PKK'YLE YENİDEN FİLİZLENEN ÖZGÜR EŞ YAŞAM VE KARŞILAŞILAN SORUNLAR-1
Uygarlık kadın ve erkeğin birlikte yaşamını öyle bir kör düğüme çevirmiş ki sanki cinsler arasındaki...
Toplumsal tüm sorunların temelinde kadın erkek sorunu vardır. Toplumsal sorunları anlamak ve çözüm aramak için ilk yola çıkılacak nokta kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği gündeme almak olmalıdır. Toplumsal sorunları inceleme ve çözümler üretmenin bilimi olması gereken sosyoloji toplumu tanımlamak için önce kadının ve erkeğin toplumsallığını tanımlamalıdır. Toplumsal sorunları tanımlamaya ve çözüm aramaya kadın ve erkek toplumsallıkları arasındaki sorunları tespit etmekten başlanmalı, çözüm de burada aranmalıdır. Bunu esas almayan hiçbir sosyolojik tespit, araştırma sonuç almayacak, yeni toplumsal sorunların oluşmasına neden olacaktır. Toplumsal yaşamı sömürüye açan, bunalıma sürükleyen, çözümsüzlükte tıkatan sorunların hepsinin başlangıcı ve nedeni kadın ve erkek toplumları arasında oluşturulan sömürü ve egemenliğe dayalı kopuştur. Toplum yaşamının ilk darbe aldığı alan kadın erkek ilişkileridir. Bu nedenle sorunun çözümü de ilk burada aranmalıdır, çözüme buradan başlanmalıdır.
Cinsler olarak kadın ve erkek, toplumsal yaşamın iki farklı kesimi, farkı tanınmak zorunda olunan toplumsal olgularıdır. Farkları sadece biyolojik ya da fiziki değildir. Zihniyet, tarihsellik, kültür, anlayış olarak yaşadıkları farklılıklarla, toplumsal olarak da farklıdırlar. Kabaca eşit olamayacakları gibi farkları birinin diğerinden üstün olması anlamına da gelmemektedir. Farklılıkları kadar birliktelikleri de zorunludur. Kadınsız ya da erkeksiz toplum olmaz. Böyle bir toplum olmalı mı tartışmasını yapmak anlamsızdır. İnsanı bu tartışmayı yapma noktasına getiren nedir? Bir dengesizliğin çözülemez-aşılamaz noktaya geldiği anlarda kopuşlar gerekli görülür. Mevcut toplumsal biçimlenişte kadın ve erkek arasındaki dengesizlik adeta aşılamayacak gibi görülmektedir. Aşılmadık dağ, yol bırakmayan insan nasıl oluyor da bu konuda bu kadar çözümsüz kalabiliyor? Sebep acaba, birilerinin bu sorunu aşmayı bilinçli olarak istememesi midir?
Uygarlık kadın ve erkeğin birlikte yaşamını öyle bir kör düğüme çevirmiş ki sanki cinsler arasındaki dengesizlik doğanın bir kanunuymuş gibi zihinlere yerleştirilmiştir. Erkek egemenliğinden vazgeçmemek için bin bir dereden su getirirken, kadın ise bu köleliği binlerce yıla varan zihinsel karartma, fiziki zor, cins kültürüne dayatılan soykırım ve parçalanmalara rağmen hala içinde taşıdığı özgürlük kırıntılarına umut bağlamakta ve direnmektedir. Bir toplumsal inşa olan kadın ve erkek eşitsizliğinin aşılması elbette yine toplumun elindedir. Gerekli olan sorunun doğru tespit edilmesi ve çözümün oradan başlatılmasıdır. Tartıştığımız kadınsız ve erkeksiz toplumlar oluşturmak değildir. Cinsler arası sorunların çözüm yolunu dile getirirken kopuş ve sonsuz boşanma olarak dile getirdiğimiz, tarihsel toplum inşası boyunca kadına ve erkeğe içerilmiş, iktidarcı, köleci, egemenlikçi, sömürgeci, cinsiyetçi, güdüselliğe indirgenmiş ilişkilerden kopuş ve sonsuz boşanma olmadan, özgür yaşamın toplumuna eş katılımlı cinslerinin gelişemeyeceğidir.
