DEVRİMCİ HALK SAVAŞI SÖMÜRGECİLİĞE, SOYKIRIMA VE FAŞİZME KARŞI HALKLARIN TOPYEKÛN DİRENİŞ STRATEJİSİDİR (2.BÖLÜM)
‘’Sömürgecilik’’ ve ‘’Soykırım’’ kavramlarını sıkça kullanmamıza rağmen halk olarak bunun gereğine göre hareket etmede zayıf kalmaktayız. Sömürgecilik tespiti işgal altındaki bir halk olduğumuzu kurtuluş ve özgürlük sorunumuzun olduğunu açıklamaktadır. Soykırım ise fiziki ve kültürel açıdan bitirilmek istenen bir halk gerçekliğimizin olduğunu ortaya koymaktadır. “Kürdistan Sömürgedir” tespiti Kürdistan tarihi açısından en önemli bir tespittir. Tarihi önemde olan bu tespiti yapmak değil, bu tespite göre bir karar alma ve buna göre adım atmaktır. PKK önderliğindeki Kürdistan devrimi bu tanımla mücadeleye başlamıştır. Eğer Kürdistan’da siyasi anlamda sömürgecilik, ekonomik anlamda açlık, işsizlik, yoksulluk ve talan, kültürel anlamda asimilasyon ve soykırım, askeri olarak da işgal ve ilhak varsa bunu sonlandıracak buna uygun bir mücadele ve savaş perspektifi olmalıdır. Bunların toplamına biz ‘’Soykırım‘’ tanımlaması yapıyoruz. Peki soykırım için evrensel hukukta belirlenen prensipler ve karşı duruşlar nelerdir. Yazımızın ikinci bölümünde bu konuyu aydınlatarak giriş yapmak daha yararlı olacaktır.
Soykırım diğer bir ifadelendirmesi olan Genoside Yunanca ‘’Aile, kabile, Soy, ırk’’ anlamındaki ‘’Genos’’ ile Latince ‘’kesmek, doğramak, öldürmek’’ anlamındaki ‘’cide’’ kelimelerinin birleşmesiyle türetilmiştir. Jenosit kavramıyla da tanımlanan soykırım; Irksal, dinsel, siyasal ya da etnik bir grubun bilerek ve sistemli biçimde yok edilmesini tarif etmektedir. Evrensel hukukta Soykırımın tanımı: Birleşmiş Milletler soykırımın tanımını 1948 yılında kabul edilen “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” ile belirlemiştir.
Soykırım asimilasyon olgusunun devamıdır. Asimilasyon yöntemiyle teslim alınamayan, istenen düzeye çekilemeyen, kimliğinden, kültüründen kopartılamayan halkları, ulusların, azınlıkların, dinsel-mezhepsel toplulukların fiziki ve kültürel olarak tamamen tasfiyesini amaçlayan sistemli politikalardır. Fiziki soykırım yöntemi genellikle hakim egemen kültürüne, yani ulus- devlet kültürüne göre üsttün konumda olan ve asimilasyonla eritilemeyen topluluklara, halklara ve kültür gruplarına uygulanır. Yahudi halkına uygulanan jenosit bunun örneğidir.
Kültürel soykırım daha çok hakim elit-egemen ulus-devlet kültürüne göre zayıf görülen, ulusal bütünlüğünü sağlayamamış, örgütsel açıdan gelişmemiş durumda bulunan halk, etnik topluluk ve inanç grupları üzerinde uygulanır. Kültürel soykırımda amaç; hedeflenen topluluğun tamamen tasfiye edilerek üst hakim kültür içinde eritilmesidir. Kürtler bunun örneğidir.
Genocide kavramını il kez Yahudi soykırımına yakından şahitlik etmiş Yahudi asıllı Polonyalı avukat (1900-1959) Raphael Lemkin geliştirmiş ve soykırım tarifini yapmıştır. Bu tarif uluslararası hukukta Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesini alt yapısını oluşturmuş ve ululararası hukukta bir ölçü olarak ele alınmıştır.
Lemkin Soykırım sayılabilen yöntemleri sekiz kategorileride tanımlamıştır.
1–Siyasi Soykırım: Bölgedeki sokaklar, caddeler, yerleşim yerleri, ilçeler ve illere kadar adlarının değiştirilmesini öngören politikaların uygulanması.
2-Sosyal Soykırım: Özellikle entelektüeller ve grubun aydınları hedeflenir; çünkü onlar grubun önderleri olarak direnişin fikrî örgütçüleridir.
3- Kültürel Soykırım: Yerel halkın dilini okullarda konuşması ve kendi dilinde yayıncılık yapması yasaklanır.
