İSLAMİYET
Üçüncü büyük tek tanrılı din İslamiyet’tir. İslamiyet kelime anlamı olarak barış, selam ve esas olarak da teslimiyet anlamlarına gelmektedir. Müslüman ise teslim olan anlamındadır. Yani şartsız, koşulsuz olarak Allah’a ve onun kurallarına teslim olmak anlamına gelmektedir. İslam kelimesi esas olarak silm (selm) sözcüğünden gelir ve anlamı da boyun eğmek, itaat etmektir. Bu da barış ve selamet için boyun eğmek, tabi ve teslim olmak gerektiği şeklinde dile gelmektedir.
Neden böyle bir isim, böyle bir anlam? Çünkü o dönemde toplumda çok ciddi kargaşa, çatışma, savaş, ahlaki çöküntü vardır. Bu nedenle inanca şart koşmaktan ziyade Allah’a inanma ve toplumdaki çatışmaların önüne geçmek için barışı, uzlaşmayı sağlama ve böylelikle barışçıl bir toplum yaratma amacı taşır. Bu esaslar temelinde Muhammed kendi dinini İslam olarak adlandırmaktadır. İslam dini içerisinde her koşul altında tamamıyla inanan, iman eden, ibadet edene mümin denilir. Bilen fakat uygulamayan, inanca karşı ikiyüzlü davrananlara ise münafık denilir. Bizler de kendi içimizde mümin, münafık kavramlarını kullanıyoruz ideolojiye yaklaşımlarımızda, uygulamalarımızda. Bizdeki anlamlandırma ideolojinin, çizginin gereklerine göre katılım ve yaşamayla, bunu uygulamayla, kendini adamayla bağlantılı olarak ele alınır. İslam’daki anlamlandırma da bu temeldedir. Adanmışlık müminliği, bildiğine ters düşme ise münafıklığı öne çıkartır.
İslamiyet 7. yüzyılda ortaya çıkar. Muhammed’in çıkış yaptığı süreç, Arap toplumu büyük bir yokluk içindedir, genel olarak Arap coğrafyası çöl, kurak ve vaha olduğu için tarım çok sınırlı bir oranda yapılmaktadır. Tarımın gelişkin olduğu biraz daha büyük olan kent Medine’dir. Mekke ise kabile-aşiret hâkimiyetlerinin olduğu bir ticaret merkezidir. Arap toplumunda politik birlik çok zayıftır, toplum ve coğrafya aşiretler-kabileler arasında parçalanıp bölünmüş bir durumdadır. Üstelik o süreçte Sasani ve Bizans gibi tüm dünyayı etkileyen iki güç olduğu gibi, aynı zamanda Arap coğrafyasına yakın olan Habeşistan Krallığı da önemli bir güçtür. Bu üç güç bölgeyi de etkilemektedir. Bunların üçü toplum üzerinde baskı oluşturan, hâkimiyetleri olan güçlerdir. Çok büyük maddi zenginliklere sahip, ellerinde tutan güçlerdir. Bu üç gücün varlığı, Arap toplumunun, Ortadoğu coğrafyasının bu güçlerle iletişim-etkileşim içerisinde olması, Hz. Muhammed’in düşüncelerinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Çünkü Arap toplumunda o dönemde etkin olan iki büyük aşiretten biri Sasani İmparatorluğuyla yakın ilişki içerisindeyken, etkin olan diğer aşiret ise Bizans İmparatorluğuna yakın durmaktadır. Aynı zamanda Habeşistan’da zenginlik ve gücüyle Arap toplumunu etkilemekte, baskılamaktadır. Muhammed bunları ve yaşanan gelişmeleri izlemekte ve Arap toplumunda bir toparlanma, güçlü bir öncülük açığa çıkmazsa Arap toplumunun bu üç büyük gücün arasında kaybolup yutulacağının farkındadır. Bu nedenle kendi toplumsal gerçekliği üzerinde yoğunlaşır. Arap toplumu o süreçte çok geri bir düzeydedir, üstelik kabile savaşları çok fazladır ve toplumda bu anlamda ciddi bir dağınıklık, parçalanmışlık vardır.