Egemenlikli uygarlık, toplumun oluşum itibarıyla farklılık arz eden iki temel olgusunu birbirine karşıtlaştırarak, birini diğerine baskın kılarak özgürlüğe dayalı doğal toplum yaşamına en temel darbeyi vurmuştur. Bununla toplum ikiye bölündükten sonra üstün cins olarak erkek, egemenlik ve sömürüye hak kazanırken, eksik cins sayılan kadının her türlü sömürülmesi ve istismarı mubah kılınmıştır.
Kadın ve erkek cinsleri arasında geliştirilen parçalanmayla tüm toplumsal parçalanmaların zemini hazırlanmıştır. Bundan sonra, bu parçalanma toplumun her türlü farklılık birimlerine, en geniş halkadan en küçük dokularına kadar içerilmiştir. Değişik topluluklardan, uluslara, inanç gruplarına, etnisitelerden tek tek bireylere kadar gittikçe kendini derinleştiren, kurumlaştıran ve çözümsüzleşen toplumsal kriz sisteminin temeli özgür eş yaşamın kırılmasıyla başlamıştır. Cinsler arası egemenlik ve sömürü anlayışının oturtulması tüm sömürü ve egemenlik anlayışlarının çekirdeği ve kök hücresidir. Girdiği her toplumsal dokuda egemenlik ve sömürünün kök salmasını, kendini üretmesini sağlamıştır. Artık birbirinden üstünü olmayan, ezileni olmayan toplumsal yapı kalmamıştır. Hatta bu doğaya kadar uyarlanmış, doğada da üstünlük ve egemenlik olduğu varsayılarak, bu sefer tersinden toplumdaki bu egemenlik zihniyeti doğa kaynaklı olarak meşrulaştırılmak istenmiştir.
Toplumsal yaşamı oluşturan bir etken toplumsal ilişkiler, şekillenmeler ve farklılaşmalar iken diğer bir yan da bu ilişkilerin oluşturduğu kurumlaşmalardır. Toplumu oluşturan temel zihniyetler, dinamikler, ihtiyaçlar, gelenekler bir toplumu toplum yapan ölçülerdir. Toplum tarihtir, ahlaktır, politikadır, inançtır, doğal çevredir, ekonomidir, sanattır, dildir. Bu ortak yanlarla oluşan ortak irade, ortak karar gücü, ortak yaşam tarzıdır. Tüm bunların bütünlüğüyle oluşan ortak kültürdür. Bireyin kendini toplumda toplumu kendinde görmesi hissetmesidir. Cinsler arası kopukluk, parçalanma, sömürü ve egemenliğin gelişmesi toplumun tüm bu alanlarda dağılmasıdır. Özgür eş yaşamın toplumun özgür doğasına ve karakterine göre yaşanmaması tüm bu alanlarda yaşanan sorunların ortak ifadesidir.
Cinsler arası eşitsizlik özgür eş yaşamı kırdığı gibi bu alanların hepsindeki kırılmaların da sebebidir. Bu alanlardaki kırılmalar ise cinsler arası parçalanmayı daha da derinleştirmektedir. Özgür eş yaşamın parçalanmasıyla domino taşlarının devrilmesi gibi tüm toplumsal alanlar artarda parçalanmış, bu da cinsler arası parçalanmayı daha da derinleştirmiştir. Birinin diğerini geliştirdiği ve koşulladığı bu parçalanmalar toplumsal yaşama bir kısır döngü olarak dayatılmıştır. Kadın ve erkek toplumsallıkları arasındaki eşitsizlikle başlayan kısır döngü, insanlığın esnek ve farklılıklı karakterinin ifadesi olan tüm yapılanmalara yansımıştır. Esneklik ve farklılık insanlığın özgür yaratıcılığının temelidir. Bunların kırılması yaratıcılığın durduğu, bağımlılığın ve köleliğin doğduğu andır.
Yine cinsler arası dengesizlik cinslerin kendi içinde de dengesizliğe, cinsin bireyleri arasındaki parçalanmaya da neden olmuştur. Cinsler kendi içinde de parçalanmış, cinsin bireyleri birbirine baskın egemen olma arayışına girmiştir. Bu durum artık iktidarcı egemen zihniyetin her ilişkiye bulaşmasını, bireyler arasındaki en küçük bir alış verişe kadar yansımasını getirmiştir.