4–Ekonomik Soykırım: Grubun ekonomik gücünü elinden alınca, sadece hayatta kalabilmek için yaşama hedeflenir, böylelikle ulusal grubun kültürel gelişmesi önlenir, düşünme kapasitesi azaltılır ve ulusal problemlerle ilgilenmeleri engellenir.
5-Biyolojik Soykırım: Hedef, grubun nüfusunu azaltmak, doğumları engellemektir; diğer taraftan aileleri yetersiz beslenmeye zorlamak, gıdasız bırakmak da hem doğumların azalmasına yol açar hem de yetersiz beslenen ailelerden doğan çocukların hayatta kalma şansları ciddi olarak azalır.
6- Fiziki Soykırım: Fiziki güçsüzlüğe yol açmak, hatta grubu ortadan kaldırmak için üç yöntem uygulanır.
a) Beslenme kısıtlanması ile ırkçı ayrımcılık: Örneğin grubun üyelerine hiç et verilmez ve protein kısıtlaması uygulanır.
b) Sağlığın ciddi tehdit altında olması: İlaç vermemek, grubun üyelerini insanlık dışı koşullarda telef olmaları amacıyla bir yerden bir yere nakletmek.
c) Sistematik yok etme (öldürme): Gruba ait üyelerin sistematik olarak öldürülmeleri. Entelektüellerin ortadan kaldırılmaları öncelikli uygulamadır; böylelikle direnişin örgütlenmesi kırılacaktır.
7- Dinsel Soykırım: Toplumda etkin olduğuna inanıldığı için dini yasaklama, kiliselerin sistematik tahribatı.
8- Moral (ahlaki) Soykırım: Ulusal bir proje peşinde koşmak yerine, grubu çok daha kolay alanlara çekmek, alkolizme alıştırarak pasifize etmek gibi.
Lemkin’in soykırımı tanımlayan çalışmalarından yararlanan Birleşmiş Milletler 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren soykırım suçu kararını çıkarmıştır. Bu karara göre oluşturulan soykırım çerçevesi;
“Ulusal, etnik veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla aşağıdaki fiillerden herhangi biri, Soykırım suçunu oluşturur:
a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbir almak;
e) Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek. Bu kararlar çerçevesinde soykırım suçunun uygulandığı gruplar, milli, etnik, dini, ırki gruplar ile istikrarlı ve sabit gruplar, ekonomik ve sosyal gruplar, dilsel gruplar, cinsel gruplar, yaşlılar, bedensel veya zihinsel engelliler kategorileri olarak belirlenmiştir.
Yapılan tanıma göre soykırım; Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir topluluğun tümünü ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle; topluluk üyelerinin öldürülmesi, topluluk üyelerine fiziki ya da ruhsal açıdan zarar verilmesi, Topluluğun fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması, Topluluk içi çoğalmanın engellenmesi; topluluk bünyesindeki çocukların başka bir topluluğa aktarılmasını kapsıyor. Bu eylemlerden herhangi birinin işlenmesi durumunda soykırım gerçekleştirilmiş oluyor.
Bu sözleşme ile sadece soykırım değil, soykırım teşebbüsleri, soykırıma teşebbüs etmek için bireylere veya topluma teşvikte bulunmak, soykırım komploları kurmak ve soykırıma suç ortaklığında bulunma eylemleri de cezai kapsama giriyor. Sözleşme, soykırımın savaş halinde de barış halinde de gerçekleşebileceğinin altını çiziyor. Türk sömürgeci sistemi bu sözleşmede yer alan suçların bile çok daha ağırını, fazlasını, kapsamlısını tüm dünyanın gözü önünde en vahşi yöntem ve silahlarla Kürtlere karşı işlemektedir. Türk devletinin kuruluş ve gelişim tarihi soykırım suçları tarihidir. Türk devletinin Kürdistan’da uyguladığı fiziki ve kültürel soykırım politikası Kürt ulusunu iki yöntemle halk-ulus olmaktan çıkartmak, Türkleştirmenin malzemesi-hammaddesi yaparak tasfiye etmektir. 15 Şubat 1925 Şeyh Sait’le başlayan ve 15 Şubat 1999 Önde Apo ile devam ettirilen komplonun amacı Kürt soykırımını tamamlamaktır. Bu tarihi gerçekle Önderlik 15 Şubat’ı “Kürt Soykırım Günü” olarak ilan etmiştir.
