İKTİDAR VE DEVLET; POLİTİK SÖZÜN DOLAYISIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN BİTTİĞİ YERDİR (2.BÖLÜM)
Politika ve Özgürlük Sorunu
Özgürlük kavramının içeriğinin daha iyi anlaşılması için tarihe başvurma gereği vardır. Bu iş için uygarlık, başat kavramdır. Çünkü uygarlık, sadece iktidar ve devleti içermesi nedeniyle değil sınıfsallık ve kentlilik bağlamında da sürekli genişleyen ve yoğunlaşan ideolojik ve maddi kültür ağları ahlaki ve politik toplumu sardıkça, politikanın rolü daralır. Politikanın rolünün daralması, toplumsal özgürlük, eşitlik ve demokratikleşmenin gerilemesini veya yadsınmasını beraberinde getirmektedir. Uygarlık tarihi bu yönlü gelişmelerle doludur. M.Ö. 3000-1500’lerde yerel inanışlarıyla ve dönüştürülmüş resmi mitolojik inanışlarla sürdürülen Anti-Uygarlık Mücadelesi, hem sınıfsal hem de etnik özellikler taşır. Özgürlük özlemleri nettir. Büyük mücadeleler veren Toros-Zagros alanındaki Aryen kökenli kabile ve aşiretlerin, M.Ö. 2150’de Akad sülalesini yıkıp yerine Guti-Gudea sülalesini kurmaları, yine Kassitlerle birlikte M.Ö. 1596’da Babil’i işgal eden Hititlerle ittifak yaparak M.Ö. 1500’lerde Mısır ve tüm Mezopotamya kentlerine gücünü kabul ettiren bugünkü Serêkani (Ceylanpınar) merkezli Mitanni Konfederasyonunu inşa etmeleri, bu gerçekleri ifade eder.İbrahimî Direniş Geleneği, bu tarihsel evreden sonra gelişmiş olup, günümüze kadar tarihsel oluşumlarda farklı biçimlerde oldukça etkili olmuştur.
Yine de İbrahimî Geleneği, mitolojiden tümüyle koparmak doğru değildir. Kutsal Kitapların üçünde de yer alan olayların (başta Âdem-Havva öyküsü olmak üzere) büyük kısmı, Sümer ve Mısır Mitolojisinde de geçmektedir. Fark, başta tanrıya ilişkin olmak üzere, dönemlerin geçirdiği dönüşümlerle bağlantılıdır. Mühim olan ahlaki ve politik toplumun, kendisini güçlü yerel ideolojik ve dinsel ifadelerle dayatmış olmasıdır. Din, büyük oranda ahlaki direniştir. Özellikle Zerdüşt Geleneği, daha köklü bir dönüşümü ifade eder. İbrahimî Dinleri en çok etkileyen bir kaynak olan Zerdüşti Gelenek, Zagros dağ kökenli ziraat ve hayvancılık toplumunun, yarı-felsefe yarı-din ağırlıklı ahlaki ve politik öğretisidir. Semitik kökenli tanrıyı, meşhur “Söyle, sen kimsin?” biçimindeki nidasıyla sorgulaması, köklü kopuşu yansıtmaktadır. İlk defa ‘kutsallığın’ yerine; ‘iyi’ ve ‘kötü’, ‘aydınlık’ ve ‘karanlık’ kavramlarını yerleştirerek, daha sonra Greklerin oldukça geliştirecekleri etik (ahlâk bilimi) ve felsefi akımların önünü açacaktır. Greklerin, özellikle Medler kanalıyla tanıştıkları Zerdüşt Geleneğine çok şey borçlu olduklarını, Heredot Tarihi’nin büyük kısmını oluşturan Medlere ilişkin anlatımlardan da çıkarsamak mümkündür. Zerdüşt Geleneğinin, halen dağ kabilelerindeki ve sömürgeleştirilmemiş geniş Aryenik tarım toplumundaki güçlü ahlaki ve politik toplum gerçeğini yansıttığı söylenebilir. Köleliğin fazla gelişmediği, özgür toplum yaşamının güçlü olduğu bir toplumun ahlaki ve politik gerçekliğini ifade etmesi, anlaşılır bir husustur.
