GÖÇEBE – PROLETERLER (1.BÖLÜM)
Kimi sol çevrelerde evsiz mültecilerin sayısındaki patlama, “göçebe proletarya” kavramının ortaya çıkmasına yol açtı. Bu temel fikre göre günümüzün küresel dünyasında başlıca karşıtlık (“birincil çelişki”) artık kapitalist hâkim sınıf ile proletarya arasında değil, “medeni” dünya kubbesi altında (kamu düzeni, temel haklar vb.) güvenle yaşayanlar ile dışlananlar, sadece hayatta kalmaya indirgenmiş olanlar arasındadır. “Göçebe proleterler” ise bu kubbenin tamamen dışında değil, arada bir yerlerde kalmıştır: Modern öncesinden gelen yaşam biçimleri çoktan harabeye dönüşmüş, küresel kapitalizmin darbesiyle yıkılmış olsa da onlar küresel düzenin kubbesi içerisine entegre olmamış, arada kalmış bir ölüler diyarında gezmektedirler. Katı Marksist anlamıyla proleter değillerse de paradoksal olarak gelişmiş ülkelerin kubbeleri altına girdiklerinde pek çoğunun ideali tam olarak “normal” sömürülen proleterler hâline gelmektir. Yakın geçmişte Salvador’dan gelerek Meksika-ABD sınırından ABD’ye girmeye çalışan bir mülteci, televizyon kameraları karşısında şöyle diyordu: “Lütfen Sayın Trump, bizi içeri alın. Tek istediğimiz ülkenizde iyi ve çalışkan işçiler olmak.”
Tam anlamıyla proleterler (sömürülen işçiler) ve göçebe (daha az) proleterler arasındaki ayrım, günümüz proletaryasına dair daha kapsayıcı bir kategori içerisinde biraz bulanıklaştırılabilir mi? Katı Marksçı bakış açısından gelen cevap nettir: HAYIR. Marx’a göre proleterler yalnızca “yoksullar” değil, üretim süreçlerindeki rolleriyle tüm maddi içeriğinden mahrum edilmiş bir öznelliğe indirgenmiş olanlardır ve böylelikle üretim süreçlerince disiplin edilerek gelecekteki iktidarlarının (“proletarya diktatörlüğü”) taşıyıcıları hâline gelmişlerdir. Üretim sürecinin dışında olanlar ise toplumsal bütünlüğün dışında yer alırlar ve Marx tarafından “lümpen proletarya” olarak ele alınmıştır. Marx, onlarda hiçbir özgürleşme potansiyeli görmez, (III. Napolyon gibi) gerici güçlerce mobilize edilmiş ve bozulmuş bir güç olarak onlardan büyük bir şüphe duyar.
Ekim Devriminin zaferiyle nüfusun büyük çoğunluğunun küçük çiftçiler olduğu bir ülkede Bolşevikler ’in (tam da bu insanlara toprak sözü vererek!) iktidar kurmalarıyla ve iç savaş sırasındaki şiddetli çalkantıların sonucu olarak milyonlarca insanın kendilerini (klasik lümpen proletarya değil) henüz (iş güçleri “hiçe” indirgenmiş) proleterler haline gelmemiş, tam anlamıyla proleterden de daha az (hiçten az) evsiz göçebeler konumunda bulmalarıyla her şey daha karmaşık bir hale gelmiştir. Bu kitlenin varlığı, Andrei Platonov’un çalışmalarında merkezî konu olmuştur, onların yaşam tarzlarını ayrıntılarıyla tasvir etmiş, eşsiz bir “yoksul yaşamın materyalist ontolojisinin”[1] ayrıntılarına inmiştir. “Yoksul yaşamın ontolojisi” bakış açısından Beckett ile Platonov arasındaki paralellik tümüyle anlamlıdır: Beckett’in büyük üçlemesinin Molloy, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan romanlarının da deneyimi “yoksul yaşam” değil midir? Malone Ölüyor’un gerek tüm konusu gerek ayrıntıları, Alman işgali altındaki Fransa’nın koşullarındaki ani değişim ve işgal sonrası durumdur: Naziler ve işbirlikçilerin denetimi, terör ve zulüm, işbirlikçilere karşı intikam ve evlerine geri dönüp toparlanmaya çalışan mültecilere nasıl davranıldığı. Romana böyle bir gücü kazandıran ise tam da bu üç alanın, yerinden edilmiş evsiz bir bireyin, polis, psikiyatrik ve idarî tedbirlerin ağında kaybolmuş bir bireyin boğucu deneyiminde yoğunlaştırılmasıdır.
