1968 GENÇLİK HAREKETİ VE TÜRKİYE DEVRİMCİLERİNİN BİZE MİRASI
Dünya tarihinde önemli kavşaklar vardır. Bu önemli kavşaklar insanlığın yeni yol haritasını çizmesinde büyük katkılarda bulunmuşlardır. Örneğin bir Hıristiyanlıkta Hz. İsa’nın katledilişi önemli tarihi bir dönemeçtir. Hz. Muhammed’in İslam’ı Ortadoğu’ya hakim kılarak yeni bir yol çizmesi önemli başka bir olaydır. Yine Fransız devrimi, Rus Bolşevik devrimi derken böyle tarihe çok fazla iz bırakan tarihi değerde olaylar yaşanmış ve bu olayların yaşanması insanlığın kaderini değiştiren roller oynayarak kaderlerinin farklı çizilmelerine götürmüştür. Böyle önemli olaylardan bir tanesi 1968 dünya gençlik hareketi ya da devrimidir.
1968 Gençlik hareketini anlamak için öncelikli olarak o yılları iyi anlamak, şartlarını iyi bilmek ve tabii ki yaşanmışları, insanlığı zorlayan olayları, olguları iyi bilmemiz gerekir.
1960-70 yıllar öncelikli olarak emperyalizm ile reel sosyalist devletlerin kıyasıya birbirleriyle mücadele ettikleri ancak her bir kampın kendisine yakın duran blokların oluşturulduğu yıllardı. Öyle ki adalet, eşitlik ve özgürlük için yola çıkan sosyalizm öğretisini savunduğunu iddia eden reel sosyalist devletler giderek bu öğretide uzaklaşıyor ve kapitalist modertinin en büyük silahı olan ulus devleti kökleştirdikçe kökleştiriyorlardı. Halbuki ulus devlet milliyetçiliktir. Ulus devlet baskıdır. Ulus devlet anti toplumculuktur. Ulus devlet sömürüdür. Dolayısıyla kapitalizmi ve emperyalizmi destekleyen hatta onun yedeğine düşmek demektir. Bu ise giderek dünyada baskının ve sömürünün artması demekti.
İkinci önemli bir durum Vietnam direnişidir. Vietnam halkının ABD emperyalizmine karşı gösterdikleri direniş özelde de 1968 yılında Vietnam direnişçilerinin adeta ABD askeri güçlerini süpüren TET Saldırısıdır. Ve bununla birlikte uluslar arena de giderek Vietnam halkına gelişen sempatidir.
Tüm bunlar yaşanırken dünya giderek fakirleşiyor. Devasa bir ekonomik kriz insanlığın karşısına koşar adımlarla geliyor. Halbuki dünya da milyarlarca dolar paralar sadece silahlara gidiyor. Silahlara gidecek paralar insanlık için kullanılmış olsa insanlık açlık sorunu çekmeyecek.
Ve bir de giderek gelişen bir kadın bilinci. Feminizm. Ve bunların tümünün ortak noktası ise kapitalist tüketim değerlerine karşı komünal değerlere geri dönüşü isteyen sistem karşıtı hareketler. Ve tüm bunların tam da ortasında bir gençlik. Hem de deli dolu bir gençlik. Özgür yaşamak isteyen bir gençlik. Artık bentleri kabul etmeyen, dizginlenemeye karşı duran, zapt edilemez enerjisiyle kendisi olmak isteyen bir gençlik.
Evet, bunlar ve belki de daha fazlası 1968 yılında birden bire sel gibi akan devasa bir nehre dönüşerek dünyanın tümüne yayıldı.
1968 patladığı zaman –Columbia Üniversitesi'nde, Paris'te, Prag'da, Mexico City'de ve Tokyo'da, İtalyan Ekimi'nde– bu gerçek bir patlama oldu. Merkezi bir yönelim yoktu, hesaplanmış bir taktik planlama yoktu. Patlama, yöneldiği kişiler için olduğu kadar katılanlar için de bir anlamda sürpriz oldu. En çok şaşıranlar, kendilerine nasıl bu kadar haksız ve politik bakımdan bu kadar tehlikeli görünen bir perspektiften gençler sosyalizmden uzaklaşmış olan, özgürlüklerden uzaklaşmış olan, adaletten uzaklaşmış olan sözde solcular olmuştur.