İlkçağın son dönemini yaşayan Grek-Roma uygarlığı, her üç geleneği de birlikte yaşamıştır. Her iki yarımadada geleneksel Tanrı-Krallar Dönemi ilk aşamayı teşkil etmiştir. Grek-Roma Mitolojisi, Sümer ve Mısır orijinlerinin sonuncu türevidir. Etrüsk ve Sparta Krallıkları döneminde mitolojik gelenek (Olympos’taki Zeus, Roma’daki Jüpiter), son büyük çağını yaşamıştır. Roma Cumhuriyeti (M.Ö. 508-44) ve Atina Demokrasisi (M.Ö. 500-300) döneminde, mitolojik anlatım giderek sönerken, felsefi gelenek öne çıkmaktadır. Sokrates ve Cicero, bu dönemin ünlü filozofu ve hatibidir. Eski özgür geleneklerini kolay terk etmek istemeyen Atina ve Roma vatandaşları, halen ahlaki ve politik toplum geleneğine oldukça bağlıdırlar. Krallık ve imparatorluk sistemiyle yoğun mücadele etmişlerdir. Atina’nın Sparta, Romalı aristokrasinin önde gelenlerinin de Sezar’la giriştikleri mücadele, bu gerçeği yansıtır. Sokrates ve Cicero, ahlâk ve felsefe filozoflarıdır. Etik ve demokratik siyasetin temellerine ilişkin ilk öğretilerde önemli isimlerdir. Tüm topluma yansıtmasalar da Atina ve Roma’nın güçlerini, halen güçlü damarlara sahip olan ahlaki ve politik toplum geleneğinden aldıkları tartışmasızdır. Sınırlı kölelik kurumu, hem kentteki hem de kırsal alandaki güçlü özgür vatandaş kitlesiyle karşılaştırılamaz. Dolayısıyla cumhuriyet ve demokrasiye ilişkin öğretilerin geliştirilmesindeki rolleri önemlidir.
Ancak İmparatorluğa geçiş, bu gelişmenin bastırılmasıdır. Denilebilir ki Roma İmparatorluğu Dönemi, ahlaki ve politik toplumda gerilemeyle birlikte Toplumsal Sorunun zirveleştiği dönemdir. Bunda şaşılacak bir yan yoktur. Merkezî uygarlığın kümülâtif büyüyen tekeliyle onun yol açtığı bünyesel sorunun büyümesi arasında direkt bağ vardır. Korkunç cezalandırmalara (çarmıha germe, aslanlara parçalatma, Kartaca misali yerle bir etme vb.) rağmen yoksullar partisi olan Hıristiyanlığın içerden toplumu fethetmesi ve dıştan barbar kabilelerin sel gibi Roma üzerine akmaları, sorunların (yaşanan özünde özgürlük ruhunun patlamasıdır) patlaması anlamına gelmektedir. Asıl barbarın Roma olduğu ve yıkılışının hem içten hem de dıştan büyüttüğü devasa toplumsal sorunlardan kaynaklandığı açıktır. İlkçağ boyunca Tanrı-Kral anlayışına karşı Zerdüştlük, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet tarzında dinsel görünüm altında kendini sürdürmek isteyen, esas olarak Toplumsal Doğaya ilişkin özgürlük eğiliminin, ahlaki ve politik toplum olarak varoluş gerçeğidir. Bu tespit çok önemlidir. Sonuçta anti-uygarlıkçı Hıristiyanlık ve yine anti-uygarlıkçı (Germen, Hun, Frank) kabile direniş ve saldırılarıyla çökmesi (Roma’nın çöküşü İlkçağın çöküşüdür), bize tarihsel seyrin gelişimini gayet açık göstermektedir. Unutmamak gerekir ki klasik Uygarlık saha ve kentleri, halen demokratik güçlerin (kabile, kavim, din, mezhep, kent zanaatkârlığı örgütlenmeleri) okyanusundaki adalar durumundadır. İnsanlık, ahlaki ve politik toplumdan vazgeçmemiştir. Binlerce yıllık savaşlar, bu gerçeklikle yakından bağlantılıdır.
Devletli Uygarlık Tarihi, bir anlamda ahlaki ve politik toplumun daraltılması (Ahlak yerine hukukun, politika yerine bürokrasinin ikame edilmesi) ve işlevsiz bırakılarak kadükleştirilmesinin tarihidir. Bunun karşıt kutbunda yer alan Demokratik Uygarlık Tarihi, henüz yazılmamış olsa da bir gerçektir. Devletli Uygarlık tarihi boyunca hâkimiyet altındaki toplumun gittikçe daha çok köleleştirilmesi, serfleştirilmesi ve proleterleştirilmesi, dışarıya doğru ise daha özgür, eşit ve demokratik toplumların baskı altına alınması ve sömürgeleştirilmesi sürecine dönüşerek devam etmektedir. Sermaye ve iktidar tekellerinin azami kâr kanunu bunu gerektirir. Bu durumda politika, Demokratik Uygarlık birimlerinin direnişi olarak anlam bulmaktadır.
