DÖRDÜNCÜ STRATEJİK MÜCADELE DÖNEMİ-DEVRİMCİ HALK SAVAŞI’NIN GÜÇ ALDIĞI KOŞULLAR (1.BÖLÜM)
Devrimci Halk Savaşı’nın hangi ortam ve koşullardan güç alacağını da değerlendirmemiz gerekmektedir. ‘’Devrimci Halk Savaşı verelim’’ derken ne kadar gerçekçiyiz? Bunun koşulları ne kadar el verişli ve imkan sunuyor? Ortam buna ne kadar uygun? Kendimizi mi kandırıyoruz, yoksa gerçekten böyle bir direnişi yürütme ve başarma şansımız var mı? Bunları değerlendirmeye tabi tutmamız gerekmektedir. Eğer bu bakımdan da doğru bir analiz yapmazsak, çizdiğimiz strateji başarıyı öngörmezse, başarı koşullarına sahip olmazsa hata yapmış oluruz. ‘’İş yapalım, başarı elde edelim, direnelim’’ derken kendimizi kandırmış, yapamayacağımız iş altına girmiş ve sonuçta yenilgiye uğramış oluruz. Bu tehlike vardır. Strateji bilimi, amaca götürmenin en kısa yolunu ifade etmektedir. Fakat amaca ulaşmayı da içeriyor, başarıya bağlıdır. Amaca ulaşmaya bağlıdır. Öyle sadece bu yoldan gidilirse, amaca ulaşılabilir, artık ulaşır mısın, ulaşmaz mısın belli olmaz biçiminde bir bilim değildir. Mutlak suretle başarılı olmayı, amaca ulaştırmayı içerir. Eğer öyle olmazsa o zaman o strateji yanlış çizilmiş, tespit edilmiş demektir. Amaca ulaşamazsa, ulaştırmazsa, amaca ulaştırmanın fırsat ve imkanlarını sunmazsa, başarıya ulaştıracak koşullara, verilere sahip olmazsa o zaman o strateji tespiti yanlış, hatalı bir tespit anlamına gelir. Öyle bir hareket de yenilgiye uğrar, sonuç elde edemez. Bu bakımdan AKP hükümetinin durumu, Türkiye’deki gelişmeler, demokratik siyasete dayatılan imha ve tasfiye konsepti Özgürlük hareketi ve Kürt halkı için Devrimci Halk Savaşı vermekten ve direnmekten başka bir çareyi bırakmıyor.
Fakat koşullar böyle bir direnişi başarıyla yürütmeye, Devrimci Halk Savaşı’nı başarı temelinde vermeye fırsat ve imkan sunuyor mu sunmuyor mu? Böyle bir direniş başarıya gider mi gitmez mi? Devrimci Halk Savaşı, bizi ve halkı ilk üç stratejik dönemde ulaşamadığımız siyasi sonuçlara başarılı bir biçimde ulaştırır mı ulaştırmaz mı? Bunu da netleştirmemiz gerekmektedir. Eğer ulaştıracaksa, bizi başarılı kılacaksa buna doğru strateji deyip sahip çıkmalı, onu uygulamaya koymalı, değil ise vazgeçmeliyiz. Bizi hangi mücadele biçimi, yol ve yöntemleri başarıya ulaştıracaksa, siyasi amaçlarımıza ulaşmamızı sağlatacaksa onları esas alacağız. Onun için de amacı başarma dışında, doğruluğu belli olan mücadele yol ve yöntemi yoktur. Doğru olan mücadele yol ve yöntem, bizi amacımıza başarıyla ulaştıran yol ve yöntemlerdir. Başka bir deyişle strateji ve taktiklerdir. O bakımdan da mevcut durumda Devrimci Halk Savaşı verme, böyle bir savaşla sonuç alma koşulları ve imkanları var mı? Varsa bu güç kaynakları neler, yoksa engeller ve zayıflatıcı yönler neler? Bunları da değerlendirmek gerekmektedir.
Biz bunu aslında çok yapıyoruz; hem Önderlik düzeyinde, hem hareket düzeyinde hemen hemen her gün yapıyoruz. Bu, bir siyasal durum değerlendirmesi yapmak anlamına geliyor. Mevcut koşulların ne olup olmadığının tespitini içermektedir. Bir strateji çizmek de bazı yönleri değerlendirmeyi ifade etmektedir. Bu yönler: Bir; düşmanın, karşıt gücün durumu. İki; kendi durumumuz, mücadele yürütecek olanın durumu. Üç; toplumun ve halkın durumu. Dört; ortamın durumu. Hem siyasi, hem askeri, hem de coğrafi açıdan mücadelenin içinden geçeceği ortamın durumudur. Bunun gibi daha tali özellikler üzerinde de durulabilir. Ama bir mücadele yol ve yöntemi belirlenirken, bütün bu açılardan durum değerlendirmeleri yapmak gerekmektedir.
