ANNALES VE TARİH (6.BÖLÜM)
III- Herhangi bir toplumsal olguyu kendi başına siyasal, toplumsal, ekonomik kültürel vb. ayrımlar altında incelemek ciddi sakıncalar yaratır. Tarihsel bir bütünlük halinde sürekli oluşumu yaşayan toplumların tüm alt ve üst yapı sistemleri bir saatin parçaları gibi bütün halinde çalışır. Batı bilimciliğinin olay bütünselliğini bazı parçalara bölme hastalığını göz ardı etmemek çok önemlidir. Batılı çağdaş rahipler -edebiyat, felsefe, bilim, çeşitli sanat dallarında çalışanlar- bir olgunun olay ve sürecin bütünselliği parçalayarak incelerler. Kadavra konumuna indirgenmeden inceleme ve araştırmanın mümkün olmadığına inanırlar. Bu bize hep Sümer rahiplerinin gökteki yıldız hareketlerinden insanın kaderini çözme yöntemini hatırlatıyor. Birisi ne kadar mitolojik olsa da bence sonuç aynıdır hatta çağdaş rahiplerimizin daha aşağılık olduğunun kanısındayız. Madem o kadar kılı kırk yarmayı biliyorsun neden tüm yıldızları katbekat aşan 20. Yy'ın fiziki ve anlamsal imhasına doğru bir anlam vermiyorsun? Neden sonuç alıcı bir çözüm sunmuyorsun?
Bütünlüğü içinde bakılmayan hiçbir olgu, olay ve zaman doğru tanımlanamaz. Sınırsız parçalara ayırarak çözümleme, gerçeği büyük oranda gözden kaçırır. Öğretmez, sağlıklı öğrenmeyi engeller. İnsanlığın oluşum tezi özünü değiştirmeden sürdürme durumundadır. Batı kapitalist sistemi fazlasıyla parçalama ve değiştirme yöntemiyle oluşum tarzını bozmuştur. Sistemin bir kriz topluluğu olması bu nedenledir. Sanat, felsefe, bilim insanın zihniyet durumunu belirler. Zihniyet veya ruhsallık parçalanamaz. Parçalanma öldürür. Batı da insanın bu tarz öldürülmesi egemendir. Tüm dünyaya da yaydırılmaktadır. İnsan bilgeliğin en önemli yönü bu bütünlüğü temsil etmesidir. Peygamberlik daha kutsallık kazanmış bilgeliktir. Zorlukları, bütünsel yaklaşım güçlerinden gelir. Bilim, felsefe ve sanat özümsenmemiş her toplumsal kurum ve temsili oluşum gerçeğini tahrip eder.
Sonuç olarak her tür sapıklık bütünsel anlayışın verilmemesinden kaynaklıdır. En tehlikeli cehalet; olgu, olay ve süreçlere tekli zihniyetle-daha doğrusu parçalanmış zihniyetle bakmaktadır. Çünkü gerçeği katleder. Çağın, sistemin hastalığı budur. Örneğin, en çok bilimsel niteliklerine göre bakış, cehaletin en sinsi biçimi olarak görülmelidir. Ruhsallığı olmayan duygusal zekasını yitirmiş bir bilimcilik- ki aynı zamanda kontrolsüz analitik zekadır her tür tehlikeye açıktır. Bir nevi söylem kanseridir. Sorun çok bilmek değildir. Bilmeye göre yaşamaktır. Bilmeyi tüm boyutlarıyla- bilim, felsefe, sanat-bütünsellik içinde toplumun zihniyet hali olarak sürdürmek, toplumsal var oluşun özüdür. Çağımızın yıktığı gerçeklik budur. Bilim bu nedenle muazzam yıkıcıdır. Örneğin nükleer yıkıcılık bu gerçeğin sembolik ifadesidir. İnsanın kendisine karşı atom bombasını gerçekleştirmesi yamyamlıktan daha az vahşi bir eylem değildir. Bu parçalanmayı önlemek ve bütünselliği sağlamakla görevli olması gereken sosyal-bilimin kendisi de daha da parçalanarak tehlikenin asıl kaynağı haline geliyor.