Çünkü direnmeden, hiçbir özgürlük, eşitlik ve demokratikleşme adımı başarılamayacağı gibi var olan ahlaki ve politik düzeyin daha da aşındırılması, parçalanması, çürütülmesi ve sömürgeleştirilmesi önlenemez, tekellerin sömürüsünün önüne geçilemez. Politikanın özgürlük sanatı olarak tanımlanması, tarihte oynadığı bu rolden ötürüdür. Politika yapamayan, yapmaktan alıkonan her sınıf, kent, halk, kabile, dinî cemaat ve kavim-ulusun söz ve irade gücü en büyük darbeyi yemiş demektir. Toplumun kolektif söz ve iradesinin olmadığı yerde ise sadece ölüm sessizliği vardır. Antikçağda Atina ve Roma, ünlerini politik güçlerinden alıyorlardı. Kısıtlı ölçüde uygulanmalarına rağmen Roma’nın cumhuriyeti ve Atina’nın da demokrasisi, bugün hâlâ hayranlıkla anılıyorlarsa, bunun temel nedeni, kent politikasını büyük maharetle sürdürmüş olmalarıdır. Atina, kent politikasıyla, devasa Pers İmparatorluğu’nu durdurduğu gibi yenilgisini de hazırlamıştır. Roma ise cumhuriyetçi politikasıyla, dünyanın merkezi haline gelebilmiştir. Daha da önemlisi, Greko-Romen kültürünün gelişiminde her iki kentin politikacılığı, belirleyici rol oynamıştır. Babil örneği daha çarpıcıdır. Belki de kent bağımsızlığının, özerkliğinin ilk büyük örneği olarak Babil örneğini sunmak mümkündür. Çevresindeki daha büyük iktidar ve devlet güçlerinin boyunduruğuna girmemek için bağımsızlık ve özerklik politikasını, bütün mahareti ve ustalığıyla sergilemiştir. Asurlardan Hititlere, Kassitlerden Mitannilere, Perslerden İskender’in Makedon İmparatorluğuna kadarki dönemlerinde tarihin tüm ünlü imparatorluklarına karşı bu usta politikalarıyla ayakta kalabilmiştir.
Geliştirdiği bilim, sanat ve endüstriyle dönemin en uzun süreli uygarlık çekim merkezi olabilmiştir (M.Ö. 2000’den Miladi yıllara kadar). Şüphesiz bunda takip ettiği kent politikasının, belirgin payı vardır. Politikanın, özgürlük ve yaratıcılık olduğunu kanıtlayan çarpıcı örneklerin başında geldiği açıktır. Kartaca ve Palmyra’yı da bu kabil örneklerden sayabiliriz. Kartaca, uzun süre Roma hegemonyasına karşı direniş politikasıyla, ayakta kaldığı gibi yaratıcı gelişmesini de sürdürmüştür. Kartaca ne zamanki Roma gibi imparatorluk sevdasına kapıldı, o zaman kaybetmekten kurtulamadı. Çünkü imparatorluk olmak direniş politikasıyla terstir hatta politikanın inkârıdır. Sonuç, trajik biçimde kaybetmek olmuştur. Palmyra da benzer bir süreci yaşamıştır. Belki de bölgede Babil’den sonra en çok yükselişe geçip uzun süre (M.Ö. 300-M.S. 270’ler) özerk ve bağımsız kalabilmiş, âdeta çölde cennet yaratmış olan ünlü Palmyra, Roma ve Pers-Sasani İmparatorluklarına karşı denge ve özerklik politikasını bırakıp, kendi başına imparatorluk olmaya kalkışınca (Kraliçesi ünlü Zennube döneminde, M.S. 270’ler) trajik sonla karşılaşmaktan kurtulamamıştır. Özgürlük için direnişin zafere, iktidarcılığın ise felakete götürdüğünü gösteren çarpıcı örneklerden birini de Palmyra trajedisi sunmuştur.
ALİ FIRAT
YORUM GÖNDER