Gençlik hareketi kısa bir sürede dünyanın her yerine yayıldı. Bu gençlik hareketi birçok otorite ilişkisini ve en başta da her iki taraftaki Soğuk Savaş mutabakatını parçalayan bir patlamaydı. İdeolojik hegemonyalara her yerde gençlik meydan okuyordu. Karşı çıkmıştı. Özcesi alışılmış olana gençlik tam bir karşı duruşla başkaldırmıştı.
“1968 Devrimi esas olarak manevi kültür alanında ideolojik devrim olarak patlak verdi. Modern kültüre, onun tüm liberal, sağ ve sol türevlerine başkaldırıyordu. Bu anlamıyla önemli bir devrimdi.
En az Fransız ve Rus Politik Devrimleri kadar rol oynayan ideolojik bir devrimdi.
Modernitenin ideolojik hegemonyası inşa edildiğinden beri ilk defa kırılmaya uğramıştı.
Yüzlerce yıldan beri homojen toplum adına tutsaklaştırılan, asimile edilen, hatta soykırıma uğratılan kültürel, cinsel, etnik, dinsel ve yerel birçok toplumsal unsur kimlik savaşına kalkıştı.
Gençliğin bu savaşıma önderlik etmesi ayrıca anlamlıydı. Çünkü gençlik modernitenin en az etkilediği kesimdi. İdeolojik devrim yalnızca kapitalist liberalizme karşı yürütülmüyordu, liberal ulus-devlet kadar reel sosyalist ulus-devletle de köprüler atılmıştı. Endüstriyalizme ideolojik olarak karşı çıkış ilk defa güçlü teorik anlatımlarla ifade ediliyordu.
Feminizm en az sınıf teorileri kadar önemli teorik argümanlara kavuşmuştu. Geleneksel kültürel kimlikler modern kimlikler kadar değerli ve vazgeçilmez olduklarını kanıtlamışlardı.
Modern ulusçuluk teorisinin hâkim etnisitenin meşruiyet argümanından başka bir şey olmadığı anlaşılmıştı.
Dönemin en gözde devrimci ideolojilerinden olan modern ulusal kurtuluşçu düşünce ve pratiğinin söylendiği kadar anti-kapitalist ve kurtuluşçu olmadığı açığa çıkıyordu.
Reel sosyalizmin kapitalist moderniteyi aşan değil, güçlendiren bir sisteme dönüştüğü de iyice tartışılıyordu.
Sosyal demokrasinin demokratlığı çoktan kapitalizmin ayıplarını örten asma yaprağı rolüne indirgenmişti.”
“Sistemin ideolojik bunalımı Türkiye’de de en güçlü yankılardan birisine yol açtı. Beyaz Türk Faşizminin yapısal bunalımı ideolojik alana yansımış, devrimci ideolojinin darbeleri altında teşhir ve tecrit sürecine girmişti. Laik milliyetçiliğin modernist cilası tutmamıştı. Geleneksel din ideolojisi kadar devrimci modern ideolojiler de güçlü yankılar buluyordu.
1970’lerin devrimci hareketleri esas olarak ideolojik hareketlerdi. Politik özellikleri geliştirilememişti. Önemleri, sistemi teşhir etmelerinden ileri geliyordu. Toplumsal gerçekler ilk defa dile getiriliyorlardı. Çoktan mezara gömüldüğü sanılan gerçeklikler, ideolojik mücadeleyle birer birer diriliyorlardı.
İslamcı ideolojileri sosyalist ideolojiler takip etti. Her ikisinin akabinde Kürt olgusunu dile getiren ideolojik formlar yavaş yavaş kendini gösterdi. Tepki olarak ırkçı milliyetçilik şahlandırıldı.
1970’ler Türkiye’sinde tarihinin gerçek anlamıyla en büyük ideolojik savaşlarına tanık olundu. Irkçı milliyetçilik Hitler Almanya’sı türünden daha çok güçlendirilmiş bir ulus-devletçilik peşinde koşarken, İslamcı ideolojiler laik ulusçu devlete kaptırdıkları geleneksel rollerini yeniden oynamak ve devlette yer kapmak istiyorlardı.
