KOMİTACI-DARBECİ GELENEK VE GLADİOCU KONTROL (5.BÖLÜM)
Kürt Sorununda Çözüm Arayışları ve Komplolar:
İngiltere daha 1921 Konferansı’nda Kürt sorunun çözümsüz bırakarak dört ulus-devlete karşı kullanılmasını karara bağlamıştı. Bu politikayı 1945’lerden sonra ABD hegemonyası devralıp sürdürüyordu. Kürt sorunun Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile demokratik çözümü, Ortadoğu için belirledikleri stratejilerine aykırı olduğundan; Özal’ın kendi inisiyatifiyle geliştirdiği demokratik siyasi çözüm ve barış siyasetine karşı Güreş-Çiller konseptini yürürlüğe koymaları bundandı. Doğan Güreş’in Londra dönüşü ziyaretindeki meşhur sözü, “Londra bize yeşil ışık yaktı.” Her şeyi açıklar niteliktedir. Bu, demokratik çözüm siyasetine yönelik ölüm fermanıydı. Ki bu temelde devlet içinde çözüm yanlılarının tasfiyesi oldu. Kürt sorununa çözüm raporu düzenleyen Adnan Kahveci’nin şüpheli ölümü (5 Şubat 1993), ardından Öcalan ile demokratik siyasi çözüm için dolaylı görüşmeler yürüten Özal’ın etkisizleştirilmesi (17 Nisan 1993) var. Özal’ın tasfiyesinden sonrada demokratik siyasi çözüm çabalarını sürdüren Öcalan, tek taraflı 1995 ateşkes denemesi yaptı. Buna verilen yanıt Öcalan’a yönelik bombalı suikast (06 Mayıs 1996) olacaktı. Suikastı dönemin başbakan yardımcısı Tansu Çiller’in örtülü ödenekten finanse ettiği, Susurluk çetesi diye tabir edilenler Çatlı ve Bucak ile Yeşil kod Mahmut Yıldırım’ın, Suriye istihbaratından bazı kişilerin ve dönemin Viranşehir Belediye Başkanı’nın rolünün olduğu daha sonra aydınlanacaktı. Patlamanın olduğu anda Washington ve Londra basınının Öcalan’ın öldüğüne dair haber yapmaları da manidardı. İsrail’in de telefon-telsiz izleme tekniğini kullanıldığı bu olay, İngiltere, ABD ve İsrail eksenli çözüm karşıtı blokun işi olduğu ve bunu kendilerine bağlı gladionun Türkiye koluna (JİTEM’e) yaptırdıkları anlaşılıyor. Suikastın başarısızlıkla sonuçlanmasından Çiller, “Mesut Yılmaz ihbar etti” diyerek, Yılmaz’ı sorumlu tuttu. Yılmaz ise, “Ben yapmadım” diyecekti. Ardında Doğan Güreş’in yerini Çevik Bir aldı.
Erbakan hükümeti (28 Haziran 1996) Öcalan ile diyalog çabalarına girdi. Amacı, Kürt sorununu diyalogla çözme istemiydi. Ancak ikinci “post-modern darbe”ye muhatap olacaktı. Dönemin ikinci Genelkurmay Başkanı Çevik Bir, Sincan’da tankları yürüttü ve buna “Sincan’da demokrasiye balans ayarı yaptık” diyecekti. Ardından 28 Şubat MGK toplantısında Başbakan Erbakan’a nota verildi. Bu temelde adına “post modern darbe” denilen 28 Şubat süreci ile Erbakan istifa etmeye zorlandı. 21 Mayıs 1997’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Erbakan’ın başkanı olduğu Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne dava açar. Dava devam ederken Erbakan, 18 Haziran 1997’de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e istifasını sundu. NATO’nun Türkiye’deki Gladio örgütlenmesi JİTEM, 1985’ten itibaren, özellikle de 90’lardan sonra Türkiye’de infazlara hız verdi. İnfaz kararlarının çoğunun Amerika tarafından verildiğini; Talabani’nin ‘90’larda “savaşı bırakın, teslim olun” mealindeki açıklamalarından da anlamak mümkün. Talabani, Gladio’nun bu yargısız infaz kararını ve işini Amerika’nın yürüttüğünü biliyordu. Bunların birbirleriyle ilişkileri vardı. Örneğin 1991’de Avusturya’da Talabani-Hikmet Çetin arasında PKK’yi “terörist sayma” ve ortak mücadele konusunda gizli anlaşmaları var. Yine Barzani’nin PKK itirafçısı Aygan ile dönemin Yedinci Kolordu Komutanı Necati Özgen ile birlikte çektikleri fotoğraf biliniyor. Aygan, itiraflarında “Diyarbakır’da yedi yüze yakın infaz yapıldı” diyor. Korucular da bu işlerde kullanılmıştır. Örneğin Kamil Atak’ın beyanları var, Cizre’de birçok yurtseveri katletmişler.
