse; savaş suçu, genel anlamda, savaş sürecinde meydana gelen öldürme, yaralama, adam kaçırma, geniş ölçekli yıkım ve yağmalama eylemlerinden oluşur [10]. Günümüzde, savaş suçlarından dolayı sorumluluk devlet başkanı dâhil, devletin üst düzey yetkililerini de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bu durum, bireylerin, uluslararası hukukun sujesi olma doğrultusundaki gelişmelerin bir belirtisi olarak yorumlamak mümkündür.
B-TARİHİ SÜREÇTE SAVAŞ SUÇLARI VE ULUSLARARASI CEZA MAHKEMELERİN GELİŞİMİ
Tarihi sürece baktığımızda, savaşın sınırlanması ve yasal kurallar çerçevesinde yürütülmesi düşüncesinin ilk çağlara kadar uzandığını görmekteyiz. Savaşın sınırlanmasına ilişkin kabul görmüş ortak kuralların henüz ortaya çıkmadığı dönemlerde, savaşan taraflar, birbirlerini haksız bir savaş yürütmekle itham etmişlerdir. Bu düşüncelerden hareketle savaşa ilişkin getirilmiş olan düzenlemeler zamanla savaş teamüllerini meydana getirmiştir 11]. Bu şekilde oluşan savaş teamüllerinin bir kısmının kodifiye edilmesiyle de savaş hukuku oluşturulmuştur.Günümüz savaş hukuku ve teamüllerine ilişkin kuralların kökeni, tarihsel olarak Avrupa kaynaklıdır [12]. Savaş düzeni ve atlı savaşçılara ilişkin kuralları içeren Roma hukuku metinleri 10.yüzyılda İtalya’da bulunmuştur. Bu metinlere, feodal dönemde, Lordlar ve Vassallar arasındaki ayırımı belirten metinler de eklenmiştir [13].Ortaçağda, savaş hukukunun gelişmesinde “kilise”nin önemli bir rolü olmuştur. Bu dönemde kilise konseyleri, savaşan taraflar arasında hakemlik rolünü üstlenmişlerdir. Bunu yaparken, kilise konseyleri, taraflardan kimin haklı ya da haksız olduğuna ve haksız olan tarafın cezalandırılmasına ilişkin kararlar vermişlerdir. Ayrıca kilise konseyleri, savaş hukukuna ilişkin kimi kurallar da koymuşlardır.Ortaçağ sonlarına doğru savaşın daha kapsamlı hale gelmesiyle birlikte, askeri kişilerin dışında kalan kamu gücünü kullanan devlet görevlilerinin savaş suçlarından dolayı yargılanması da mümkün olmuştur [14]. Bu suçlamalardan dolayı yargılanan ilk kişi, 1474 yılında Yukarı Rhine Bölgesi valisi olan Peter of Hagenbach’in “tanrı ve insanlık yasalarının ihlallerinden” dolayı yargılanmasıdır [15]. Savaş suçlarına ilişkin düzenlemeler 19.yüzyıla gelinceye dek devletler arasında bir çok antlaşmaya konu olmuşsa da bu konuda evrensel bir düzenlemeye gidilmemiştir.19.yüzyılın ikinci yarısında ise, kara ve deniz savaşlarına ilişkin uluslararası hukuk kurallarının kodifikasyonu gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bunda, laik insancıl hukukun gelişmeye başlaması, yıkım gücü yüksek silahların geliştirilmesi, zorunlu askerlik uygulamasının yaygınlaşması ve askeri tıp hizmetlerinin yetersizliği gibi faktörler önemli ölçüde teşvik edici etkenler olarak ortaya çıkmıştır [16]. Ayrıca bu yüzyılda, savaşta çarpışanlar ve çarpışmayanlar arasındaki ayrım ortadan kalkmış; savaşın etkisi, savaşan ülkelerin bütününü kapsamı içine almaya başlamıştır. Savaşın önüne geçilemeyince, onun olumsuz etkilerinin hafifletilmesi amacıyla birtakım sözleşmeler imzalanmaya başlanmıştır. Bunlar, kronolojik olarak şöyledir: 1856 Paris Deklarasyonu (deniz savaşına ilişkin hükümleri ihtiva etmektedir), 1864 Cenevre Sözleşmesi (savaş esnasında yaralanan askerlerin durumlarının iyileştirilmesine ilişkin hükümler içerir), 1868 Saint–Petersburg Sözleşmesi (savaşlarda patlayıcı ve yangın çıkarıcı maddelerin kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin hükümler ihtiva eder), 1871 Washington Antlaşması (tarafsız devletlerin savaş zamanındaki yükümlülüklerini içerir), 1899 La Haye Sözleşmesi (kara savaşına ilişkin hükümler içerir) [17].20. yüzyılın başlarında toplanan La Haye Konferansı ve bunun sonucunda imzalanan 1907 La Haye Sözleşmeleri, uluslararası hukukun kodifikasyonu çalışmalarında ilk büyük düzenleme olmasına rağmen, savaş suçlularının yargılanmasına ilişkin herhangi bir hüküm içermemekteydi. Savaş hukuku ve teamüllerine ilişkin IV. La Haye Sözleşmesi, özellikle kara savaşı hukukunun sınırlarının belirlenmesi amacıyla kodifiye edilmiş ve böylelikle bu hukuk dalının içeriği zenginleştirilmiştir. Bu konuda I.Dünya Savaşına gelinceye kadar önemli bir gelişmede sağlanamamıştır.
