ÖNDERLİK HAKİKATİNE DOĞRU KATILMAK (2.BÖLÜM)
En Büyük Aşk Anlama Aşkıdır;
Önder Apo geçmişte yaptığı eleştirilerde, düşünceden kopuk bir pratik içinde olan kadro duruşunu mahkum etti. Düşünce gücüne ulaşmadan da olumlu bir pratik yapılabileceğine dair anlayışa sert eleştiriler yöneltti. Düşüncesi bizim olmayanın eylemi de bizim olamaz dedi. Anlama ve uygulamanın bir ve aynı süreç olduğunu, ikisinin kesinlikle birbirinden koparılamayacağını dile getirdi. Ancak bu noktada sorunun teori-pratik ikilemi biçiminde ortaya konulması, lime lime olmuş bir toplumsal zeminde şekillenen parçalanmış kişiliklere bazen pratiği, bazen teoriyi öne çıkarma fırsatı sunuyordu. Ağırlıklı kesim teoriyi bir yana bırakıp dar pratikçiliğe yönelirken, diğer bir kesim edindiği belli bir teorik birikimle yürünebileceğini sanıyordu. Şimdi bu ikilemin gerçeği ifade etmekte yetersiz kaldığını çok daha iyi görüyoruz. İnsanın anladığı anda oluştuğunu, anlama ve oluşmanın gerçeğin bütünlüğünü ifade ettiğini, kişinin anladığı kadar yaşadığını ve anlamanın yaşayabilmek için olduğunu iyi biliyoruz.
İnsan, kendi yasallığını kendisi yapan bir varlıktır. İnsanın gelişimindeki yasa aralıkları çok daha kısadır. Bunun anlamı insanın sürekli kendisini aşma çabası içinde bulunan bir toplumsal varlık olduğudur. Kendini aşma niteliksel bir olaydır. Öteki canlı türlerinde değişim ve dönüşüm aralıkları çok daha uzundur ve milyonlarca yıla yayılır. İnsandaki değişim ve dönüşüm ise süreklidir. Dolayısıyla insan özgürlük potansiyeli en yüksek varlık olma özelliğine sahiptir. İnsan zekası tüm canlıların zekasının toplamına tekabül eder. Bu denli muazzam bir zeka potansiyeline sahip olan insanın anlama eylemini savsaklaması, bunun da ötesinde anlamadığını iddia etmesi çok tehlikeli bir inkarcılıktır ve uygarlığın zihniyetini fethettiği kimselere mahsus olabilir. Asıl anlaşılamaz olan, burada karşılaştığımız anlamsızlıkta ısrar durumudur. Ancak kölelik ruhunun kendisinde içselleştiği, özgür yaşama tutkusunu yitirmiş ve umutsuzluğa gömülmüş kimseler böyle bir yaklaşımı içine sindirebilir. ‘’Maddenin amacı anlamlaşmak, anlamın amacı maddeyi aşmaktır.’’ Anlamda sürekli derinleşen insan, yapısallığında da sürekli değişime gitmek zorundadır.
Anlamak bir yönüyle de sorumluluklarının bilincine varmaktır. Evrensel oluşumun en harika varlığı olan insan evrenin gelişim amacı olarak da görülebilir. Evren, kendisini insan vasıtasıyla tanımaktadır. İnsanın kendini bilmeden yola çıkarak evreni tanıma çabasına yönelmemesi, sorumluluğunun gereklerini yerine getirmekten kaçmakla özdeştir. En yüksek özgürlük düzeyi, en gelişmiş sorumluluk bilinci demektir. Bu anlamda kadro yakaladığı ve sürekli yükselttiği bilinç düzeyi temelinde sorumlu davranan insanı anlatır. Parti kadrosu bu sorumluluğunu toplumun politik ve ahlaki karakterine bağlılığı çerçevesinde yerine getirir. Çevresiyle uyumlu, toplum ile doğa arasında uyumlu ilişkiye büyük özen gösteren, özgür ve eşit bir yaşama tutku düzeyinde bağlı olan kadro, gerçek anlamda sorumlu kadrodur. Böylesi bir bilinç düzeyini yakalamış bir kadronun genelde sömürü ve zorbalığın örgütlü hali olan uygarlık sistemine, özelde toplumun, insanın ve doğanın katili olan kapitalist moderniteye tavır almaması düşünülemez.