Hz. Muhammed, Mekke’de etkili olan kabilelerden Kureyş kabilesinin Haşimi kolundandır. Kureyşlilerin arasında da anlaşmazlıklar, çatışmalar vardır; aristokrat bir üst tabaka bulunduğu gibi aynı zamanda fakir bir kesim de yoğunluktadır. Hz. Muhammed Kureyş kabilesinin alt tabakasından, fakir kesiminden gelmektedir. Öksüz ve yetim olduğu için amcası tarafından büyütülmüştür. Çocukluğundan itibaren ise ticaretle uğraşmaktadır. Ticaret kervanlarıyla birlikte çocukluğundan itibaren Şam, Halep, Yemen’e kadar gidip gelmektedir. Dünyayı, çevresini biraz tanıma, farklı düşüncelerle tanışma, öğrenme durumu vardır. Farklı inanç gruplarıyla karşılaşmış, tanımış, tartışmalar gerçekleştirmiş, bunlar da kendisinde dar kabile toplumsallığı ile inancını aşmada ufuk açıcı olmuştur.
Bu dönemde Hz. Muhammed ticaret esnasında karşılaştığı ve tanıştığı Sabiîler, Hanifler, Nesturiler, Yahudiler ile farklı inançlardan etkilenir. Etkilendiği en temel inanç gruplarından biri Sabiîlerdir ve Kuran’da da üç ayette Sabiîlerden söz edilir. Bu açıdan nasıl ki Hz. İsa Esseniler tarikatından etkilenmişse, Muhammed de o dönemlerde Sabilerden etkilenir. Günümüzde de ağırlıklı olarak Irak’ta olmak üzere Mezopotamya, yine Avrupa ve Amerika’da belirli bir nüfus Sabiî bulunmaktadır. Sabiîler, kendilerini ve dinlerini Hz. Adem’e dayandırırlar, Adem’in ilk insan olduğuna ve ilk insandan itibaren dinlerinin var olduğuna inanırlar. Ama esasta Sabiîlik M.Ö. 200 yıllarında Filistin-Ürdün çevrelerinde Yahudilik ana akımından koparak oluşan bir tek tanrılı dini inançtır. Aynı zamanda o dönemlerde Yahudilik içerisinde çıkan Nasuralarla bağları bulunmaktadır ve nitekim Filistin’deki Nasuraları kendi ataları olarak da kabul ederler. Sabiî inancı Adem, Nuh ve Vaftizci Yahya’yı peygamber olarak kabul ederken, diğer peygamberleri kabul etmez. Özellikle Vaftizci Yahya ‘Işığın Peygamberi’ ve büyük önder olarak adlandırılmaktadır. Tanrı anlayışları ise Zerdüştlükten oldukça etkilenmiştir. İnançlarında aydınlık ve karanlık ikilemi hâkimdir. ‘Işığın Evreni’ ve ‘Karanlığın Evreni’ olarak tanımladıkları bu ikilem bir savaşım içerisindedir ve ‘Yücelerin Efendisi’ ‘Karanlığın Kralı’nı yenecektir. Dünyanın ve insanın oluşumu da bu iki evrenin savaşımının bir sonucudur. İnsan ise madde ve ruhtan oluşmuştur. Beden kötülük ve karanlık, ruh ise iyilik ve aydınlık doludur. Bu nedenle önemli olan ruhun özgürleşmesidir ve bu da ancak Tanrısal bilgiye ulaşmak ve bedenden kurtulmakla mümkündür. Ruh ve beden ikilemine yönelik bu görüşün İslam dinini oldukça etkilediği görülmektedir, fani dünya, günahlı beden diğer dinlerde olduğu gibi İslamiyet’te de vardır. Kıyamet, cennet-cehennem inanışları isimler ve tarifler farklı olsa da İslamiyet’le hemen hemen aynıdır. Sabiîler kendilerini ‘bilgili olanlar, arifler anlamında’ Mandenler olarak adlandırmaktadırlar. Aynı zamanda kendilerine ‘kutsal öğretileri okuyanlar’ anlamında Nasuralar da demektedirler. Manden adını tüm topluluk üyeleri için, Nasura adını ise din adamları, topluluğun ileri gelenleri ve ataları için kullanırlar. Sabiîlerde ayrıca vaftiz temel dini ibadetlerinden biri olmaktadır. Sabiî adlandırması da zaten bu vaftiz olma geleneğiyle bağlantılı olarak Araplar tarafından verilmiş bir adlandırmadır. ‘Sab’ Mandence dilinde vaftiz olmak, suya daldırmak anlamına gelmektedir, bundan kaynaklı da Araplar suya daldırılanlar anlamında Sabiîler demişlerdir.
