BEKO MU, MEM Û ZÎN Mİ? YA DADEVLETMİ, DEMOKRATİK ULUS MU? (3.BÖLÜM)
Demokratik Komünal Siyaset
'Milliyeti ne olursa olsun, onlar devlet örgütleriyle varlarsa, biz de demokrasimizle var olacağız. Özellikle yerel demokrasiler en temel alanlarımız olmak durumundadır. Halkımız neredeyse orada demokratik ünitelerimiz olacaktır. Kabul edilince legal, kabul edilmezse yarı legal, illegal olmaya devam edecektir.' Abdullah Öcalan
İnsanı esaret ve kölelik buluşturan en temel etken, korkan bir zihne sahip olmasıdır. Zihinsel korkaklık diğer tüm korkaklıkların anasıdır ve devlet-iktidar yapılanmalarının toplum üzerinde kurdukları baskı ve tahakküm sonucunda oluşmuştur. Eğer bu, açığa çıkmış, somut bir gerçeklik ise demokratik siyasi bir varoluşun insan zihnini korkudan kurtarmayı yükümlenmeden kendini demokratik bir güç haline getiremeyeceğidir. Yaşam bu anlamda devletçi uygarlık güçleriyle demokratik komünal güçleri arasında geçen bir mücadeleler alanıdır. Zihniyet mücadelesi de bu mücadele alanlarından birisi ama en önemlisidir. Çünkü zihniyette başarı elde edemeyen, zihniyet değişimini gerçekleştiremeyen bir mücadelenin diğer alanlarda da başarı sağlamasının olanağı yoktur. Dolayısıyla demokratik komünal siyaset eşittir yeni dönemin paradigmasal zihniyeti demek yanlış olmayacaktır.
Yaşamı pozitif ederek hegemonyasına tehdit oluşturabilecek her şeyi yalnızlaştırmak ve etkisizleştirmek isteyen ulus-devlete karşı demokratik komünal siyaset, toplumuyla sürekli anlamlı bir başlangıç halinde olmayı ve direnişle yeni yaşam, özgürlük alanları oluşturmayı gerektirir. Bu da kolektif olanın, potansiyel olarak herkese yayılmayı, özgürlük, eşitlik ve demokrasi ortak paydasında buluşan tüm topluluk ve bireyleri bir araya getirmeyi ve yeniden kurmayı hedeflemesi demektir. Çünkü demokratik komünal siyaset, “yürüyen düşünce” olarak pratiğe ilişkindir; pratik sahada yürüyen ve oluşturulan ilişkilerin politik bir bedene kavuşturulmasıdır. Demokratik komünal siyaseti temsil siyasetinden ayıran en temel öge budur. Demokratik komünal siyaset, ilişkiler ve ittifaklar ve meclisler meydana getirmek onun varlık gerekçesidir. Bu, “yaşamın politikayı belirlemesi, mücadelenin ise yaşamın asli ilkesi olduğu” gerçeğinin altının çizilmesidir.
Yaşamın politikayı belirlediği ve mücadelenin yaşamın asli ilkesi haline geldiği bir yerde yaşamın içinden çıkmış ve kendini demokratik siyasete adamış gerçek insanlara “insan sorumluluktur” anlayışıyla yola çıkanlara ihtiyaç vardır. Özgürlükçü bir demokratik siyasetin ciddiyetsiz, tereddütlü ve popülist kişiliklerle yürütülemeyeceği açıktır. Demokratik siyaset, demokratik siyaset kültürünü özümsemiş, onun düşünce, tarz ve üslubunu almış kadrolarla yürütülebilir. Ancak özümseme derken, kuşkusuz söyleme sığdırılmış sınırlı, tek boyutlu yaklaşımın aşılması ve düşüncenin bir yaşam tarzına dönüştürülmesinden söz ediyoruz. Düşünce, yapmak içindir neticede. Buna göre, toplumla içerisine girdiğimiz ilişki düzeyi ve oluşturduğumuz komünler bizim ne ölçekte demokratik bir kimliğe sahip olduğumuzun gösterenleri durumundadırlar. Komünü olmayanın demokratik komünal bir kimliği de olmaz. Burjuva demokrasisi örneği olan İsviçre’de her yurttaş, ekolojik, sosyal, siyasal vb. birden çok sivil toplum örgütüne üye olup aktif bir tarza toplumsal sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye çalışırken, demokratik komünal siyaset yapma iddiasında bulunanların kendi sosyal, siyasal, eğitsel ve ekonomik komünlerini oluşturmamaları düşünelebilir mi?
