DEMOKRATİK KONFEDERALİZM
Tarihsel ve sosyolojik bir gerçeklik olarak oluşmuş toplum dediğimiz yapıyı oluşturan farklı kimlik, kesim ve grupların diyalektik bütünlük içerisinde ve demokratik bir tarzda oluşturduğu politik ve ahlaki yaşam tarzı ile bunun yönetim tarzına demokratik konfederalizm demekteyiz. Burada klasik anlamda devletler arası bir konfederal yapı değil, toplumsal yapıların kendi aralarındaki demokratik konfederal birlikteliği kastedilmektedir. İki kurumlaşma arasındaki fark birinin devlete diğerinin topluma dayanmasıdır.
Konuya tarihsel boyutta yaklaşıldığı zaman görülecektir ki devlete dayalı kapitalist modernite ile topluma dayalı demokratik modernite sürekli çatışma-çelişki ve ilişki halindedirler. Bu iki modernite hep iki ana akış halinde günümüze kadar gelmektedirler. Kapitalist modernite kendisini azami kar, endüstriyalizm ve ulus devlet sacayaklarıyla oluştururken demokratik modernite ise demokratik toplum, demokratik konfederalizm ve eko-endüstri temel boyutlarına dayanır.
Tam da bu noktada devlet ve demokrasi ikilemi ve kavramları devreye girmektedir. İki kavram da tarihi bir derinliğe sahiptir. Devlet yaklaşık olarak beş bin yıla dayandırılırken demokrasinin tarihi neredeyse toplumun yaşıyla eşdeğerde ele alınmaktadır. Bu açıdan iki kavramı ya da olguyu özü itibarıyla irdelemek, gelecek açısından ciddi bir yaşam ve yönetim projesi olarak iddialı olan demokratik konfederalizm paradigmasının anlaşılır olmasına yardımcı olacaktır.
Binlerce yıldan bu yana deterministik ve hatta tanrısal bir anlayışla insana ve topluma kader olarak dayatılan devlet, en çok da günümüzde sorgu süzgecine tabi tutulması gereken kurumların başında gelmektedir. Devlet, “demos” olarak halk ya da topluma rağmen ilk iktidar nüvesi, ilk hiyerarşi ve sonradan toplumsal dengesizlik ve çürüme olarak kendisini gösterecek olan sınıflaşmayı bağrında geliştiren kurumdur. Zaman içerisinde katmerleşerek tam bir şiddet ve zor aygıtı olmanın yanı sıra ideolojik, askeri ve siyasi yapılanmayla birlikte toplumun kültür, ahlak ve sosyal yapısına da sistemli bir müdahale aracına dönüştürülmüştür. Belirtilmek istenen, klan formu ile birlikte yaşı yüzbinlerce yıl ile ifade edilen insan toplumunun beş bin yıllık devlet kurumu tarafından cendereye alınması ve bunun yine aynı devlet organları tarafından meşruiyete büründürülmesidir.
Demokrasi esas itibarıyla toplumun kendi yaşam ve yönetim tarzını oluşturması, varlığını sürdürmek ve geliştirmek için gerekli kurumlaşmalara gitmesi ve sistemleştirmesidir. Bu yönüyle demokrasinin tarihi, devlet kurumlaşmasının çok öncesine gitmektedir. Toros – Zagros dağ kavisindeki Bereketli Hilal’deki Neolitik devrimle zihinsel ve bedensel olarak üretimsel bir patlama gerçekleştiren toplum zamanla politika, ekonomi, sanat, inanç, tarım ve diğer yaşam alanlarında mucizevi bir yaşam düzenine ulaştı. Demokrasiyi gerçek anlamıyla toplumun ulaştığı bu yaşam düzeyinin mirası üzerinde yükselen zengin değerler toplamı olarak da vurgulamak yerinde olacaktır. Pozitivist ve Liberal bakış açılarından konuyu ele alan yaklaşımlar, söz konusu bu toplum-demokrasi diyalektiğini es geçmekte ve devletli uygarlığı başlangıç