AHLAKİ GÖRECELİK VE ÖZGÜRLÜĞÜN AHLAKI
Kavramlar insan hayatında çok önemli işlevlere sahiptir. Farkında olalım ya da olmayalım, onlar taşıdıkları anlamları itibariyle adeta insanların kullanımına sunulan hazır bilinç kalıplarıdır. İnsan olarak varoluşumuzu sürdürürken aklımızın üzerinde hareket ettiği düşünsel zemin konumunda olan bu kavramlar; bilincimizin yapı taşlarını örer. İnsanlar çoğu zaman kavramların oynadığı rolün farkında olmadan onları kullanırlar. Bilincinde olunmayan bir alışkanlık haline getirdiğimiz kavramları ezbere kullanma durumu, bunların hayatımıza katabileceği zengin potansiyeli daraltmaktadır. Her kavram kendi arka planında bir bakış açısını ve düşünce sistematiğini barındırır. Hatta yaşam tarzına dönük bir yaklaşımı barındırır. Çünkü bir kavramın ortaya çıkış süreci ancak bu barındırdıklarını gerçekleştirmişse, bu süreçlerden geçilmişse mümkündür ve onların deneyimsel etkinliği üzerine inşa edilir. Belirtilenler doğrultusunda denilebilir ki, bu kavramlara daha geniş bir çerçevede yaklaşılmalı ve taşıdıkları anlamlara ulaşılması yönünde çaba gösterilmelidir.
Bu bağlamda küresel hegemonik sistemin içine düştüğü kriz ve bunalım gerçekliği yanında, özgürlük güçlerinin de yaşadığımız dünyaya dair perspektifinde bir değişim ve dönüşüme gittikleri görülmektedir. Klasik sol teori önemli oranda aşılmakta, yeni kavramlar, tanımlar hayatımıza girmektedir. Bu kapsamda üzerinde fazlasıyla durulmayı hak eden, kavramlar-tanımlar söz konusudur. Biz de bu perspektiften hareketle “ahlaki-politik toplum” üzerinde duracağız. Tabi denilebilir ki, bu kavramlar (ahlaki ve politik kavramları) tam olarak onların temsil edildiği ses ve biçim açısından yeni değil eskidirler. Ancak taşıdıkları anlam bakımından, yeni bir senteze kavuşmuş durumdadırlar. Bu yeni bileşke düşünsel zeminde hayatın pratik deneyimsel alanına geçip uzun süreli kullanıma tabi tutulursa, taşıdığı anlam yaygın bir algılamaya dönüşür. Ancak şimdilik böyle bir durum oluşmadığından, yeni olan bu kavramın anlaşılması için düşünsel arka planının sorgulanmaya ihtiyacı var. Bu kavram, toplumsallığı iki boyutuyla belirginleştirip sıfatlandırıyor ve bu iki sıfatlandırmanın birbiriyle ilişki ve etkileşim içinde olduğunu, kavramın biçimsel oluşumu ilk elden işaret etmektedir. Daha sonra ele alınabilecek olan bu etkileşim boyutundan ziyade, kendileri de kavramsal yapılar olan, bu sıfatlandırmaları ayrı ayrı ele almak daha doğru olur. Bu yolla kavramların “kendinden anlamlarını” oluşan mantığı ve ortaya çıktığı koşullar daha belirgin bir biçimde sorgulanabilir.