Önder Apo’nun hafızasını ‘‘evrenin bilgi deposu’ olarak adlandırdığını biliyoruz. Bu ideolojik-teorik gelişme düzeyinin hakikat arayışının kesintisiz bir biçimde sürdürülmesi ve özgür yaşama aşk düzeyinde bağlılıkla bağlantısı ortadadır. Bu durum tanrısal bir bağışın değil, görkemli bir yaratıcı emeğin ürünüdür. Anlamak, en soylu yaratıcı emeği gerektirir. En büyük aşk, anlama aşkıdır. Anlamak, aşkın kendisidir ve tüm zorluklarına rağmen bir ‘‘sevinç ve neşe’ pratiğidir. Zorunluluğun ötesine geçip sevinç ve neşeyle dolu geçmeyen bir eylem, aşkla girişilmiş bir eylem olamaz. Aşk bir keşif eylemidir, evrenin oluşum dilini çözmekten duyulan büyük heyecandır, coşku dolu bir arayıştır. Bezginlik ve bıkkınlık yaratan bir pratik sistemiçi olmaktan kurtulamamış bireylerin ruh halini yansıtır. Köle pratiği her zaman bezginlik ve bıkkınlıkla yüklüdür. Özgür insan için çalışmak, en değerli eylemdir, daha da özgürleştiren bir olaydır. İnsan, emeğiyle kendi insani gerçekliğini doğrulamış olur. Elbette bu da anlama fiilini müthiş işletmeyi gerektirir. Kadro anlayışlı ve ciddi insandır; anlama işine en büyük ciddiyetle yaklaşır ve bu temelde anladığını aynı ciddiyetle pratikleştirir. Önderlik gerçeğine katılmanın amentüsü budur.
Önderliğe Zihni Katılım;
Hakikat devrimi, bir zihniyet ve özgür yaşam devrimidir. Önder Apo’nun zihniyet devrimini kadronun yapması gerekenlerin ilk sırasına yerleştirmesi, onun değişim ve dönüşümde oynadığı belirleyici rolün ifadesidir. Önder Apo’nun sözleriyle ifade edecek olursak, zihniyet devrimini yapmadan, özgürleşmeyi bir yana bırakın, sıradan ahlaklı bir insan bile olunamaz. Böyle bir kadronun eylemi de özgürleşmeye hizmet edemez. Önderlik gerçeğine katılmanın yolu, zihniyet devrimini yapmaktan geçer. Zihniyet devrimi, Önder Apo’nun düşünce sistemiyle donanmak demektir. Onun büyük emekle kat ettiği ideolojik-teorik yetkinliğe eşlik edecek bir kararlılık sahibi olmadan, Önderlik gerçeğine tutarlı bir bağlılıktan söz edilemez. Böylesi bir kimsenin bağlılığı bir değer taşımaz. Bir gerçeği tanıyıp anlamadan, ona katılmanın mümkün olmadığını iyi biliyoruz. Katılmak için tanımak ve anlamak gerekir. Tanımak ise merak etmeye ve ilgi göstermeye bağlıdır. Önderlik gerçeğine büyük ilgi gösteren bir kadro adayının anlama gücünü geliştirmemesi ve aynı anlama gelmek üzerine özgürleşme yolunda büyük mesafe kat etmemesi düşünülemez.
Önder Apo İmralı sürecinde hiyerarşik ve devletçi uygarlık sistemine karşı geliştirdiği savunmalarında ortaya koyduğu ideolojik-teorik birikime iki yoldan eşlik edilebileceğini belirtir: Bunlardan ilki güvene dayalı, samimi ve alçakgönüllü temelde gerçekleştirilecek bir katılım iken, ikincisi teorik öze ve ideolojik yetkinliğe yüksek bilinç edinme çabasıyla bilerek ve anlayarak katılımdır. Önderlik gerçeğine güven duymak, yani Önderliğin hakikatin temsilciliği olduğuna yürekten inanmak ve büyük bir samimiyetle pratikleştirmeye yönelmek PKK içinde yer almak isteyen her kadronun esas alacağı tutum olmalıdır. Elbette arzulanan ve çok daha sonuç alıcı olan katılım biçimi ilkine bağlı olarak anlam gücünü geliştirmek, bilinç düzeyini sürekli yükseltmek ve ideolojik derinliği yakalayarak Önderlik hakikatine katılmaktır. PKK’de bu iki tür katılımın seçkin örnekleri olduğu gibi, her iki tarzın birliği temelinde Önderlik gerçeğiyle bütünleşmektir. PKK’de başarı sağlamak ve değerlere yeni değerler katmak böylesi bir katılımı bağlayan kadroların eseri olmuştur. En özlü katılım biçimi budur. Nitekim bu katılım onları halkın gerçek kahramanları mertebesine yükseltmiş, bu kadrolar en inanılmaz koşullarda bile başarı çizgisinde yürümekten şaşmamışlardır.