alan bir değerlendirme sistemi geliştirmektedirler. Bu yaklaşım binlerce yıllık toplumsal emeği ve demokratik birikimi bir çırpıda kenara koymakta ve görmezden gelmektedir. Bu tutumun bilimsellikle izah edilebilecek bir yönü olmadığı gibi politik ve ahlaki açıdan da sıkıntılı bir duruma neden olmaktadır. Bu tutumdaki ısrar devlet ile demokrasi ve aynı zamanda devlet ile toplum arasındaki tarihsel sorunun çözümüne hizmet etmediği gibi çelişkinin daha da derinleşmesini beraberinde getirmektedir.Radikal demokrasi, toplumu çözümün merkezi olarak alan ve devleti toplum üzerinde bir baskı örgütü olmaktan çıkaran paradigmatik yaklaşımdır. Demokrasi yaşamsallaştıkça devlet olması gereken sınırlara çekilecek ve küçülecektir. Demokrasiye duyarlı bir devlet, çözümün önünü açacaktır. Toplum kendisini örgütleyip demokratik irade ve kurumlaşmasını yaşamsallaştırdıkça, devletin binbir maskeyle örtbas ettiği gerçeklik açığa çıkacaktır. Böylece bir iktidar örgütü olarak devletin örtbas ettiği hakikat daha iyi görülecek, oluşturduğu yanılsamalı hakikat rejimleri de fark edilecektir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan AİHM’e sunduğu Savunmalarında bu konuda şu görüşleri vurguluyor: “Bu koşullarda radikal demokrasinin ve demokratik konfederalizmin çözümleyici gücü ortaya çıkmaktadır. Uygarlığın şafak vaktine beşiklik etmiş Kürdistan coğrafyası, bu sefer demokratik konfederalizmin, radikal ve gerçek demokrasinin şafak vaktine beşiklik etmektedir. Doğada bir kural vardır: Her şey kendi kökeni üzerinde yeniden doğar. Demokrasi de neolitik devrimde gizli kökenleri üzerinde tam ve başarılı doğuşunu gerçekleştireceğe benzemektedir. Halen tüm merkezî hegemonik uygarlıkların darbesini yemekte olan bu beşiğin demokrasi bebeğini de büyütmesi imkân dahilinde görünmektedir. Özyönetim gücünü, politik ve ahlâki toplum olma yeteneğini çoktan kaybetmiş bu topraklar, bu dağlar ‘Kurti’lerin bir kez daha beşikten çıkıp yürüyüşe geçmelerine tanıklık edebilir. Ortadoğu kültüründe her şey bileşik kaplar misali gibidir. Bir alanda başarısını kanıtlamış toplumsal hakikat, hızla diğer alanlara da yayılma özelliğindedir...” Demokratik konfederalizm, kapitalist modernitenin iyice kördüğüm haline getirdiği tarihsel ve toplumsal sorunlar karşısında demokratik modernitenin temel politik çözüm seçeneğidir. Bu açıdan toplumsal yaşamın her alanına ilişkin paradigmatik inşaya gider. Ulusu radikal bir demokrasi bilinci etrafında özgür yurttaşlar ve topluluklar olarak örgütleyen, özgürlük ve dayanışma iradesi ile donanımlı kılan demokratik ulus yaşamı, yerel ve evrensel kültürleri de ortak bir zeminde buluşturur. Bu yönüyle zengin, renkli ve çoğulcu bir ulus modeli geliştirir. Tarih, kendi zaman, mekan ve özgün koşulları içerisinde bunun sayısız örneklerinin yaşamsallaştığını göstermektedir. Canlı bir organizma olan toplumun, iç dinamiklerine ve doğal ahengine iktidar odaklarınca müdahale edilmediği ve çeşitli yöntemlerle yönlendirilmediği sürece akacağı mecra demokratik birlikteliktir. Bunun yönünü, niteliğini, tarz ve temposunu tayin etmesi gerekenler yine toplumun özsel iç dinamikleri olmalıdır. Demokratik konfederal yapılanma bunu gerektirir.