Zaten toplumsallıktan bağımsız düşünülmeyecek olan “ahlak” olgusu üzerinde ilk etapta durulmalıdır. Başlarken şöyle birçok soru sorulabilir: “Ahlak nedir? Doğru ve yanlış ahlak var mıdır? Nasıl ahlaklı olabiliriz? Neden ahlaklı olmalıyız?” İnsanların bireysel deneyim ve tecrübelerime bakıldığında, özellikle toplumla ilişkileri incelendiğinde bu olgunun sürekli farklı biçimlerde ve durumlarda karşımıza çıktığı görülür. Ve şimdi anlaşılıyor ki, bu şey neredeyse hayatımızın her alanına sızmış durumda. Bu olgu yaşantımızı biçimlendiriyor; yaşayış tarzımıza, hal ve hareketlerimize, toplumsal ilişkilerimize ve hatta duygu ve düşüncelerimize müdahale ediyor. Peki nedir bu ve neden bizi bu kadar etkiliyor “Mutlak iyi olduğu düşünülen ve insanların kendisine göre yaşadığı ilke ve kurallar bütünüdür” ahlak. Kavramın bu kadar kısa ve öz tanımlamaya tabi tutulması bizi onun basit bir olgu olduğu yanılgısına düşürmesin. Sadece an itibariyle kişi ve toplum olarak bizi ne kadar kuşattığı ve sayısız çeşitlilikte örnekleri olması olgunun kompleksliği konusunda ipuçları verir.
Öz itibariyle “düşünsel ve davranışsal” olan ahlakın ortaya çıkış sürecinin toplumsal yapılarla güçlü bağları göz önünde bulundurulduğunda, insanın toplumsallaşma sürecinin başına tekabül ettiği anlaşılır. Toplumsallık öncesi insanın fizyolojik zayıflığı göz önünde bulundurulduğunda, tek başına doğa karşısında varlığını sürdürmesi neredeyse bir mucizedir. Bu dönemde akıl ve düşünsel yeteneklerini de hemen hemen kullanamayan insanın hiçbir doğal savunma mekanizması yoktur. Güçlü dişler ve pençeler sert ve sağlam bir kabuk ya da sıcak tutacak doğal bir kürkten yoksun olan insan, varlığını sürdürmenin yolunu diğer türdeşiyle işbirliğine girmekte ve birlikte hareket etmekte bulur. Toplumsallaşma birey açısından bireyin tek başına başaramayacağı birçok hususta ona olanak ve avantaj sağlar. Güvenlik ve varlığını sürdürme konularında belli güvencelere kavuşan insanların yeni yaşam formu içinde değişmeden eskisi gibi kalması mümkün değildir. İletişim dilinin gelişmesi bilgilerin birbirine aktarılması, deneyim ve tecrübelerin ortak bir mirasa dönüşmesi, toplumsal yapının şekillenmesine ve karakter kazanmasına yol açar. Aynı zamanda bir kültürel gelişim süreci olan bu toplum, olay ve olguların zamanla tek tek bireyleri, toplumsal hareket, davranış biçimlerini, duygu, düşünce ve algı süreçlerini belirleyen kural ve ilkeleri ortaya çıkarmıştır. Misal vahşi doğa içerisinde tek başına ava çıkmamak, av sonucu elde edilen besinlerin toplumun üyelerine paylaştırılması bu kurallardan biri olabilir. Bu kural ve ilkelerinin kendinden amacı içinden çıktıkları toplumun veyahut daha genel anlamda yaşam formunun varoluşunu sürdürülmesi ve geliştirilmesidir. Ahlak işte tam da bu noktada bu amaç doğrultusunda neyin doğru neyin yanlış olduğuna ilişkin topluma ve bireylere deneyim ve tecrübe süzgecinden geçmiş formüller sunar.
Şu tespiti belirtilenler ışığında yapabiliriz: Ahlak, içinde çıktığı toplumun varoluşunu sürdürmesi ve yine o toplumun tarihsel tecrübeleri ile ortaya çıkardığı doğrulara dayanarak koşullar. Buradaki toplum olgusunu paralel bir örgütün varlığını sürdürmesinde, örgütsel ahlak ideolojisinin varlığını sürdürmesinde, ideolojik ahlak kurumsal yapıların devamının sağlanmasında, kurumsal ahlak, iş ahlakı vs gibi birçok farklı alanda özgün ahlak yapılarının olabileceğini kabul etmek suretiyle nesnelleştirmeye gidebiliriz. Asıl olan insan yaratımı olan insanın hayatını sürdürmeden ihtiyaç duyduğu (toplum aile devlet ordu meslek vb) formların varlığını sürdürmesi ve geliştirilmesinde doğruların ve yanlışların özgün versiyonlarla ortaya konulmasıdır.