Sonuç dünya çapında, bölgesel, yerel sayısız savaşlar, milliyetçilik, faşizm her tür şiddettir. Marksizm’de, tarihsel gelişmelerde belirleyici rolü üretim araçlarıyla ilişkilerine verir. Zihniyet savaşımına tali bir rol verir. Yine etnisite ve dinsel grupların mücadelesine, gerekli ağırlığı vermez. Diyalektik yöntemin dogmatik yorumu olarak bu yaklaşımlarla tarihin kavranışı bütünlüklü olmaktan uzaktır. Toplumun zihniyet ve siyaset anlamına, gelebilecek büyük hareketlenmesini; görmedikçe ekonomik yorumla gerçeğin sınırlı kavranışı kaçınılmazdır. Büyük toplulukların, hareketlenmesine bir anlam vermeden değişim gücü olarak tekniğe ve üretim yapısına ağırlık vermek, farkında olmadan devlet çerçevesine mahkûm olmaya yol açar. Dinlerin ve etnisitenin – kabile, aşiret ve kavim gerçeği- büyük hareketlerini çözmeden tarihi yorumlamak hem yöntem hem de içerik olarak ciddi yanlışlara ve göz ardı etmelere yol açar. Marksist yöntemle yapılan tarih yorumlarının kısır olmasında ve yanlık sonuçlara yol açmasında bu gerçeğin büyük rolü vardır. Geleneksel üst toplumun yüceltilmesine, dayanan idealizmi aşalım derken, tersi olarak çok dar ve sınıf ve ekonomi yapı çözümü ile kaba materyalizme düştüğünü görüyoruz. Ekonomi kavramı evrenseldir. Tüm canlılar aleminde metabolizma olayındaki madde alışverişinin düzenlenmesi olarak en genel bir tanıma kavuşturulabilir. Cansız maddeden, canlandırıcı madde, elde etmek ve bunu tüketerek tekrar cansız maddeye dönüştürmek ekonomik faaliyetin özüdür. Toplumda oluşum ve varlığını sürdürmede bu faaliyetten, yoksun kalamayacağı açıktır.
Fakat bağlantılı gerçek canlılık olmadan da –zihniyet, ruh olarak anlamlandırılır- ekonomi olmaz. Dolayısıyla yalnız bir unsura ağırlık vererek çözümlemek yanlış sonuçlara götürür. Zihniyet ve ekonomiyi iç içe -ara toplumsal gruplar, devlet ve ailedir, daha genel olarak siyasal ve sosyal alanlardır- çözümlemek en doğru yöntemdir. Yalnız başına ekonomi veya zihniyet analizleri fili kıllarla tarif etme hatasına götürür. Zihniyet ne kadar üretkense, ekonomik etkisinin de o denli verimli olacağı açıktır. Ekonomik devriminin yaşandığı M.Ö. 6000-4000 yıllarında insan zihniyetinin on verimli dönemlerinden birinin yaşadığı – verimli HİLAL denilen Amanos-Toros-Zagros iç eteklerindeki – tarihsel örnekten, bellidir. Ege kıyılarındaki ekonomik verimlilik, Girit, Grek ve Roma uygarlığını doğurmuştur. Bağlantısı düşünsel felsefe ve bilimsel devrimlerdir. Rönesans, zihniyeti büyük Avrupa ekonomisini doğurmuştur. Etkiler karşılıklı ve besleyicidir. Sosyal bilimdeki genel bir hastalık olan bütünü kadavralara ayırarak çözmek en hatalı sonuçlarını herhalde en çok Ortadoğu uygarlık çalışmalarında gösterir. Ekonomi bu çalışmaların başında gelmektedir. Savaş-iktidar, zihniyet-toplumsallık iç içeliği içinde olmadan, ekonomik çözümlemeler ancak bilgisizliği daha da derinleştirmeye götürecektir. Ekonomi geriliği tüm bu toplumsal bağlamalar içinde ele almadan, iktisat teorilerinin kuru ilkeleriyle çözmenin kalıplarıyla, Ortadoğu incelemeleri önemli teorik ve pratik yanlışlıklar içerecektir. Var olan güncel kaos biraz da bu yaklaşımlarının bir ürünüdür.