Kişilerin işledikleri uluslararası suçlardan dolayı bir uluslararası mahkemede yargılanması gereği, I.Dünya Savaşı sonrası geniş ölçüde tartışıldı. I.Dünya Savaşı sonrasında Müttefik devletler, savaş sırasında işlenen suçların tespiti, başlıca savaş suçlularının belirlenmesi ve bunlara verilecek cezaların tayini konusunda bir komisyon kurdular [18]. Ancak, Komisyon üyeleri arasında bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasına ilişkin büyük görüş ayrılıkları ortaya çıktı [19]. Komisyon üyelerinin çoğunluğu, kişilerin işledikleri “insancıl hukuk ve savaş hukuku kural ve teamülleri ihlalleri”nden dolayı yargılanmaları için bir “yüksek uluslararası mahkeme” kurulması görüşünü savunurken, Amerikan delegasyonu bu görüşü paylaşmıyordu [20]. Amerikalı üyeler, uluslararası mahkemeye ilişkin bir prosedür, uygulama ve teamül bulunmadığı ve “insancıl hukuk” kavramının belirsizliği ve benzeri gerekçelerle bu düşünceye karşı çıkıyorlardı.Komisyon, başlıca savaş aktörlerinin sorumlulukları ve bunlara uygulanacak cezalara ilişkin raporu hazırlayıp müttefik devletlere sunduktan dokuz ay sonra Versailles Antlaşması imzalandı. Müttefik devletler, komisyon raporunu göz önünde bulundurarak, Versailles Antlaşmasının 27. Maddesine, Alman İmparatorunun, “Antlaşmaları ve uluslararası etik değerleri ağır ihlaller” den dolayı yargılanması için bir uluslararası mahkemenin kurulmasına olanak sağlayan bir hüküm koymuşlardı [21]. Antlaşmada, diğer savaş suçlularının yargılanması için de, müttefik devletlerin gerektiğinde Almanlarla işbirliği içinde askeri mahkemeler kurmasına ilişkin hükümler mevcuttu [22]. Sonuçta, Alman İmparatoru için öngörülen uluslararası ceza mahkemesi kurulmadı ve diğer savaş suçluları için oluşturulması düşünülen askeri mahkemeler müttefik devletler tarafından uygulanmadı. I. Dünya Savaşı sırasında işlenen savaş suçlarından sorumlu kişileri yargılamak üzere Alman Leipzig Mahkemesinin yaptığı yargılamalar ise hayal kırıklığı yarattı [23].1920 yılında, MC bünyesindeki “Hukukçular Komisyonu”, Sürekli Uluslararası Adalet Divanının Statüsünü hazırladı. Statüde, uluslararası hukuk kuralları ihlallerinin cezalandırılması isteniyor ve ihlallere uygun cezaların, MC’nin uygun gördüğü yaptırımlar olması öngörülüyordu. Fakat Statünün buna ilişkin hükümlerini MC Genel Kurulu, “uluslararası ceza hukukunun henüz tüm üye devletler tarafından tanınmadığı” gerekçesiyle kabul etmedi [24]. MC’nin bu kararı, sürekli nitelikli bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması yönündeki çabalarını sona erdirmedi. Uluslararası Hukukçular Derneği, 1922 Buenos Aires Konferansı, 1924 Stockholm ve 1926 Viyana Toplantıları, sürekli görev yapan bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması düşüncesini tartışmaya açtı[25]. Bu gelişmeleri destekler nitelikte, 1937 yılında Fransa’nın girişimiyle, terörizm ve uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasına ilişkin iki ayrı sözleşme imzalandı [26]. Terörizme ilişkin sözleşmeyi 24 devlet, uluslararası ceza mahkemesinin kuruluşuna ilişkin sözleşmeyi de 30 devlet imzaladı[ 27]. Ancak, uluslararası ceza mahkemesine ilişkin bu teşebbüs, daha sonra gelişen olaylar nedeniyle başarılı olamadı.
Savaş suçlularına ilişkin sessizlik II. Dünya Savaşı’na kadar sürdü. Nazilerin, Alman Musevi nüfusa karşı yürüttüğü geniş soykırım kampanyası ve diğer savaş suçları kapsamına girmeyen insanlık dışı eylemler [28], uluslararası alanda “insanlığa karşı suçlar” kavramının ortaya çıkmasına neden oldu [29]. Yine, Japonların, Uzak-Doğuda işledikleri savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar, uluslararası kamuoyunda tepki topladı. Uluslararası kamuoyunun bu tepkisi müttefik devletlerin I.Dünya Savaşındaki tutumlarını gözden geçirmelerini gerektirdi. I. Dünya Savaşında sonra ABD’nin uluslararası yargıya koyduğu çekincelere karşın, II. Dünya Savaşından sonra Nazi liderlerinin uluslararası bir mahkemede yargılanması düşüncesi ABD tarafından savunuldu. Bu gelişme sayesinde, Müttefik devletler arasında uluslararası ceza mahkemelerin kurulmasına ilişkin görüş birliği sağlandı ve 1945 yılında Nuremberg Askeri Uluslararası Ceza Mahkemesi Kuruldu. Nuremberg Mahkemesi, suçları yerelleşmeyen ( birçok devlet sınırları içinde suç işleyen ) kişilerin yargılanması amacıyla kuruldu; suçları yerelleşebilen, yani belli bir coğrafi alan içinde savaş suçu işleyen kişiler için ise, yerel savaş mahkemeleri kuruldu [30]. Nuremberg Mahkemesi’nin ardından, uluslararası hukuk ihlalleri gerçekleştiren Japon lider ve kişileri yargılamak üzere ABD Uzak-Doğu komutanı General Douglas McArthur, Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesini kurdu [31].Nürnberg ve Tokyo mahkemeleri, uluslararası toplumun, kişilerin işledikleri uluslararası suçlardan dolayı yargılanmaları açısından ilk uluslararası ceza mahkemeleri olmalarından dolayı büyük önem arz etmektedir. Uluslararası suçlardan dolayı kişi sorumluluğu ilkesi Nuremberg Mahkemesi kararlarında sürekli vurgulanmıştır. Mahkeme, sanıkların, uluslararası hukukun sadece egemen devletlerin faaliyetleriyle ilgili bir hukuk dalı olduğunu ve bu hukuk dalının kişileri konu edinemeyeceği yönündeki savunmalarını ret etmiştir. Nuremberg yargıçları, uluslararası hukuk kurallarına karşı suç işleyen kişilerin yargılanması ve cezalandırılmasının, uluslararası hukukun uygulanması açısından gerekli bir ilke olduğunu belirtmişlerdir. Kişilerin uluslararası cezaî sorumluluğu ilkesi, Nuremberg Mahkemesi sonrasında da gelişmeler kaydetmiştir. 1948 yılında imzalanan Soykırım Sözleşmesi, soykırımı tanımlamış ve bunun uluslararası bir suç olduğunu belirtmiştir. Sözleşme, soykırımdan dolayı kişilerin sorumluluğunu kabul etmiş; ister savaş sırasında isterse barış zamanında işlensin, bu kişilerin ulusal veya uluslararası mahkemelerde yargılanması gereğini hükümleri kapsamına almıştır [32]. Ayrıca Sözleşme, “uluslararası ceza mahkemesinin” kurulmasını teşvik etmiştir[33]. Benzer şekilde, 1949 Cenevre Sözleşmeleri, kişilerin savaş hukuku ihlallerinden dolayı yargılanmalarını gerektiren hükümler içermiştir. Sözleşmeler, savaş kurallarını belli bir düzene bağlamıştır. 1950 yılında, BM UHK’nu “Nuremberg Mahkemesi İlkeleri”ni teyit etmiştir. Ayrıca, UHK, uluslararası ceza mahkemesinin kurulması için yaptığı çalışmaları 1951 yılında bir taslak haline getirmiş, 1953 yılında da ilk taslağını gözden geçirerek ikinci bir taslak haline getirmiştir [34]. Hemen ardından, İşkenceye Karşı Sözleşme, birçok devlet tarafından onaylanmıştır. Sözleşme, işkence suçunu işleyen devlet görevlilerinin ve kişilerin yargılanmasını öngörmüştür [35].Sözleşmeler kişi sorumluluğunu kabul etmelerine rağmen, bu ilkenin uygulanması için bir mekanizma veya kurum oluşturmamışlardır. Bu boşluk, devletler tarafından doldurulmaya çalışılmıştır: İsrail’de Eichmann davası, Kanada ve Avustralya iç hukuk düzenlemeleri, savaş hukuku ihlallerine ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi. Yine Kanada, Avustralya ve ABD’de savaş mahkemelerinin kurulması [36], bu boşluğun doldurulması yönündeki girişimlerdir. Bazı devletlerin iç hukuk düzenlemelerinin yanında, bir uluslararası mahkemenin oluşturulmasına ilişkin ümit, soğuk savaş sonrası dönemde gerçekleşti. Soğuk savaşın sona ermesiyle, bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması siyasi açıdan olası duruma gelmiştir. Yugoslavya’da meydana gelen etnik temizlik ve Ruanda’da yapılan soykırım eylemleri, uluslararası ceza mahkemesinin oluşturulması yönündeki çabaları hızlandırmıştır.