Konunun bu canalıcı boyutunu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şu şekilde açımlıyor: “Demokratik konfederalizm ulus-devlet sistematiğinden kaynaklanan olumsuzlukları aşma Potansiyeline sahip olduğu gibi, toplumu politikleştirmenin de en uygun aracı konumundadır. Basittir ve uygulanabilir. Her topluluk, etnisite, kültür, dinî cemaat, entelektüel hareket, ekonomik birim vb. birer politik birim olarak kendilerini özerkçe yapılandırıp ifade edebilir. Federe yapı veya özerklik, kendilik denilen kavramı bu çerçeve ve kapsamda değerlendirmek gerekir. Her kendiliğin yerelden küresele kadar konfederasyon oluşturma şansı vardır. Yerelin en temel öğesi özgür tartışma ve karar hakkıdır. Her kendilik veya federe birim, katılımcı demokrasi olarak da kavramlaştırılan doğrudan demokrasiye uygulama şansı tanıması nedeniyle eşsizdir. Bütün gücünü doğrudan demokrasinin uygulanabilirliğinden alır. Temel bir rolü olmasının gerekçesi de budur. Ulus-devlet doğrudan demokrasinin ne kadar inkârı ise, demokratik konfederalizm de tersine o kadar onun oluşturucu ve işlevselleştirici biçimi konumundadır.
Doğrudan katılımcı demokrasinin ana hücreleri olarak federe birimler, koşullar ve ihtiyaçlar gerekli kıldığı kadar konfedere birliklere dönüşme esnekliği bakımından da eşsiz ve idealdir. Doğrudan katılımcı demokrasiye dayalı birimleri esas almak kaydıyla geliştirilecek her tür siyasi birlik demokratiktir. En yerelde doğrudan demokrasinin uygulandığı, yaşandığı birimden en küresel oluşuma kadar geliştirilen politik işlevselliğe demokratik siyaset demek mümkündür. Gerçek demokratik sistem tüm bu süreçlerin yaşanmasının formülasyonudur.”
Demokratik konfederalizm bir sistem olarak kendisini demokratik özerklik olarak örgütler ve vücuda getirir. Konfederal yapı içerisindeki tüm federe yapılanmalar özerklik esprisiyle işlevselleşir. Bu örgütlenme formu halk meclisleri, kooperatifler ve akademilerle kendini var eder. Bu örgütlenmenin temel dokusunu ise komünler oluşturmaktadır. Bu bağlamda katılımcı, radikal ve doğrudan demokrasiyi işletme organları olarak meclisler ve halk kongreleri bu sistemin ana gövdesi rolündedir. Özellikle toplumun ekonomik problemlerine ve ihtiyaçlarına kalıcı, köklü ve kurumsal çözümler geliştirerek üretimin olduğu her alanda kooperatifleşmeyi esas almaktadır. Toplumsal bilinçlenmenin temel alanı ise eğitimdir. Sistemin kendisini doğru bir anlayış ve zihniyete oturtması toplumsal aydınlanmasından geçmektedir. Bu kurumsal ağı akademiler yoluyla toplumun her kesimine ulaştırmak önemlidir. Toplumun öz iradesini pratikleştirdiği fonksiyonel organlar ise meclislerdir. Yaşamın her alanına ilişkin sorunların ele alındığı ve ortak çözüm iradesinin oluşturulduğu meclisler, demokrasinin vazgeçilmez kurumlarıdır.
“Demokratik ulus olmanın ikinci boyutu, bedensel varoluşun yeniden düzenlenmesidir. Bedensel boyutun temelinde demokratik özerklik yatar. Demokratik özerkliği geniş ve dar anlamda tanımlamak mümkündür. Geniş anlamda demokratik özerklik demokratik ulusu ifade eder. Demokratik ulusun daha geniş yelpazeye ayrılmış boyutları vardır. Kültürel, ekonomik, sosyal, hukuki, diplomatik ve diğer boyutlarıyla genişçe tanımlanabilir. Dar anlamda demokratik özerklik siyasi boyutu ifade eder, diğer bir deyişle demokratik otorite veya yönetim anlamına gelir (Kürt Halk Önderi A. Öcalan)”
Tüm komün ve meclislerde demokratik öz yönetimin esasları ise şöyle belirtilebilir:
Tartışma, karar alma ve kararı yaşamsallaştırma yereldeki halk ile birlikte yapılmalı. Halkın onaylamadığı hiçbir karar esas alınmamaldır.
Bileşenler açısından eşit temsiliyet (kadın, gençlik, azınlıklar vb) esas olmalıdır.