Kadronun burada buluştuğu elbette Önderlik zihniyetidir, katılım sağlanan güç Önderlik ve onun zihniyetidir. Yüksek zihniyet gücü olan Önderlik gerçeğine katılmak yerine kendine göre katılım sağlayanların geri bir zihniyetin temsilcileri oldukları açıktır. Önder Apo ‘’Temel zihniyet gücümü kavramayanlar, buna saygı duymayanlar ve yüksek performansta teorik katılım gösteremeyenlerle ortak zihniyette buluşmamız zordur’’ demektedir. Geri zihniyet sahipleriyle uzlaşma türünden bir yaklaşım içinde olmak, Önderlik çizgisini sapmaya uğratmaktan öteye bir sonuç vermez. Önderlik zihniyetiyle buluşma, tökezlememe ve yoldan çıkmamanın, sistemin eseri olan parçalanmış kişiliği aşmanın, aynı anlamda ahbap çavuş grupları ve çeteci eğilimlere savrulmama ve bu eğilimlerle etkili mücadele yürütmenin garantisidir. Kişinin iyi niyetli olması bu tür savrulmaları yaşamasına engel oluşturmaz. Lenin’in işaret ettiği gibi, cehenneme götüren yol da iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Bu açıdan ‘’Ben kötü niyetli değildim, böylesi olumsuz bir sonucu beklemiyordum’’ türünden bir savunmanın pratikte hiçbir değeri yoktur.
Önder Apo kadroyu ‘‘örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikat’ olarak tanımladı. Hakikatin Önderlik gerçeği ile bağını göz önüne getirdiğimizde, bu tanımın içerdiği anlamı daha iyi bilince çıkarabiliriz. Önderlik özünde hakikati ifade ediyorsa, örgütlenmiş ve eyleme geçmiş hakikat olarak kadro da bu hakikat kapsamındadır, onun içindedir, onun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Önderlik gerçekte bir kurumdur; Önder Apo bu kurumun oluşturucu gücü, yol göstericisi ve sözcüsüdür. Örneğin şehitlerimizi de bu kurum kapsamında değerlendirmek gerekir. Aynı şekilde belirlenen tanımlama çerçevesinde kendini gerçekleştiren kadro da Önderlik gerçeği içindedir. Hakikat bütündür ve bu anlamda kadro kişilik bütünlüğünü başarmış olarak Önderlik gerçeğine katılır. Değişik sınıf etkilerini taşımak ve uygar toplumun özellikleriyle yaşamak, parçalanmış kişilik özelliklerine denk düşer. Bu etkiler ve özelliklerle yaşamak, Önderlik gerçeğine katılmanın önünde engel oluşturur.