Ahlaksızlık Nedir?
Çok sık bir şekilde yakın çevremizde dahi duymuşuzdur birilerinin birilerini ahlaksızlıkla suçladığını. Ya da bir toplumun bir başka toplumu bir dinin üyelerinin bir başka dinin üyelerini ahlaksızlık ile itham ettiğini. Burada can alıcı soru şu şekilde oluyor? Ahlaksız olan toplum, birey, sistem, din vs. var mıdır? Böyle bir şey mümkün müdür? Baştan söylemek gerekir ki, söz konusu ithamlar belli bir ahlak anlayışına sahip bireylerin farklı ahlaki davranışları ahlaksızlık olarak görmesinden kaynaklanıyor. Normal değerlerin dayandığı referanslar farklı olunca birbirini reddetmek, yadsımak daha kolay oluyor. Bu bağlamda örnek verecek olursak; bir Müslüman yada Hristiyan’ın materyalist bir insanı ahlaksızlıkla suçlamasını toplumun büyük çoğunluğu neredeyse hayatın normal akışı gibi algılar. Oysa materyalizmin de kendi içinde geliştirdiği bir ahlak anlayışı söz konusudur. Buradaki temel problem farklı referans ve meşruiyet kaynaklarına dayanan ahlak anlayışlarının birbirine yadsımasıdır. Bir taraf referansını dine-Tanrı’ya dayandırırken diğer taraf topluma deneye bilime dayandırıyor. Haliyle birbirinden farklı düzlem ve zeminlerden hayat bulan bu anlayışlar kolaylıkla birbirini yadsıyor. Farklı referans kaynaklarının olabileceğinin kabulü beraberinde farklı ahlak anlayışlarının benimsenmesini getirmesi de varlıklarının yadsımasını ortadan kaldırabilir. Bu referans kaynaklarını örnek verecek olursak; dine dayalı dinsel ahlak, toplumsal ilişki ve iletişimi esas alan toplumsal ahlak, kişinin doğayla ilişkilerinde geliştirdiği doğal ahlak ve kişinin kendisi ile ilişkisinden doğan kişisel bireysel ahlak çeşitlenmesi genel kabul görür. O halde şöyle diyebiliriz ki; bunlar çoğu zaman (kültürel etkileşim sonucu olsa gerek) iç içe geçmek suretiyle karma ahlakla oluşturabiliyor. Toplumun çeşitliliği ve kompleks yapısı buna olanak sağlarken bu ahlak, ortam bireysel ve toplumsal çatışmalara da zemin sunabilmektedir.
Farklılaşmanın referanslar dışında birçok farklı sebebi vardır. Bunlardan en gözle görüneni coğrafi ve iklim etkenidir. Bu unsurlar insan ve toplum yaşamını hemen hemen bütün yönleriyle etkiler. Akdeniz ikliminin insanlarının mizaç üzerinde ılımlaştıran hoşgörülü sıcakkanlı olma gibi etkileri olduğu bilinir. Bu iklime zıt bir coğrafya olan dağlık kurak ve karasal iklime sahip bir alanda ise insanların sert mücadeleci, inatçı, içe kapalı karakterler geliştirmesi muhtemel bir gerçekliktir. İnsanların karakterleri üzerinde etki eden bu unsurlar insanların geliştirdiği ahlak anlayışını da doğrudan etkiler.
