ANNALES VE TARİH (14.BÖLÜM)
MARKS'IN ETKİSİNDE BİR TARİHYAZIMI:”20. YÜZYIL”
MARKSİST TARİHYAZIMI
Marksist tarih yazımı genel olarak sosyalist ve komünist düşünceye ait tüm kuramlarının bir toplamı olarak ele alınır. Ya da şöyle söylenirse daha doğru olur: sosyalizm komünizm ve materyalizme ait bütün yazın çalışması bir şekilde Marx’a mal edilir. Elbette bunun birçok sebebi ne haklı haksız yanları vardır. Her şeyden önce Marx sadece bir kuramcı değil aynı zamanda bir eylem adamıydı. Zaten onun bu yönünden dolayı kendisinden sonraki Marksist sosyalist komünist düşünürler değerlendirilirken kendisi gibi söyledikleri ve yaptıkları arasındaki paralelliği göre ele alındı alınmakta. 19. yüzyılda yaşamasına yazmasına ve çalışmasına rağmen 20. yüzyıl Marx'ın en çok tartışıldığı örnek alındığı ve okunduğu dönem oldu. Tabii Marx bu çabaları tek başına yürütmüyordu. F. Engels yazın ve kuram konusunda Marx ’la aynı ortak çabayı yürütüyordu. O yüzden her ne kadar Engels'in ismi geçmese de bu ikisinin kolektif çalışmasıydı. Ancak onun eylemci yönü hep ön planda tutulmasına sebep olmuştur.
Marksist tarih kurumu ve yazımı 19. yüzyıldan günümüze kadar üzerinde en çok tartışma yürütülen alanlardan biri olmuştur. Bu anlayışa göre tarihi belirleyen şey maddi ilişkiler ağı olarak toplumun sosyo-ekonomik yapısıdır. Bu ilişkilerde birbirine bağlı iki öğeye dayanılarak anlaşılabilir: birincisi; üretim araçlarının oluşturduğu üretim güçleri ikincisi, üretim ilişkileri. Üretim güçleri (iş aygıtları makineler insani beceri ve teknikler) bir felaket olmadığı sürece sürekli gelişirler. Buna karşılık üretim ilişkileri uzun süre değişmeden kalabilir. İşte bu tarihi belirleyen temel durumdur. Marksist tarih anlayışına göre ilk tarihsel eylem üretimdir ve üretim tarihinin olabilirliğini yapan ana koşuldur.
Marks ve Engels, “biz tek bir bilim tanırız oda tarihtir” derler. Yani tarih herhangi bir bilim değil tek bir bilimdir. Bu bilimin dayandığı tabansa materyalist bir tabandır ve taban tüm toplum tarihinin anlaşılması için anahtardır. Bu anahtar tüm tarihi emeğin gelişim tarihi olarak görmemizi sağlar.
1960'lı yıllarda bir bunalım yaşamışsa da öncesinde 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın yarısına kadar olan dönemde sanayi toplumuna fazlasıyla kök salmıştır. Sanayi sonrası çağ hitap etmede sıkıntılar yaşamıştır. Toplumsal siyasal ve düşünsel alanında yaşanan bu sıkıntıların sebeplerini kısaca şöyle özetleyebiliriz: Marksizm determinist ve dogmatik yönlerinden kaynaklar sanayi sonrası çağ hitap etmekte yetersiz kalmıştır. Marks tarihsel gelişimi yasaya ve çizgisel gelişime göre yorumlamıştır. Ona göre nesnel bilimsel bilgi mümkündür ve bilimsel bilgi kendisine görüngülerin belirli yasalarına göre ortaya koyar. Bu tarihsel gelişmelerin yasalarının keşfi ve formüle edilmesi demekti. Bu yönüyle pozitivist bakışın etkisindedir. Yine
tarihsel süreç için ilkel toplum, kapitalist toplum ve son aşama olarak komünist toplum belirlemesi de değişmez bir mecburi şehir olarak belirlenmesi yönüyle determinist değişmeyecek kural yasa olarak görmesi yönüyle de dogmatiktir.