Önder Apo üçüncü doğuş dönemi adını verdiği dönemin genelde uygarlık sisteminden, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başladığını belirtti. Önderlik gerçeği açısından bunun zihinsel kopuşu ifade ettiği açıktır. Önder Apo hiçbir zaman sisteme dahil olmadı; hem feodal sistemin hem de kapitalist modernitenin kişiliğinde doğuş yapmasına izin vermedi. Üçüncü doğuş döneminde daha da belirginleşen bilinçli ve eylemli demokratikleşme öncesinde yine bir doğal demokratik duruşun sahibi oldu. Onu halkla bütünleşmeye ve sistemin birleşik saldırılarına rağmen kesintisiz bir biçimde devam eden bir mücadeleyi geliştirmeye götüren de işte bu duruşu oldu. İmralı süreci öncesine ilişkin Önder Apo’nun özeleştiri verdiği husus, modernist yaşama duyulan ilginin yol açtığı zaaflar değil, kapitalist modernitenin bakış açısını aşacak bir düşünce gücüne ulaşamamaktı. Önderlik daha öncesinde de uygarlığı ilerleme olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu söyledi. Uygarlık öncesi döneme ve yaşam tarzına ilkellik olarak bakmanın sakatlığına işaret etti. Uygarlığı devasa büyümüş bir ağaca benzetti. Tüm haşmetli görüntüsüne rağmen bu ağacın içinin çürümüş olduğunu, buna karşılık ilkel denilenin özünde yaşama çok daha yakın durduğunu, bu yüzden modernizme sarılmak yerine birçok yönüyle ‘‘ilkel’ kalmayı tercih ettiğini dile getirdi. Her ne kadar Kürt sorununda devlet odaklı ve iktidar eksenli bir çözüm tarzını esas alsa da bunun doğurduğu zayıflıkları ve yol açtığı zaafları kendi doğal demokratik duruşuyla dengelemesini bildi. Bu duruşu sayesinde başında bulunduğu PKK Hareketi’ni halklaştırmayı ve halkın sahiplendiği bir hareket haline getirmeyi başardı. Böyle olmasaydı, hiçbir zaman bugünkü evrensel çözüm gerçekliğine ulaşılamazdı.
Önderlik Bir Duygu Dehasıdır;
Arayış, genel olarak mevcut olandan duyulan tiksinti ile başlar. Bu noktada duyguların oynadığı role dikkat çekmek gerekir. Önder Apo’nun ‘’canlı sezileri küçümsenemez. Yaşam adına ne varsa o sezilerde gizlidir’’ belirlemesini bu çerçevede yorumlamak mümkündür. Onun daha çocuk yaşlarda sonuna kadar aykırı bir insan olmayı seçmesi ve başkaları gibi yaşamamakta karar kılması da duygularındaki bu soyluluğa ve sezgilerinin büyük gücüne işaret eder. Önderler genellikle analitik zekalarının gücüyle tanımlanır ve bu anlamda dahi olarak adlandırılırlar. Buna karşılık Önder Apo’da özellikle yaşamının ilk döneminde öne çıkan yan duygu dehası olması boyutudur. Düşünce dehası yanı bunu takip eder. Sezgiler insanı sorunlar konusunda uyarır ve analitik aklın, sorunu tanımaya yönelmesini sağlar. Sorunun kaynağına inilmesi ve bütün boyutlarıyla tanınması duygusal aklı daha da güçlendirir. Her ikisi arasında bu tarzda birbirini tamamlayıp geliştiren diyalektik bir ilişki vardır. Önderlik gerçeğinde her iki zekanın uyumlu birlikteliği zirveleşmiştir. Duyguların gücünü azaltan ve çarpık duyguların gelişmesine neden olan şey, modernist yaşamı itirazsız kabul etmek ya da itirazlarını sonuna kadar götürmeyip teslim olma yoluna girmektir. Ruhunu satma denilen durum da bu olsa gerek. Önderlik gerçeği ruhunu satmamış insanın gerçeğini ifade eder.
İşte bu noktada her kadronun Önderlik gerçeği aynasında kendi duygularını sorgulaması gerekir. Tiksinmediğimiz ve nefretimizi kazanmayan bir olgusal gerçeklikle sonuna kadar mücadele edebilir miyiz? Nietzsche’nin (Tanrı öldü) cümlesi ile bunu tamamlayan Michel Foucault’nun (İnsan da öldü) biçimindeki belirlemesi bizde ne tür duygular uyandırıyor? Tanrının ve insanın ölümü ne anlama geliyor? Tanrının ve insanın katili kimdir ya da nedir? Toplumsuz ve insansız bir sistem olan kapitalizmle yaşanamayacağı konusunda mutlak bir kanıya ve karara ulaştığımız söylenebilir mi? Modernist yaşamdan ne anlıyoruz? Toplumsuz bir yaşam mümkün müdür? Bir toplumkırım sistemi olan kapitalizmin yol açtığı ve mahşeri çağrıştıran dehşet verici gelişmeleri iliklerimize dek hissedebiliyor muyuz? Bir ayağı çukurda olan uygarlığımızın bu durumuna rağmen süslenip püslenerek kendisini herkesi baştan çıkarabilecek bir fahişe görüntüsüyle sunması neyi ifade ediyor? Bu fahişenin baştan çıkarma girişimine kanmayacak bir ideolojik, politik ve ahlaki duruşu yakaladığımızı iddia edebilir miyiz? Sistem için sisteme karşı mücadele etmek ne demektir? Bunun için Giordano Bruno ve Hallac-ı Mansur gibi davranmak neyi gerektiriyor? Demokratik moderniteyi inşa etmenin yaşamsal önemine ne kadar inanıyoruz? Önderlik gerçeğine sağlıklı bir katılım için bu sorunlar önemlidir ve yetkin cevaplar verilmesini gerektirir. Verilecek cevaplar, yaşamda da karşılığını bulmak durumundadır.
