DÜNYA DEMOKRATİK ULUSLAR KONFEDERASYONU (5.BÖLÜM)
Demokratik Ortadoğu Seçeneği
Ortadoğu’ya bir bütün olarak baktığımızda, dünyanın birçok bölgesinden daha geride bulunduğu gözlenmektedir. Büyük tarihi geçmişinin çok uzağında seyretmektedir. O tarihten habersizdir ve layık olmanın yanına bile varmış değildir. Ne tam Avrupa uygarlık değerlerine, ne de Ortadoğu’nun köklerine dayanan, teslimiyete yakın bir özümsenme ve sahte bir bağımsızlık çizgileriyle çıkarlarını örgütlemiş marjinal gruplar tarafından yönetilmektedir. İstisnai olarak tarihe yaraşır bazı önderlikler çıkmış da olsa, genel yapıyı zorlamaktan uzak kalmıştır. Rönesans ve Aydınlanmasını bir bütünlük içinde gerçekleştiremeyen Ortadoğu’nun, bu tabloyu bozması zordur. Ama tüm dünya, bölgesel ve uluslararası birliğe giderken, Ortadoğu’nun kendi içinde bu kadar ortak bir stratejiden ve birlik adımlarından uzak durmaları, hiçbir ülke ve halkının çıkarına olmaz. Ortadoğu’nun birbirine çok yakın, adeta bir federasyon hükmünde olan tarihi de bu dağınıklığı kaldırmaz. Çağ, tarih, ülkelerin iç ve bölgesel koşulları, giderek daha çok Demokratik Ortadoğu’ya zorlamaktadır.
Demokratik Ortadoğu seçeneği, stratejik bir hedef olarak her zaman göz önünde bulundurulmak durumundadır. Bu temelde öncellikle ulusallık ve birlik kavram ve kuramlarına; hem siyasi hem hukuki yönleriyle açıklık getirmek, doğruları ve yanlışlarıyla ortaya koymak son derece önemlidir. Ortadoğu kültürü, dünyanın diğer tüm bölgelerinden daha fazla kardeşlik ve dayanışma duygularına sahiptir. Ayrıca coğrafik, demografik, ekonomik, sosyal ve kültürel içiçelik, ortak bir siyasayı zorunlu kılmaktadır. Milliyetçiliğe, aşiret taassubuna, mezhep çatışmalarına dayalı içe kapanık birliklerin, uzun vadeli gelişme ve kendilerini koruma şansı yoktur. Bu objektif gerçekliğin, üst tabakalar tarafından olumlu değerlendirildiğini söylemek doğru olmaz; tersine, İlkçağ’da etnik ve kentler arası savaşlarla, Ortaçağ’da din ve mezhep çatışmalarıyla, Yakınçağ’da da milliyetçilik kavgalarıyla paramparça edip yönetmeyi, politik sanat bellemişlerdir. Halk önderliğinin geliştirmeye çalıştığı, başta komşu ulusların halkları olmak üzere tüm halklarla ve kültürlerle kardeşlik, özgür birliktelik ve genel olarak demokratik kriterlerde çözüm stratejilerine karşı, sinsi bir düşmanlık geliştirmektedirler.
Ancak hem ideolojik hem de pratik olarak gelişme gösteren demokratik birlikler temelinde Ortadoğu’nun demokratikleşmesine ve birliğine engel olunamıyor. Bazıları istemese de, ırkçı hâkim ulus milliyetçiliği ile ezilen burjuva milliyetçiliğinin, sahipleri olsa da eski solculuk ile siyasal İslam’ın da artık rollerinin kalmadığı ve olamayacağı bir döneme girilmiştir. Halklar milliyetçi sloganlar kadar demagojik çatışmacı yaklaşımları da benimsemiyor; demokratik sistem altında, hukuk devletiyle birlikte yolsuzluklardan arınmış, enflasyondan kurtulmuş, işsizliği çözebilen, adaletli paylaşımı gözetleyen bir ekonomik düzen ve tarihi özlemi olan barış, özgürlük ve adalet istiyor. Halklar uyanmıştır. Oyunun da sonu gelmiştir. Dönem, halkların özgür birlik dönemidir. Tarihin girdiği doğrultu budur. Bütün iç ve dış koşullar, demokratik dönüşümünü zorunlu kılmaktadır. Gerçek birlik demokrasinin tam uygulanmasında aranmalıdır. Tarihin merkezî akışında tez-antitez-sentez döngüsü, bir kez daha harekete geçmek durumundadır. Somutlaştırırsak, öncelikle Dicle-Fırat vadilerini paylaşan ve tarihte hep bütünlük halinde yaşamış olan kültür üzerinde yeniden bütünlüklü bir çıkışa şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır.