Cinslerin kendine has toplumsal karakterlerinin, tarihsel birikimlerinin, kültürel farklarının olduğu, tarih ve toplum bilimcilerin gündeminde yoktur. Cinsler arasına dayatılan bu eşitsizliğe karşı özgür iradeyi açığa çıkarmak için cins bilincini, cins örgütlülüğünü geliştirmek, bireyin özgürlüğünün kendi cinsinin özgürlüğünden geçtiği gibi tespitler sosyolojinin toplumsal sorunlara çözüm arayışında yer almaz. Bunlardan önce cinsler sorunu diye bir gündemi yoktur sosyolojinin. Oysa, sosyoloji öncelikle cinsleri tanımlamalıdır. Cinslere içerilmiş egemen erkeklik ve köle kadınlık zihniyetleri, bunların yarattığı toplumsal alışkanlıklar ve davranışlar çözümlenmelidir. Kadın kendine dayatılan kölece alışkanlıkları kanıksadığı gibi erkeğin egemen olduğuna da inandırılmıştır. Erkek kendini iktidar olarak kanıksadığı gibi kadını da kölece alışkanlıklarıyla kanıksamıştır. Bu nedenle kadın kendinde köleliği kırdığı oranda erkek egemenliğine karşı çıkma gücü yaratabilir. Erkek birey, egemenliğin kendini de köleleştiren bir yanılsama olduğunu çözdüğü ve aştığı zaman özgürlük arayışına girer.
Tüm iktidar türlerinin ilk düğümü toplumsal yaşama dayatılandır. İktidarın görünmez gizli yüzünün saklandığı alandır toplumsal ilişkiler. Kurumlaştığı yer ise kadın erkek ilişkileridir. Devletle, orduyla, parayla, sağlanan iktidar daha görünür karakterdedir. Oysa kadın-erkek arasındaki eşitsizliği meşrulaştıran iktidarı görmek zordur. Bu yüzden iktidarı meşrulaştırmak için üretilen mitolojik, dinsel ve bilimsel çıkışlar öncelikle eksik kadın, güçlü erkek ikilemindeki toplumsal eşitsizliği meşrulaştırmakla yola çıkmışlardır. Özgür eş yaşamın önünde en temel engel olarak topluma içerilmiş olan iktidar zihniyeti vardır. İktidar öncelikle toplumsal alanda kadın ve erkek arasında çözümlenmelidir. İktidarın yarattığı erkek ve ezdiği kadın tiplemeleri çözümlenmeden iktidarın sömürgen yüzü hiçbir alanda deşifre edilemez, insanlığın en temel düşmanı olduğu fark edilemez.
Kapitalist Modernite, Uygarlığın Cinsleri Birbirine Düşmanlaştırma Harekâtıdır.
Kapitalist modernite çağında cinsler arası parçalanmanın ulaştığı boyut, toplumun bireylere kadar parçalamasıdır. Kimsenin kimseye güvenmediği, kimsenin kimseyi umursamadığı toplum gerçeği, yine kendi kendine bile güvenmeyen insan gerçeği, kadın ve erkeğin özgür eş yaşam kültüründen kopuşunun kapitalist çağda vardığı sonuçtur. Toplumsal bütünlükten ve toplumsal duyarlılıklardan kopuş insanı sonunda kendi kendinden kopuşa kadar getirmiştir. Bu noktaya gelen insan kendini ve toplumu bitirmekle mutlu olabilen insandır. Ne kadar tüketir ve yok ederse adeta toplumdan intikam alırca rahatlamaktadır. Kendini tüketerek, kendine verdiği acıdan haz alan mazoşist bir birey kapitalizmin vardığı toplumkırım noktasıdır. Sevgi ve saygı ölmüş, ahlak toplumsal gericilik olarak mahkûm edilip tarihin çöp sepetine atılmış, politika iktidar sahiplerinin kukla oynatıcılığına çevrilmiş, özgürlük, gücü yetenin diğerlerini istediği kadar sömürebilme hakkı sayılmıştır. Cinsler arası ilişki ise tüm bu toplumsal aşınmaların sonucu sınırsız kışkırtılmış cinselliğe indirgenmiştir. Kadın hem en ucuz meta, hem de metalar kraliçesi olarak sex sektörünün ham maddesi sayılmıştır. Erkek bu metaya ulaşmak için bazen varını yoğunu dökmekte, bazen de kıskanç bir katile dönüşmektedir. Kapitalizm, kadın eliyle erkeğin, erkek eliyle kadının bitirilerek toplumkırımın geliştirildiği ve toplumsal köleliğin zirveleştiği çağdır. Kadın-erkek ilişkisi tecavüz kültürüne dönüşmüş, kadın fiziğinden zihnine yaşamın her alanında sürekli taarruz altında yaşamaya mahkûm edilmiştir. Buna verdiği yanıt ise erkek egemenliğinin bu sınırsız saldırgan dünyasında yaşamaktansa intihar etmektir. Bir yandan kadın bu yaşama dayanamayarak intihar etmekte bir taraftan da erkek kadına cinayet dayatmaktadır. Sonuçta her ikisi de erkek egemenliğinin kadına dayattığı kadın katliamı kadın kırımıdır.