Coğrafyanın yer altı ve yer üstü zenginlikleri o coğrafyada geliştirilen ekonomik üretim biçimlerinin mahiyetini, biçimini ve çeşitliliğini belirler. Ekonomik üretim bireyin ve toplumun varlığını sürdürmesinde başat olan maddi unsurdur. Bu anlamda manevi unsurlardan olan ahlakı doğrudan etkiler. Örneğin yaygın nüfus katılımını sağlayan üretim biçimlerinde toplumsal dayanışmanın arttığı görülüyor. Burada çıkarların ortaklaşması ve birbirine bağımlı hale gelmesi belirleyicidir. Bir diğer örnek yaygın teknolojik kullanım öncesi köylerde uygulanan imece usulü tarlaların sürülmesi köy içindeki dayanışma ve yardımlaşma olgusunu güçlendirir. Burada ortaya çıkacak ahlak anlayışı doğal olarak toplumsal yönü ağır basan toplumsalcı bir ahlak olacaktır.
Yine nüfus faktörü bu konuda önemli bir etkendir nüfusun oranı ve yerleşim türü insanların toplumsallaşmasına ve onların kültürel etkileşimine olumlu ya da olumsuz katkıda bulunabilir. Dar bir alanda yoğun bir nüfusun barınıyor olması toplumsal düzenin sürdürülmesi açısından daha katı sınırları belirlenmiş, dominant bir ahlak anlayışını gerekli kalabilir. Aksi durumda, seyrek nüfus yerleşimlerinde ise katılığın esnekliğe dönüştüğünü ve farklı ahlaki değer yargılarının ortaya çıktığını görürüz. Nüfusun yerleşik veya göçebe olması, köy veya kent merkezli yerleşimi esas alıyor olmaları vs toplumun moral yargılarını etkileyen başka bir faktördür.
Ahlakın şekillenmesinde belirleyici olduğunu düşündüğüm ve kısa kısa değindiğim etkenlerden bir diğeri de toplumsal yapının düşünsel arka planı ve manevi birikimleridir. Bu etkinin özellikle dinselliğin yoğun ve etkin olduğu toplumlarda doğrudan ahlakı şekillendirdiğini hem tarih hem de güncel verilerden anlayabiliriz. Dinsel etkinin yoğun olduğu toplumlar açısından ahlaki kurallar aracılığıyla üyelerinin davranışı düşünüş biçimlerini ve duygularını belirlemek bir varlık yokluk meselesidir. Ahlaki norm, toplumsal yaşamın sürdürülmesinde bir yöntem veya araç iken bugünkü bir Ortadoğu toplumunda ahlaki norm (normun doğruluğu yanlışlığı bir tarafa) yaşamın kendisi temel amacı haline alabiliyor.
Evrensel Ahlak Yasası Var Mıdır?
Daha farklı örneklerle temellendirebileceğimiz farklı ahlaklar meselesi bizi ahlaki değer yargılarının anlaşılmasının mümkün olmadığını savunan subjektivist bir göreceliğe düşürmesin. Normların yere, zamana, koşullara, kısa ve toplumlara göre değişkenlik arz ediyor olması genel bir ahlak norm anlayışının mümkün olmadığı gibi bir sonuca götürmemelidir. Eğer birbirinden yalıtık, kültürel ilişki ve etkileşime hiç girmeyen hareketsiz monoton bir toplumsal yaşam anlayışı tüm dünyada olsaydı bu ideal doğru olabilirdi. Ancak insanın toplumsallaşmasının ilk aşamasından bu yana giderek artan bir toplumsal kültürel etkileşim ve iletişim olduğunu görüyoruz. Hele hele günümüz dünyası gibi küreselleşmenin hakim olduğu dünyanın küresel bir köy olarak adlandırıldığı bu koşullarda nasıl bir kültürel yalıtılmışlıktan bahsedebiliriz ki? Bir toplumda ortaya çıkan bir ahlaki norm günümüzde başka toplumlarda hızlı ve yaygın bir şekilde benimsenebilen bir norm olabiliyor. Çünkü günümüz küresel dünyası, (daha önce belirtilen ahlaki belirleyicilerden olan bireysel toplumsal çıkar benzeşmesi) hızlı ulaşım olanaklarıyla coğrafi mekan ortaklığı, iletişim teknolojilerinin sağladığı deneyimsel mirasın tüm insanlara aynı oranda etki edebilme gibi genel geçer kurallara ve ilkelere temel teşkil eden ortak bir etkileşim alanını gitgide büyütmektedir. Dolayısıyla yapılabilecek olan genel yönteme ilişkin sorgulamalar yapmak ve varsa genel ilkeler konusunda bireysel görüş ve kanaatlerini sunmaktır.