Bugün adına Suriye, Irak ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları denilen yapay çizimlerin, Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan İngiliz ve Fransız hegemonyasından miras kaldığı, tarihsel-toplumsal kültürün bu temelde parçalanmasının, jeostratejik böl-yönet politikasının gereği olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bu sınırların yapaylığını, derinliğine ve bütün sonuçlarıyla kavramadan, tarihin Verimli Hilal’inde anlamlı kültürel birlikler inşa edilemez. En büyük ahmaklık, bu sınırların kutsallığına (en kutsal olmayan, yabancı hegemonyanın en uğursuz çizimleri) inanıp bütünlüklü bir kültürel çıkışa niyet etmemek ve bu çıkışı aklına getirmemektir. Kültürel bütünlükten kasıt, eşitlik, özgürlük ve demokratik değerler etrafında örülen maddi ve manevi kültürdür. Böylesi bir kültür, milliyetçi olmayan bir ulusallık, dinci olmayan bir dinsellik, cinsiyetçi olmayan bir toplumsallık ve pozitivist olmayan bir bilimsellik zihniyetiyle yorumlanmak ve inşa edilmek durumundadır.
Demokratik modernitenin ahlaki ve politik toplum unsurları; hukuk ve iktidar fetişizmi yaratan ulus-devletçi hegemonyayı aşarak demokratik toplumun gelişimine yol açar. Bölgenin jeopolitikasını parçalayan, kısırlaştıran, ucu kapalı ve katı kimlikli iktidar tekelciliği yerine, bölge ve hatta dünya çapında ucu açık, esnek ve demokratik siyaset anlayışıyla şiddetle ihtiyaç duyulan olanca farklılığı içindeki bütünselliği ve kardeşliği mümkün kılar. Tarihsel-toplumsal kültürün bütünlüğü üzerinde demokratik toplumu gerçekleştirir. Demokratik ulusların bütünlüğüne giden yolu açar. Kapitalist modernitenin yol açtığı sorunlara çözüm için yakın geçmişte geliştirilen Bağdat Paktı, CENTO, RCD (Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Örgütü) türü ulus-devlet birliklerinin, bünyesel nedenleri dolayısıyla çözümleyici ve uzun ömürlü olmadıkları bilinmektedir. Halen yaşatılmak istenen Arap Birliği, İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü) gibi örgütlerin, bölgenin hiçbir önemli sorununa çözüm getiremedikleri ve etkisiz kaldıkları yine ulus-devlet niteliklerinden ötürü anlaşılır bir husustur. Kaldı ki bölgenin her ulus-devleti, kendine özgü bir kapitalist hegemonik merkeze bağlıdır. Bağlı oldukları merkezin denetimi dışına çıkacak kapasiteden yoksundur. Toplantı üstüne toplantı, zirve üstüne zirve yapmalarına rağmen, çözümsüz ve etkisiz olmaktan kurtulamamaları bu gerçeklikle bağlantılıdır. Ulus-devletçi zihniyetin kıskacındaki Irak, İsrail-Filistin, Suriye, İran, Türkiye, Pakistan, Afganistan sorunlarına elbette sorunun bizzat kaynağı olan bir zihniyetle çözüm getirilemez. Sorun kaynaklı zihniyetlerin, bölgenin tümünde yaşanan siyasal-toplumsal sorunlara yaklaşımlarının, son iki yüz yılda yol açtığı tahribatlar ve kaybettirdikleri yeterince ders vericidir. Hem laikinin hem de dincisinin, çözüm geliştirmek şurada kalsın, çözümsüzlüğü derinleştirmekten öteye rol oynamadıkları yeterince açığa çıkmıştır.