Diğer yandan kapitalist modernite çağında ulus devlet herkesi iktidarın pay sahibi yaparak, millete egemenlik verdiğini iddia ederek herkesi köleleştirdiği gibi, bir erkek her kadın üzerinde iktidar hakkına sahiptir anlayışıyla erkek egemenliğinin saldırıya geçmesinin temelini oluşturmuştur. İktidarın en küçük birimiyle kandırılan erkek kendini efendi sanırken sistemin en iyi kölesidir. Uygarlık çağında cinsellik doğadan sapmış bir iktidar silahına çevrilmiştir. Kapitalist çağda ise iktidarın sınırsız saldırı aracına çevrilmiştir.
Özgür Eş Yaşam PKK’nin Toplumsal Yaşam Kuramıdır.
Toplumsal yaşamın sorunlarını çözme temelinde tarih boyunca arayışlar hiç eksik olmamıştır. Çözüme yönelik birçok teori geliştirilmiş, kuramlar oluşturulmuş ve bunları yaşamsallaştırmayı amaçlayan ideolojiler geliştirilmiştir. Bu ideolojileri toplum modeli olarak oturtmak için mücadeleler verilmiş, kurumlar oluşturulmuştur. Fakat en az arayış cinsler arası eşitsizliği aşma konusunda olmuştur.
Özgür eş yaşam sosyalist yaşamın başladığı yerdir. Tüm toplumsal alanlara, kurumlara, birimlere yansıyacak özgürlük ölçülerinin ana gövdesi ve kök hücresidir. Ana gövdedir çünkü en geniş toplumsal form kadın ve erkek cinslerinin toplumsallığıdır, kök hücredir. Çünkü toplumun en küçük birimine kadar bu ölçüler yansımak durumundadır. Sosyalizm özgürlüğün toplumsal yaşam modelidir. Toplumun ve bireyin birbirini tamamladığı ve geliştirdiği, toplumun birey, bireyin topluma dair özgürlük gereklerini koruduğu, yaşatmaya ve geliştirmeye çalıştığı toplum modelidir. Buna göre cinslerin eş düzeyde toplumsal yaşama katılım koşulları oluşmazsa sosyalist bir toplumdan bahsedemeyiz. Eşitsizlik öncelikle cinsler arasında başlayıp kurumlaştığına göre, bu yıkılmadan hiçbir toplumsal eşlikten, özgürlükten dolayısıyla sosyalizmden bahsedemeyiz. PKK, diğer sosyalist hareketlerden çıkarılan derslerle oluşumundan itibaren kadın ve aile sorununu temel özgürlük sorunu olarak ele almış ve temel bir mücadele alanı olarak üzerinde durmuştur.
PKK hareket olarak ilk şekilleniş aşamasından itibaren kadının toplumsal konumunu ve özgürlük sorununu temel bir çıkış arayışı noktası olarak belirlemiştir. Bunda Kürdistan toplumuna dayatılan toplumsal kırılmalar belirleyici olduğu gibi mücadelenin gelişmesiyle, cinslerin toplumsal şekillenişinden kaynaklı sorunların yansımaları özgürlüğün önündeki temel etkenlerden biri olarak açığa çıkmıştır. Toplumsal özgürlük bireyin özgürlüğünden geçtiği gibi, bireyin özgürlüğü ise kendi cinsi ekseninde yaşanan toplumsal sorunları aşmasına bağlıdır.
PKK özgür eş yaşamı yaratma zemini olarak neden öncelikle dağlara çıktı? Neden gerillayı, kadın için ordulaşmayı esas aldı? Bu Kürt halkına dayatılan imha ve inkar kadar bugün özgürlük mücadelesinin özgürlük tanımında ulaştığı tarihsel ve toplumsal evrenselliğe baktığımızda anlaşılmaktadır. Toplumun tüm birimlerine kurumlarına zihniyet kıvrımlarına sinmiş uygarlıktan tamamen kopmak ve alternatif oluşturmak ancak ondan tamamen soyutlanmakla başlamak zorundadır. Yine uygarlığın oluşturduğu kurumlara karşın alternatif kurumlarını oluşturmakla bu mümkün olacaktır.