Bu bağlamda genel norm ve ilkelere ulaşma yolunda ahlaki ölçülerin zamana, mekana, toplum ve kültüre bağlı olarak değişkenlik arz ettiğinin kabulü genel geçer ahlaki ilkelere ulaşmada başlangıç niteliğinde olabilir. Yine her ahlaki normun bir toplum tarafından ortaya konduğu yönünde bir tespitte herhangi bir itirazın olabileceğini sanmıyorum. Dinsel toplumsal doğal ahlaklar gibi yine iş, ticaret, örgütsel ahlak vs sıfatlandırılmalarına baktığımızda bunların hep bir toplumsal arka planı gereksindiğini görürüz. En çelişkili kavram olan bireysel ahlakta bile bireyselliğin hayat bulması için, içinde yaşanılacak bir toplum şarttır.
Eklenebilecek bir başka özellik, her ahlaki sistem ve normun kendi içinde bir amacı barındırdığı doğrusudur. Amaçtan kopuk bir ahlak düşünemeyiz. Buradaki amaç, ahlaktan ahlaka şekilsel bir değişkenlik arz etse de öz itibarıyla ahlak bileşiğinin ortaya çıkmasına yol açan toplumsal yapının varlığını sürdürmesi gelişmesidir. Bu özelliği daha genel bir doğa yasasıyla birleştirmek mümkündür. Doğadaki her canlının temel amacı, varoluşunu daha güçlü, iyi, güzel, sağlam gibi pozitif özellikler çerçevesinde gerçekleştirmektedir. Misal, bir çiçeğin varoluşsal amacı tüm potansiyelini ortaya çıkarma yolunda güzel bir çiçek olmaktır. Potansiyelinin en uç noktasına ulaşma amacı tüm canlılara uygulayabileceği gibi bunu değer ve norm sistemimizin temeline de yerleştirebiliriz.
Daha kapsamlı sorgulama ve araştırmalarla lokal sınırlara hapsolmayan genel ahlaki ilkelerin birçok özelliği açığa çıkabilir. Buradan genel ahlaki ilkelerin işlevine ilişkin kimi noktalara değinmek evrensel ahlak rüyasının önemini anlamak açısından iyi olabilir. Bir benzetme yapacak olursak kendisi de hem ahlaktan hem toplumsallıktan uzak olmayan hukuk olgusunda normlar hiyerarşisi denen bir mimari yapılanma vardır. Bilindiği gibi ülkelerin siyasi otoritesi, zaman zaman belki yanlışlıkla belki siyasi çekişme sonucu birbiriyle çelişen yasalar yapabilmektedir. Birbirini işlevsiz kılan yasaların bulunduğu durumlarda bahsettiğimiz normlar hiyerarşisi devreye girer. Anayasal hükmün kanun maddesi karşısında esas alma durumu gibi karmaşa ve uyumsuzluğu çözmede bir durum gerekli bir tedbirdir. Bahse konu genel ahlaki normlar daha dar yerel avlak anlayışlara göre böyle bir işleve sahiptir. Günümüz dünyasındaki küreselleşme olgusu dikkate alındığında haliyle böylesi durumlar sık sık karşımıza çıkabilir. Evrensel hukuk, evrensel insan hakları ilkeleri gibi çağımızın parametrelerinin yanına evrensel ahlaki normların yerleştirilmesi yerinde olur.