2011 baharı itibariyle bütün bu açılardan durum değerlendirmesi yapmaya kalkarsak veriler neyi gösteriyor, sonuçlar neyi ifade ediyor? Her şeyden önce düşman cephesinin durumu nedir? Bu soruları sormak ve cevaplar aramak Türkiye’nin ve dayandığı sistemin durumunun analiz edilmesi anlamına geliyor. Türkiye’nin durumunu, onun içinde bize savaşı dayatan hükümetin durumunu sıkça değerlendiriyoruz. Mevcut durumda AKP’nin iktidarını güçlendirmede, hegemonya oluşturmada mesafe kat etmiş olduğunu kabul etmek gerekiyor. Biz inkar ve imha sistemini çözüyoruz, soykırım rejimini parçalamak istiyoruz. Bu anlamda inkarcı ve imhacı zihniyeti ve politikaları hedefliyoruz. Fakat pratik olarak bütün bunlar günümüzde AKP hükümeti olarak ortaya çıkıyor. Kürt sorununun çözümü önünde engel oluşturan güç AKP hükümeti oluyor. Dolayısıyla şimdi mücadelemizin, Devrimci Halk Savaşı’nın hedefi, AKP hükümetini çözmek ve aşmaktır. Nasıl ki 15 Ağustos Atılımı’ndaki hedef, 12 Eylül rejimini aşmak ve çözmektiyse, şimdi de AKP rejimini çözmek ve aşmak oluyor. 1993 ve 94 yılında Çiller rejimini çözmek ve aşmaktıysa, şimdi de AKP’yi aşmak oluyor. Bütün bunlar bir savaş rejimi, savaş konseptine sahip güçleri ifade ediyorlar.
ABD ‘Yürü Ya Kulum’ Dedi Tayyip Erdoğan’da Yürüdü;
Bu bakımdan AKP Türkiye’de gelmiş geçmiş dışa bağlı, ABD güdümlü hareketlerin birincisi durumundadır. Böyle bir hareket olarak, iktidara geldi ve günümüze kadar da bu destekle yaşamaktadır. Bunu yeni tespit etmiyoruz. Biz, AKP’nin seçimi kazandığı 4 Kasım 2002 günü de bu değerlendirmeyi yapmıştık. Turgut Özal’dan da, Demirel’den de, diğerlerinden de, hepsinden de daha fazla Amerikancı bir iktidardır. Erbakan çizgisiyle arasının açılması, çatışması buradan ileri geldi. Bir toplumsal zemine dayanıyor, bazı kesimlerden oy alıyor, ama o zeminin bir hareketi olarak çıkmadı. Aslında o zemininin üzerine, dıştan küresel sistem tarafından, ABD tarafından örgütlendirilip getirilen güç oldu. Oluşum sürecine bakılırsa bu netçe görülecektir. AKP, o islami tabana oturan Erbakan çizgisinin geliştirdiği toplum üzerinde güç sahibi olan, iktidar olan bir parti değildir. DYP’nin, ANAP’ın tabanını aldı. Yani ortada olan, liberal sayılan kesimleri, bütün eğilimleri içine topladı. Bunu bir ideolojik duruşla, siyasi programla yapmadı. Birilerinin desteğiyle yaptı. ABD ‘yürü ya kulum’ dedi Tayyip Erdoğan’da yürüdü. İşin gerçeği budur. Bu durum ilk günden bugüne kadar böyledir ve hala da devam etmektedir. Bugün yargıyla çatışıyorsa, iktidar mücadelesi yürütüyorsa, orduyla çatışıyorsa, Ergenekon sorgulaması yapıyorsa, bütün bunların hepsinin arkasında Amerikan desteği vardır. Destekten öteye Amerikan talimatı vardır. Sıkıştığı zaman gidiyor, görüşüyor, ortak planlama yapıyorlar. Ona göre hareket ediyor. İşin gerçeği budur. İsrail ile çelişki çatışma içine girmesinin bir ABD planı olduğundan hiç kuşku duymamak gerekiyor.
ABD’nin, Avrupa sisteminin ve dış sistemin desteğinin ne kadar olup olmadığını değerlendirmek gerekiyor. Mademki bu hükümetin birinci gücü, dayanağı odur, o zaman oradan başlamak gerekiyor. Bu konuda zorlanıyor. Dokuz yıl boyunca hiç bu kadar dış desteği azalmamıştı. Dışla çelişkili hale gelmemişti. Şimdi AKP’nin geldiği nokta bu olmaktadır. Üç beş yıl önce iktidara geldiği zamanlarda bu destek çok fazlaydı. ABD bir dediğini iki etmiyordu. Bütün sorunlarını çözüyordu. AB, ‘Türkiye’nin yegane partisidir. Türkiye’yi AB’ye taşıyacak olan güç AKP’dir’ diyordu. AKP’yi, sosyalist enternasyonale, islami enternasyonale, liberal enternasyonale de aldılar. Avrupa’da girmediği kurum kalmadı. O kadar destek gördü. Şimdi boğazını sıkıyorlar. AKP adına gece gündüz demeden, bize karşı savaş yürütmüş partiler, kişiler şimdi özeleştiri veriyorlar. Basına ve kamuoyuna demeçler veriyorlar. Açıklama yapıyorlar, ‘biz yanıldık, AKP bizi kandırdı’ diyorlar. Sorun sadece Sarkozy sorunu değildir. Tayyip Erdoğan öyle göstermeye çalışıyor, ama gerçek öyle değildir. AB’ye giriş kapıları kapanmıştır. AKP, AB’den Türkiye’yi uzaklaştıran hareket konumuna gelmiştir. Bu bir gerçek ve bu çok önemli bir durumdur.