Kadın ordulaşması yola çıkış açısından oldukça manidardır. Ordu devletçi toplumun temel dayanak kurumu olduğu için kadına adeta yasak alandır. Erkek egemen zihniyetin şiddet ile zirve yaptığı ve egemenlik için her türlü kırımın katliamın serbest hatta zorunlu olduğu örgütlenmedir. Erkeğin uygarlığın inşa ettiği erkekliğini sınırsız yaşadığı yerdir ordu. Diğer taraftan hiçbir uygarlık kurumunun yapmadığı kadar erkeğe boyun eğdirten kurumdur. Uygarlık erkeğinin son halini aldığı kurumdur ordu. Okul, çevre bir yere kadar bunu getirmiştir. Ordu ise son rötuşları yapar. Hem kendini her şeyi yakıp yıkabilecek bir güç hisseden, hem de devlet karşısında bir sinek kadar gücü cesareti olmayan erkek tipi ordugahlarda üretilir.
Kadın orduya en uzak toplumsal kesim olarak orduların en çok imhayı tükenişi dayattığı kesimdir. Kadının binbir emekle büyüttüğü çocukları savaş canavarının dişleri arasında bir lokmadan öte değersizdir. Savaşın en değersiz ganimeti yine kadınlardır, savaş galiplerinin galibiyet kutlama çerezleridir. Kadın ordulaşması bu kadın tüketimi üzerine kurulan savaş kültürüne son demektir. Özgürlük mücadelesine egemen erkek zihniyetinden yansıyacak geriliklere karşı bir mücadele silahı olduğu kadar kadının kendi öz gücünü iradesini açığa çıkararak ülke ve cins özgürlük mücadelesini yürüteceği kurumlaşmasıdır. Kendi özgürlüğünü kendi eliyle yaratma aracıdır.
Özgür Eş Yaşam İnşasının Sorunsallıkları
İktidarın kadını soyutladığı diğer bir alan ise politikadır. Politika toplumun kendi kararlarını vermesi ve kendi yaşamını örgütleme alanıdır. Bu anlamıyla ele alırsak, politikayı ilk geliştiren ve kurumsallaştıran kadındır. Oysa bugün iktidarla özdeşleşmiş politikadan en uzak tutulan kesim kadındır. Bu kadına kanıksatılmış ve kadının en çok kendine güvensiz olduğu alan politik saha olmuştur. Günlük ayrıntılara takılma küçük şeylerle uğraşıp enerji tüketme, örgüte gelmeme, örgüt olamama kadına kader olarak belirlenmiş ve kadın büyük hedeflere kendini yatırmaktan çekimser kılınmıştır. Kadının demokratik siyasete katılması özgür eş yaşamın temel şartlarından biridir. Kadın hareketi bugün demokratik siyasete öncülük yapma misyonuyla örgütlülüğünü geliştirmektedir.
Topluma en ağır darbe ahlaki alanda vurulmaktadır. Özellikle Kürt toplumunu özgürlük mücadelesinden uzaklaştırmak için özel savaş kurmayları en fazla ahlaki çöküşü geliştirecek kurumlaşmaları Kürdistan’da geliştirmeye büyük özen göstermektedirler. Fuhuş ve uyuşturucu Kürt gençliğini içine alıp öğüterek toplumsal dokuyu parçalamaktadırlar. Bu yöntemle gençleri ajanlaştırıp özgürlük hareketi saflarına gönderme yöntemine kadar gitmektedirler. Ahlaken çökmüş birey kendine ihanet etmiş bireydir. Ahlaki olarak düşen bireyin yapamayacağı ihanet yoktur. Sistem bu ahlaki çöküşü daha fazla kadın ve genç kızlar şahsında topluma dayatmaktadır. Kadın özgürlük hareketi bu ahlaki çöküş harekâtına karşı kadının öz savunma gücü ve özgür toplumun ahlaki ölçülerinin inşacısıdır.