Ortadoğu jeokültürü, jeopolitikasına yansıtılmak durumundadır. Bunun için en uygun çerçevenin Demokratik Komünal ve Konfederatif (devlet konfederalizminden ve federasyonundan bahsetmiyorum) olacağı açıktır. Çünkü ne kadar farklı birlik veya komün varsa, hepsine ana komün veya konfederasyon çerçevesinde yer vardır. Olası politik bütünlük merkezlerinden birisi, Dicle-Fırat tarım-su-enerji komünüyle bağlantılı olarak, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni, Suriye Arap Cumhuriyeti’ni (Büyük Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin-İsrail dahil) ve Irak Federal Cumhuriyeti’ni yıkma temelinde değil bu devletleri süreç içinde reformlarla dönüştürerek inşa edilebilir. Mevcut cumhuriyetler, ulus-devlet niteliğini başlangıçta korusalar da süreç içinde esnek, ucu açık ulus-devlet kimliklerine dönüşerek demokratik birliğe doğru adım atabilirler. Ortaya çıkacak siyasi oluşum, ABD ve AB’den de daha ileri bir demokrasiye açık olmak durumundadır. Komünal demokratik unsurların ağır basacak olmasından ötürü böyle olacaktır. İçerisinde bölgenin mozaiği durumunda olan bütün kimlikler, bu oluşumların içinde yer alabilir. Öncelikle bu kimlikler, demokratik ulus birimleri olarak inşa edilebilir. Böylesi bir inşa, ulus-devletin içerdiği ucu kapalı, katı, tek dilli, tek etnisiteli milliyetçilikten kaynaklanan çatışma riskini asgariye indirebilecektir. Tarihte de binlerce yıl sürüp gelen iç içe yaşam gerçekliğini yenileyebilecektir.
Bölgenin kadim kültürlü halkları olan Arap, Kürt, Ermeni, Yahudi, Asuri (Süryani-Keldani), Türk, Türkmen, Kafkas kökenliler, Fars bazı etnisiteler (aşiret ve kabileler) demokratik ulus kimlikli olarak inşa edildiklerinde, hem tarihsel kültür benzerliğine uygun karşılık vermiş hem de kapitalist modernitenin ulus-devlet aracılığıyla körüklediği böl-yönet çıkmazından, çatışma ve savaşlarından kurtulmuş olacaklardır. Açık uçlu ve esnek kimlikli olmaya özen gösterdiklerinden, aralarında çok zengin ve verimli bütünlükler dolayısıyla kardeşlikler geliştirebileceklerdir. Tarihte örneklerine çokça rastlandığı gibi aynı yaklaşım, dinsel kimlikler için de geçerlidir. Ezici çoğunluğu ortak bir teolojik inanca dayalı olduğu için, bütünlük daha da kolay gelişebilir. İbrahimî Dinler olarak Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık, tüm mezhepleri ve tarikatlarıyla tarihte çokça yaşandığı gibi aynı ucu açık, esnek dinsel kimlik anlayışıyla birbirlerine yaklaşıp verimli sentezlere yol açabileceklerdir. Oluşturulacak siyasal bütünlük içinde çok dillilik ve kimlik armaları, ortak vatan ve ortak ulus bağlamında sorun teşkil etmez. Kentlilik, yerellik, bölgesellik, tarihsel kültürel özelliklerine uygun kimlikler olarak demokratik birim niteliğinde inşa edileceğinden, var olan farklılıklar için ideal sinerji mekânları olarak anlam kazanacaktır. Tüm bu kimliklerin, ahlaki ve politik niteliği esas olacaktır. Hukuk, ahlâk ve politikanın hizmetinde olacak, ahlâk ve politikanın yerini tutmayacaktır. Bölgenin çekim merkezi olarak geliştirilecek demokratik konfederalizm (Federasyon, demokratik birlik vb. unvanlar da mümkündür), ekolojik ve ekonomik komünleri esas alacağından (çünkü toprak-su-enerji başka türlü verimli kılınamaz), Kapitalist Modernitenin üç mahşeri atlısı olan kapitalist kârcılığın, endüstriciliğin ve ulus-devletçiliğin yol açtığı yapısal kriz, kaotik durum, çatışma ve savaş ortamlarına karşı en ideal ve tarihsel yanıt niteliğinde olacaktır. Ulus-devlet kavgalarından çıkarılması gereken tarihsel ders, ulus-devlet olmayan demokratik siyasi oluşumlarla, ekolojik ve ekonomik komünlerle başta komşu uluslar olmak üzere tüm bölge halklarını demokratik modernite çözümüne ortak etmektir.
