BİLİMSEL, “REEL”, DEMOKRATİK SOSYALİZM, SINIF-İDEOLOJİ VE HEGEMONYA İLİŞKİSİ (2.BÖLÜM)
İdeoloji, Sınıf ve Hegemonya Üzerine:
Marx ve Engels tarafından kaleme alınan “Alman İdeolojisi” isimli eserde; sınıf olmaya ilişkin olarak şu not düşülmüştür: “Bireyler ancak, bir başka sınıfa karşı ortak bir mücadele içinde yer aldıkları ölçüde bir sınıf oluştururlar”[7]
Kuşkusuz bu kısa tanımlama sınıfın ne olduğunu kapsayıcı bir şekilde izah etmese de, ortak, bir mücadelenin gerekli olduğuna ve örgütlü mücadeleye işaret etmektedir. İnsanları ortak bir mücadele çerçevesinde bir araya getiren şey, yine ortak sınıfsal çıkarlar ve ortaklaştırılmış bir dünya görüşüdür. İnsan topluluklarının bir sınıf, taraf olarak ortaklaşarak beraberce sürdürdükleri mücadele; onların birbirlerine olan bağlılık, (özgüven, örgütlülük ve bilinç kazanmasına ya da (tersi de geçerli olmak üzere) kaybetmesine olanak sağlar.
Ancak üreten güçlerin, üretim araçları karşısındaki konumlanışı, üretim araçları ile olan ilişkisi, yani mülkiyet ilişkisi sınıfın tanımlanmasında asli ve belirleyici olan unsurdur. Ezilenleri egemen sınıf olan sermayedardan ayırt eden en başat özellik; üretim araçlarının kullanım ve mülkiyet hakkının kendisinin denetiminde değil de, egemen sınıfın denetiminde olmasından kaynaklanmaktadır. Kısa ve kaba bir tanımla sınıfsal ayrışmanın özünde yatan budur. Kapitalist modernite çağında amiyane ve yaygın tabir ile alt yapıyı oluşturan bu üretim biçimi, üst yapının oluşumunda da belirleyicidir, ancak bu belirleyicilik tek taraflı, doğrusal bir süreç de değildir. Alt ve üst yapı arasında (kendi içerisinde yer yer tezatlıklar da taşısa,) birbirini besleyen değişim ve dönüşümlerle dolu karşılıklı diyalektik bir etkileşimler zinciri vardır.
“Egemen sınıfın düşünceleri her çağda egemen düşüncelerdir; yani, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf aynı zamanda egemen entelektüel gücüdür de. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da kontrol eder; öyle ki, bu nedenle, genel olarak konuşursak, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri o sınıfa tabidir.”[8] diyor Marx.
Dini, ailevi, hukuki, siyasi, eğitim ve öğretimsel, kültürel, sanatsal, basın-yayın ve sendika gibi bir çok alanda hakim sınıfın örgütlenmesi olan devletin toplumsal yaşamın üst yapısını denetim altında tutmak ve bu denetim yolu ile de toplumsal nizamı sağlayabilmek amacıyla kullandığı ideolojik aygıtları ve kurumları vardır. Üst yapısal alandaki bu aygıtlar ve örgütlenme formları toplumda egemen sınıfın kendisine ait olan fikirlerini sürekli olarak canlı tutmak için çalışan devasa bir mekanizmaya sahiptir.
“Devlet (baskı) aygıtının birliği, iktidardaki sınıfların sınıf mücadelesi siyasetlerini uygulayan, iktidardaki sınıfların temsilcilerinin yönetiminde birleşmiş merkezileşmiş örgütlenmesiyle sağlanmasına karşın, değişik DİA’lar (devletin ideolojik aygıtları-bn) arasındaki birlik egemen ideolojiyle egemen sınıfın ideolojisiyle, çoklukla çelişkili biçimlerde sağlanır… …Devlet (baskı) aygıtının görevi, özü bakımından, son analizde sömürü ilişkileri olan üretim ilişkilerinin yeniden-üretiminin siyasal koşullarını, devlet (baskı) aygıyı olarak, baskı (fiziksel ya da değil) ile sağlamaktır ”.[9]
Yani silahlı bir örgütlenme olarak devlet aygıtı tek başına, baskı ve zor ile çalışmaz aynı zamanda ideolojik aygıtları aracılığı ile de kesintisiz bir rıza üretimi içerisindedir. Bu şekilde üretim ilişkilerinin yeniden-üretimi sağlanır. Kapitalist modernite içerisindeki bu yeniden-üretim, egemen sınıfların ezilen sınıflar üzerindeki hakimiyetini arttırdığı ve pekiştirebildiği müddetçe, kendi hegemonyasını toplum üzerinde hakim kılar. Bununla beraber bu çelişkisiz, tek yönlü ve doğrusal bir süreç de değildir. Toplumsal çatışmaların daha az ve keskin olduğu dönemlerde bu hegemonya daha çok rıza üretimi üzerinden varlığını sürdürürken, toplumsal çatışmaların keskinleştiği, derin ekonomik krizler, savaşlar gibi durumlarda rıza üretiminin yerini daha çok devletin zor aygıtları alır.
Lenin’in devrimci durum diye tanımladığı; yönetenlerin artık eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istenmediği” durumlarda bu egemen sınıfın toplumda hakim olan egemen fikirleri geniş kitleler tarafından keskin ve hızlı bir şekilde sorgulanmaya başlar, toplum her zaman olduğundan çok daha fazla politikleşir. Böylesi dönemler, ezilen sınıflar için mücadele anlamında potansiyel olarak oldukça bereketli dönemlerdir. Egemen sınıfın fikirlerinin egemenliğine son vermek ve/veya daha az egemen olmasını sağlayabilmek için, hayatın her alanında kesintisiz ve örgütlü bir mücadele verilmesi gerekliliğini her daim savunan devrimci güçler için, büyük olanakların da kapısını aralayan bir dönemdir, böylesi zamanlar. Bu noktada devrimci parti örgütlenmesinin önemi ve anlamı daha net ortaya çıkar. Lakin Gramsci’nin altını çizdiği gibi;
“Siyasal mücadelede egemen sınıfların yöntemleri(ni) körü körüne taklit edilmemelidir, yoksa kolayca pusuya düşülür”.[10]
SELAHATTİN IŞILDAK
YORUM GÖNDER