Sol ideolojiler derin kavramsal bunalımlar içinde soyut toplumculukla uğraşıyorlardı. Toplumculukla ulus-devletçiliği birbirine karıştırmışlardı. En köklü ideaları olması gereken demokratik deneyimler sınırlı kalıyordu. Demokratik halk eyleminden çok, dar grup eylemlerine çakılmışlardı. Ama hepsi genelde toplumsal hakikatleri açıklama rollerini oynuyorlardı.
1970’ler dünyası ve Türkiye’sinde modern yapılardaki bunalımla ideolojik mücadelenin ortaya çıkardığı hakikatlerin PKK’nin oluşumunda önemli payı vardır. Birçok eksiklik ve yanlışlık taşısalar da, mücadele şehitlerinin oluşumdaki payı belirleyici olmuştur.”
İşte Türkiye devrimci gençlik hareketinin şehitlerini bu vesileyle hak ettikleri biçimde anmak en doğru devrimci, sosyalist ve demokrat yaklaşım olacaktır.
Türkiye’de 1968 yılında yeni yeni gelişen gençlik hareketi 1970’lerde rengini tam belirlemişti. Eskinin Kemalist ve faşizan zihniyetine, yine eskini o kalıplaşmış kuru reel sosyalist dogmalara karşı yeni gençlik Mahir Çayanların, Deniz Gezmişlerin, İbrahim Kaypakayaların, Sinan Cemgillerin ve nice büyük Türkiyeli genç devrimcinin emekleri, kanları üzerinde Kürt halkının da Türk halkı gibi bir halk olduğu, Kürt halkının da doğuşta haklarının olduğunu ilk kez bu denli gür haykırarak gelecekte Kürdistan’da gelişecek özgürlük hareketlerinin önünü açmışlardır.
Bu bağlamda Mahirlerin, Denizlerin, Sinanların ve de İbrahimlerin Kürdistan gençlerine, devrimcilerine bıraktıkları miras küçümsenemez.
Mahir Çayan henüz 1970-71’lerde: “Revizyonizm ciddi bir tehlikedir, Marksizm’i sarmıştır; her meselede olduğu gibi Kürt meselesinde de oportünist davranmaktadır. Kürt meselesi ulusların kendi kaderini bizzat tayin etmesi meselesidir. Kürtler isterlerse bağımsız devlet kurma haklarını kullanabilirler. Biz Marksistlere düşen görev, Kürtlerin bu haklarını elde etme mücadelesini desteklemektir” diyerek Kürt halkının sömürge statüsünü kabul etmediklerini açıkça dile getirmiştir.
Yine Deniz Gezmiş 1972 yılında İdam sehpasına giderken son söyledikleri sözleri halen anlamında tek kelime bile yitirmemiştir.
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm’in, Leninizm’in yüce ideolojisi.
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının devrimci bağımsızlık mücadelesi.
Yaşasın işçiler, köylüler. Kahrolsun emperyalizm “ diye slogan atarken Kürt ve Türk halkların ve genel olarakta halkların kardeşliğinin ne kadar önemli olduğunu bize miras bırakmıştır. Yine başka bir genç yürek olan Yusuf İnan ise: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu uğrunda şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm” diyerek ölümün gözünün içine bakarak bize cesareti bırakıp ekip gittiler.
1968 gençlik hareketi, Mahirler, Denizler, Sinanlar, İbrahimler ve nice Türkiye devrimci genci bize halkların kardeşliğini, direnişi, özgürlük için gerekirse bedel verilmeyi, cesareti, bir halkın özgürlüğü için fedakarlığı ve tabii birde bize “Şerefsiz yaşamaktansa şerefle ölmek, yalvarmak yerine zora başvurmak, başkasına değil kendine ve kendin gibi olanlara güvenmek, nerede ve nasıl olursa olsun hainlere boyun eğmemek parolamızdır” diyerek gelecek devrimci kuşaklara devasa bir miras bıraktılar.
ŞEHİT KASIM ENGİN (ARŞİV)
YORUM GÖNDER