Reel sosyalizmde önce devleti halledelim sonra sıra topluma gelir demesinin yol açtığı sonuçlarda ortadadır. Hiçbir ciddi toplumsal sorun bir tanesine öncelik tanınarak çözümlenemez. Bütünsellik içinde bakmak, her soruna diğeriyle ilişkisi içinde anlam vermek çözüme giderken de aynı yöntemle yaklaşım göstermek daha doğru bir yöntemdir. Zihniyeti çözmediğimizde devleti, devleti çözmeden aileyi, kadını çözmeden erkeği çözmek ne kadar eksikse tersini yapmadan çözüm peşinde koşmak da o denli eksik kalacak. Tarihçilerin yapamadıkları bu değil mi? Marksist yaklaşımın daha temelli yetersizlikleri vardır. Uygarlığı bir bütün olarak çözümlememiştir. Engels’in denemesi çok sınırlıdır. Sınıflı toplumla doğal kolektif toplum arasındaki temelli çelişkiyi çoktan aşılmış ve geri biçim olarak sormaktadır. Halbuki kapsamlı tarihsel tanımlamamızda gösterdi ki, komünal demokratik duruşla hiyerarşik ve devletçi duruş arasında sürekli ve kapsamlı bir mücadele vardır. Komünal-demokratik değerler geri ve yok olmak şurada kalsın, tüm sistem oluşumlarının da ‘dinamik’ rolüne sahiptir. Buna kapitalizm de dahildir. Kapitalist sistemde doğuş, gelişme ve çözülüş krizinde en çok işleyen çelişki komünal-demokratik değerlerle ilişkili olanlardır. Sistem işçi, köylü vb. gibi birçok kesimi içinde tutup yönetebilir. Hatta iyi bir müttefik yapabilir. Bireyciliği körükleyerek yönetimini daha da görünmez kılıp sürdürebilir.
Ama toplumun kendisini toplum olmaktan çıkaramaz. Toplumda esas olarak komünal ve demokratiktir. Öyle olduğunu bildiği içindir ki, bireyciliği toplumun aleyhine şahlandırır. Güdüleri ayaklandırır. İnsan toplumunu birçok yönüyle tersinden primat toplumuna- toplumun maymunlaştırılması- dönüştürür. Toplum direndikçe ve sonunda bir bütün olarak çözüldükçe yeninin ortaya çıkma şansı doğar. Toplumsal dönüşüm projeleri başta çelişkilerin bu temel yönünü dikkate aldığında başarı şansı kazanabilir. Tarih yazımı içinde geçerlidir bu ilke. Tahakkümcü güçlerin tarihsel gelişimi nasıl zincirin halkaları gibi bir bütünsellik taşıyorsa, özgürlük güçlerinin hareketi de benzer bir diyalektik gelişme içindedir. Her halkanın biçimi değişik de olsa aynı özgürlük istemini çağlar boyu halkalara ekleyip getirir. Burada biçim rolünün koruma ve taşıma olduğu ortaya çıkıyor. Özün ise zenginlik, derinlik kazanma gibi bir özelliği vardır. Halkalar az veya çok zenginlik taşımalarını biçim tarzlarına bağlı olarak gerçekleştirirler. Toplumun dilinde bu halkalara yapılanma, örgütlenme de denilir. Tahakkümden ötürü özgürlük ihtiyacı geneldir. Her halkın özgürlük ihtiyacı ve tarzı üzerindeki tahakkümün durumuna bağlıdır. İster bireysel ister toplumsal boyutlarda olsun, tahakküm hüküm sürdükçe özgürlük ihtiyacı gelişme için şarttır. Yokluk özgürlüğün katliamıyla ancak gerçekleşebilir. Yokluk gerçekleşmedikçe özgürlüğün, gerektiğinde kayaları parçalayan bitkiler misali üzerindeki her baskı duvarını delip kendi mecrasında akma iradesi durdurulamayacaktır. Ortadoğu halklarının özgürlük problemlerini tarihsel gelenekle birlikte değerlendirmek bütünsellik, halkasallık açısından önemlidir.