Uygarlığın özgür eş yaşama vurduğu en temel darbelerden biri de ekolojik ekonomik toplumun dağıtılmış olmasıdır. Uygarlık kadınla özdeş gördüğü doğayı da aynı kadın gibi fethedilecek sömürülecek tecavüz edilecek bir olgu olarak ele almaktadır. Savunmasız bir kadına yapılan tecavüz hırsıyla doğaya saldırılmakta, ölümcül darbeler vurulmaktadır. Saldırılara intiharla cevap veren kadın gibi doğa da kıyamet sinyalleri vermektedir. Doğa katledildiği gibi doğa da her şeyin sonunun yakınlaştığı mesajını vermektedir. Paraya ve tekellere indirgenmiş ekonomi ise meta kadın olmadan yürüyemeyeceği gibi kadının en yabancı olduğu alandır. Ekonominin kadının elinden alınmasıyla ekoloji ve ekonomi dengesi bozulmuş, sömürü saldırıları doğayı ve tüm toplumu cenderesine almıştır. Kadın sisteme ucuz işçi ve savaşlar için asker yetiştirme makinesine çevrilmiştir. Kadına sadece insan üetme makinesiymiş gibi yaklaşma sonucu bir tarafta dünyaya sığmayan nüfus, bir taraftan işsizler ordusu haline gelen toplumun açlık ve yokluk içinde kıvranması, bir taraftan da sistemin kendini beslemek için halkları-toplumları birbiriyle savaştırması sonucu kan gölüne dönmüş bir dünya ile karşı karşıyayız. Toplum ve doğa yararına toplumsal planlama ancak kadının bu alanlara kendi iradesiyle karar vererek katılımıyla aşılacaktır.
Toplumsal yaşamın tıkandığı bu alanlar özgür kadın hareketinin çıkış arayışı olduğu alanlardır. Bu alanlardaki sorunlar ne kadar tespit edilir ve alternatif adımlar atılırsa kadın cinsinin topluma özgür katılımının zemini de yaratılmış olacaktır. Bu konular bu nedenle toplumun temel tıkanma sorunları olduğu gibi özgür kadın hareketinin de temel mücadele alanlarıdır. Atılan adımlar kadına tüm toplumsal alanlarda dayatılan kültür kırımı parçalama ve özgür kadın kültürleşmesini geliştirme temelindedir. Yokoluş noktasından yeniden bir başlangıç olan özgür kadın hareketi bu konularda adım atarken elbette acemilikler, zorlanmalar, yabancılıklar yaşamaktadır. Tüm bu zorlanmalar özgürlük yolunda yaşanan zorluklardır ve özgürlükle aramızdaki mesafeyi göstermektedir. Bu mesafeyi kapattıkça kadınlar özgürlüğe yakınlaşmakta ve topluma öncülük gücü toplamaktadır.
PKK İle Yeniden Filizlenen Özgür Eş Yaşam Ve Karşılaşılan Sorunlar
Gerillayla ve özgür kadın hareketiyle somutlaşan, özgür eş yaşamın yeniden can bulmasıdır. Özgür yaşam felsefesi ekseninde anlamlı yaşam arayışı ve inşasıdır gerilla mücadelesi. Gerilla kadında öncülüğünü bulan özgür kadın hareketi, kadının dışlanmış olduğu toplumsal alanlara yeniden katılımı ve kadın rengiyle müdahale etmesidir. Topluma dayatılan geri geleneksel yaşama ve ahlaki parçalanmayla, politik çöküşe, topluma dayatılan kırıma karşı özgür toplum ahlakının modelidir. Doğaya saygı ve doğayla özsel paylaşım ahlakının yeniden canlanması, manevi dünyanın maddiyatın gölgesinden kurtularak en üst düzeyde paylaşım ruhunun yaratılmasıdır. Toplumsal tüm kültür ve değerlerin yaşamına saygı ve özgür toplumun gereklilikleri olduğu bilinciyle bu değerlerin savunulması felsefesidir özgür eş yaşam.
Diğer taraftan bin yılların egemen kültürünün yarattığı alışkanlıklar kadının özgürlüksel çıkışının önünde engeller yaratmaktadır. Kendi örgütüne güçlü katılmasında kendi iradesini kendine güvenli bir şekilde ifade etmesinde zorlanmalar yaşanmaktadır. Diğer taraftan klasik erkek şekillenmesinin aşılmaması erkeğin kendi özgürlüğü önündeki engel olduğu kadar kadını da geriye çeken anlayışlar olarak somutlaşmaktadır.