Türk devleti Anadolu ve Kürdistan’daki toplulukları-halkları asimilasyon ve soykırıma tabi tutarak zorla, ‘’Beyaz Türklük’’ kimliğini inşa etmiştir. “Beyaz Türklük” öz değildir, yapay kurgusal ideolojik bir kimlik şeklinde halklara dayatılmıştır. Halklarının eşit, özgür ve gönüllü birliğine dayanmaz. Tarihi, kültürel alt yapısı, dil ve düşünce yapısı tamamen çalıntı ve gaspa dayalıdır. Uydurma tarih doğrultusunda geliştirilmiştir. “Beyaz Türklük” Osmanlı kalıntıları üzerinden jön-Türklerin zorla, asimilasyonla, katliam ve soykırımla yarattığı sahte devşirme bir kimliktir. Anadolu, Kürdistan ve Ortadoğu halklar gerçekliğine uymayan “Türkçülük” daha baştan problemlidir. Beyaz Türklük toplumsal gerçeklikten sapmadır. Farklı ve zengin bölge kültürlerini kendinde eritme, kendiyle benzeştirme yöntemi ve düşünce yapısı nedeniyle faşisttir. Öyle bir faşizm ki, Hitler’in “üstün ırk” yaratma projesine bile ilham yaratmıştır. Beyaz Türk faşizminin kurucu ideolojik gücü CHP’dir. CHP Kemalist ideolojinin ve Beyaz Türkçülüğün temel gücüdür. “Biz açıkça milliyetçiyiz. Ve milliyetçilik bizim yegâne birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetinde diğer unsurların hiçbir etkisi yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türklüğü yaşatmaktır. Türkleri ve Türklüğe muhalefet edecek öğeleri kestirip atacağız. Ülkeye hizmet edeceklerse her şeyin üstünde aradığımız Türk olmalarıdır.” (İsmet İnönü)
‘’Beyaz Türklük’’ kapitalist modernitenin Ortadoğu halklarına karşı kültürel soykırım aracı olarak kullandığı anti toplumcu gerici faşist bir sistemin adıdır. “Beyaz Türklük”: Toprak, tarih, dil, kültür, müzik, sanat ve edebiyata kadar toplumsal değerleri gasp edip devşiren, özünden saptırarak kendine mal eden hırsız bir sistemi tanımlamaktadır. Etnik bakımdan gerçek Türklük denen kimlik çok az bir kesimi kapsamaktadır. Beyaz Türk rejiminin ezilen halk olarak Türkmen gibi topluluklarla da bir bağlantısı yoktur. Ermeni, Rum, Süryani, Pontus ve Kürt katliamları ve güncelde yürütülen Kürt soykırımından esasen Beyaz Türk faşizmini yaratan ve besleyen hegemonik güçler sorumludur. Kürt ve Kürdistan sorununun uluslararası bir sorun olması bundan dolayıdır.
Vahşi iktidar kültürüyle yoğurulmuş beyaz Türkçülük; milliyetçi, ırkçı, cinsiyetçi, dinci ve faşist bir zihniyeti temsil etmektedir. Kadın düşmanı cinsiyetçi ve tecavüzcü bir akıldır. Türkiye’de 2000’lerden sonra BOP projesine bağlı olarak AKP-Erdoğan yeşil faşizmi Kemalizm yerine iktidara taşındır. Devletin tüm kurumları yeşil faşizme göre uyumlu hale getirildi. Yeşil faşizm Devlet sistemini kendine göre dönüştürerek yeni bir cumhuriyet dönemine geçti. Bu proje için hazırlanan Erdoğan kişiliği yasama ve yürütme gücü olarak “Başkan” sıfatı ve yetkisiyle sistemin başına getirildi. Atatürk nasıl ki Beyaz Türk faşizmin tek lideri şefi olmuşsa, Erdoğan’da Yeşil faşizmin tek şefi/lideri haline geldi. Atatürk 20. Yüzyılın “Tük Dünyasının lideri” konumda görülürken, Erdoğan ise 21. Yüzyıl “Türk Dünyasının lideri” konumunda görülmektedir. Erdoğan/AKP diktatörlüğü devleti tamamen Kürt soykırımına uygun dizayn etti.
Özellikle AKP iktidarıyla birlikte hâkim hale gelen Yeşil faşizm devlette kırıntı düzeyde var olan rasyonel aklı da dağıtmıştır. Yeşil faşizm aklı, rasyonel düşünmeye çalışan ve alternatif arayışlarda bulunmak isteyen toplumsal muhalif kesimleri de sindirmekte, bastırmakta, tutuklamakta ve yok etmektedir. Türkiye Yeşil ve kara faşizmin ittifakı olan AKP-MHP iktidarınca rehin alınmış vaziyettedir. Beyaz-Yeşil-Kara faşizm ittifakı sorunlara çözüm üretme yeteneğinde olmayıp sorunların esas kaynağıdır.