Şimdiye kadar ahlakın ne olduğunu ve varoluşsal koşullarını sorguladık. Konuyu biraz daha somutlaştırmak açısından artık şu soru sorulabilir: Nasıl ahlaklı olunur ya da olabiliriz? Bu soruya ahlaki olan ve ahlak dışı olan çerçevesinde bakmak mümkündür. Ahlakın insana dair hemen hemen her şeye etki ettiğini belirttik. Ancak yine de ahlak olgusunun ortaya çıkmasının bir takım kriterleri vardır. Bu kriterlerin söz konusu olmadığı koşullarda ahlaki sorgulamalara gidemeyiz. Ahlak dışı olanı, kendinden iyi ya da kendinden kötü özelliklerine sahip olmayan durum; olay, nesne olarak tanımlayabiliriz. Örneğin atom bombasını oluşturan bileşikleri, insana dair süreçlerle ilişkilendirmeden ahlaki bir nesne olarak ele alamayız. Atom bombası, insani etki ve müdahalelere uğradığı andan itibaren ahlaki sorgulamaya çekilebilir. Çünkü bu element ve bileşikler kendi başına iyi veya kötü değildirler. İyi veya kötülük bu bileşiklerin insan kullanımına sunulduğu andan itibaren elementlere atfedilir. Bu nesneler insanlar tarafından belli amaçlar çerçevesinde iyiliğe veya kötülüğe yol açan nesneler olarak ahlak ile ilişkilendirilebilir. Yani kendi başına çevremizdeki nesnel çevreyi ahlaki bir çerçevede ele alamayız. Ahlaklılık, insanın bu dünyayla etkileşim ve iletişim geçiş sürecinde ortaya çıkıp bu nesnel dünyaya mal olur.
Ahlaki Seçimlerde İrade
Ahlakın kapsadığı alanda ise belirleyici unsur insandır. İnsanın niyeti, hedef ve bu paralelde seçimleri olmasa ahlaki alandan da bahsedilemez. Ahlaki alanın temel aktörünün insan olduğunu söyledik. Bunun yanında da bu normatif yapının oluşması için birtakım özellik ve koşullara gereksinim duyulur; bir kişinin ahlaklı olabilmesi için davranışlarını geliştirdiği konularda farklı seçeneklere sahip olması gerekir. Eğer katı bir kaderciliğin var olduğunu söyleyip her şeyin önceden belirlendiğini kabul edersek ahlaktan bahsedemeyiz. Çünkü davranışımızın yönü ve şekli bizim dışımızda bir güç tarafından belirlenmiş olduğu için bu davranışlar bizi sorumlu kılmaz. Çeşitli alternatiflerin olmadığı bir düzlemde bir seçme şansı da olmayacağından ahlaki davranış ortaya çıkmaz. Çeşitli alternatiflerin olması koşulu kendi içinde eylemi gerçekleştirenin seçim ve irade özgürlüğünü baştan varsayar. Bu süreçteki irade özgürlüğü ahlaki özne olan insan için olmazsa olmaz kabiliyetindedir. Eylemlerimizi gerçekleştirirken irade anlamında özgür olmayıp bir dış faktörün baskısı altında isek meydana gelen davranışın ahlakiliğinden söz edilemez. Misal bir kölenin sergilediği davranışlarda da iradi bir karar alma durumu olmadığı için ortaya çıkan eylemin ahlaki sorumluluğundan muaf kalır. Sorumluluk bir dış faktör olarak köleye davranış dikte edilen köle sahibine geçer. Belirtilen bu saptamayı günümüz koşullarında komutan-asker, patron-işçi, karı-koca, devlet-toplum ilişkilerine uyarlamak mümkündür. Özgürlük olgusu insanın geliştirdiği ahlaki yapı açısından çok önemlidir. Bu tespitlerden yola çıkıp şu somutlamayı yapmak mümkündür; özgürlüğü olmayanın bahsi edilen eylemden dolayı, ahlaki sorumluluğundan söz edilemez. İnsan açısından özgür olmak, yapılan eylemlerin sorumluluğunun üstlenilmesini gerektirir. Sorumluluktan kaçınıldığında aynı zamanda ahlaklılıktan ve özgür iradeden de kaçılır.