ABD’yle ilişkilerine gelince de, bu son yargılamalara kadar her şeyin arkasında ABD vardı. İsrail hükümetine meydan okumasının arkasında da ABD vardı. Fakat son dönemde ABD’de de AKP’nin tutumundan biraz rahatsız gibidir. Sanki ABD Ortadoğu’da biraz strateji değiştiriyor gibi. ABD, cumhuriyetçi yönetimle önce Afganistan, Irak savaşlarını bölgeye yayarak, askeri bir zafer temelinde bölgeyi ele geçirme, Büyük Ortadoğu Projesi’ni inşa etme stratejisi izledi. Böyle bir planla hareket etti. Afganistan ve Irak savaşlarında hükümetleri düşürdü, ama denetim kuramadı. Onun için savaşı daha farklı alanlara yayamadı. Gittikçe batağa battı, çıkmaza girdi. Bush yönetimi, yenilgi alıp yerine demokrat yönetimin geleceği anlaşılınca, stratejik değişim ne olacağı arayışına girdiler. 2006 Kasımı’ndaki ara seçimleri Bush yönetiminin kaybetmesi ardından, bir komisyon oluşturdular ve ABD’ye yeni bir strateji çizdiler. Demokrat yönetimin izleyeceği strateji, 2007 yılının başında somutlaştı. Bunun içeriği de; 2001 İkiz Kule olayları ardından Ortadoğu’ya yöneltilen savaş durumunun devam ettirilemeyeceğiydi. O halde Ortadoğu’daki karşıtlarla ekonomik ve siyasi yönden mücadele edilmeliydi. İran’la, Suriye’yle diğer güçlerle mücadele bu temelde sürdürülmeliydi. Bunun için de Türkiye ve Irak ittifakı oluşturulmalıydı. ABD, Türkiye ve Irak üçlü ittifakı yaratılmalı, bölgede Büyük Ortadoğu Projesi’nin çekirdeği olarak Türkiye-Irak ittifakı geliştirilmeli, Kürtler buraya katılmalı. Buna dayanarak Büyük Ortadoğu Projesi’nin egemenliği, Ortadoğu’da sağlanmalı biçiminde belirlendi. 2007’den itibaren bu politika izlendi. 2007’den 2010’a kadar üç yıl, üç buçuk yıl ABD bu politikayla hareket etti. Fakat ne Türkiye ABD’nin istediğiyle bir Türkiye olabildi, ne Irak ABD’nin öngördüğü gibi Arap alemine model olabilecek bir hale geldi, ne de Kürtler buraya katılabildiler. PKK de etkisizleşemedi. Bunun önünde en büyük engel PKK’ydi. Güney Kürdistan yönetimi bile sağlıklı bir biçimde bu stratejiyle uyumlu olmadı. Çeşitli çelişkiler yaşadı.
Şimdi ABD bir kere daha bu planında değişiklik yapıyor. Artık Türkiye-Irak ittifakını biraz askıya almış gibi görünüyorlar. Onun yerine Mısır merkezli yeni bir Arap politikası geliştiriyorlar. Nitekim ABD başkanı Obama iki sefer Kahire’ye gitti. Arap alemine Kahire’den mesaj verdi. Şimdi Arap toplumunda gelişen isyanları da bu temelde değerlendirmeye çalışıyor. Çünkü Irak’ın Arap alemine öncü, Arap toplumuna bir model olamayacağını gördü. Dolayısıyla Ortadoğu’nun çekirdeği de olamaz. Irak, Ortadoğu’nun ortasındadır. Kontrol etmek ve yönetmek gerekir. Bu zordur da. Fakat öyle bir model olamaz. Zaten Saddam Hüseyin de olamadı. O kadar çaba harcamasına rağmen bırakalım Arap liderliği arasına katılmayı, hep Araplar tarafından reddedilen, bir azınlık tarafından desteklenen bir kişi oldu. Sadece bir klikti. Ama Mısır her zaman öncüdür. Ulusal liderlikte de, islami duruşta da, devlet duruşunda da firavunlardan bu yana uygarlık sisteminin sürekli, tarihsel geleneğe sahip bir alan konumundadır. Günümüzde de Ortadoğu’nun nüfusu en kalabalık devleti. Ordusu, dünya devletlerinin en büyük on ordusu içinde yer alıyor. Bir kültürel, tarihsel birikimi vardır. Kahire, Ortadoğu’nun en büyük şehridir. Dolayısıyla ABD savaşla daha fazla ileri gidemedi. Türkiye-Irak ittifakını model yapmak istedi, fakat bunu gerçekleştiremedi. Bunun üzerine yeni bir durum değerlendirmesi yaparak stratejik bir değişiklik yaptı.
DERLEME
YORUM GÖNDER