“Tek vatan, tek millet, tek dil, tek bayrak” düşüncesiyle toplumu homojenleştirmeyi amaçlayan Türklük fikri “TEK” e dayalı faşist bir zihniyettir. Aynı çizgiyi ve zihniyeti günümüzde Erdoğan kişiliği devam ettirmektedir. Beyaz faşizm yerine ikame edilen Yeşil Türk faşizmi İttihat Terakki çizgisine, Pan-İslamist, Turancılık ve Neo Osmanlıcılık düşüncelerine dayanmaktadır. Kürt katliamları sürdürülmektedir. Arap toprakları işgal edilmektedir. Erdoğan -AKP, Bahçeli-MHP-Ergenekon Yeşil ve kara faşizm iktidarı Osmanlının üç paşa mirasını devralmıştır. Savaş, işgal ve katliam politikalarıyla Ortadoğu’nun en büyük sorunu durumundadır. Rojava, Kuzey-Doğu Suriye işgalleri, Başur Kürdistan işgali, Libya, Yemen, Katar, Afganistan, Mısır, Azerbaycan, Kırım, Ukrayna’ya kadar geniş bir alanda yayılmacı emperyalist politikalar gütmektedir. Kısacası üç renkte gelişen Türk faşizmi Türkiye ve Ortadoğu halklar gerçeğine tezat durumundadır ve sorunların kaynağıdır. Sivil ve askeri, sağ ve sol, dinci ve laik örgütlenmeleriyle, kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik, diplomatik tüm kurum ve kuruluşlarıyla Kürtlere karşı yürütülen soykırım savaşına göre kurumlaşmıştır. Bu sistemdeki bir milim sapmaya ve tek kelime eleştiri bile ‘’vatan hainliği, teröristlik, bölücülük’’ tarzında değerlendirerek cezalandırmaktadır.
Sömürgeci Türk rejimi ve AKP-MHP savaş hükümeti işgal saldırılarını bir amaç doğrultusunda yapmaktadır. 20. Yüzyılda, 1925’te hazırlayıp ‘’Şark Islahat Planı’’ yla başlattığı Kürt soykırımını 21. yüzyılda ‘’Çöktürme Planı’’ yla tamamlama düşüncesindedir. Kürt varlığının imhası Türk devletinin beka sorunu haline getirilmiştir. Erdoğan Kürt soykırım savaşını “milli kurtuluş savaşı” olarak tanımlamıştır. Türk devletinin milli varlığı Kürtlerin milli varlığının tasfiyesi olarak hesaplanmaktadır. Hükümetler değişe de soykırım her zaman devletin resmi görüşü olarak kalmıştır. Soykırım Kürtlere karşı inkâr ve imha siyasetiyle kurulmuş TC rejiminin yüz yıllık temel politikasıdır. Türk devleti yüz yıllık sürede yöntemlerini ve savaş araçlarını değiştirse de soykırım stratejisini kesintisiz şekilde sürdürmüştür. Bölgede hegemon olmak isteyen Türk devleti 2023 yılına kadar kendisine engel konumunda gördüğü Kürtleri bitirmeyi başlıca hedef olarak seçmiştir. Bir taraftan Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi diğer taraftan da işgalce ilhakla Lozan’da kaybettiği ve misak-i milli sınırları olarak gördüğü Halep-Musul-Kerkük’e kadar sınırlarını genişletme arayışındadır.
Böylesi kritik bir süreçte gerillanın işgale karşı Kürdistan’ın her alanında, Zap-Avaşin-Metina’da gösterdiği kahramanca direniş Kürler için Ulusal direniş boyutunda stratejik bir anlama sahiptir ve kader tayin edici bir öneme sahiptir. Gerillanın varlığı ve direnişi soykırım politikalarının sonuçsuz bırakmakta ve yüz yıllık sömürgeci sistemin dağılmasını yol açmaktadır. Önder Apo ve PKK öncülüğünde Kürdistan’da gelişen Devrimci Halk Savaşıyla deşifre olan ve gücünü kaybeden Beyaz-Yeşil-Kara Türk faşizmi en zayıf dönemini yaşamaktadır ve çözülüş sürecine girmiştir. Gösterdiği saldırganlık zayıflığından ve korkaklığından kaynaklanmaktadır. Önderliğe ve PKK’ye duyulan düşmanlığın sebebi budur. Soykırım politikalarını boşa çıkartan Önderliğe uygulanan tecrit, bir intikam alma tecrididir.
DİJWAR SASON
Devam edecek…
YORUM GÖNDER