HAKİKAT ARAYIŞCILIĞI BİR SORGULAMA İŞİDİR (6.BÖLÜM)
Önderlik yaklaşımında şu var: Kesinlikle peşinen ret yoktur, olduğu gibi var olanları kabul etme de yoktur, eleştirel bakış vardır. Yönteminin esası yorum sanatı oluyor, o da eleştirmedir. Var olanı değerlendirip eleştirip yani ona bir biçim verme, yeniden yorumlama; yanlış ve kötü gördüklerini atıp iyi gördüklerini ekleyerek geliştirerek yeniden ifadelendirmedir. Önderlik yönteminin, yorum sanatının esası budur. Anlamcılık denen yöntemin esası budur. Tarihsel toplumu bu temelde değerlendirmeye hakikat rejimi diyoruz.
İnsanlık, düşünce gücü ve yetisine sahip olduktan bu yana büyük bir mücadele, çaba ve gelişme içerisinde birçok anlayış, yöntem, yaşamı anlama ve açıklama tarzını ortaya çıkarmıştır. Bunlar bir kategoriye tabi tutularak izah edilmeye çalışılıyor. Bunlar; mitoloji, din, felsefe, sanat, bilim dediğimiz aslında yaşamın anlamına varma, anlamlandırılmada hakikati açıklama yöntemleri oluyorlar. Ama onların içinde de dışında da onlarcası var. Çoğu bunların içerisine girmemiştir de, sadece dört başlık halinde bütün tarih, insanın, toplumun düşüncesi buradan geçmiş diyerek mekanik düşünmememiz de lazım.
İnsan zekâsının gelişimi, algılama, düşünme yetisinin gelişimi, duygusal ve analitik zekâ olarak tanımlandı. Duygusal zekâyı Önderlik “Yorumlamayan, anlamı tepkiyle karşılayan, bir anlama-kavrama durumu” olarak değerlendirdi. Duygusal zekânın cevabı tepkiler oluyor, anında karşılık veriyor, duygular bu tepkileri yaratıyor. Dolayısıyla hayvanların iç güdüleri refleksleri çok hatalı olmuyor, belli kurallar dahilinde oluyor, insanın düşüncesi kadar yanılgılarla dolu değildir. Duygusal zekâ da öyledir. İç güdü değil, hayvanlarda da öyle bir zekâ durumu olabilir mi! Bu inceleniyor. Duygu durumu kesinlikle vardır.
Duygusal zekâyı, insanın ilk düşünce biçimi, yaşamı, doğayı anlama biçimi olarak almamız lazım. İlk gelişen anlam verdiği düşünce tarzı duygusal zekâ gelişimidir. Tarihsel geçmişi doğru anlayabilmek için bunun hem de uzun süre böyle olduğunu kabul etmemiz lazım. Analitik zekâ oradan doğuyor. Analitik zekâ yorumlamayı ifade ediyor. Bir şeyi anladığında hemen tepkiyle cevap veren değil de onu değerlendiren, ona karşı tedbirli düşünen, plan yapan, program yapan, karşı faaliyet geliştiren bir pratiği ortaya çıkarıyor. Duygusal zekâ öyle değildir. Mesela çocuklar incelendiğinde bu durum çok daha fazla görülür, çocuklardaki zekâ durumu esas olarak duygusal zekâdır. Bir şeyi gördüğü zaman tepkiyle karşılık veriyor, öyle öğreniyor, ateşte öyle oluyor, soğuğa karşı öyle oluyor, anlama durumu o düzeydedir. Fakat analitik düşünce farklıdır, analiz etmeyi ifade ediyor. Zaten analitik zekâ tanımlaması analizden ya da aynı kökten gelen kavramlar oluyorlar. Mevcut düşünce sistemleri ve yöntemleri olarak tartıştığımız zihniyet yapıları analitik zekâyla ifade ediliyor. İçlerinde kuşkusuz duygusal zekâ var, ama analitik zekâyla bağlıdır.
Bunun içerisinde mitoloji en eski ve ilk insanın yaşama anlam verme yöntemi ve zihniyetidir. Bu da mitoloji olarak tanımlanmıştır. Esas olan canlıcılıktır yani yaşamı canlı akışkan olarak görüyor, kabul ediyor; esası zaten gözleme dayalıdır. Gözlediğinden çevredeki değişimi, yaşamı, var oluşu ve tekrar doğma, büyüme, ölüm; doğup bunları gözlüyor ve görüyor bunları yaşamın hakikati, esası olarak değerlendiriyor, yaşam bundan ibarettir diyor ve böyle tanımlıyor. Canlıcılık tanımlaması böyledir. Buna göre de gözlüyor, anlamaya çalışıyor, sözlü olarak ifadelendiriyor. Yaşam tecrübesinin birikimi oluştukça o birikim destan, sözlü aktarımlara dönüşüyor. Yazı yoktur, anlatımı ve aktarımı destanlarla, söylencelerle, masallarla, hikayelerle oluyor. On binlerce yıl böyle yaşanıyor. İnsan ve toplum doğası, insanın doğuştan ölüme kadarki durumu incelendiğinde tarihsel bilgiler, bulgular incelendiğinde böyle izah ediliyor.
Yaratılış destanları var, hemen hemen bütün dinler de esas olarak buraya dayanmışlardır. Din de kendisini mitolojik destanlara dayandırdı. Tevrat’ta da öyledir, Kuran da onu esas alıyor, diğer dinlerin de büyük ölçüde çıkış noktaları aslında benzerdir, farklı ifadelendirmeler kullanıyorlar ama birbirlerine çok benziyorlar. Demek ki mitolojik yöntemi hem anlamamız hem de önemsememiz gereklidir. Daha sonraki düşünce kalıplarının yaşama yaklaşımından daha da anlamlıdır. Hiç olmazsa yaşamı, varlığı parçalamıyor, felsefede, dinde olduğu gibi o kadar varlığı, olayları, gerçekliği parçalayarak oradan bir hakikat aramıyor, bütün görüyor, her şeyi canlı görüyor, canlıya önem veriyor. Buradan birçok icat birikim gelişiyor, anaerkillik kesinlikle buraya dayanıyor. Ana tanrıça kültürünün esasında yaratıcılık var, üretkenlik var, doğurganlık var. Bu, mitolojik düşüncenin ürünüdür, öyle görmemiz lazım, mitolojiye bağlıdır. Aslında neolitik gelişme, tarım-köy devriminde mitolojik düşünce tarzının zihniyet tarzının, yaşamı anlama, algılama, izah etme, yaşam hakikatine ulaşmak; özgürlük, doğruluk, güzellik canlılığa önem veren bir şeyi esas alan bir yaklaşımın bu ilkelere, ideallere büyük değer biçeceği çok açıktır. Ona daha yakın olacak, uzak olmayacak, böyle görmek kesinlikle gereklidir.
DURAN KALKAN (HEVAL ABBAS)
YORUM GÖNDER