Bu dönem içinde meydana gelen bazı olaylar bir uluslararası ceza mahkemesinin gerekliğini ortaya çıkarmıştır. Bunlardan biri, 1988 yılında İngiltere’nin İskoçya bölgesinin Lockerbie kasabası yakınlarında ABD’ye ait bir yolcu uçağının terörist bir saldırı sonucu düşürülmesi olayıdır. İlk görünen, Libya gizli servis görevlilerinin bu suça karıştığıdır. ABD ve İngiltere’nin Libya’dan zanlıların iadesine ilişkin istemleri Libya tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine BM Güvenlik Konseyi, bu devlet üzerine yaptırımlar uygulamaya başladı. Güvenlik Konseyinin yaptırımları ve uluslararası kamuoyunun baskısı karşısında, Libya hükümeti zanlıları bir uluslararası mahkemeye teslim edebileceğini açıkladı [37]. Yine, uluslararası ceza mahkemesinin yokluğunun açık bir şekilde his edildiği bir başka olay da, Irak Devlet Eski Başkanı Saddam Hüseyin’in durumudur. Saddam’ın Körfez Savaşını planlı bir komplo yaparak başlatması ve Kuveyt’i işgal etmesi, bir uluslararası suç oluştururken, Saddam’ın yargılanabileceği bir uluslararası ceza mahkemenin bulunmayışı da bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasına ilişkin yaşanan diğer bir somut gelişme, Trinidad ve Tobago devletinin BM’lere başvurarak uluslararası uyuşturucu trafiğinden dolayı, işlenen suçların yargılanabileceği bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması yönündeki talebidir [38].Bu çabalar ve uluslararası alanda meydana gelen gelişmeler sonucunda BM, 1993 yılında EYUCM’ni, 1994 yılında da RUCM’ni kurmasıyla sonuca ulaşmıştır. Bu iki ad hoc uluslararası ceza mahkemelerin çalışmaları, sürekli bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması halinde başarılı olabileceğini göstermesi açısından önem taşımaktadır. Dolayısıyla, sürekli bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasına ilişkin çabalar bu gelişmelerden güç alarak hızlı bir ivme kazandı. Sonuçta bu çabalar, 1998 yılında da somut sonuçlar vermeye başladı. Bir sürekli uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasına ilişkin 1998 yılında İtalya’nın Roma kentinde toplanan konferans, “Roma Uluslararası Ceza Mahkemesinin Statüsü”nün imzalanmasıyla sonuçlandı. Mahkeme Statüsünde, imzacı 60 devletin söz konusu statüyü iç hukuklarında onaylamasıyla faaliyete başlayacağı [39] öngörülmüştü. 1 Temmuz 2002 tarihinde bu hüküm yerine getirilmiş, mahkeme faaliyetlerine başlamıştır.
C- ULUSLARARASI CEZA MAHKEMELERİNDE SAVAŞ SUÇLARI
Bu başlık altında Nürnberg Mahkemesi, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ( EYUCM ) ve Roma Uluslararası Ceza Mahkemesi ( UCM ) yargı kapsamına giren savaş suçları konusu incelenecektir.Bu kapsamda inceleyeceğimiz ilk mahkeme Nuremberg Mahkemesi’dir. Mahkemenin Statüsü, 8 Ağustos 1945 tarihinde Londra’da ABD, SSCB, Fransa ve İngiltere arasında imzalanan bir uluslararası antlaşmayla ( Londra Antlaşması ) kabul edildi. Böylece Mahkeme, başlıca savaş suçlularını yargılamaya 1945 yılında başladı. Nuremberg Mahkemesi Statüsüne daha sonra on dokuz devlet daha taraf oldu [40]. Londra Antlaşması ile, üst düzey Alman savaş suçlularını yargılamak ve cezalandırmak amacıyla Nuremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi kuruldu [41].Mahkemenin yargı kapsamına Nuremberg Şartında sayılan suçları işleyen kişiler ve örgütler girmekteydi [42]. Mahkemenin sürekli yeri Berlin’di; fakat Nuremberg’te yargılanmalar yapıldı. Mahkeme 14 Kasım 1945 ile 1 Ekim 1946 tarihleri arasında faaliyetlerini sürdürdü [43].İnceleyeceğimiz ikinci mahkeme ise EYUCM’dir. Mahkeme, BM Güvenlik Konseyinin 827 sayılı kararıyla 1993 yılında kuruldu. EYUCM, statüsünde belirtilen suçları işleyen gerçek kişileri yargılama yetkisi bulunmaktadır. Bu bağlamda, EYUCM söz konusu suçlara ilişkin uluslararası hukuk kurallarını uygulamaktadır. Bu durum göz önüne alındığında, Eski Yugoslavya, BM Şartı, 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 Ek Protokolleri, 1966 Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, 1984 İşkence, Aşağılayıcı Davranış ve Cezalandırılmalara ve Diğer İnsanlık Dışı Muamelelere Karşı Sözleşme ve 1989 Çocuk Hakları Sözleşmelerine taraf devletti. Dolayısıyla, söz konusu sözleşmeler Eski Yugoslavya’yı ve onu oluşturan federe devletleri bağlayıcı niteliktedir [44].EYUCM, söz konusu sözleşmelerden bazılarının hükümlerini doğrudan içerirken bazılarına da dolaylı atıflarda bulunmaktadır. EYUCM bir ad hoc mahkemedir. EYUCM Statüsü’nde, mahkemenin yargı kapsamında savaş hukuku ve teamülleri ile soykırımı da içeren insanlığa karşı suçlar bulunmaktadır. Nuremberg Mahkemesi yargı kapsamında bulunan barışa karşı suçları, EYUCM yargı kapsamına almamıştır.İnceleyeceğimiz üçüncü mahkeme Uluslararası Ceza Mahkemesi ( UCM ) dir. Bu mahkeme, BM’nin 1995 yılında oluşturduğu uluslararası ceza mahkemesi hazırlık komisyonunun çalışmalarıyla 1998 yılında Roma’da toplanan Roma uluslararası konferansıyla statüsü imzaya açılmış,1 Temmuz 2002 tarihinde de gerekli prosedürler tamamlanarak mahkeme kurulmuştur. UCM gerçek kişiler üzerinde yargı yetkisine sahiptir. UCM, soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları ve “saldırganlık eylemi” ni gerçekleştiren gerçek kişileri yargılar.
