GLADİO MERKEZİ NATO VE TÜRKİYE UZANTILARI (2.BÖLÜM)
Gladio Savaşlarının Birinci Dönemi
1950 başlarında NATO’ya girilmiş, Gladio’nun Türkiye kolu olan Seferberlik Tetkik Kurulu oluşturulmuştur. Bu tarihten sonra tüm muhalif güçleri ve siyasi iktidarı kontrol edecek güç, Türk Gladio’su olacaktır. 6-7 Eylül olayları ve Kıbrıs Mukavemet Teşkilatı’nın harekete geçirilmesi, Türk Gladio’sunun ilk eylemleridir. 1951 komünist tevkifatı, belki de Türk Gladio’sunun başlangıç eylemidir. 27 Mayıs 1960 darbesi, daha sonraları yapılan bütün iktidar düzenlemeleri ve muhaliflerin etkisizleştirilip tasfiye edilmesi, hep Türk Gladio’sunun denetiminde gerçekleştirilecektir. Emniyet, istihbarat ve Genelkurmay, her ne kadar bağımsız güç gibi görünseler de esas güç kontrolü ve kullanımı, Gladio örgütlenmesiyle gerçekleştirilmektedir. 12 Mart 1971 darbesiyle birlikte Devrimci ve Demokratik Hareketlerin tasfiyesi, sisteme iyice hâkim olan Gladio örgütüyle yürütülmüştür. Taksim ve Maraş Katliamları, Ecevit’e suikast girişimi başta olmak üzere devrimcilere, aydınlara ve halka yönelik tüm suikastlar ve katliamlar, NATO’nun Gladio ordusunun doktrin ve uygulamaları çerçevesindedir. Alaattin Kapan’ın, 18 Mayıs 1977’de Haki Karer’i provokasyonla tuzağa düşürüp katletmesi, 1978 sonlarındaki Maraş Katliamı, Gladio eylemleriydi. Maraş, eskiden beri Kürtlerin tasfiyesinin dolaylı ve direkt yöntemlerle planlandığı bir merkezdir. Aynı husus, Fırat’ın batısındaki tüm Kürtler için geçerlidir. 1925’teki Şark Islahat Planı’nda Fırat’ın batı yöresinde Kürtçe konuşan tek bir Kürt’ün bırakılmaması, hepsinin asimilasyon başta olmak üzere çeşitli yöntemlerle tasfiye edilmesi öngörülmektedir. Maraş Katliamını, halen yürürlükte olan bu plan çerçevesinde düşünmek gerekir.
Özellikle Malatya, biçimde uygulanan asimilasyon ve Gladio eylemleri, bu bağlamda düşünülmek durumundadır. Özcesi, 1960’lardan sonra gelişen sol ve Kürt muhalefeti üzerinde Gladio’nun giderek yoğunlaşan bir denetimi ve baskısı vardır. 12 Mart 1971 darbesiyle daha da yoğunlaşan bu denetim, baskı, çatışma ve suikastlar, sistematiktir ve bu örgütle bağlantılıdır. İslâmcı ve ülkücü gruplar kadar sahte Türk ve Kürt sol grupçuklar da Gladio Savaşları çerçevesinde kullanılmışlardır. Gladio’nun Türkiye’deki varlığı, 1955-1960’tan itibaren tüm hükümet oluşumlarında, sağ ve sol gruplar arasındaki çatışmalarda, darbelerin planlanıp uygulanmasında, önemli suikastlar ve katliamlarda son derece etkilidir. Diğer güvenlik ve istihbarat örgütlerinin bağımsız rolü giderek sınırlandırılmış hatta bu örgütler ele geçirilmişlerdir. Tüm ekonomik, sosyal, kültürel, diplomatik ve iktidara ilişkin faaliyetler, devletin güvenliği kapsamında ele alınarak, Gladio stratejisi ve taktikleri çerçevesinde değerlendirilip yönlendirilmeye çalışılmıştır. Başta sol ve komünist hareketler, daha sonraları kontrolleri dışında gelişen Devrimci ve Sosyalist Kürt Hareketi üzerinde gittikçe yoğunlaşan operasyonlar yürütülmüştür. 12 Eylül askeri darbesi, NATO Gladio’sunun en önemli eylemlerinden biridir. Bu döneme kadar NATO ve Türk Gladio’su iç içe ve diğer güvenlik güçlerinden hem bağımsız hem de onların üstünde rol icra etmektedir. 1970-1980 arası dönem, operasyonların en yoğun dönemi olup, 12 Eylül askeri darbesi ve solun stratejik bir darbe almasıyla sonuçlanmıştır. Kürt Devrimci Sosyalist Hareketinin 1980 sonrasında Ortadoğu’daki üslenmesi, kendisine de yöneltilen bu operasyonları boşa çıkarmıştır.