Haniflik ise ne Yahudiliğe, ne Hristiyanlığa ne de paganizme inanan, fakat Hz. İbrahim’i takip eden tek tanrılı inancı benimseyen bir tarikattır. Sabiîlerin çıkışları Hanif düşüncesiyle de bağlantılıdır. Muhammed de bu Hanif inancından da etkilenir. Zaten Hanif kelime anlamı olarak tertemiz, duru, pak demektir. Hanif o dönemdeki bir tarikattır ve Muhammed’in o dönemdeki arayışlarında etkili olurlar. Bu nedenle de Kuran’da Allah’tan başka bir güç ve hakikat kaynağı tanımadan sadece Allah’a inanan ve kendisini Allah’a teslim edenler için hanif denilmektedir. Bu da Hz. Muhammed’in Haniflerden oldukça etkilendiğini ortaya koymaktadır.
Bir diğeri Nesturiler vardır, Nesturiler bir Hristiyan mezhebidir. Esas olarak Hristiyanlaşan Asuri kesimini oluşturur. Nesturiler İsa’nın kelam indikten sonra insan ve tanrı karakterlerini beraber taşıdığını, bu nedenle Meryem’e tanrının annesi denilemeyeceğini, tanrının doğrulamayacağını, doğrulmadığını söylerler. Nesturi inanışında İsa’nın insan ve tanrı kimlikleri birbirinden ayrıdır. Hz. Muhammed ticaret için çıktığı yolculuklarda Nesturi rahiplerle özellikle de Şam’a yakın mesafede olan Busra (şimdiki Suriye’de Dera ili kapsamındadır) kenti manastırı rahibi Bahira’yla birçok tartışma yürütmüştür. Yine Hatice’nin kuzeni olan Rahip Varaka isimli Mekke’nin Nesturi rahibi ve vaizi ile de Tevrat, İncil ve Zebur üzerine birçok tartışmaları olmuştur. Hatta bu rahibin Hz. Muhammed’e genel anlamda bilgilerini aktardığı, din konusunda eğiten kişi olduğu da iddia edilmektedir.
Ayrıca Yahudilerle de tanışmakta, bunların din hakkındaki görüşlerini, Yahudilikteki kural ve ilkeleri öğrenmekte, bu konuda da belirli bir görüş sahibi olabilmektedir. Çocukluğundan itibaren tüm bu farklı inanç gruplarının görüşlerini tanıması, farklı düşüncelerle karşılaşması kendisinde belirli arayışların ve fikirlerin oluşmasını sağlar.
Muhammed, gençliğinde zengin bir kadın olan ve ticaretle uğraşan Hatice’nin yanında çalışmaya başlar. Hatice, çok bilgili, zeki ve güçlü bir kadındır. Fakat özellikle o dönemde Arap toplumu içerisinde bir kadının birebir ticaretle uğraşması ve öncülük yapabilmesi mümkün değildir. Yaşam tarzları, toplumsallıkları buna izin vermemektedir. Hatice hem ticarette gelişmek, ilerlemek hem de toplumda öncülük yapmak istemektedir. Bunları gerçekleştirebilmesi için bir erkekle evlenmesi gerekir, ancak bir erkeğin aracılığıyla bu istemlerini yerine getirebilir. Bu nedenle Hatice’nin kendisiyle evlenmesi talebi üzerine Muhammed 25 yaşındayken 40 yaşındaki Hatice’yle evlenir. Bu evlilikle birlikte toplumda öncülük yapması, değişim-dönüşüm yaptırtması gerektiği fikrini en fazla Muhammed’e kazandıran Hatice’dir. Çünkü toplum günden güne bozulmakta, baş aşağı düşüşü yaşamaktadır. Başlangıçta Muhammed’in çok fazla böylesi bir hareket için cesareti yoktur. Bu nedenle nasıl ki Hz. Musa Sina Dağı’nda 40 gün inzivaya çekilmiş, burada yoğunlaştıktan sonra gelip peygamberliğini ilan etmişse, yine nasıl ki İsa da bir süreç yoğunlaşmışsa, aynı şekilde Muhammed’de Hira Dağı’nda 40 gün inzivaya çekilir. 40 günlük inzivadan sonra gelip peygamberliğini ilan eder.