Öcalan’ın Tutsaklığı ve Yeni Dönem
‘90’larda, Barzani ve Talabani’ye Kuzey Kürtlerinin özgürlük mücadelesinin tasfiyesi karşılığında Güney’de küçük bir ulus-devlet sözü veriliyor. Bu planı Türk devletine de kabul ettirirler. Bu plan, o dönem İngiltere’ye giden Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e de onaylatılır. Mehmet Ali Kışlalı’nın kitabında da var; Güreş, o dönem İngiltere’ye gidiyor ve dönüşünde “İngilizler bize yeşil ışık yaktı” diyor. Bunun anlamı şuydu: Kuzey Irak’ta kendilerine bağlı bir Kürt oluşumuna izin verilecek, karşılığında PKK tasfiye edilecek ve Türkiye’nin PKK’ye karşı yürüttüğü kirli savaşa ses çıkarılmayacaktı. Anlaşma buydu. Türkiye’ye Barzani ve Talabani’yi tanı, Kuzey Kürtlerine ne yaparsan yap dediler. Sadece Türkiye değil, İran ve Suriye Kürtlerini de Güney’deki bu küçük devlete sürme temelinde anlaştılar. Bu pazarlık ‘90’larda başladı. Sonuç, Öcalan’ın uluslararası-devletlerarası bir komployla 15 Şubat 1999’da Yunanistan’ın Kenya büyükelçiliği bahçesinden kaçırılarak, idam cezasıyla arandığı Türkiye’ye teslimi oldu. Barzani-Talabani’ye devlet verdiler, Öcalan şahsında Kuzey Kürtleri ise darağacı gölgesine alındılar. Nitekim doksanlardan itibaren ‘Ankara Anlaşması’yla (Daha sonra Dublin süreci ve Washington otonomi anlaşması var) Kuzeydeki Kürt özgürlük ve demokrasi hareketini tasfiyesi karşılığında Güneye tüm desteklerini sundular, birçok imkân verdiler. Bu temelde ‘90’lı yıllarda Özgürlük Hareketine karşı Gladio içindeki ittifaka Barzani ve Talabani de dâhil edilmişti. Özgürlük Hareketi ve Öcalan’ı tasfiye etme planları ardından, 1992’de Barzani ve Talabani güçlerinin de dâhil edildiği sınır ötesi operasyonlar (1992 ve 95) var. Karşılığında Türkiye’nin Barzani ve Talabani’ye kırmızı pasaport verdiği biliniyor.
Barzani ve Talabani’nin de dâhil edildiği Güreş-Çiller etrafında kümelenen özel savaş koordinasyonu, ‘97’ye kadar etkili olur. Ondan sonra Çevik bir dönemi geliyor. Güreş-Çiller döneminde Torumtay’ın istifası, Fisunoğlu’nun ekarte edilmesi ardından Özal ve ekibi suikastlarla tasfiye edilir. Demirel bu süreçte ikili oynar, İnönü ve Mesut Yılmaz korkudan çekilir. Ortam Güreş, Çiller, Ağar kliğine kalır. Bu klik Hizbullah’ı ve Türkeş’i de yanına çekerek bir ekip oluşturuyor. Bu ekip Türkiye’yi kasıp kavurdu. 1990 sonrası on bini aşkın faili meçhul (belli) cinayetleri, öldürdükleri binlerce Kürt yurtseveri, işinsanı ve diğerleri (Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Özal ve Sabancı cinayetleri) var. Bu cinayetlere hedef seçilenlerin ortak özelliği Kürt sorunun demokratik çözümünden yana olmalarıdır. Kürt siyasetinde veya sivil toplum örgütlerinde yer almış olmaları veya bir biçimde Kürt sorunun demokratik çözümü ile ilgili aktivite göstermiş olmalarıdır. Örneğin Adnan Kahveci Kürt sorunun çözümüne ilişkin rapor sunduğu, Özal sorunun demokratik siyasi çözümü yönünde girişimlerde bulunduğu için, yine Sabancıların sorunun çözümü yönündeki görüşlerine tepki gösteren Türkeş’in “Çizmeyi aşıyorsun” tehdidi ardından öldürülmüştür (9 Ocak 1996).