Kapitalizmin en zayıf sistem olduğunu söylemek, aslında sıradan bir gerçeği dile getirmektir. Kapitalizmi güçlü kılan şey, insanlığın varoluş koşulu olan toplumsallığa bağlılığın zayıflamasıdır. Negatif özgürlük olarak da tanımlanan liberal bireycilik ve onun yaşam tarzı, toplumu çürütüp çökerten kanser hücreleri rolünü oynar. Bireyci yaşam tarzı günübirlik bir yaşam tarzıdır. Bireyci tip kendi anını yaşayan belleksiz bir varlıktır. Oysa toplumsal insan, yaşadığı anın dışına çıkabilen yegane varlıktır. Önder Apo’nun deyişiyle kişi bulunduğu çağdan ve zamandan ne kadar koparsa, bütün çağlar ve zamanların içine o kadar açılabilir. Hakikat adını verdiğimiz gerçekliğin anlaşılması da böyle mümkün hale gelir. İnsanın tarihsel bir varlık olması da bunu gerektirir. Buna karşılık belleksiz insan, görüntüyle ilgilidir. Kapitalizmin eseri olan gösteri toplumu, işin görüntü yanıyla ilgilenen toplum durumundadır. Olgunun içeriği onu pek ilgilendirmez. Modanın bu sistemde müthiş etkili olması bunun en çarpıcı kanıtıdır. Dolayısıyla modernite anlamdan arınmış biçimselliğin zaferidir. Modanın ışıltılı parlaklığını yansıtan giysiler ve takılar içindeki bireyci tip ile vitrinlerde sergilenen göz alıcı ambalajlar içindeki tüketim nesneleri arasında artık hiçbir fark kalmamıştır. İnsanın kendisi de bir meta olup çıkmıştır. Pazarlanan sadece moda ürünleri değildir; bu ürünler vasıtasıyla insan da kendisini pazarlar duruma düşmüştür. Metalaşmış toplum ve insan elden çıkarılmak istenen toplum ve insandır.
Modernitenin göze hitap etmesi ve biçimsel cezbediciliği karşısında yenilmemek, muazzam bir nefis mücadelesini gerektirir. Özellikle kapitalist modernitede nefis savaşı bütün savaşlardan önce gelir. Nefis savaşında yenilmeyen insanın savaşın öteki biçimlerinde kaybetmesi oldukça zordur. Önder Apo buradan hareketle; (En azından dört yüz yıldır hegemonik bir hal alan kapitalist modernitenin gelenekselleşen, en fanatik dinden daha çok kültleşen kavram ve uygulamalarına karşı en yetkin evliya ve peygamber tarzı duruşlar ve Budistik yaklaşımlar geliştirilmeden, sistemin değirmenine aptalca su taşımaktan kurtulunamaz) demektedir. Evliyalar, peygamberler ve bilgelerin en sonuç alıcı savaşlar verdikleri alan, nefis alanıdır. Nefis savaşı kendi benliğine yenilmemek, içindeki ‘‘ben’i dışarı atmak, bireycilik ve bencilliğin kırıntılarını dahi kişiliğinde barındırmamak, böylece (Ben benim, ben evrenim) diyebilecek düzeye yükselerek evrensel gerçeklikle özdeşleşmektir. Mutlak hakikat dediğimiz durum işte budur. Benlikten sıyrılıp tüm evreni kucakladığınızda, her şey sizin içinizdedir demektir. En azından anlamsal düzeyde bunu yakaladığınızda mutlak özgürlük evreninde yaşadığınızı hissedebilirsiniz. Bu durumda dışarıdan sizi etkileyebilecek ve aynı anlamda davranışlarınız üzerinde kısıtlamada bulunabilecek hiçbir şey kalmamış demektir.
DERLEME
YORUM GÖNDER