Bütün bunlarla birlikte Marksizm’in modern tarih bilimine katkıları görmezden gelinemez. Marx’ın Engel ile birlikte yazdığı külliyatın neredeyse tamamı tarih üzerinedir. Das Kapital’den artık değer üzerine kuramlara Alman ideolojisinden komünist manifestoya Fransa'da sınıf savaşlarından kutsal aileye ve daha birçok eserde tarihi ve tarih felsefesi üzerinde durmuştur. Bu eşsiz çaba yaklaşık 150 yıldır Almanya, Rusya, Çin, Latin Amerika ve dünyanın birçok yerinde tarih, ekonomi, felsefe ve siyasete kaynaklık etmektedir. Marksizm’e en karşı olandan tutalım en liberal ve Kapitalistine kadar onun bu düşünsel mirasını görmezden gelemez. Tabii başta da belirttiğimiz gibi sosyalizm komünizm ya da Materyalizm adına düşünsel her şey ona mal edildi. Örneğin Sovyetlerde tarihsel araştırmaların genel çizgilerine parti merkez komitesi ve parti kongreleri belirliyordu. Bu döneme dair birçok şey Marx’a mal edilir. Ancak bu gerçekte Marx'ın toplum ve tarih kavrayışından çok uzaklaşmış ve partinin güncel siyasal çalışmalarına hizmet eden bir tarih yazımıydı (41).
ANNALES OKULU:
İsmini Fransa'da Lucien Febure ve March Bloch tarafından 1929'da kurulan ünlü tarih dergisinden alır. Bu okulun kurucuları o güne kadar tarih yazımında izlenen hemen hemen bütün yöntemleri eleştirerek başlamışlardır. Bir tarih kuramı değil yeni bir tarih yazımını hedeflediklerini her fırsatta dile getirmişlerdir. Georg G. Iggers, Annalesçiler için “açık bir tarih kuramı ve felsefesi formüle etmemişlerdir “ der ve Annales ‘in 1. sayısındaki sunuştan Bloch ve Febure'nin amaçlarının çeşitli yönelimler ve yeni yaklaşımlar için bir forum oluşturmak olarak aktarır (42). Annales Okulu dönemin bilimsel zihniyetteki gelişmelerin etkisinde olduklarını Marc Bloch şöyle ortaya koymuştur: “zihniyet atmosferimizi aynı değil gazların kinetik teorisi Einstein mekaniği kuantum teorisi daha düne kadar herkesin aldığı bilim eğitimi fikrini derinden değiştirdi (...) Tarihsel araştırma birçok akli disiplin gibi olasılıklar teorisinin o şahane yoluyla kendi yolunu çakıştırmaktadır” (43)
Annalesin hedefleri olay anlatımına dayalı geleneksel anlatım yerine sorun olgu odaklı bir analitik tarih, tamamen siyasete odaklanan bir tarihin yerine insan faaliyetlerinin tamamına eğilen bir tarih yazımını oluşturmak olmuştur. Bu amaçları gerçekleştirmek amacıyla diğer disiplinlerle coğrafya, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, dilbilim, antropoloji ve benzeri iş birliğini önceller. Bu noktada artık eski tarihçi anlayışının yeterli olmadığını ve tarihçilerin birer coğrafyacı, hukukçu, sosyolog ve psikolog olmalarını adeta emrederler (44). Yaklaşık 200 yıllık bir tarihçi geleneği olan ve Ranke'den Marks'a, Weber'e ve Amerikan sosyal bilimci tarihçilere kadar devam eden tarihi geçmişten geleceğe doğru ilerleyen tek boyutlu bir zaman olarak gören anlayışının yerine; Annales tarihçileri zamanın göreceliğinin ve çok katmanlılığının altını çizerek bu anlayışı kökten değiştirdiler.