Yine Vedat Aydın, Musa Anter, Mehmet Sincar başta olmak üzere Kürt siyasetçi, işinsanı, insan hakları aktivisti, sendikacı, gazeteci, yazar, milletvekilleri de demokratik çözüm ve barış yönünde siyaset yürüttükleri için hedef seçildiler. Ölüm timleri yurt dışında da aktifti. Örneğin öldürülen Rus Milletvekili Gallina ile Foruhar (İran’da Millet Partisi’nin başkanıydı), Öcalan’ın Suriye’den çıkışta gidebileceği yerlerle ilgili çalışmalar yapmışlardı. Bu nedenle 20 Kasım’da 1998’de öldürülüyorlar. Bu öldürme olayı Gafur adında birisinin vasıtasıyla Mustafa Özbek’e rapor ediliyor. Mustafa Özbek, bir sendikanın başkanıdır. Bir sendika başkanının bu işlerle ne ilgisi olabilir? Aslında bu bir sendika değil, sendika adı altında örgütlenmeler yapan gladio bileşenidir. Bu raporda, 98’de Öcalan’ı ‘etkisizleştirmek için İtalya’ya yirmi altı kişiyi nasıl soktuklarını da anlatıyor. Kaldı ki, bu öldürme olayları sadece bir aylık programlarıdır. Eğer araştırılırsa çok daha kapsamlı olaylar ağı ortaya çıkar.
Ergenekon, JİTEM’in deşifre olması nedeniyle yeni isimle 1999 yılında kuruldu. Yani 1985-90 arası JİTEM’i lağvedilerek yerine Ergenekon geçirildi. Geçmişte JİTEM’in yaptıklarını 1999’dan sonra Ergenekon örgütlenmesi devam ettirir. Bu tarihten sonra, örneğin Mustafa Kemal’in “Demokrasi sistemiyle yönetilmesini arzuladığı cumhuriyet” fikrini dile getiren ve Kemalizm’in demokratik yorumunu öne çıkararak; demokratik cumhuriyet temelinde Kürt sorununun çözümünü savunan Ahmet Taner Kışlalı cinayeti (21 Ekim 1999), Hizbullah’a yönelik operasyonlarıyla bilinen (Hüseyin Velioğlu’nun İstanbul Beykoz’daki villasına yapılan baskında ve Hizbullah’ın çökertilmesinde çok önemli rolü vardı) Gaffar Okkan Suikastı(24 Ocak 2001) gibi faili meçhul cinayetler, Ergenekon’un dinci kanadı eliyle gerçekleştirildiği söyleniyordu. Bunlar AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinin zeminini hazırlayan operasyonları da yapanlardır.
1999-2002 arası Öcalan’ın CHP ile demokratik cumhuriyet ittifakı önerisinin muhatabı CHP Genel Başkanı M. Altan Öymen’in genel başkanlıktan düşürülüşü (30 Eylül 2000) ve açıkça Ergenekon’un avukatı olduğunu dillendiren Deniz Baykal’ın CHP’nin başına getirilişi de bu kapsamdadır. Baykal’ın CHP’nin başına getirilmesi ardından, Erbakan’a siyaset yasağı getirilir ve partisi kapatılır. HADEP, yüzde onluk seçim barajıyla denklem dışına atılır. Böylece alternatifinin olmadığı ortamda girilen seçimlerde 2002’de AKP iktidara getirilir. Baykal-Erdoğan’ın Beylerbeyi köşkündeki gizli görüşmesi ardından Erdoğan’ın başbakanlığa getirilir. Gelir gelmez kendisini ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olarak ilan eder. Öcalan ile diyalog yolunu kapatması, tecrit, ABD ile birlikte hareketi içeriden bölme ve pişmanlık yasası çıkarılır. Yine Şemdinli olayı (9 Kasım 2005), “Terörle” mücadele yasasının çocukları, yazar ve akademisyenleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi ardından, Büyükyanıt-Erdoğan gizli görüşmesi (5 Mayıs 2007) ve 5 Kasım 2007 tarihli Bush-Erdoğan görüşmesine kadar süren süreç, Ergenekon’un etkili olduğu dönemdir. Bu tarihten sonra yargısız infazlar yerini ağırlıklı tutuklama konseptine bırakır.