Fakat Muhammed’in kendisini peygamber ilan etmesi diğer dinlerinkinden farklıdır. Yahudi dininde Hz. Musa’da yarım tanrılık vardır, İsa’da da yarım tanrılık vardır, İsa tanrının oğlu olarak yarı tanrı sayılır. Ama İslamiyet’in peygamberliğinde Muhammed tanrı değil, öncü bir insandır. Annesi, babası, kökü, geldiği toplum biliniyor; hikâyesinde Hz. Musa’nın Nil’de bir sepet içinde bulunması, kehanetler vb. yoktur, İsa gibi tanrı üfürüğüyle de doğmamıştır. Tanrısal yönü yoktur. Aslında Muhammed çok siyasal bir insandır, geleceği çok iyi görmekte, analiz edebilmektedir. Bu tür anlatımların, öykülerin zamanının geçtiğini anlamaktadır. Bu nedenle mitolojik bir karakter gibi değil, bir toplum öncüsü olarak çıkar. İrade sahibi ve güçlü bir insan olarak çıkış yapar. Muhammed’in en önemli yönlerinden biri budur. Siyasal bir insan olarak toplumun öncülüğünü üstlenmiştir. İslam peygamberliğinin diğer dinlerden ayrılan en temel yönü de bu olmaktadır. Peygamberlikteki yeni bir aşamadır bu; yarı tanrılıktan çıkıp güçlü, siyasal ve toplumun öncülüğünü yapan iradeli insan. Bu anlamda Hz. Muhammed somut bir kişiliktir, mitolojik, soyutsal anlatımlar yoktur peygamberliğine yönelik. Fakat bu somutluk içerisinde aynı zamanda soyutlaşmaktadır, kimliği, yeri, kökeni belli olmakla birlikte İslam’ı oluşturan ideolojik örgü, din ve Allah adına içine girilen savaş ve bu savaşın esas özü soyuttur, gelişen kavramlaştırmalar somut olarak görüneni soyut bir gerçekliğe dönüştürmektedir. Bu nedenle Önderlik; “Somut her zaman sanıldığı kadar somut değildir. Muhammed somut olmayan bir somuttur. Bu kavramın ifade ettiği çelişkiyi sürekli zihnimizde taşıma yaklaşımı içinde olmalıyız” uyarısıyla dile getirmektedir.
Muhammed İslam inancında Museviliği, Hristiyanlığı ve Zerdüştlüğü sentezler. Kendi dinini İbrahim’i dinlerle Zerdüştlük, aynı zamanda Sabilik-Haniflik inançlarının bir sentezi biçiminde yoğurur. Tek tanrılı dinler içerisinde İslamiyet’i en fazla etkileyen din ise Museviliktir. İbrahim’i dinlerden etkilendiği kadar, Zerdüştlük kültüründen de belirli etkilenmeleri bulunmaktadır. Esas olarak da Ortadoğu’nun derin ve zengin kültüründen yararlanma, bunları harmanlama vardır. Önderlik bu nedenle ; “İslam bir orijinalite değil, Ortadoğu’nun evrensel kültür akışında ve uygarlığında bir dönem, bir momenttir. Aynı zamanda çok karmaşık bir ideolojik sentezdir” demektedir.
Hristiyanlığın ortaya çıkışı ve ardından Roma’nın çöküşünden sonra aslında kölecilik dönemi tamamlanmış, feodal dönem başlamıştır. Hristiyanlık inancının aslında feodalizmde reformist bir çizgi olduğunu belirtebiliriz. Reformist bir çizgiyi temsil etmektedir. Ama İslam dini, feodalizm içerisinde daha çok devrimci bir çizgiyi ifade eder, keskindir. Bir diğer yönü de direkt iktidar hedef alınır. Hz. İsa’da iktidar biraz daha üstü örtülü hedeflenir, ama Hz. Muhammed’de iktidar direkt hedef alınır. O yüzden bugüne de baktığımızda İslamcı hareketlerin, örgütlerin tümü iktidar hedeflidir. Çünkü İslamiyet’in kökeninde iktidarı hedeflemek vardır. Muhammed’in devlet vb. kurma amacı yoktur, fakat toplumda hâkim ve etkin olmak gibi bir anlayışla hareket etmektedir.