Annales Okulu 3 evre üzerinden ele alınabilir. 1920'li yıllarda 1945 yılına kadar uzanan L. Febure ve M. Bloch'un öncülüğünde devam eden ilk evre; geleneksel tarih anlayışına, siyasi tarih ve olaylar tarihine karşı bir gerilla eylemine girişilen radikal ve yıkıcı bir hareket olduğu dönemdir. Başlarken de derginin ilk sayısında editör kurulu sadece eski ve yeni çağ tarihçilerinden değil bir coğrafyacı, bir sosyolog ve bir ekonomistten de oluşmaktaydı. İlk dönemde ağırlıkta ekonomi tarihçileri öne çıkmıştır. M. Bloch 53 yaşında Almanlara karşı Ordu'ya yazılıp kurşuna dizilecek kadar aktif olmasına rağmen siyasette hiç değinmediler. İkinci evre 2. Dünya Savaşı sonrası ve Fernand Braudel ’in etkili olduğu dönemdir. Bu evre aynı zamanda Annalesin okul olarak şekillendiği süreçtir. Tarih bilimine neredeyse tamamen hâkim oldukları bu dönemde kendilerine özgü kavramları özgün metotları dizisel tarih ile çok önemli bir etki yaratmışlar. “Braudel Dönemi” de denilebilecek bu evrede siyasete neredeyse tamamen kapalı olma geleneği ısrarla sürdürülür. Jeo-tarih olarak Braudel'in adlandırdığı bu tarih yazımında yavaşlatılmış ya da yine kendi tanımlaması ile zaman dışı tarih ön plandadır. Braudel'in “II. Felife Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası” adlı iki ciltlik kitabı bir coğrafi tarih ve ekonomik coğrafya çalışmasıdır. İnsan hemen her olay, olgu ve paragrafta geri planda silik ve yüzeyseldir. Kitabın 700 sayfayı aşan 1. cildinde fiziki coğrafya dağlar, ovalar, yaylalar, yollar, kıta, sahiller, sınırlar ve okyanuslar, en ince detayına kadar madenler ele alınır. Gemilerin isimleri, tonajları ve modelleri daha da ön plandadır. İnsana ayrılan yaklaşık 20 sayfalık bölümde de demografik bakımdan ele alınmıştır. (45) Yine kitabın 2. cildinde olaylar siyaset ve insanlar adlı 3 bölümün ilk cümlesinde bu bölümü yayınlamakta çok tereddüt ettiğini dile getirmektedir. Ve yine bölümün genelinde insan edilgen bir pozisyondadır. (46)
Braudel'in ’tarihsel zaman’ tanımlaması tarih yazımında çok önemli bir belirlemedir. Geleneksel, tek boyutlu geçmişten geleceğe tanımlaması yerine üç boyutlu yakın tarih, uzak tarih ve uzun süre tarihi olarak belirler ve bu belirleme tarih yazımı alanında hem kendi ekolünü hem de farklı yöntemlere sahip kişi ve ekoller tarafından göz ardı edilemedi. Üçüncü evre ise 1968'de başladı. Bu aslında okulun parçalanması ile başlayan dönem oldu. Bu dönemin başında Jacques Le Golf yer aldı. Daha sonra ise Francois Furet, Golf'ün yerini almıştır. Bu evrede tarihin kapsama alanı daha da genişletirken ilk evrenin koyduğu siyasete yönelmeme anlayışını da kırdılar. Annalesin bazı mensupları sosyoekonomik tarihten uzaklaşarak sosyo-kültürel tarihe yönelmiş bazıları siyasi tarihi ve hatta bazıları da tarihsel anlatıma yeniden yönelmişlerdir. Annales başlarken tarih yazımında Tanrı, devlet ve kişi kutularını kırarak tarihi toplumsallaştırdılar. Braudel'le tek boyutlu zamanı aşarak hareket alanını genişlettiler ve son olarak Francois klasik olay merkezli tarih anlatısı dışında bir tarih anlatımı benimsemiş ama çok detaylandırılmış bir alan açmıştır.
TARIQ HESEN
YORUM GÖNDER