5 Kasım 2007 Bush-Erdoğan zirvesinden sonra ABD, açıkça desteğini Ergenekon’dan çekip AKP’yi desteklemeye başlar. Ergenekon davası da bunun sonucu olarak gündeme gelir. Daha sonra ABD’nin kendilerini sattığını söyleyen Veli Küçük, 5 Kasım Erdoğan-Bush görüşmesini kastederek “Biz o gün satıldık” demekle, aslında başlarına geleni ifade ediyordu. Ergenekon davasında yargılananlar, ABD’nin 5 Kasım kararına karşı gelenlerdi. Ayrıca deşifre olduklarından tasfiyelerine karar verildi. Yerlerine “Ilımlı İslam Projesi” ve “Dinci Ergenekon” ikame edilir. Ergenekon’un dinci kanadını da 1970’lerden itibaren Yeşil Kuşak Projesi, 1980’lerden sonra ise “Ilımlı İslam projesi” adı altında ABD hazırlamıştı. Afganistan’da Sovyetlere karşı Yeşil Kuşak Projesi ve El-Kaide onların eseridir. Türkiye’de de Hizbullah’ı JİTEM dolayısıyla ABD kurdurttu. İlimciler, Menzilciler ve bazı tarikatlar, bunların hepsi Hizbullah’tır. Bunlara birçok faili meçhul cinayet işlettirdiler. AKP’nin iktidara getirilişiyle laik-ulusalcılık hegemonya yerine, milliyetçi İslamcı hegemonya geçirildi. “Ilımlı İslam” bir proje olarak Türkiye’ye dayatıldı. Bugünkü iktidarın İslam anlayışı ABD’nin, kapitalizmin eseri, kapitalizmin ürettiği İslam anlayışıdır. Ve bunlar daha sinsi ve daha tehlikeli hareket ediyorlar. Çünkü arkalarında muazzam bir güç var ve paralar aktarılıyor. Bunların kökleri dışarıdadır. Bunun için dışarıdan büyük para ve güç desteği sağlanmaktadır. Uğur Mumcu ‘Rabıta’ adlı eserinde bunların bağlantılarını deşifre ettiği için öldürülmüştür (24 Ocak 1993). Daha önceki Muammer Aksoy cinayeti (31 Ocak 1990) ve Bahriye Üçok cinayeti (6 Ekim 1990) de Dinci Ergenekon’la bağlantılıdır. Bunlar bir yandan cumhuriyetin tarikatlara teslim edilmesine karşı çıkan laik, demokrat cumhuriyetçileri hedef alırken diğer yandan da Kürt sorunun demokratik cumhuriyet temelinde çözümünü isteyen özgür ve demokrat Kürtleri ve Alevileri hedef alacaktı. Sivas katliamı (2 Temmuz 1993) ile Gazi olayları (12 Mart 1995) demokrat Alevi aydınların hedef alınması bu anlayışın ürünüdür. Gülen okulları ardından bölgeye on bin imam kadrosunun gönderilmesi, Hizbullah tutuklularının serbest bırakılması tesadüfi ve rastgele olaylar değildi. Bölgede kendi kontrollerindeki imamları halkı kandırmak için kullanmaları da bununla bağlantılıydı, bölgede de örgütleniyorlardı. JİTEM döneminde silahla, Yeşil Gladio döneminde ise bu tip örgütlenmelerle varlıklarını devam ettiriyorlar. Bugün bölgede yapılan örgütlenmeler Hizbullah’ın silahsız halidir. Din, para getiren bir şey değil ama bölgedeki tüm cemaatlerin ciddi para harcadıkları biliniyor. Bütün bunların altyapısı 5 Kasım 2007 Washington anlaşmasıyla oluşturuldu. Bush-Erdoğan arasındaki Washington anlaşmasıyla Bush ikna edildi, AKP ile anlaşmaya gitti. Öncesinde AKP ve ordu arasında yapılan Mayıs 2007’deki Büyükanıt’la gizli Dolmabahçe anlaşması var. Bu temelde Kürtlere yönelik her türlü operasyon konusunda anlaştılar. Bunun karşılığında AKP’nin kendi gladiosunu oluşturmasının yolu açıldı ve Yeşil Gladio yapılanmasına gidildi. Bu süreçte Muhsin Yazıcıoğlu Ergenekon’dan çıkmak istiyordu, gırtlağına kadar içindeydi ama nereye gideceğini, nasıl çıkacağını bilmiyordu. Çatlı ve diğerleri gibi o da bir dönem kullanılmıştı ama o, bunun biraz farkına vardı ve bunlardan uzak durdu. Bunun acısını da kendisi çektiği için farkına vardı. Abdullah Çatlı’yı da uyarmaya çalışmış, ama Çatlı onu dinlememiş. Yazıcıoğlu, önce tereddüt geçirir, nerede yer alacağını kestiremez. Daha sonra Ergenekon davasını onaylar ve AKP’nin kanatlarının altında, yeniden örgütlenmeye çalıştığı için Ergenekon yapılanması onu affetmez, öldürülür (25 Mart 2009).
EMRAH EMEKÇİ
YORUM GÖNDER