Sistemin kadına vurduğu en temel darbe düşünsel alandadır. Kadın köleliği, ilk kadının düşüncelerinin çalınması ve kadına düşünmenin yasaklanmasıyla başlamıştır. Kadın, doğruları ve yanlışları erkekten daha keskin ve net görür. Sistem, erkeği kendi işbirlikçisi yaptığı için erkek sisteme daha çok bulaşmıştır, sistem zihniyeti ve alışkanlıklarını ayrıştırma noktasında kafası daha muğlaktır. Kendini egemen sistemin sahibi sanan erkek kişiliği, egemenliğinin özgürlük olduğu yanılgısını da yaşar. Oysa kadına karşı sistemin yüzü daha açık ve nettir, kadın sistemin açık saldırılarıyla karşı karşıyadır. Fakat kadın kendi düşüncesine ve iradesine dayatılan kırılma nedeniyle bu keskinliği içinde yaşasa da yansıtması zaman almaktadır. Kendi gücünü toplaması, erkeğe ve sisteme karşı düşünsel mücadele vermesi irade savaşının başlangıcıdır.
Özgür eş yaşamın temeli cinslerin özgür iradeye kavuşmalarıdır. Özgür bilinç ve irade olmadan toplumsal yaşama eş düzeyde özgürlüklü katılım olmaz. Bu nedenle öncelikle kadının kendi öz iradesini geliştirmesi gerekmektedir. Kendi düşünce gücüne güven, karar gücü olma, inandığını kaygısızca ifade etme, gördüğü yetersizlikleri dile getirme özgür irade ile gelişecektir. Kendini ifade edemeyen kadının emeği erkeğe mal olmaktan kurtulamaz. Kadın pratik sahalarda yoğun bir emeğin sahibidir, fakat kaba pratikçi anlayış ön plana çıkmaktadır. Koşturmacı, her şeye yetişmeye çalışan bir tarzla yoğun bir çaba sarf edilirken bunun istenen sonucu açığa çıkarmaması kendi gücünü yeterince örgütlememeden kaynağını almaktadır. Koşturma değil örgüt yaratmak, etrafını harekete geçirmek gerekmektedir. Bu ise ideolojik doğrultuyla çalışmak ve katılmak demektir. Kaba pratiğe olan ilgi ideolojik yoğunlaşmaya karşı gelişmemektedir. Kadına dayatılan düşünsel zayıflık, en fazla kendi öz düşüncesine güvensizliğin derinleşmesine yol açmıştır. Kendi öz düşünce gücüne güven sorunu aşılmadan topluma özgürce katılım da sağlanamayacaktır. Kadın her türlü çalışmanın içindedir, belli bir pratik tecrübe birikim ve bilinç oluşturmuştur. Bunun yarattığı insiyatif, politik ve pratik aktiflik, yine kendine güven de oluşmuştur. Kadının bundan sonra bunu süreklileştirmesi ve tüm kadın cinsine mal etmesi gerekmektedir.
Kadının bu gücü yaratması erkekte de bir korku ve kaygıyı yaratmaktadır. Kendine güvenen, irade sahibi kadın kendinden çaldıklarını erkekten isteyen kadındır. İktidar gücünü kaybetmek istemeyen erkek güçlenen kadını istemez, güçlenen kadından korkar, kadının güçlenmemesi için kadını sınırlandırmanın, zayıflatmanın yollarını arar. Kadın emeğinden her alanda yararlanırken kadının irade olarak açığa çıkması erkeğin yaptıklarını yorumlaması, eksiklerini eleştirmesi erkekte rahatsızlıklara yol açmaktadır. Kadının emeğinden yararlanmakta, fakat eleştirilerinden korkmaktadır. Erkeğin tercih ettiği kadın, çalışan ama fazla konuşmayan, yorum yapmayan, eleştirmeyen kadındır. Bu şekilde çalışan kadın ise kendi rengini yaratamaz, ancak erkeğin gölgesinde kalır. Bu da klasik toplum ölçülerindeki kadının örgüt ortamındaki pozisyonu olmaktan öteye gitmeyecektir. Bu nedenle örgüt ortamında özgürlük mücadelesinin ilk adımı özgür iradeyi yaratmadır. Özgür irade özgürlüğe giden yolun göstericisidir, geriliklere karşı direnç gücüdür. Kadın şahsında yaratılacak özgür irade toplumun özgür iradesidir.
HALKLAR ÖNDERİ SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER