DEMOKRATİK ULUSUN İNŞASINDA ENTELEKTÜEL GÖREVLER (1.BÖLÜM)
“Entelektüel” kavramı, Latince intellectus kelimesinden türeyip anlamak sözcüğüne karşılık gelmektedir. Günümüzde ise bu kavram yakın anlamlara gelecek aydın, düşünür, akademisyen, bilim insanı gibi birçok sıfat ile eşdeğer görülmektedir. Dar anlamda düşünce, bilim, teknik, felsefe, kültür, sanat vb. ile ilgilenen; bu konuları kendine meslek edinmiş ve derinliğine ele alan kimselere entelektüel denir.
Daha geniş bir açıdan bakarsak, tarihin her dönem ve yerinde; en basitinden en karmaşığına düşüncenin gelişmesine ön ayak olan, bunun için uğraşan ve hakikatin peşinde olan kişiye entelektüel diyebiliriz. Entelektüellik; bir zihniyet, anlam verme ve kavrayış dünyasıdır. İlk toplumlardan bu yana; insanın kendine, çevresine, doğaya, evrene, yaşama anlam verme çabası ve düşünce emeğidir.
Entelektüellik, aynı zamanda teori ve ideolojiler alanıdır. Şüphesiz her teori ve ideoloji de kendini genişletmek, yaymak ve buna göre siyasi-politik-yaşamsal bir sistem oluşturmak ister. Kaba tabirle nasıl ki başsız bir beden düşünülemiyorsa, zihniyetsiz bir sistem de düşünülemez. Tarihte gerçekleşmiş her devrim, geniş bir entelektüel çaba ve geniş bir düşünce yelpazesine dayanarak yaşam bulmuştur. İnsanın günümüz gelişmişlik düzeyine erişmesi ve tarihte yaşadığı her özlü dönem bu düşünsel emekler sonucu gelişmiştir. Tabi ortaya çıkan düşünce gücü ve bilimsel ürünleri etikten yoksun, ya da başka bir deyişle ahlaki ve politik toplumdan kopuk bir şekilde kullanmak da bilindiği üzere birçok felaket ve merkezi uygarlık sistemine yol açmıştır.
Düşüncenin Gelişimi Ve Entelektüel Devrimler
Düşüncenin gelişimini, tarihi boyutlarıyla ele alırsak ve ana duraklar üzerinde biraz durursak, entelektüelliğin tanımı ve öneminin de daha iyi anlaşılacağına inanıyoruz.
Düşünce, insan ve insan toplumsallığıyla başlamıştır. Hatta evren ve doğanın kendi içinde bir sistematiğe ve canlılığa sahip olduğunu düşünürsek, düşüncenin evren ile yaşıt olduğunu iddia edebiliriz. Ama doğa içerisinde düşünceyi en iyi geliştiren ve bütün yaşamını buna borçlu olan canlının insan olduğu tartışma götürmezdir. Özelikle Dünya’da buzulların erimesiyle oluşan yaşam alanları ve toplumsallığın gelişimi, düşüncenin temel koşullarını da oluşturmuştur. Toplumsal yaşamını sürdürmek -beslenme, korunma ve çoğalma- için insanın arayışlar içinde olması ve ilk araçları kullanabilir duruma gelmesi, düşünce sayesinde olmuştur. Tersi de doğrudur; her yeni bir araç, her yeni bir buluş arayışın artmasına ve düşüncenin gelişimine neden olmuştur. İnsan topluluğunun kendine ve çevresine anlam vermek ve yaşamını sürdürebilmek için içerisine girdiği bu arayışlar, düşüncenin de temellerini atmıştır. Bu dönemdeki düşünsel gelişme yavaş ve küçük adımlar ile gelişse de ilk olması açısından önemlidir.
İlk entelektüel devrim, MÖ 12 000’lerde neolitik dönem diye adlandırılan dönemde Kuzey Mezopotamya’da gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde buzulların tamamen erimesi, toplumsal yaşamın gelişmesi; yerleşik köy yaşamına geçiş ve hayvanların evcilleştirmesine neden olmuştur. Bu da düşüncenin bir sıçrayış yapmasına ve birçok konuda buluş ve yeniliklere neden olmuştur. Özellikle MÖ 6-4 bin yılları arasında neolitik devrimin sistemleşmesiyle entelektüel alanda bir devrim yaşanmıştır. Günümüz biliminin temellerinin de burada atıldığını belirtebiliriz. Neolitik dönem üzerine geniş araştırmalar yapan Georden Cild, bu dönemde yaşanan devrimleri, 16. yüzyıldaki gelişmelerle eşdeğer görüyor. Evreni ve doğayı anlama ve tanıma fikri burada toplum şahsında bir kurumlaşmayı yaşamaktadır. Doğanın muhteşem gücünün farkına varılmaktadır. Güneş, ay, yıldız ve gökyüzü anlamlandırılmaya çalışılmakta, doğa kutsanmaktadır. Özellikle topluma öncülük eden kadının eliyle ilk ilaçlar, ilk tarım aletleri, ilk din, ilk geometrik ve matematiksel hesaplamalar, dilin simgesel bir şekilde kullanılması, ilk zanaat, ilk edebiyat, ilk resim, ilk mimari, ilk üretim araçları, ilk yerleşim yerleri bu dönemde geliştirilmiştir.
Bu dönemde entelektüel bir devrimin gerçekleşmesinin iki temel sebebi var. Birincisi, yerleşik yaşama geçmenin ve üretimin gelişmesinden kaynaklanan zaman boşluğudur. Tarihin farklı evrelerinde de bundan kaynaklı entelektüel çıkışlar olmuştur. İkincisi ve en önemlisi ise, toplumsal yaşama geçişin verdiği avantajlardır. Toplumsallık ile birlikte insanlar sezgisellikten sonra, somut ve soyut düşünebilme yetisini geliştirmiştir. Bu düşünce biçimi kadın öncülüğünde geliştiği ve toplum yararına olduğu için kadın şahsında bu düşünüş biçimine bir kutsallık atfedilmiştir. Duygusal ve analitik zekânın bir denge içerisinde geliştiği düşünce biçimidir. Buradaki entelektüel devrim, bütün bu toplumsal gelişmelerin de zemini olmuştur. Entelektüel gelişim ile toplumsal gelişim arasında simbiyotik bir bağ vardır.
İkinci entelektüel devrim, Sümer ve Mısır kent uygarlıkları döneminde gerçekleştirilmiştir. Buna neolitik dönemde gerçekleştirilen ilk entelektüel devrimin ya da neolitik dönemde geliştirilen ‘ilk’lerin kurumsallaştırılması ve yeni bir evreye ulaştırılması da diyebiliriz. Mekânsal açıdan da, Kuzey Mezopotamya’dan, Güney Mezopotamya’ya bir kayış olmuştur. Abdullah Öcalan’ın deyimiyle, “İlk dönemde hem zihinsel hem de araçsal olarak neolitik devrimin kazanımlarını uygarlık sistemine dönüştürme becerisi gösterilecektir.” Bu dönemde tıp, matematik, biyoloji, edebiyat, teoloji, yazı, mimari, astronomi vb. alanlarda önemli gelişmelere imza atılacaktır. İlk entelektüel devrimden farklı olarak, bu dönemde entelektüel faaliyetler rahiplerin tekelindeki elit bir grup eli ile yapılmakta ve merkezi uygarlık dediğimiz hiyerarşik ve köleci sistemin hizmetine koşulmaktadır. Buradaki ziguratlar entelektüel birikimlerin tekelleştirilme ve sisteme dönüştürülme okullarıdır. Sümer rahiplerinin arkasındaki bu güçlü entelektüel ve zihniyetsel güç olmadan, doğal toplum gibi sınıfsız ve hiyerarşisiz bir sistemden, köleci bir sisteme geçmek imkânsızdır.
Üçüncü entelektüel devrim, MÖ 600’lerde İyonya’daki felsefik gelişmelerdir. Ondan önce veya başlangıç zamanlarına denk düşen Zerdüşt, Buda ve Konfüçyüs’ün yarı dinsel, yarı felsefi çıkışları vardır. Bu entelektüel çıkışlar, İyonya’da gelişen felsefi devrime ve daha sonrasındaki gelişmelere de zemin olmuşlardır.
İyonya döneminde din-mitoloji ve tanrısal merkezli düşünce biçiminden felsefi düşünce biçimine, yani hakikati yorum ve doğayı inceleme yolu ile açıklama biçimine geçilmiştir. Bu da bilim olarak tanımlanacak yeni düşünce yöntemini açığa çıkaracaktır. Mitolojik ve teolojik düşünce yöntemine karşın, daha esnek ve tanrı sisteminden arındırılmış bir düşünce sistematiği geliştirilmiştir. Bu da beraberinde yaşamın ve var olan dogmaların daha fazla sorgulanmasına yol açmıştır. Bu dönemde edebiyat, fizik, biyoloji, tarih, matematik, sanat, politika gibi birçok alanda yeniliklere ve devrimsel gelişmelere imza atılmıştır. Bu dönemin tanınan öncüleri Thales, Pythagoras, Herakleitos, Sokrates, Aristo, Eflatun’dur.
