İSLAMİYET: ÜMMET
İslamiyet’te aynı zamanda Allah’a 99 sıfat yüklemektedir. Bu 99 sıfata İslam dininde Esma-ül Hüsna denilir, yani en güzel isimler. Allah’tan başka bir varlığa güzel isimler yakıştırmak veya güzel isimlerle anmak da İslam inancına göre Allah’a şirk koşmaktır. Önderlik aslında bu 99 sıfatın doğal topluma, tanrıça kültürüne ait olan 104 Me’nin Allah’a yüklenmesi olduğunu belirtmektedir. Nitekim Me’lere ilişkin bulunan tabletlerden beşi kayıptır ve bulunan Me’ler de toplumun maddi ve manevi değerlerini, yaratımlarını ortaya koymaktadır. Allah’ın 99 sıfatı da bunlarla büyük paralellik göstermektedir. Allah’ın isimlerine baktığımızda Rahman, Rahim, Cebbar, Gaffur, Hafid, Hakim, Kahhar, Kadir, Vacid, Vali, Kerim vs. tüm isimler koruma, güç, yönetme, hakimiyet, sevgi, şefkat, merhamet, cezalandırma, yaratma vb. anlamlara gelmektedir. Hem tanrıçalara, doğal topluma yönelik değerler toplanmıştır Allah’ın sıfatlarında hem de Zerdüştlüğün aydınlık-karanlık, iyi-kötü ikilemi. Allah bir yandan bağışlayandır bir yandan cezalandıran, bir yandan yaratandır diğer yandan yok eden. Bir yandan merhametlidir diğer yandan gaddar. Tüm bu sıfatların ve özelliklerin Allah’a verilmesi toplumda yeni bir zihniyetin ortaya çıkmasına, oluşmasına neden olur. Önderlik bu konuyu savunmalarında değerlendirmektedir. 99 ismi Allah’a atfetmek çok büyük bir düşünce ve ikna gücünü gerektirir. Diğer dinlerde bu yoktur. Allah’a 99 sıfatın yüklenmesi başlı başına bir devrimdir. Bütün toplumsal değerleri, bütün güçleri tek bir tanrıda simgeleştirme, ifadeye kavuşturma vardır. Önderlik bu nedenle “toplumun üzerindeki gücün tümünü ifade ediyor” demektedir. 99 sıfatın tümünün Allah’a yüklenmesi ve ezel ebet olarak ilanı, Ortadoğu’da daha güçlü adımların atılmasını da engellediği gibi dogmatik düşünceyi de besler. Önderlik bunun Ortadoğu’daki bağnazlığın ve dogmatizmin temel sebebi olduğunu söylemektedir.
Allah’ın kuralları, söylemleri ve ilkeleri İslamiyet’in kutsal kitabı Kuran’da ifadeye kavuşur. Nasıl ki Eski Ahit olarak nitelendirilen Tevrat, Yeni Ahit veya Yeni Cedit olarak nitelendirilen Hristiyanlığın kutsal kitabı toplumla yeni bir sözleşmeyi ifade ediyorsa, Kuran da esasında başta Arap toplumu olmak üzere İslamiyet’i kabul eden herkesle yeni bir sözleşmeyi ifade etmektedir. Peygamberlerin kendi toplumlarıyla ilkeler temelinde bir araya gelmeleri ve birlik oluşturmaları, Yehova, Rab, Allah yoluyla ve kutsal kitaplar aracılığıyla sözleşmelere dönüşür. Çünkü her biri aracılığıyla toplumla yeni bir ideoloji temelinde kendi toplumsallığını oluşturuyor, bu toplumsallığın kabul ve retlerini belirliyorsun. Kuran da bu anlamda Muhammed’in topluma getirdiği yeni kurallar, canlandırmaya ve uygulamaya çalıştığı ahlaki ilkeler ve yasaklarının kanun kitabıdır.
İslam ve Muhammed gerçekliğindeki bir diğer önemli yön ise; Muhammed’in, İslam ideolojisiyle öncelikle kendi kabilesi ve toplumundaki anlaşmazlıkları, parçalanmışlığı ortadan kaldırmak istemesidir. Genel olarak da Arap toplumundaki parçacılığı aşmak, birlik-bütünlük yaratmak ister. Mesela Yahudilik bir kavim dinidir, bir kavmi esas alır; Hristiyanlık ise evrensel bir dindir ve ekümenikliği yani dini birliği esas alır. Diğer yönlerden Yahudiliği daha çok esas almasına rağmen İslamiyet bu açıdan Hristiyanlığın evrensellik çizgisini esas alır ve evrensel bir din olarak çıkış yapar. Hristiyanlığın evrenselliği-ekümenikliği gibi İslamiyet’te de ümmet inancı vardır, ümmet politikası vardır. Ümmet nedir? Örneğin demokratik ulustan söz ediyoruz, demokratik ulusu inşa etmeye çalışıyoruz. Bu temelde de hangi ulustan olursan ol demokratik konfederal sistem içerisinde yer almak istiyorsan yer alabilirsin, o demokratik ulusun bir üyesi, bileşeni olursun. Ümmet de bunu esas alıyor. Müslüman olmayı kabullenen herkes ümmet içerisinde yer alır, bir ulus olur; ümmet bu anlamıyla İslam ulusu anlamına da gelir, İslam ulusallaşmasını ifade eder. Nitekim ümmet esasen kelime anlamı olarak bir anneden doğan çocuklar anlamına gelmektedir. Yani bu anlamda İslam dinine bağlı olarak ortaya çıkan uluslaşmayı ifade eder.