Özgürlük mücadelesinin her zaman diliminde süren bir tarihi vardır. Önemli olan, bu tarihi zamanın özgürlüğü içinde tespit etmektedir Tahakküm güçlerinin başardıkları önemli bir işlevi de toplumun halklarının özgürlük problemini yadsımaktır. Halkların, bireylerin böyle bir sorunları olmadığına onları inandırmaktır. Tek geçerli tarih evrensel ve mutlak olan kendi tanrılı, ihtişamlı, kahramanlıkla ve kutsallık dolu tarihleri içindir. Toplumun olağanüstü zengin tarihini böylesine soyut anlamadan uzak , figüratif değerlerle yadsıyıp veya çok kanlı vahşetten de öteye istismarcı tarihlerini birer tanrısal yürüyüş gibi sunma ustalığıdır. Büyük dinlerin ve düşünce ekollerinin oluşumunda onlarca yıl süren inzivalar, zindanlar, ihanet ve acıların yeri tartışmasızdır. Doğal toplum değerlerinin, etnisitelerin yoksunların, varlık savaşları da bu düşünce yapısında vazgeçilmez yere sahiptir. Tarihi siyasal iktidarın etrafındaki önemli olayların kroniği olarak kahramanın tarihsel temelimiz olamayacağı açıktır. Ancak sistemin bütünlüklü kavranması ve ders alınmasında değeri olabilir. Esas almamız gereken tarih, hiyerarşik ve sınıflı toplumsal gelişmede zıt kutbu yaşayanların tarihidir. Tüm resmi siyasi tarihler bu tarihin varlığından hiç bahsetmezler. Ya da bir anarşi grubu, hikmeti olmayan kalabalıklar, amaçları için her istismara layık sürüleri olarak görürler. Kuru, soyut, idealist olduğu kadar zalimce duygusal bir anlayıştır bu tarih. Tarihimiz doğal toplumdan başlayıp hiyerarşiye ve siyasal iktidara karşı duran etnisite, sınıf, cinsiyet mahkûmlarının her tür düşünce ve eylemlerine dayanarak anlam bulabilir.
IV- Toplumsal sistem değerlendirmelerinde içine düşülmemesi gereken bir anlayış da aşırı genellemeciliktir. Örneğin kapitalizmi tanımlarken sanki toplumun her şeyi ta kendisi olduğu gibi bir sonuç son derece yanlıştır. Hiçbir hâkim sistem toplumun tamamını oluşturmaz. Bu, diyalektik ikilemin gerçeğine de aykırıdır. Kendi zıttını geliştirmeden, tek yanlı gelişmeler idealist olgusal geçerliliği olmayan bir yaklaşımdır. Sanıldığının tersine, hâkim sistemlerin dışında geniş bir toplumsal alan bulunur. Burada eski sistemlerin, ortağı hâkim sistemin zıtları ve gelecek alternatifler iç içe bulunur. Toplum son derece canlı bir işleyiş içinde olup daha sık yasallıklar geliştirerek değişimini sürekli kılar. Sistemleri şemalaştırmak anlamı kolaylaştırdığından yararlıdır. Ama tüm gerçeklerin yerine konulma riski birçok dogmatik yaklaşıma da neden olabilir. Dolayısıyla şematikleştirmeyi gerçekliğin son derece karmaşık yapısıyla özdeşleştirmemek gerekir. Avrupa devrimlerinin en genel özellikleri olan 'özgürlük, kardeşlik, eşitlik' gibi talepler tahakküme ve sömürgenlerle karşı hiyerarşinin kuruluşundan beri ileri sürülen taleplerle aynı özdedir. Devlet iktidarı nasıl zincirin halkaları gibi gelişim göstermişse, halkların buna karşı hareketleri de kendi özgün gelişim sürecinde özgünlükleri ve genellikleri içerisinde görmeden soyut genellemelerle başta devrim süreçleri olmak üzere temel toplumsal dönüşümleri kavramak çok zordur.
ABDULLAH ÇELİK
YORUM GÖNDER