TOPLUMSAL EYLEMDE BAŞARIYI BELİRLEYEN, TAŞIDIĞI HÂKİKAT GÜCÜDÜR (1.BÖLÜM)
Kapitalist sistemde, tarihte hiç olmadığı kadar sözle eylem arasında kopukluktan da öteye geliştirilmiş bir ihanet var kılınmıştır. Bu sistemde sözler, sanki hep eylemi yanlışlamak içindir. Hegemonik sistemin kulluğu somutunda eyleme, daha önce hiç görülmediği kadar âdeta mekanik bir aygıt rolü oynatılmaktadır.
Küresel imparatorluk aşamasındaki kapitalizmin doğası çözümlenmeden, özgür yaşama ilişkin program ve form oluşturmanın, her tür saptırmaya açık olacağı, birçok tarihsel örnekten anlaşılabilir. Söylenecek her söz, yapılacak her eylem, diğer bir deyişle teori ve pratik, rakibin sahasında kendisine rol biçemez. En azından dört yüz yıldır hegemonik bir hal alan kapitalistik modernitenin gelenekselleşen, en fanatik dinden daha çok kültleşen kavram ve uygulamalarına karşı, en yetkin evliya ve peygamber duruşları ve Budistik yaklaşımlar geliştirilmeden, sistemin değirmenine aptalca su taşımaktan kurtulunamaz. Pek çok antikapitalist eğilim ortaya çıktı. Ancak bunların ezici çoğunluğunun, kapitalizmin değirmenine aptalca su taşımaktan kurtulamadığı kanıtlanmış durumdadır.
Küreselleşmenin zirvesindeki kapitalizmi, hiç de güçlü görmüyorum. Belki de en zayıf aşamasındadır. Aslında her zaman naif ve kırılmaya yatkındır. Gerçekleşemeyen de toplumun, ona karşı doğru ve yetkin savunulmasıdır. Sadece bir benzetme olarak değil, gerçeğinde de toplumsal kanser hastalığı olarak tanımlayabileceğimiz kapitalist hegemonyacılık, diğer kaderler gibi kader olarak yorumlanamaz. Kapitalizm, en zayıf hegemonik sistem olarak değerlendirilmek durumundadır. Gerekli olan, tek bir kişilikte olsa bile, toplumsallığın doğru ve yetkince yaşanmasıdır. Tarihte hep yapılagelen, ‘güçlü adam’ veya ‘hegemon’a karşı mücadelede, kendileriyle aynı silahları kullanmak olmuştur. Oysa hem anlayış hem de eylem olarak yöntemde aynılık, benzerini doğuracaktır. Olan da budur. Roma’ya karşı mücadelede birçok Roma doğmuştur. Daha da eskisi, orjinali olan Uruk sitesi halen kendini ‘Yeni Irak’ olarak doğurmaya devam etmektedir. Değişim çok az, tekrar çok fazladır.
Hegemonyayı abartmamak da önemlidir. Toplumlar hiçbir zaman iktidarı, sömürüyü ve baskıyı isteyerek benimsemedikleri gibi ‘iktidar olmaksızın yaşanmaz’ aşamasında da olmamışlardır.