D-ULUSLARARASI CEZA MAHKEMELERİNİN UYGULAMA ALANI
a -Yer Bakımından ( Ratione Loci )
Nuremberg Mahkemesi yargı yetkisinin yer bakımından sınırı, Almanya, Almanya’nın işgal ettiği ülkeler, topraklar ile açık denizlerde işlenen ve Nuremberg Şartı’nda belirtilen suçlarla sınırlıdır.EYUCM ise, Eski Yugoslavya hava, deniz ve kara sınırları içerisinde meydana gelen suçlar üzerinde yargı yetkisine sahiptir. Mahkeme yargı yetkisinin coğrafi bakımından sınırlanması, Güvenlik Konseyinin BM VII. bölümü kapsamında yalnız Eski Yugoslavya sınırları dâhilinde uygulanmak üzere aldığı 827 sayılı kararla kurulan mahkemenin hukuki dayanağı ile ilintilidir [45].Uluslararası hukuk, savaş suçu, soykırım, insanlığa karşı suçlar için yer bakımından bir sınırlamaya tabi tutmadan yargılama yetkisini içermektedir. Fakat Güvenlik Konseyinin 827 sayılı kararı, mahkemenin yargı yetkisini yer bakımından sınırlamıştır. Bu durum da EYUCM’nin kuruluş gerekçesiyle uyum halindedir.UCM’nin hangi ülkelerde işlenmiş eylemleri yargılama yetkisi olduğunu düzenleyen hüküm Statüsünün 12. maddesinde yer almaktadır[46],[47]. Söz konusu madde yer itibariyle uygulama ve yetki sistemlerinde ülkesellik ve faile göre kişisellik sistemlerini kabul etmiştir. Buna göre, mahkeme, eylemin ülkesinde işlendiği veya failinin uyruğu bulunduğu devletlerden biri sözleşmeyi onaylamış ise, işlenilen eylem üzerinde yargı yetkisini kullanabilecektir. Diğer yandan, bir suçun bir gemi veya uçakta işlenmiş olması halinde suçun işlendiği gemi veya uçağın sicilinin kayıtlı olduğu ülke, suçun işlenmiş olduğu ülke kriteri uygulanacaktır. Bu genel kural dışında, mahkemenin statüsüne taraf olmayan bir devlet, Statünün 12/3’üncü maddesi uyarınca belirli bir eyleme özgü olarak mahkemenin yargı yetkisini kabul edebilecektir. Bu durumda mahkemenin yargı yetkisi yer itibariyle söz konusu devletin ülkesini de kapsayacak şekilde genişleyecektir.Genel kurala istisna teşkil edecek bir başka durumda BM Güvenlik Konseyinin mahkemeyi yetkilendirmesi durumudur. Statünün 13/b ‘de düzenlenen bu istisnaya göre, BM Şartının VII. bölümünde yer alan görev ve yetkileri çerçevesinde Güvenlik Konseyi, mahkemenin yargılayabileceği suçlardan birinin işlendiği kanısında olduğu bir durumda savcıya soruşturma emri verebilmektedir. Bu durumda savcı, ilgili maddedeki yetkileri kapsamında kovuşturma yapıp veya yapmama kararı verme konusunda bağımsız hareket edebilecektir.UCM yargı yetkisinin kullanılacağı alan bakımında diğer ad hoc uluslararası ceza mahkemeleriyle mukayese edildiğinde daha geniş bir alanda uygulanabilmektedir. Ad hoc mahkemeler savaşın vuku bulunduğu alan veya çatışmaların meydana geldiği alan gibi sınırlı bir uygulama alanı bulurken, UCM Statüsüne taraf olan devletlerin ülkeleri ve BM Güvenlik Konseyinin talep ettiği durumlarda -ki bu durumda herhangi bir mekân sınırlaması yoktur- yargı yetkisini kullanabilmektedir. Bu durum, UCM’nin yargı yetkisi kapsamındaki suçların caydırıcılığını artıran bir gelişmedir.
b- Zaman Bakımından ( Ratione Temporis )
Nuremberg Mahkemesi, 1 Eylül 1939 ile 8 Ağustos 1945 tarihleri arasında geçen süre içersinde yer bakımından yargı yetkisi dâhilindeki yerlerde işlenen ve Nuremberg Şartı’nda belirtilen suçları yargı kapsamına almaktaydı.EYUCM’nin yargı yetkisi ise, 1 Ocak 1991 tarihinden itibaren Eski Yugoslavya sınırları içinde meydana gelen olaylarda işlenen suçlarla sınırlandırılmıştır. Bu sınırlama, Güvenlik Konseyinin BM Sözleşmesinin VII. Bölümü kapsamında, barışın yeniden tesisi amacıyla almış olduğu 827 sayılı karara dayanmaktadır.EYUCM Statüsünde, mahkemenin yargı yetkisinin geçerliliği tarihinin başlangıç noktası dikkat çekicidir. Çünkü, bu tarih, Slovenya ve Hırvatistan’ın Eski Yugoslavya’dan bağımsızlıklarını ilan etmeden önceki bir tarihe denk gelmektedir. Dolayısıyla, 25 Haziran 1991 tarihinde Hırvatistan ve 27 Haziran 1991 tarihinde Slovenya’nın bağımsızlıklarını ilan etmeden önceki siyasi ve askeri operasyonlardan doğan suçlar da mahkemenin yargı kapsamı içinde yer almaktadır. Bu ayırım şu açıdan önem taşımaktadır: Bu iki yeni Cumhuriyette, bağımsızlıklarını ilan etmeden önceki süre içinde meydana gelen olaylar, Eski Yugoslavya sınırları içinde meydana gelen olaylar olarak görülmekteydi. İki devletin bağımsızlıklarını ilan etmelerinden sonra, bu iki yeni devletle Eski Yugoslavya arasındaki çatışmalar uluslararası boyut kazanmıştır [48].UCM Statüsünün 11. maddesi hükmüne göre, ”mahkeme statüsünün yürürlüğe girmesinden sonra işlenen suçlar üzerinde yargı yetkisine sahip olacaktır”. Buna göre, Mahkeme statüsünün yürürlüğe girişi UCM, zaman bakımında, yargılama yetkisinin başlayacağı tarih olacaktır. Statüye göre, 60 devletin Statüyü onaylamasında 60 gün sonra statü yürürlüğe gireceği dikkate alındığında, bu hüküm 1 Temmuz 2002 tarihinde yerine getirilmiş ve bu tarihten sonra işlenilecek eylemler statü çerçevesinde yargılanabilecektir.Ad hoc uluslararası ceza mahkemeleri özel durum ve belirli çatışmalarda meydana gelen suçların yargılanması için kurulduklarından yer ve zaman bakımından sınırlı olmaları belli ölçülerde anlaşılır olmaktadır. Ancak, uluslararası kamuoyunun işlenen savaş suçları, insanlığa karşı suçlar vb. eylemlere karşı duyduğu tepkinin bir sonucu olarak kurulan UCM gibi sürekli nitelikte bir mahkemenin zaman bakımından geçmişte işlenen söz konusu suçları yargılayamaması üzüntü verici bir durumdur. Güçlü devlet uyruklularının geçmişte işledikleri suçların cezalandırılması durumu söz konusu devletleri kaygılandırdığı için bu devletler UCM Statüsü görüşmeleri sırasında bu konuya özel bir önem vermelerine Mahkemenin zaman bakımında yargı yetkisinin sınırlandırmasını talep etmişlerdir.
E- ULUSLARARASI CEZA MAHKEMELERİNİN YARGI KAPSAMINDAKİ SAVAŞ SUÇLARI
a- Nuremberg Mahkemesi Yargı Kapsamında Savaş Suçları
Dünya Savaşında başlıca savaş suçlularının işledikleri ağır savaş hukuku ve teamülleri ihlallerine ilişkin kendilerine karşı ileri sürülen iddiaların hukuki dayanağı açısından en sağlam olan suç, savaş suçudur. Savaş hukuku ve teamülleri ihlalleri, Kara Savaşı Hukuku ve Teamüllerini içeren La Haye Sözleşmeleri ve ek Protokolleri ile savaş esirlerinin korunmasını içeren 1929 Cenevre II. Sözleşmesine dayanmaktadır [49]. Geleneksel olarak, savaş suçları kapsamına dört suç kategorisi girmektedir. Bunlar: (a)askeri kuvvetlerin yaptığı savaş kuralları ihlalleri, (b)bir askeri kuvvete bağlı olmayan kişilerin savaş zamanında yapmış oldukları yasadışı eylemler, (c)casusluk ve ihanet, (d)yağmalama[50].Nuremberg Şartı’nın yargı kapsamına aldığı üç suçtan biri de savaş suçudur. Nuremberg Şartı’nın 6(b) fıkrasına göre savaş hukuku ve teamülleri ihlallerini oluşturan eylemler şunlardır; (a) öldürme, (b) kölelik veya benzer amaçlarla işgal edilen topraklarda ikamet eden sivil nüfusu zorla çalıştırmak veya diğer amaçlar için alıp götürmek veya onlara kötü muamele etmek, (c) denizci veya savaş esirlerini öldürmek veya kötü muamele etmek, (d) rehineleri öldürmek, e) kamu veya özel malları yağmalamak, (f) askeri bir gereklilik olmadan köy, kasaba veya şehirleri yıkmak.
Nuremberg Mahkemesi’ndeki iddianamelerde sanıklar aşağıdaki eylemleri işlemekten dolayı suçlanmışlardır:
Açık denizde ve işgal edilen yerlerdeki sivil nüfusa karşı girişilen öldürme eylemleri veya kötü muamele; İşgal edilen yerlerdeki sivil nüfusu zorla çalıştırma veya başka amaçlarla sürgün etme; Almanya’nın savaş halinde bulunduğu devletler ile açık denizde bulunan insanlara, savaş esirleri veya diğer hizmetleri yürüten kişilere yönelik öldürme eylemlerine girişmek veya onlara kötü muamelelerde bulunmak; Rehinelerin öldürülmesi; Suç ile orantılı olmayan ağır şekildeki cezalandırma; Askeri gereklilik olmadan köy, kasaba ve kentlerin ağır şekilde tahribi; Sivil insan gücünün alıkonması; İşgal edilen yerlerdeki nüfusun Almanlaştırılması; [51]
Birçok doküman, görgü tanığı ve mahkeme jürisi kararları, sanıkların Nürnberg Şartı’nın 6(b) fıkrasında belirtilen savaş suçlarını işlemek amacıyla ortak plan ve komployu hazırladıkları veya uyguladıklarını ortaya koymuştur [52].Tarihte ilk kez savaşa taraf bir devletin belli başlı liderleri, barışa karşı suçlar ve insanlığa karşı suçları işlemekten dolayı bir uluslararası mahkeme önünde yargılamış ve cezalandırılmışlardır. Nürnberg Mahkemesi’nin önemli jüri kararlarında, savaş hukuku ve teamülleri ihlallerinden dolayı kişilerin bireysel cezaî sorumluluğu vurgulanmış; uluslararası hukuka karşı suç işleyen kişilerin, uluslararası hukukun ilgili kuralları gereğince cezalandırılacağı belirtilmiştir [53].Nürnberg Mahkemesi’ne savaş suçlarına ilişkin birçok kanıt sunuldu. Bu kanıtlar, öldürme, yağmalama, yerleşim yerlerinin yıkımı, soykırım, cinsel şiddet ve daha birçok savaş hukuku kurallarının ihlallerine ilişkindi [54].Nürnberg Mahkemesi yalnız uluslararası hukuk ilkeleri ve evrensel kuralların önem ve rolünü belirtmekle kalmamış; aynı zamanda, içerik olarak da bunları zenginleştirmiştir. Nürnberg Mahkemesi ilkelerinin, uluslararası hukuk ilkeleri olduğunu BM Genel Kurulu 11 Kasım 1946 tarihinde onaylamıştır. Bu ilkeler, savaş suçlularına karşı mücadelede, doğrudan uygulanan yasal kurallar sistemini oluşturmuşlardır.