16. yüzyılda Avrupa merkezli gelişen entelektüel devrim, tüm bu ana durakların ve ismini sayamadığımız yer ve zamanlarda gelişen entelektüel arayışların ve birikimin mirası üzerinde gelişmiştir. Karanlık ortaçağ Avrupa’sından, Rönesans, Reformasyon ve aydınlanma gibi akımlarla çıkış yapmasının en önemli nedeni budur. Bu dönemdeki düşünce akımları; bilimsel araştırmalar, felsefi doğuşlar, aydınlanma gibi bir entelektüel devrim ile patlama yaratmıştır. Bu dönemdeki entelektüel devrim, daha öncekilerin bir devamı ve sürdürücüsü olmakla birlikte daha kapsamlı ve derin anlamlar ile yüklüdür. Avrupa entelektüel devrimi, hem bu entelektüel tarihin diyalektiği içinde yer almış hem de kendine özgü çıkışlar yapmıştır.
Böylesi bir entelektüel devrimi sermaye ve iktidar tekellerine, kapitalizme mal etmek yanlıştır. Tam tersine bu dönemin öncüleri hem ortaçağ gericiliğine, hem de entelektüel gelişmeleri saptırmak veya tekeline almak isteyen kapitalistlere karşı yaşamları uğruna bir mücadele vermişlerdir. Hiçbir felsefe, din, bilim, sanat ve edebiyat (iktidarlara maddi veya manevi bağlılıkları yoksa) birileri iktidarlarını palazlasın diye yapılmaz. Ama neticede, özelikle 19-20 yüzyıllarda bilimin ve felsefenin gücünü gören dönemin kapitalistleri, tekeline alarak ve toplumsal değerlerden soyutlayarak, üzerinde yükseldiği bir zemin haline getirmeyi bilmiştir.
Önder Abdullah Öcalan, bu dönemdeki entelektüel devrimi şöyle özetlemektedir; “Bu devrimin öncülerinin önceki çağların din, bilim, felsefe ve sanatını öncelikle iyi özümsediklerini belirtmek gerekir. Bu alanlardaki katkılarını bu özümsemeye dayandırdıkları açıktır. Avrupalı entelektüellerin hakikate yaklaşmada büyük bir aşama kat ettiklerini kabul etmek gerekir. Metot ve uygulama olarak başarılı oldukları kesindir. Özellikle Birinci Doğaya (fizik, kimya, biyoloji, astronomi alanlarına) ilişkin başarıları bu yönlüdür. Fakat İkinci Doğa olarak topluma ilişkin bilimsel, felsefi, sanatsal ve ahlaksal yaklaşımları için aynı hususu belirlemek mümkün değildir. Avrupalı entelektüeller anlamlı açıklamalar (manifestolar), bilimsel disiplinler, felsefi ekoller, sanatsal eğilimler ve etik öğretiler geliştirdiler. Fakat toplumun ahlaki ve politik karakterini koruyacak kadar başarılı olamadılar. Tersine, sermaye ve iktidar tekellerine bağlandıkça, ahlaki ve politik toplumun imhaya varana dek hedef haline getirilmesinde sadece yetmezlik, eksiklik ve yanlışlıklarla izah edilemeyecek denli suç ortaklığı yaptılar. Entelektüel kriz işte böyle başladı.”
Entelektüel çıkışlar ve devrimleri bu şekilde ana hatlarıyla özetleyebiliriz. Ama altını çizerek ve tekrar tekrar vurgulayarak belirtmeliyiz ki, tarihin hiçbir döneminde entelektüel faaliyet ve çabalar birileri güç ve iktidarının büyütsün diye gerçekleştirilmemiştir. Özellikle düşüncenin ilk nüveleri ve ilk entelektüel arayışlar tamamen toplumun sürdürülmesi amaçlıdır, dar anlamda yaşamın kolaylaştırılması amacıyladır. Entelektüel faaliyetlerin dar-elit bir çevrenin eline geçtiği dönemlerde bile buna karşı koyuşlar ve alternatif entelektüel faaliyetler ve hakikat arayışları olmuştur. Diğer önemli bir konu ise düşünsel, entelektüel çabaların birbirinden kopuk ele alınamayacağıdır. Günümüzde bu çabalar bilim adı altında bir zirveleşmeyi de yaşayabilir, ama unutmamak gerekir ki halen bin yıllar önce açığa çıkmış bazı düşünceler çürütülememiş, bazı buluşların sırı açıklanamamıştır. Her yeni düşünce ve buluş, ancak kendinden öncekini sentezleyerek yeni bir sıçrama yapabilmiştir. Bu temelde önemle belirtmek gerekir ki hakikat arayışı halen süren bir olgudur.
ZAMANİ PİR
YORUM GÖNDER