Karl Marks, kapitalizmi daha çok pozitivist bir yaklaşımla çözümlemek istedi. Bu çözümleme de yarım kaldı. İktidar ve devlet konularına el bile atmadı. Bu yaklaşımda hiçbir zaman derinlik bulamadım. Sömürü olgusunu kavrıyorum. Ama o bana hep bir sonuç gibi geldi. İşe sonuçtan başlamak, pek çok eksiklik taşıyan bir yaklaşımdır ve politik olarak da tam bir savunmasızlık halidir. Aslında yanı başında 1848 Devrimleri gibi bir devrim süreci yaşanıyordu. Burjuvazinin iktidara yürüyüşü kadar senyörlerin dökülüşünü ve dönüşümünü çok iyi gözlemliyordu. Ekonomi-politik, felsefe ve sosyalizmle yoğunca ilgiliydi. Fakat toplumların ezici yoksul emekçi çoğunluklarını bir ahtapot gibi sarmalayan ve yeniden organize olan iktidar olgusunu kavramayı bir yana bırakalım, kendi sistematiğinin sonuçta ona alet olmasını bile engelleyemedi. Önerdiği teorik-pratik modelin, kapitalist hegemonyacılığı beslediğinin farkında olmadı. Marksizm’den kaynaklanan reel sosyalizmin en son örneği olan Çin pratiğinin, ABD hegemon kapitalizminin en güçlü dayanağı konumuna düşmesi bu farkında olamamayla yakından bağlantılıdır. Kapitalist hegemonyacılığın bu denli güçlü olmasının en temel nedeni, yol açtığı gönüllü kölelikteki yarıştır. Bugün ücreti yüksekse ücretli çalışmaya karşı olabilecek tek bir işçi var mıdır? Durum gerçekten hazindir.
Liberalizm ve bireysellik, sıkça kapitalizmin ana ideolojik ekseni olarak ileri sürülür. Ama iddia edebilirim ki hiçbir sistem, kapitalizmin ideolojik hegemonyası kadar bireyi kendine tutsak etme gücünde olmamıştır. Sayısız halk kültürü, dört yüz yıldan bu yana kapitalist hegemonyacılığın değirmeninde öğütülerek yok edildi. Doğup büyüdüğüm mekân, âdeta bir eski kültürler mezarlığıdır. Kazsan her tarafından bir kültür fışkıracaktır. Mensubu sayılmam gereken, henüz kendini tam kavramsallaştıramamış olan Kürtler, tüm bu kültürlerin mezar sessizliğindeki tanıkları gibidir. Tarihin neredeyse tüm ilklerini yaratan kültürlerin, mezarlarının bile silinmeyle yüz yüze kalması büyük acı verir. Günümüzde Irak’ta yaşanan vahşet, bir anlamda kültürlerin intikamıdır.
Genelde Ana Nehir olarak uygarlık sürecine karşı geliştirdiğim çözümlemem, kapitalist hegemonyacılığı çözümlemede daha derinlikli olacaktır. Sistemin sonuna gelindiğine dair birçok işaret olduğu kadar, gerçek bilge kişiler de aynı kanıda birleşmektedir. Sorun, kaostan hangi sağlıklı, özgür, demokratik ve eşitlikçi çıkışların toplumsallaştırılacağında yatıyor.
Kendini bilme sağlanmadıkça girişilecek her bilimsel çaba, en tehlikeli dogmatik din ve felsefelerle sonuçlanmaktan kurtulamaz. ‘Kendini Bilme’ ile insan merkezci düşünceyi kastetmiyorum. Kozmos ve kaosun ancak iç gözlemle, derin deneyimleri dışlamayan sezgilerimizle kavranabileceğini ifade etmek istiyorum. Özne-nesne ayrımına dayalı bilimin, köleliğin meşrulaştırılması olduğunu, yeri geldikçe göstereceğim. Öznelciliğin de kendini abartma veya aşırı küçük görmeyle aynı kapıya çıktığını kanıtlayacağım. Bilimsel objektifliğin, en rezil kapitalizm ve hegemonya taraftarlığı olduğunu da aynı minvalde sergileyeceğim.
Bizim felsefemiz, bir atın gözlerindeki anlamı sezmekten tutalım, bir kuşun sesindeki anlamı çözmeye kadar yaşamı bir bütün olarak algılar. Yaşlı Bilgeye büyük saygıdan başlayıp, bir ceylan kadar ürkek bir genç kızın gözlerindeki arayışa yanıt olmaya kadar her şeye, anlam yükler. Soykırımdan beter bir cinsellik anlayışının sonucu olan çocuk yapımındaki büyük cehaletin, insanda ve hegemonik sistemlerdeki nedenlerini çözümleyen ve yaşamın tüm evrim halkalarını, kendinde çözmeye çalışan bir bilimi esas alır.
ALİ FIRAT
YORUM GÖNDER