Oluşacak komisyon, yürütme ve komitelerde eş sözcülük esastır.
Yeterli düzeyde gençlik temsiliyeti olmalıdır.
Tüm yerelde kadın komünleri ve meclisleri kurulmalıdır.
Tüm yerelde gençlik komünleri ve meclisleri oluşturulmalıdır.
Demokratik konfederalizmin paradigmasını benimseyen tüm kurum ve sivil toplum örgütlenmeleri öz yönetim sistemini yaşamsallaştırmalıdır.
Tüm Komün ve meclisler öz yönetimini geliştirmek ve öz savunmasını sağlamak durumundadır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan işleyiş felsefesini şöyle ifade eder: “Dikkat edilmesi gereken bir husus da federe ve kendilik birimlerini çok zengin bir kapsamda düşünmektir. Bir köy veya şehir mahallesinde bile konfedere birliklere ihtiyaç olacağını anlamak büyük önem taşır. Her köy veya mahalle rahatlıkla bir konfedere birlik olabilir. Örneğin köyün ekolojik birimi yani federesinden özgür kadın, öz savunma, gençlik, eğitim, folklor, sağlık, yardımlaşma ve ekonomi birimlerine kadar çok sayıda doğrudan demokrasi birimi köy çapında birleşmek durumundadır. Bu yeni birimler birimine de rahatlıkla konfedere (federe birimlerin birimi) birim veya birlik denilebilir. Aynı sistemi yerel, bölgesel, ulusal ve küresel seviyelere kadar taşırdığımızda, demokratik konfederalizmin ne denli kapsayıcı bir sistem olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Demokratik modernitenin temel boyutlarından üçünün de birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğunu konfederalizm sistematiği ile daha iyi anlamak mümkündür. Her boyut bu sistem içinde kendini tartışma, değerlendirme, kararlaştırma, yeniden yapılandırma ve eylemselleştirme potansiyeline sahip olduğu için, toplumsal doğanın tarihsel toplum gerçekliği ve bütünselliği de en iyi biçimde sağlanmış oluyor.”
Son olarak Kürt Halk Önderi Öcalan demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum olarak formüle ettiği paradigmanın sistemi olan Demokratik Konfederal örgütlenmeye ilişkin düşünce, duygu ve heyecanını şöyle dillendirir: “Mesela ben olsaydım kendi köyüme, Cudi Dağına, Cilo Dağı eteklerine, Van Gölü çevresine, Ağrı, Munzur ve Bingöl dağlarına, Fırat, Dicle ve Zap kıyılarına, Urfa, Muş ve Iğdır ovalarına kadar, yolum nereye düşerse düşsün, sanki korkunç tufandan çıkan Nuh’un gemisinden inmişçesine, İbrahim’in Nemrutlardan, Musa’nın Firavunlardan, İsa’nın Roma İmparatorlarından, Muhammed’in cehaletten kaçmaları misali kaçarcasına, Zerdüşt’ün ziraat tutkusuna ve hayvan dostluğuna (ilk vejetaryen) dayanarak, onlardan ve toplum gerçeklerinden ilham alarak İŞLERİME koyulurdum. İşlerimin sayısı düşünülemeyecek kadar çok olurdu. Hemen köy komüncülüğünden işe başlayabilirdim. İdeale yakın bir köy veya köyler komünü oluşturmak ne kadar coşkulu, özgürleştirici ve sağlıklı bir iş olurdu! Bir mahalle veya kent komünü, konseyi oluşturmak ve çalıştırmak ne kadar yaratıcı ve özgürleştirici olurdu! Kentte bir akademi, bir kooperatif, bir fabrika komünü oluşturmak nelere yol açmazdı ki! Halkın genel demokrasi kongrelerini, meclislerini oluşturmak, onlarda söz söylemek, iş yürütmek ne kadar kıvanç ve onur verici olurdu! Görülüyor ki, özlemlerin ve umutların sınırı olmadığı gibi, gerçekleştirilmesi için bireyin kendisinden başka önünde ciddi bir engel de yoktur. Yeter ki biraz toplumsal namus, biraz da aşk ve akıl olsun.
BARAN NÛCAN
YORUM GÖNDER