Burada önemli olan, sadece çelişkilerin farkında olmak değil, çelişkiyle yüzleşmesini bilecek aşabilme yeteneğini sergileyebilmektir. Çözüm dediğimiz olgu bunun sonucunda açığa çıkar ve zaten bu sayede siyasi güç haline gelinir. Zira siyasal güç haline gelmek toplumsal sorun ve çelişkilere çözüm üretmekle mümkündür. Kendini belirli sınırlara hapsedip izole bir yaşam sürmek isteyenlerden siyasi güç olmalarını beklemek, en hafif deyimle siyaseti siyasetsizliğe mahkum etmektir. Demokratik komünal siyaset, böylesi bir kafa karışıklığını ve ciddiyetsizliği kaldırmayacak kadar sorumlu bir tutuma örgütlenmeye, dayanışmaya ve ortaklığa dayanır. İster birey ve ister örgüt, parti bazında olsun, ister Kürt veya farklı bir etnisiteden olsun, demokratik komünal siyasette her özerk topluluk bizim kendisi için yararlı olanı aradığı ölçüde, yani kendi komünal varlığında sürmeye çabaladığı ve bunu başarabildiği ölçüde demokratik bilinçle donanır ve siyasi güç haline gelir; buna karşın kendi komünal varlığında sürmeyi gözardı ettiği ölçüde de demokratik siyasal bir güç ve çözüm kaynağı olmaktan düşer. Ki bu düşüş, aynı zamanda mücadeleden ve özgürlükten düşüştür.
Ehmedê Xanî, “Her giya li ser koka xwe şîn dibe. / Her ot kendi kökü üzerinde yeşerir.” derken, tarihsel ve varoluşsal bir gerçeğe gönderme yapar. İnsanın kökü de toplumsallığıdır ve toplumsallık demokratik komünal yaşam üzerinden köklenir. Köksüzlük ve köksüz değişim iddiaları neoliberal anlayışın korku ve düzensizlik politikalarıyla yalnızlaştırıp teslim almak istediği insana yönelttiği bir çarpıtmadır. Ulus-devlet cihazıyla tümden kuşatmayı ve varlığı varlık olmaktan çıkarıp bir “kişi artığı” haline getirmeyi, bunu da “değişim” birey olma” biçiminde sunmayı bir marifet sayar. Demokratik komünal siyasetin burada yaratacağı farkındalık içerisinde bulunulan zaman-mekan olgularını herhangi bir muğlaklığa terk etmeden, stratejik ve taktik olanı birbirinden ayırt etmesini bilmek ve öğretmek olacaktır.
P. Freire’nin “Bir ayağımı sistemin içinde öteki ayağımsa sistemin dışında tutarak düşünmeye ve öğretmeye çalışıyorum. Elbette ki eğer sistem var olmaya devam ediyorsa sistemin tamamen dışında olamam… bu ikiliğin doğası nedir? Taktik bakımdan, hepimizin bir ayağı sistemin içinde; ve stratejik olarak hepimizin öbür ayağı sistemin dışında” tanımlaması, bu noktada uyarıcı bir işlev görür. Devlet ve demokratik komünalizm karşılaşmasında da, demokratik siyaset ve kadro taktik bakımdan ulus-devlet sisteminin içinde yer alsada, stratejik bakımdan sistemin dışındadır. Sistem içinde sistem dışı olanın inşası, kendini sürekli yeni alanlar üretmesi ve gerçek değişimi bu temelde örgütleyerek meydana getirmesidir. Bu bağlamda demokratik siyaset, oyun kurma işlevini üstlenmek ve kurucu akılla hayatın canlılık emaresi gösteren her alana yönelerek pratikleşebilmektedir.
Demokratik komünal toplum, uyuyan ve ancak özgür Kürtlük tarafından uyandırılmış olan bir gerçeklik, bir potansiyeller potansiyelidir. Bu potansiyelin siyaseti, “geleceği öngörmenin en sağlam yolu inşa etmektir” perspektifinden hareketle, olanı onaylamak ve yetinmek yerine olması gereken üzerine düşünmektir. Bunu yaparken sınıf kökenli demokrasilerin daraltıcı ve iktidarcı tuzağına düşmemek önemlidir. Demokratik komünal siyasetin temel farklılıklarından biri de herhangi bir sınıfın damgasını taşımamasıdır. Yaşam bir bütün olduğuna göre, toplumsal varoluşu da bütünlük içerisinde ele almak ve her bir parçasını demokrasinin potansiyel bir üreticisi olarak değerlendirmek olması gerekendir. Marcuse’nin demesiyle “İster azınlık ister çoğunluk, farklı dil, din, etnisite ve ulusallıkları ne olursa olsun, tüm toplumsal kesimlerin aynı ifade ve örgütlenme özgürlüğünün ve bireysel halkların devlete karşı güvenceye alınmasını” sağlamak, demokratik komünal siyasetin görevidir. Ulus-devlet siyaseti, kendini “cumhuriyet”, “hukuk devleti” vb. kavramlarla süslese de, özünde cumhuriyet karşıtı ve her türden adaletsiz uygulamaların odağıdır. Dolayısıyla çözümün değil çözümsüzlüğün ve sorunları ağırlaştırarak katmanlaştırmanın kaynağıdır. İki Yüzyıllık tarih bu gerçeği fazlasıyla göstermiş ve göstermektedir. Toplumsal işlerin ve sorunların sahibi toplumun kendisi olduğuna göre, çözüm yine ifade ve örgütlenme gücüne kavuşarak özgürleşen toplumdan gelecektir. Demokratik komünal siyasete düşen sorumluluk, toplumuyla aynı havayı ve mecrayı soluması, politik misyonu topluma örgütlülük ve inisiyatif kazandırma temelinde kullanmasıdır.