b- EYUCM Yargı Kapsamında Savaş Suçları
EYUCM Statüsü, uluslararası insancıl hukukun iki taraflı ihlali çerçevesinde iki farklı savaş suçu tanımını içermektedir [55]. Başka bir deyişle, EYUCM, 1949 Cenevre Sözleşmelerinin silahlı çatışma sırasında insanları korumaya yönelik hükümleri ve La Haye Sözleşmelerinin çatışan tarafların savaşı yürütmelerine ilişkin olanaklarını sınırlayan hükümleri kapsamında savaş suçlarını ele almıştır [56]. Fakat bu belirtilen iki savaş durumuna ilişkin, savaş hukuku kurallarının tümüyle birbirlerinden ayrı olduğu düşünülmemelidir. Çünkü düşman kuvvetlerce işgal edilen topraklardaki siviller ve savaş tutsaklarına karşı davranışlarla ilgili 1949 Cenevre Sözleşmeleri kuralları, La Haye Sözleşmelerinden esinlenerek oluşturulmuştur. Bununla birlikte, La Haye Sözleşmeleri, bazı kişi ve malların korunmasına ilişkin, 1949 Cenevre Sözleşmelerinde düzenlenmeyen, savaşın yürütülmesi konusundaki sınırlamalara yönelik önemli hükümler içerir. Örneğin, savaş sırasında sivillerin korunmasına ilişkin Cenevre VI. Sözleşmesi “işgal altındaki topraklarda ikamet edenler” ve “çatışan tarafların ülkelerinde yaşayan kişileri” içeren iki tür sivil kategorisinin korunmasını kapsar. Askeri gereklilik olmadan, mülklerin geniş ölçüde imhasını ağır ihlallerden sayan Cenevre Sözleşmeleri, düşman devletlerin ülkeleri içindeki mülkleri kapsam dışında bırakmaktadır [57]. Buna karşın, La Haye Sözleşmeleri, askeri gerekliliği haklı gösterecek bir neden olmadan düşman topraklarında bulunan mülklerin gereksiz yere imhası ve savunmasız binalara karşı girişilen saldırıları yasaklamıştır [58]. EYUCM’nin yargı yetkisindeki savaş suçları şunlardır:
a-1949 Cenevre Sözleşmelerinin Ağır İhlalleri
EYUCM Statüsünün 2. maddesi, uluslararası mahkemenin 12 Ağustos 1949 Cenevre Sözleşmelerinde[59] belirtilen ağır ihlalleri işleyen veya işlemesini emreden kişileri, yani Cenevre Sözleşmeleri gereğince aşağıdaki eylemleri sözleşmelerde belirtilen korunan kişilere ve mülklere karşı işleyen kişileri, yargılama yetkisine sahip olacaktır [60]. Bu ihlaller: (a) kasıtlı olarak öldürme, (b )işkence ve biyolojik deneyleri de kapsayan insanlık dışı muameleler, (c)kasıtlı olarak büyük acıya neden olmak veya vücuduna ya da sağlığına ciddi oranda zarar vermek, (d) askeri gereklilik olmaksızın hukuk dışı ve nedensiz bir şekilde, kasıtlı olarak, malların büyük çapta tahrip edilmesi veya çalınması, (e) bir savaş esirini veya sivilleri düşman tarafın silahlı kuvvetlerinde hizmet etmeye zorlamak, (f) savaş esirlerini ve sivilleri adil ve olağan yargılama hakkından mahrum bırakmak, (g)sivilleri kanunsuz olarak hapsetmek veya yerlerini değiştirmek ya da kanunsuz olarak yerleşim yerlerini boşaltmak ve rehin alma biçiminde sivillerin alıkonulmasıdır.EYUCM Statüsünün bu maddesi, 1949 Cenevre Üçüncü Sözleşmesinin 130. maddesi ile Dördüncü Sözleşmenin 147. maddesinden esinlenmiştir. EYUCM’nin 2. maddesi, uluslararası çatışmalarda sivillere, esirlere ve işgal edilen yerlerdeki sivillere karşı maddede sıralanan eylemlerin gerçekleştirilmesi halinde, sanıklar bu eylemlerinden ötürü EYUCM’nin 2. maddesini ihlalden dolayı yargılanırlar[61].1949 Cenevre Sözleşmeleri, EYUCM Statüsü’nün belirttiği ilk suç olması ve uluslararası insancıl hukuku açısından temel teşkil etmesi nedeniyle, BM Güvenlik Konseyi, Eski Yugoslavya çatışmalarında bu sözleşmelere büyük önem vermiştir. Cenevre Sözleşmeleri, savaş hukuku ve teamüllerinin bir parçasını oluştururken[62], sözleşmelerin çiğnenmesi “savaş suçları”nı oluşturmakta ve sözleşmelerin “ağır ihlalleri” kişilerin cezaî sorumluluğunu gerektirmektedir [63].EYUCM Statüsünün 2. maddesi, Cenevre Sözleşmelerinde ayrı ayrı olarak sıralanan ihlalleri tek bir madde içinde toplamıştır. Bu maddenin uygulanması, Cenevre Sözleşmeleri’nin korunacak kişi ve mülklere karşı yapılan suçları tanımlanması konusunda ilgili sözleşmelere atıfta bulunmayı gerektirecektir.
Bu durum, özellikle, tecavüz suçunun savaş suçları kapsamında değil de, insanlığa karşı suçlar (5. madde) çerçevesinde değerlendirilmesi, hukukçuların dikkatini çekmiştir[64]. Tecavüz suçu, Bosna-Hersek çatışmalarında sıkça işlenen bir suç türüdür. Güvenlik Konseyinin 1992 yılında aldığı 798 sayılı kararda kadınlara yönelik şiddete dikkat çekerek, özelikle “Bosna-Hersek’te, Müslüman kadınların organize ve sistematik bir şekilde alıkonduğu ve tecavüze uğradığı”nı belirtmiştir. EYUCM’nin tecavüz suçunu savaş suçlarından değil de, insanlığa karşı suçlar kategorisinde ele almasının nedeni, Cenevre Sözleşmeleri’nde ağır ihlaller sıralanırken tecavüze yer verilmemiş olmasıdır [65]. EYUCM, Cenevre Sözleşmeleri’nin uygulamasında başlıca üç sorunla karşılaşmaktadır. Bu sorunlardan birincisi, Cenevre IV. Sözleşmesi’nin 4. maddesinde belirtilen “korunacak kişiler”e ilişkindir. Bu maddeye göre korunacak kişiler, çatışan tarafın ulusundan olmayan ve onların işgalleri altındaki coğrafyada yaşayan, çatışmalarla ilgileri olmayan sivilleri kapsamaktadır. Bu sorun özelikle Bosna- Hersek’teki çatışmalarda ortaya çıkmıştır. EYUCM bu sorunun çözümünü Bosna- Hersek’te meydana gelen olayları ayrı ayrı ele alarak çözmüştür.