Özgürlük-ahlak denkleminin kurulabilmesi için insanın; akıl, bilinç ve zihinsel açıdan bir yeterliliğe sahip olması gerekir. Çünkü özgür irade insan açısından orada başlıyor. Biz zihnimizde olay ve olguları değerlendirme gücüne sahip olmasaydık seçenekler arasında bir tercihte bulunup özgür bir seçimde de bulunamazdık. Zihinsel yeterliliğe sahip olup değerlendirme yapmak, buna dayalı özgür irade ile seçenekler arasında tercihte bulunmak ve yaptıklarımızın sorumluluğunu almak insanın ahlaklı olma yolunda eşgüdüm halinde geliştirmesi gereken süreçlerdir. Bu konuda son olarak belirtilebilecek bir şey de şudur: İnsan ahlaki çerçevesinde eylemlerini gerçekleştirirken kendi dışındaki diğer insanları da göz önünde bulundurup dikkate almalıdır. Eylem ve davranışlarımızın diğer insanlar üzerinde yarattığı olumlu olumsuz etkilerden sorumlu olduğumuzu bilmeliyiz. Zaten hukuk, yasa, kültür gibi ahlak da insanın toplumsallaşma sürecinde diğer insanlarla geliştirdiği ilişkinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu olgular bireysel öneminin yanında toplumsal uyumlayıcılar konumundadırlar.
“Nasıl bir ahlak yapısı olmalı?” sorusunu toplum mühendisliği yanlışlığına girmeden cevaplamaya çalışmak bize daha doğal ve doğru sonuçlar verir. Çeşitli yönlerini sorguladığımız ahlak olgusunun varoluşsal temeli bize aradığımız cevapları kendi içinde zaten vermektedir. Ahlak ve toplum açısından kilit olgu özgürlüktür. Eğer doğanın bize sunduğu temel amaç, var olma sürecinde yaşama dönük potansiyellerimizi açığa çıkarmak ise özgürlük tüm canlı formları açısından bir zorunluluktur. Aksi durum, hayata dönük potansiyellerimizin engellenmesi olur.
Daha özgün bir varoluş biçimi olan toplumsallık ele alınacak olursa, hedeflediğimiz topluma, insana, kültüre özgürlük tercihini uygun görüyorsak, bununla birlikte gelişecek olan ahlak anlayışına da “özgürlük ahlakı” demek kanımca en doğru olandır. Bu özgürlük ahlakının işlevlerini, referanslarını, dayandığı esas etkenlerin ne olduğunu, birey ve toplum açısından şekillenişini genel ahlak olgusunun sorgulanması yoluyla ortaya koymaya çalıştık. Bu andan itibaren çerçevesi çizilen olgunun halk, toplum, örgüt, kurumlar ve kültürel boyutuyla özgün sonuçlara ulaşılması için tümdengelim, tümevarım ve karşılaştırma-kıyaslama yapılabilir. Özgürlük iddiasında olan bizler için, yaşadığımız paradigmal değişim süreci toplumsal sorunlara özgün çözüm üretmemizi zorunlu kılıyor. Bu süreci geliştirirken insana dair kavram ve toplumsal olguların köklü bir sorgulanmaya tabi tutularak bu sürece uyumlandırılması gerekir. Bu süreci sıfırdan bir şey yaratmak olarak algılamak kibirli bir yanılgıdan başka bir şey olmaz. Süreç insanın toplumun yaşadığı sorunlara çözümler geliştiren bir öze dönüş durumu olarak ele alınmalıdır. Günümüzde bir toplumsal ve ahlaki yozlaşmadan söz ediliyorsa bunun kökeninde bunların varoluşsal temellerinden uzaklaşmaları yatıyor. Yapılması gereken, var olanın yansıması değil öze dönüş yaklaşımıyla hareket etmedir. Özgürlük olgusu bu anlamıyla tüm mücadele alanları için temel bir ölçüdür.
İSHAK AYBERGÜLER
YORUM GÖNDER