İslamiyet’in en temel özelliklerinin başında ise ticaret zihniyeti, düşüncesi üzerinden gelişmesidir. Hakeza İslam dini bir ticaret dini, ticaret hareketidir. İslamiyet’i bir de bu şekilde ele alabiliriz. Önderlik bu nedenle Hz. Muhammed’i bir “orta tüccar sınıfı savaşçısı” olarak tanımlamaktadır. O ve Hatice Mekke’de ticaretin öncülüğünü yapmak istemektedirler, fakat Kureyş aristokrasi bir engel olarak önlerinde durmaktadır, bu nedenle aralarında çekişme ve çatışmalar da yaşanmaktadır. Bu anlamda aristokrasi ile tüccar sınıfı arasında çatışmalar yaşanmakta, aristokrasinin kendisine rakip gördüğü ve tehlikeli bulduğu bu çıkışa karşı tepkileri gelişmektedir. Temelinde maddi yapı olan bu savaşım, manevi içerikle donanarak işlev kazanmakta ve yürütülmektedir. Yeni oluşturulan manevi kültür veya ideoloji, maddi dünyanın işlerliğini güçlendirmek, akışkan kılmak ve ilerlemesini sağlayabilmek için açığa çıkmaktadır.
Muhammed’in kişiliği siyasal bir kişiliktir, bilinçlidir; güçlü bir karakterdir, öngörülüdür, geleceği çok iyi görebilmektedir, içinde bulunduğu dönemi çok iyi tahlil edebilmektedir. Arap toplumunu ve dünyayı çok iyi analiz edip yorumlayabilmekte, buna göre kendisini örgütleyip hareket etmektedir. Bu nedenle çıkışını cihatla yapar, cihat ilan eder ve cihatla ilerler. Bu çok önemlidir. Direkt savaşla gelir, esnek, yumuşak bir tarzda çıkış yapmaz. Bu anlamda İslamiyet bir cihat dini olarak çıkış yapar. Toplumun geriliklerine, düşüşüne karşı savaş ilan ederek gelişir. Hz. Muhammed, toplumdaki yozlaşmaya karşı direkt cihat ilan ederek müdahale başlatır. Toplumun ahlaksızlığına, yozluğuna karşı savaş ilan eder. Bu nedenle Önderlik İslam çizgisinin reformist bir çizgide değil, devrimci bir çizgide geliştiğine belirtir. Çünkü toplumun düşüşüne karşı çok güçlü bir başkaldırı gerçekleştirir.
İbrahim’i geleneğin bir devamı olarak İslam dini de Tevhit inancına dayalıdır. Yani evren, doğa ve toplumdaki tüm güçler ve özellikler, bir tanrıda tanıma ve ifadeye kavuşur. Tevhit, Allah’ın varlığına ve birliğine, onun tüm kâmil niteliklerin toplamı olduğuna ve kendisinde toplandığına, eşi ve benzeri bulunmadığına dayalıdır. Bu nedenle İslam dininde Allah’a şirk koşmak yasaktır. Şirk koşmak İslamiyet’teki en büyük günahlardandır. Şirk, başka bir güce, nesneye veya bilgine Allah’ın özelliklerini atfetmektir. İslam’ın ilk kuralı “Allah birdir ve ondan başka ilah yoktur” ilkesine dayanır. Dolaysıyla Allah’tan başka bir varlığa ilahi özellikler atfetmek şirk koşmak olarak tanımlanmakta ve günahların en büyüğü sayılmaktadır.
Diğer dinlerdeki gökyüzü sistemi, İslam dininde de esas alınır. Gökyüzü sisteminin işleyişi, hareketi dinsel geleneği en fazla etkileyen olguların başında gelmektedir. Evrenin gözlemlenmesi ile gökyüzü hareketlerinin izlenmesi, hareketin sürekliliği takip edilmektedir. Evren sürekli bir hareket içerisindedir. Bu sürekli hareket değişmezdir. Bu ezel ebet fikrini geliştirir, güçlendirir. Hristiyanlıktaki “doğurulmadı, doğurulamaz” inancı, hep var olan ve olacak olan bir tanrı varlığını ortaya koyarken, İslamiyet de bu inancı takip edecektir. İslami düşüncede ezel ebet düşüncesi böylelikle Allah’la bütünleştirilerek dile gelir, Allah hep vardı, hep var ve hep var olacak. Allah ezel ve ebettir, doğrulmamıştır, yaratılmamıştır, bu nedenle yok edilemez de. Ortadoğu’ya hâkim olan İslam dogmatizmi en fazla da bu ezel ebet düşüncesinden kaynağını alır. Mutlaklaştırma, sabitleştirme, kesin ilkelere bağlama Ortadoğu düşünce yapısını derinden etkileyerek, tüm toplumsal oluşumlar ile yaşamda katı ilkelere ve kurallara bağlanmasını getirir.
BERFİN ZÎNÊ
Devam edecek
PAJK.ORG
YORUM GÖNDER