Platonov ile Beckett arasındaki fark, Beckett’in evsiz mültecilerin deneyimini, devlet kurumlarının merhametine kalmış bireyler olarak ele alması, Platonov’un ise devrim sonrası bir durumda, yeni Komünist iktidarın Komünist mücadele için mobilize etmeye çalıştığı yerinden edilmiş göçebe gruplara odaklanmasıdır: Her bir çalışması “aynı politik sorundan yola çıkar: Komünizm nasıl inşa edilir? Komünizm ne anlama gelir? Komünist düşünce devrim sonrası toplumun gerçekliği ve somut koşullarıyla nasıl buluşur?” Platonov’un bu soruna yanıtı paradoksal olduğu gibi Komünizmin sıradan muhalefet reddinden uzaktır. Platonov’un vardığı sonuç olumsuz bir sonuçtur, tüm hikayeleri başarısızlık hikayeleridir, Komünist proje ile yerinden edilmiş göçebe gruplar arasındaki “sentez” boşlukla sonuçlanır, proleterler ve proleterden azı arasında hiçbir birlik yoktur:
“Çevengur’da (1926–28) yetim Sasha Dvanov devrim yılında komünist olur, Bolşeviklere katılır ve bir köyde devrime destek vermek için parti işlerine koşar. Uzun yolculuğu sırasında Dvanov bir köyde yoksul köylülerin kurduğu “komünizmi” keşfeder. Çevengur köyündeki komünizm, kentsel planlama ve tarım, sürekli terör ve açlık ile çeşitli absürt deneylerle birlikte ilerler. Gezgin organik entelektüeller, gezgin kitleleri, sınıfları ve toplulukları tamamlar. Tüm bunların yanındaysa hayvanların göçü, bitkiler ve doğal kır manzaraları bulunur. Can’ın (1936) baş karakteri Nazar Çağatayev, kendisinin de içinden geldiği kayıp göçebe Can ulusunu bulmak ve sosyalist bir düzen kurmak için parti göreviyle Türkistan’a, doğduğu kasabaya döner. Can, Platonov’un yazarlar delegasyonu üyesi olarak Türkistan’a yaptığı iki seyahatten sonra yazılmıştır. O dönemde Türkistan’daki iç savaş henüz sona ermiş ve geleneksel göçebe yaşam biçimine karşı kampanyalar başlatılmıştır. Delegasyonun görevi, yerel topluluklara dair başarılı bir “medenîleşme” sürecinin hikayesini anlatan, ortodoks sosyalist gerçekçi bir öykü yazmaktır. Platonov’un Can’ındaki merkezî sorun, bu talimata uymak gibi görünür ve Asya çöllerinin göçebe yerlilerine sosyalizm yolunda önderlik eden “Kızıl Musa’nın” öyküsünü anlatır. Ne var ki Çağatayev görevi sona erdiğinde Moskova’ya döner ve okur, çölde komünizmin geleceğine dair şüpheyle bırakılır. /…/ Platonov’un en ünlü eseri Çukur (1930) da ilk beş yıllık plan bağlamında oluşturulmuştur. Baş karakter Voşçev ile küçük bir taşra kasabasının, devasa bir proleter evi inşaatıyla meşgul sakinleri arasındaki bir dizi toplantıyla ilerler. Voşçev, farklı sınıf gruplarının temsilcileriyle mücadele ederken Sokratik hakikat arayışlarına girer ve proje gitgide daha da görkemli bir plan hâline gelir, ancak sonrasında sonuçsuz bir şekilde sona erer.”
SLAVOJ ZİZEK
YORUM GÖNDER