İkinci sorun, Cenevre Sözleşmeleri’nin bireysel cezaî sorumluluğa ilişkin uygulamasıdır. Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. Maddesi, uluslararası olmayan çatışmalarda meydana gelen uluslararası insancıl hukuk ihlallerine ilişkindir. Buna göre, söz konusu maddenin EYUCM’de nasıl uygulanacağı sorunu karşısında, Eski Yugoslavya’daki çatışmaların uluslararası ve iç çatışma niteliklerini birden taşıdığından, EYUCM’nin davanın durumuna göre karar vermesi gerekir. Kaldı ki, EYUCM Statüsünün savaş hukuku ve teamülleri ihlallerini belirten 3. maddesi Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3. maddesinde belirtilen ihlallerin önemli bir kısmını içermektedir. Bu madde de iç çatışmalara uygulandığından [66], sorun büyük ölçüde çözümlenmiştir.
Üçüncü sorun, Eski Yugoslavya’da meydana gelen insanlık dışı eylemlerin buradaki çatışma ile bağlantısının belirlenmesidir. Buna göre, çatışmalar sırasında meydana gelen uluslararası insancıl hukuk ihlallerinin Cenevre Sözleşmeleri’ne göre yargılanabilmesi için çatışmalarla doğrudan bağlantısının bulunması gerekmektedir. Çatışmalarla ilgisi olmayan eylemleri belirlemek ve buna göre yargılanmanın başlatılması, EYUCM’nin karşılaştığı güçlüklerden biridir [67].
b- Savaş Teamülleri veya Hukuku İhlalleri
EYUCM Statüsünün 3. maddesi, savaş teamülleri ve hukukunun ihlallerini kapsamaktadır. Statünün 3. maddesi gereğince, uluslararası mahkeme, savaş teamül ve hukukunu ihlal eden kişileri yargılama yetkisine sahip olacaktır. Bu ihlaller aşağıda sıralanacak olan eylemleri kapsamaktadır, ancak bunlarla sınırlı değildir [68]. Başka bir deyişle, mahkeme, yargılama yetkisini kullanırken bir takım başka eylemleri savaş hukuku ve teamüllerini ihlal ettiğini belirleme konusunda takdir hakkına sahiptir[69]. EYUCM Statüsünün 3. maddesinde, savaş hukuku ve teamüllerini ihlal eden durumlar şöyle sıralanmıştır: (a)gereksiz acılara neden olan zehirli gazlar veya diğer silahları kullanmak, (b) hiçbir haklı gerekçeye dayanmaksızın şehir, kasaba ve köyleri tahrip etmek veya askeri gerekliliğin haklı göstermediği bir şekilde bu yerleri yıkmak, (c)saldırı, bombalama veya başka araçlarla savunmasız köy, kasaba, ev ve binaları tahrip etmek, (d) yardım amaçlı yerler ile eğitim, din, tarihi anıtlar, sanat ve bilim yerlerine kasıtlı olarak zarar vermek, tahrip etmek veya bunlara el koymak, (e)kamu ve özel mülkiyeti yağmalamak.EYUCM Statüsü’nün 3. maddesinde de sıralanan savaş suçları, öncelikle, Nüremberg Şartı hükümlerine dayanmaktadır. Nuremberg Şartı’nın tanımladığı ve büyük ölçüde 1907 La Haye Sözleşmeleri’ne dayanan savaş suçları, Nuremberg Mahkemesi’nce belirtilen savaş teamülleri ve hukuku ilkeleridir [70]. La Haye Sözleşmeleri, bu gibi eylemleri yapanların yargılanmaları ve cezalandırılmalarına ilişkin hüküm içermemesine karşın, Nuremberg Mahkemesi, savaş hukukunu ihlal edenlerin yargılanıp cezalandırılmalarına ilişkin hükümler vermiştir. Statünün 3. maddesinde belirtilen ve Nürnberg Şartı’nda bulunan savaş suçları tanımı, savaş hukuku ve teamüllerini oluşturan sözleşmelere dayanmaktadır [71]. Nürnberg Şartı’nda belirtilen ve geniş ölçüde imha ve yağmalama suçlarına ek olarak, EYUCM Statüsü Eski Yugoslavya’daki çatışmalarda önem arz eden diğer suçları da belirtmiştir. Bu suçlar; sefalete neden olan zehirli gazlar veya diğer silahların kullanımı, savunmasız sivil hedeflere saldırı, dini ve kültürel varlıkların geniş ölçüde tahrip edilmesi eylemlerinden oluşmaktadır [72]. Yine, La Haye Sözleşmeleri ve Nürnberg Şartı’nda savaşın yürütülmesi durumunda açık bir şekilde yasaklanan savaş yöntemleri, EYUCM Statüsünde de yasaklanmıştır. EYUCM, Statüsünün 3. maddesi gereğince, mahkeme bu maddede belirtilen savaş suçlarını işleyen kişileri yargılama yetkisine sahiptir. Bu maddede belirtilmeyen, ancak savaş suçu oluşturduğu konusunda mahkemenin takdir yetkisi ile belirlediği suçlar da mahkemenin yargı yetkisi kapsamında yer almaktadır. Dolayısıyla, uluslararası insancıl hukuku ağır şekilde ihlal eden savaş suçlarını işleyen kişilerin, -uluslararası hukuk kapsamında- uluslararası sorumlulukları vardır.EYUCM’nin 3. Maddesi, maddede sıralanan ihlallerin dışında da savaş hukuku ve teamüllerinin ihlallerinin olabileceğini açıkça belirtmiştir. Yugoslavya’daki çatışmalar hem ulusal hem de uluslararası nitelik taşıdığından, EYUCM Statüsünün 3. Maddesi, Statünün 1. maddesi kapsamında 1949 Cenevre Sözleşmeleri ortak 3. maddesini de ihlaller kapsamında ele almaktadır[73].EYUCM için sonuç olarak şunları söylemek mümkündür: EYUCM’nin savaş suçları kategorisinin dayanağı, 1907 La Haye Sözleşmeleri, Nuremberg yargılamaları ve 1949 Cenevre Sözleşmeleri’dir. Mahkeme, Cenevre Sözleşmeleri’nin sadece ağır ihlallerini yargılamamakta, ayrıca sözleşmelerin iç çatışmalara ilişkin ortak 3. maddesi ile ek protokol hükümlerini de uygulayabilmektedir.Ortak 3. madde ve ek protokoller, mahkemenin etkinliğine önemli katkılarda bulunmaktadır. Örneğin, Bosna-Hersekte taraflar arasındaki çatışmalara insancıl müdahalede bulunmak ve bu çatışmalarda meydana gelen uluslararası insancıl hukuk ihlallerinden dolayı sorumluları yargılamak bu madde sayesinde mümkün olabilmektedir.