Zengin tarihsel mirasın yığdığı sorunlarla güncel kriz, çatışma, katliam ve soykırımlara karşı somutlaştırılması gereken çözümün ilk ortaklaşa adımı, Dicle-Fırat demokratik konfederasyonu düşüncesi veya projesi olabilir. Böylesi bir düşünce Arap, Türk, Kürt ve Fars çoğul uluslarıyla azınlık ulus ve kültürleri arasındaki çatışmalı, asimilasyonist süreci tersine çevirip dayanışmacı, komünal demokratik siyasi oluşumlarla barışa, ulus-devlet ötesi ortaklıklara yol açabilir. Dicle-Fırat Demokratik Konfederasyonu projesi, bu tarihin mecrası doğrultusunda atılacak en anlamlı ilk adım olacaktır. Hiç kuşku duymuyorum ki bu proje, üzerinde adım adım ve çok yönlü yükseltilecek ekolojik, ekonomik ve demokratik toplum komünleri, tarihine ve kültürüne yaraşır Demokratik Ortadoğu Çağı’nın altın değerinde başlangıcını oluşturacaklardır. Demokratik Ortadoğu Çağı, hem eski tarihin uyanışı hem de yeni tarihin özgür yaşamının haykırışı ve sevinci olacaktır. Ortadoğu Demokratik Modernite Projesi, ABD hegemonyasının çizdiği BOP’tan (Büyük Ortadoğu Projesi) daha gerçekçidir. Bir projenin gerçekliğini belirleyen, tarihsel arka planı ve kültürel temelidir. Neolitik ve uygarlık çağının ana akış istikametine bakıldığında, böylesi bir tarih ve ortak kültürel temelin oluştuğu teslim edilecektir. Ortadoğu kültüründe AB türünde birlikler, bir ütopya, proje olmanın berisinde kriz ve çatışmaların, parçalanmışlıkların ve yabancılaşmanın arayışa zorladığı her alanda adım adım inşa edilmesi gereken evrensel-tikel yaşam gerçekleridir. Toplumsal birlik için sınırlar, eski önemini yitirmişlerdir. İletişim olanakları, farklı mekân sınırlarına rağmen dünyanın her alanındaki bireyler ve topluluklar arasında bütünleşmeyi mümkün kılmaktadır. Kültürel bütünlüğün çatı örgütü Ortadoğu Demokratik Uluslar Konfederasyonu olarak inşa edilmelidir. Demokratik ulusların inşası, mevcut ulus-devlet sınırlarına dayandırılamaz. Daha da önemlisi, demokratik ulusların çizilmiş sınırları olamaz. Yoğunlaşmış ulusal bölgeler, yereller, kent ve köyler olabilir. Ama çok uluslu karışık yereller, bölgeler ve kentler de olabilir. Daha normal olanı da budur. Tarih hep iç içe yaşayan kabileler ve kavimlerle, dinler ve mezheplerle dolu sayısız bölge ve kente tanıklık etmiştir. Tarihte ünlü yetmiş iki milletli Babil’den boşuna bahsedilmemiştir. Ulusların ortak vatanı da olabilir. Tarih, bu gerçekliğin örnekleriyle de doludur. Ayrıca saf toplum, saf ulus anlayışları, asla bilimsel değildir. Şüphesiz, aynı tek dili konuşan uluslar olabileceği gibi çok dilli olanları da olabilir. Çok sembollü uluslara dair örnekler de az değildir. Tarihte örneği olmayan model, ulus-devlet tekelciliğidir, homojenliğidir. Bu modelin, gayri insani ve vahşi karakteri herkesin malumudur. Dolayısıyla ucu açık ve esnek ulus kimliklerine dayalı Demokratik uluslar konfederasyonu, tarihsel ve toplumsal gerçekliklere sadece uygun olmakla kalmaz aynı zamanda ideal ifadesidir de. Konfederasyonu, bir devletler birliği olarak değil demokratik komünler birimi olarak düşünmek gerekir. Demokratik komünler, içinde yer aldıkları ulusal toplumsal birimlerin yönetimi olarak düşünülmelidir. Oluşumları, demokratik ilkelerin en iyi uygulanma ayrıcalığını taşır. Toplumun demokratik yönetiminin mükemmel örneğidir.
ALİ FIRAT
YORUM GÖNDER