Gladio Savaşlarının İkinci Dönemi
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle başlar ve 1985 yılına kadar devam eder. ABD Elçiliği’nin, darbenin tezgâhlayanları için “bizim çocuklar iyi iş başardı!” diye takdirlerini ifade ettiği bu darbenin, kısa döneme ilişkin amaç ve sonuçları bilinmektedir. Darbenin amacı, başta sol güçler olmak üzere içteki tüm muhalif hareketlerin ve şikâyet odaklarının susturulması ve tasfiye edilmesi, yerine rejim anayasası gereğince Küresel Finans Kapitalin hegemonyasına bağlanmış, ihracata (dış sömürüye açılma) dayalı bir ekonomik düzenle Türk-İslâm İdeolojisine dayalı yeni bir sosyal, siyasal ve kültürel faşist sistemin tesis edilmesidir. Bu, öyle yansıtılmak istendiği gibi Türk iç güvenlik güçlerinin güdümünde gerçekleştirilen bir sistem değildir; Gladio’nun 1960’lar sonrasında yoğunlaşan ve 12 Mart Muhtırasıyla tırmandırılan savaşlarının doğal bir sonucudur. Belirleyici olan, NATO’nun, Gladio’nun merkezi ve Türkiye uzantılarıdır. Türk iç güvenlik güçlerinin rolü, destekleyici olmaktan öteye gitmez.
Gladio Savaşlarının Üçüncü Dönemi
1985’ten Turgut Özal’ın 1993’te ölmesi veya öldürülmesine kadar süren dönemdir. NATO’nun kuruluş yasasının 5. maddesindeki “üye bir ülkeye yapılan saldırı tüm üye ülkelere yapılmış sayılır” hükmü, 1985’te uygulamaya konulmuştur. Uygulamalar, Gladio kapsamında geliştirilmiştir. 1986’da JİTEM ve Hizbullah örgütlenmeleri devreye sokuldu. Her türlü yetkiyle donatılmış olan JİTEM, dönemin ‘Teşkilat-ı Mahsusa’sı rolünü oynamaktadır. Bilindiği üzere 1914’te kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, homojen ırkçı bir Türk ulus-devleti yaratmak için öncelikle Ermeni Soykırımında önemli rol oynamış, katliam başta olmak üzere her tür yöntemi uygulamakla yetkili kılınmış ilk faşist örgütlenmelerden biridir. Said-i Nursi ve Mehmet Akif’in de içinde yer aldığı dinci-İslâmcı bir kolu da bu yapılanmayla birlikte harekete geçirilmiştir. Bu soykırım modeli, 1986’da JİTEM ve Hizbullah (Türkiye ve Kürdistan Hizbullah’ı) uygulamaları tarzında güncelleştirilmiş, her iki örgüt, aynı kapsamda görev ve yetkilerle donatılmışlardır. JİTEM’in kurucusu Albay Arif Doğan’ın da bizzat itiraf ettiği gibi bu dönemde, on bin kişilik bir silahlı imha ekibinin görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Burada çok önemli olan husus, bu gücün, kanun üstü olmasıdır. Sorgusuz sualsiz her tür cinayeti işlemeye yetkilidir. Soykırım Örgütü olma niteliğini, buradan alır. Aynı yetki, halkın ‘Hizbul-Kontra’ dediği Kürdistan Hizbullah’ına da tanınmıştır. On bini aşkın faili meçhul cinayet, bu iki kardeş örgüte tanınan kanun ve hatta anayasa üstü yetkiler temelinde işlenmiştir…
ALİ FIRAT
YORUM GÖNDER