c – UCM’nin yargı kapsamında Savaş Suçları
Savaş suçları UCM Statüsünün 8. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde de suçlar bentler şeklinde sıralanmıştır. İlk grup suçlar, Cenevre Sözleşmeleri’nin ağır ihlallerini kapsamakta ve sözleşmelerin koruduğu kişi ve mallara karşı girişilen eylemleri içermektedir. Bu kapsam içinde sayılı eylemler, EYUCM’ün 2. maddesinde sayılı eylemlerle aynıdır.İkinci grup suçlar, “uluslararası hukuk kapsamında uluslararası silahlı çatışmalara uygulanabilecek diğer hukuk ve örf ve adetlerini ciddi ihlalleri”ni kapsamaktadır.Bunlar dışında, UCM uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda da savaş suçlarının işlenebileceği kabul etmiştir. 8. maddenin ( c ) ve ( e ) bentlerinde bu durumlarda savaş suçu olarak görülen eylemler belirtilmiştir. ( c ) bendinde, uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalara ilişkin Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3. maddelerinin ağır ihlallerine ilişkin olup sayılan eylemlerin çatışmalara katılmayan siviller, teslim olmuş veya hastalık ve yaralanma vb. nedenlerle çatışma dışı kalmış yabancı ordu mensuplarına karşı işlenmesi halinde cezalandırılacağı hükmünü içermektedir.Aynı maddenin ( e ) bendinde ise uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalara uygulanabilecek, uluslararası hukukun yerleşmiş kapsamı içindeki hukukun ve örf ve âdetin ihlal edilmesi çerçevesinde çeşitli eylemlere yer vermektedir. Bu eylemler listesinde sivil halka ve barışı korumakla görevli BM görevlilerine, hastanelere, tarihi miras niteliğindeki yapılara ve bazı diğer binalara saldırı, yağmalama, 15 yaşın altındaki çocukları askere alma, cinsel saldırıda bulunma gibi eylemleri içermektedir.Aynı madde 3. bendinde, uluslararası olmayan nitelikteki silahlı çatışmalara ilişkin sınırlayıcı hükümlerde içermektedir. Buna göre, hiçbir şey, bir hükümetin kamu düzeninin yeniden sağlanması veya devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü korumasına ilişkin sahip olduğu sorumluluğu her türlü meşru şekilde yerine getirmesini engelleyemez. Bu kapsamda, uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmaları iç karışıklıklardan veya terör örgütleriyle mücadele eden devletlerin eylemlerinden ayırmak gerekir. Böylece, devletlerin iç işlerine uluslararası ceza yargısının müdahalesi sınırlanmak istenmiştir. Sonuçta, uluslararası niteliği bulunmayan silahlı çatışmalarda savaş hukuk kurallarının uygulanabilmesi için bu çatışmaların olağanüstü rejim standartlarını aşarak, düzenli ve örgütlü iki gücün mücadelesi şekline dönüşmesi yönelik bir ön şart söz konusudur.Sonuç olarak, Nuremberg Mahkemesi’nin yargı yetkisine giren savaş suçları EYUCM’nin yargı yetkisi kapsamına da girmektedir. Ancak, EYUCM, savaş suçlarına ilişkin Nuremberg Mahkemesi yargı kapsamını genişletmiştir. Bu kapsamda, EYUCM Statüsü, Nuremberg Mahkemesi sırasında var olmayan 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve ek Protokolleri, Soykırım Sözleşmesi ve benzeri birçok sözleşme hükümlerini göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır; dolayısıyla, daha kapsamlıdır. EYUCM, Nuremberg Şartı’nda yer almayan, bilimsel, dini ve kültürel anıtlara saldırı ile sefalete neden olan zehirli gazların kullanılmasını yasaklayan hükümlerle savaş suçu kapsamını genişletmiştir. Ayrıca, EYUCM Nuremberg Mahkemesi yargılamalarında savaş suçu kapsamında ele alınan tecavüz suçunu insanlığa karşı suçlar kategorisine almıştır.UCM, Nuremberg ve EYUCM’lerinin savaş suçuna ilişkin hükümlerini genişletilmiştir. Özelikle iç çatışmalar bakımında UCM Statüsünün içerdiği hükümler bu çatışmaları uluslararası çatışmalardan ayırt edilmesini daha somut hale getirmesini sağlamıştır. UCM Statüsünün savaş suçlarına ilişkin hükümlerinin büyük bir kısmı EYUCM hükümleriyle aynıdır. Dolayısıyla, savaş suçlarına ilişkin EYUCM hükümleri UCM Statüsünde de bulunmaktadır.
SONUÇ
Dünya Savaşı sonrası imzalanan sözleşmeler ve kurulan ad hoc uluslararası ceza mahkemeleri ve sürekli Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüleri savaş suçunun tanımlanması sorununu bütünüyle çözümleyememesine karşı, bu sorunun çözümüne ilişkin önemli yol alınmasını sağlamışlardır. Mahkemeler savaş suçunu tanımlamaktan kaçınmış sadece savaş suçu teşkil edecek eylemlerin neler olduğunu belirtmekle yetinmişlerdir.Savaş suçunun kapsamının belirlenmesi yanında uluslararası alanda bu suçu işleyen kişilerin yargılanması konusu da insanlığın önünde bir sorun olarak yüzyıllar boyunca varlığını korumuştur. Devletler askeri gereklilik, karşılılık hakkı, askerlerinin ulusüstü bir yargı organında yargılanmasını istememe vb. gibi gerekçelerle bir sürekli veya ad hoc uluslararası ceza mahkemesinin kuruluşunu şüphe ile karşılamışlardır. Bundan dolayı uluslararası kamuoyunun tüm hassasiyetlerine rağmen bu konuda da istenilen gelişmeler sağlanamamıştır.Diğer yandan, özelikle, II. Dünya savaşı sonrası yaşanan gelişmeler ve kurulan ad hoc uluslararası ceza mahkemeleri ile Sürekli Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüleri gerek savaş suçunun tanımlanması gerekse bu suçu işleyen kişilerin yargılanması açısından bizlere gelecek için umut vermektedir.
DÜZENLEME
ŞOREŞ MUNZUR - ÖZGÜR EREN
YORUM GÖNDER