Xanî’nin özlemini duyduğu devlet ütopyasına rağmen, Mem û Zîn eseri aslında iktidar-devlet aklıyla demokratik komünal kültürün çatışmasını anlatır. Zîn, Mîr olan babasına yönelik geliştirdiği vasiyetnamesinde kendi için herhangi bir şey istemezken, toplumu için eşitlik, özgürlük ve adalet talep etmekte, “köpeğin ve yük eşeğinin bile yiyeceğini hazırla” diyebilecek kadar insan varlığı dışındaki canlıların da haklarını gözetmektedir. Mem’in tutumu da benzer tarzdadır. Zindanda ölüm döşeğindeyken, Mîr’in huzuruna çıkıp af dilemesi karşılığında bırakılacağı bildirildiğinde, cevabı hiçbir tereddüte yer bırakmayacak açıklıkta ve netliktedir. “Ez naçim hezreta çu Mîran, ez nabim bendeyê esîran”. İktidar hastalığının esir aldığı Mîrlerin huzuruna çıkmayacağını ve onlara kulluk yapmayacağını belirtir. İkisinin de tutumu ideolojik direniş temelindedir. Ancak ideolojik direnişi tamamlayacak ve başarıyla taçlandıracak bir politik güç haline gelememeleri, Beko’nun-iktidar devlet aklının hileleriyle baş edememeleri aşklarının en büyük açmazını oluşturur. Bir anlamda Nizamülmülk’ün Kürt tasviri olan Beko ise, tam bir iktidar-devlet aklını temsil etmektedir. Kurduğu fitne fesat tuzağı ve geliştirdiği oyunlar, hep parçalamaya ve ayrıştırmaya dönüktür. Mîr’in yerine geçmeyi hedeflese belki de Xanî’nin hayalini gerçekleştirecek ve Kürtleri devletle buluşturacaktır. Fakat bunu yapmaz, bunun yerine Kürdün Harpagos versiyonunu adeta tekrarlar.
Nihayetinde Mem û Zîn’in aşkı, toplumsal iyiyi, güzeli, doğru ve özgür olanı hedefleyen gerçek bir aşktır. Ancak politik güç olma başarısını sağlayamadığından aynı zamanda yaralı, yenilgili ve intihara yönelmiş, sonuçsuz kalmış bir aşk olma özelliğini de taşımaktadır. Başarısız ama soylu bir direnişin trajik kişilikleri olarak hafızalarımıza kazınmaları da bu nedenledir. Tarihsel anlatı da böyle değil midir zaten? Kürt’ün asaleti, mertliği ve savaşçılığı her araştırmacı tarihçinin konu edindiği ve dillendirdiği bir husustur. Fakat bu husus, her daim diğer bir hususla, “Kürt tarihinin genel yasası” olarak adlandırılan bölünme ve direniş liderinin en yakındakinin ihanetiyle birlikte işlenir bu bir kader midir? Değildir. Sadece Kürtlere mahsus, işleyen bir yasa ve diyalektik midir? O da değil. Baskı ve sömürü altına alınmış her toplumsallığın, direniş ihaneti alt edene kadar deneyimlemek durumunda kaldığı sancılı ve acı verici bir süreçtir. Demokratik komünal siyaset, işte bu ihanet aklını kuşanmış Bekolara karşı Mem û Zîn’leri çoğaltmak ve harekete geçirmek için vardır. Öcalan, “Yeni Mem û Zînlerin yaratılması, güncelleştirilmesi gerekir” derken kastettiği de budur. Politik örgütlülük düzeyini komün ve meclislerle tüm topluma yaymış, böylece yenilgi ve intihar kişiliğini aşmış, başarı çizgisindeki pratiği ve inşa yeteneğiyle 21. Yüzyıla damgasını vuran Mem û Zînler!
Yaşamı göze almak başka bazı şeyleri gözden çıkarmakla mümkün olduğuna göre, sahte aşk ağlarını bir tarafa bırakarak, tıpkı Mem û Zîn gibi özgürlük aşkıyla hayata tutunmak ve özgürlük aşkı için mücadele etmek en değerli varoluş biçimidir. Kavlimiz şu olsun; Mem û Zîn’e bağlılık, Beko’ya lanet!
CANO AMED
KAYNAK: DEMOKRATİK MODERNİTE
YORUM GÖNDER