Muhammed’in peygamberlik ilanını ilk olarak kabul eden ve kendisine inananlar ise eşi Hatice, yeğeni ve damadı olan Ali ve kölesi Zeyd’tir. Önderlik bu üçlünün ilk inananlar olması ve öncülük yapmalarını devrimsel nitelikte ele almaktadır. Bununla Muhammed’in üç devrimi birden gerçekleştirdiğini söylemektedir. Hatice’yle kadın, Ali’yle kabile, Zeyd ile de köleliğe karşı devrim gerçekleştirdiğini belirtmektedir. Hatice’nin ilk inanan olması kadına yönelik Arap toplumundaki geriliğin kırılmasını ifade eder. Ali’nin ile kabile içerisindeki katı düşünce, katı yapılanma ve hükmetme anlayışını kırar. Ali’nin Muhammed’den yana olması, kabile içerisindeki katılığın kırılmasını sağlar. Zeyd ile de köleliğe karşı devrim yapmaktadır, en azından İslam toplumu içerisinde kölelik anlayışını kırar ve Zeyd’i de azad eder. Bununla Müslümanların birbirini köle yapmalarına yasak getirir. Bu üç devrim İslamiyet’in gelişmesi ve yayılmasına fırsat sunmuş, zemin oluşturmuştur.
Fakat Muhammed kendisini peygamber ilan ettikten sonra birçok saldırıyla yüz yüze kalmıştır. Çünkü İslam ilk çıkış itibariyle, toplumda zihinsel ve vicdani olarak çok büyük bir hareketi başlatmaktadır. Toplumda büyük bir çalkantıya neden olur. Kureyş aristokrasisini rahatsız eder, iç sorunlar baş gösterir ve Kureyşliler Muhammed’in etrafındaki topluluğa zulmetmeye başlar. Bu nedenle Muhammed önce kızı Rukiye ile Rukiye’nin eşi ve sonradan üçüncü halife olacak olan Osman’ı Habeşistan’a gönderir. Ardından kendisi de daha fazla Mekke’de kalamayacağını, güvenliğinin tehlikede olduğunu anlayınca 52 yaşında Medine’ye göç eder. Mekke’den Medine’ye yapılan göç İslam tarihinde hicret olarak geçer. Önderlik, nasıl ki İsa’yı İsa yapanın çarmıha gerilmesi olduğunu belirtiyorsa, bu hicretin de Muhammed’i Muhammed yaptığını belirtmektedir. İsa’nın dini çarmıha gerildikten sonra esas olarak taraftar bulup yayılır, Muhammed’inkisi de Medine’ye göç ettikten sonra. Bu nedenle İsa’yı İsa yapan çarmıh, Muhammed’i Muhammed yapan Medine’ye hicretidir.
Medine sürecinde yaşanan en önemli gelişme Hz. Muhammed’in gerçekleştirdiği Medine Sözleşmesi’dir. O dönemde Medine şehri farklı inançtan toplulukların ve etnik yapıların yaşadığı bir şehirdir. Bu topluluklar arasında çekişmeler, çatışmalar ve anlaşmazlıklar vardır. Hz. Muhammed Medine’ye hicret ettikten sonra bu çelişki ve çatışmalara son vermek için 623’te herkesin kendi rengi ve inancıyla toplumsal yaşama katılabileceği, aynı zamanda tüm toplulukların hak ve sorumluluklarının belirlendiği bir sözleşme hazırlar. Bu sözleşme Medine’de yaşayan Müslümanları, Yahudileri, paganları kapsar biçimde, tüm Medinelileri Medine ümmeti olarak tanımlayacak bir içerikle hazırlanır. Böylelikle özellikle Müslümanlar ve Yahudiler arasındaki çatışmaları sonlandırır ve bizim bugün demokratik ulus olarak nitelendirdiğimiz tarzda bir toplumsal sistem geliştirir. Bu sözleşme kişi haklarını, inanç özgürlüğünü, her topluluğun kendi içinde özgün-özerk örgütlenme ve sorunlarını çözme, genel düzeni bozmadığı sürece özgür hareket edebilme, savaşa hangi kesimlerin nasıl katılacağı ile ne tür görevler üstleneceği, herkese adil yargılama hakkı, zulme karşı durma ve hangi inançtan olunursa olunsun zulmedilene yardım etme, sorunların diyalogla çözülmesi, muhalefet hakkı gibi birçok konuyu içerir. Bu sözleşmeyle daha o dönemde Hz. Muhammed aslında bir nevi demokratik yönetim biçimi oluşturur.
BERFİN ZÎNÊ
Devam edecek
PAJK.ORG
YORUM GÖNDER