21.YÜZYIL CİNS ÇELİŞKİSİNİN ŞİDDETLENMESİNİN NEDENLERİ VE MÜCADELEMİZ (5.BÖLÜM)
BİRİNCİ BÖLÜM; ÜÇÜNCÜ CİNSEL KIRILMA
Üçüncü cinsel kırılma nedir?
Birinci ve ikinci cinsel kırılma kadının tanrıça kültünden düşürülme süreçleridir. Kadına ait ne varsa ayıplama ve karalama kültürüne dönüşür. Rêber Apo bu süreçleri kadına karşı, bir karşı devrim olarak tanımladı. Karşı devrim olma özelliği, yaşamla özdeş kılınan tanrıça kültürünün tersyüz edilerek erkeğe mal edilmesindendir. Çünkü toplumsallığın tüm değerleri kadın etrafında gelişmişti ve neolitik dönem aynı zamanda bir kadın devrimiydi. Erkek egemenliğinin kültürleşerek yayılması kadını, doğayı ve toplumun tüm kesimlerini sömürmesi, neolitik devrimin karşıtlığına dayanarak ortaya çıkar. Zira kadın yaratımları gasp edilmeden ve tanrıça ananın izi silinmeden bir erkek egemenliği mümkün değildi. Toplumsal cinsiyet ilişkilerinin inşa edilmiş ilişkiler olduğunu, dolayısıyla da inşa edilmiş erkek egemenliğinin yine insan eliyle, zihniyet devrimiyle ortadan kaldırılabileceği gerçeği, cins mücadelemizin temel gerekçesidir. Önderlik üçüncü cinsel kırılmayı erkek lehine gerçekleştirmeyi özgür bir toplum inşa etmenin stratejik esası olarak önümüze koydu. Peki üçüncü cinsel kırılma nedir? Nasıl gerçekleşir?
Üçüncü Cinsel Kırılma, inşa edilmiş erkekliğe karşı kadın lehine, erkek egemenliği aleyhine yaşanması gereken bir süreç olarak tanımlamaktayız. Bu; erkek egemenlikli sisteme karşı, çözüm sürecinin kadın kurtuluş ideolojisi temelinde zihniyetten başlatılarak geliştirilmesidir. Kadın; toplum ve doğanın yaşam alanlarını tüketen bu aşırı güçlenmiş erkek gerçekliğine karşı, kadın eksenli yaşam anlayışı, eşitlik ve özgürlük değerleri temelinde ortak yaşam alanlarını yaratmayı esas alır. Kadın kurtuluş mücadelesinin kadını zihinsel, siyasal, sosyal ve diğer tüm yaşam alanlarında özgürleştirmesi hedefinin en önemli ayaklarından biri, erkeğin demokratikleştirilmesi ve kadın eksenli değerlere duyarlı kılınmasıdır. Toplumsal özgürlük değerlerinde, kadın cinsinin tek başına özgürleşmesi ya da izole yaşam alanları yaratması doğru ve mümkün olmayacağına göre, erkeğin dönüşüm dinamiklerini işletebilecek mücadele stratejilerini geliştirmek temel bir ihtiyaçtır. Özgürlük toplumsal bir gerçekliktir. Özgürlük sorunu, kadının olduğu kadar erkeğin de içinde olduğu toplumsal bir sorun olarak görülmek ve toplumsal yönelimin buraya doğru evirilmesini sağlanmak durumundadır. Bu anlamda, Üçüncü Cinsel Kırılmayı egemen erkek zihniyete karşı geliştirmek toplumsal özgürlük kanallarının açılmasını sağlayacaktır.
Bu konu da esasta zihniyeti tartışmak önemli. Erkeğin egemen, cinsiyetçi kültürün aşılması temelinde çözüm geliştirilebilir. Kadının inkarı, karalanması üzerinden yeni bir kültür gelişti. Din kültüründe bu Allah’ın bir şartı olarak kendini örgütledi ve bir kültür olarak genişleyip, derinleşti. Sistem de bunun üzerinden kendisini her alanda geliştirdi. Şimdi de bu kültür geçerlidir. Bu kültür de ideolojik hale getirildi. Fakat biliyoruz ki tarihin akışı içinde hala kadın değerlerinin baskın olduğu ahlaki ve politik toplum günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Belki baskılanmış-geriletilmiş fakat asla yok olmamıştır. İşte bizlerde hem kadını hem erkeği, yok olmamış bu değerler üzerinden yeniden var edeceğiz. Üçüncü cinsel kırılmayı da bu referansı esas alarak gerçekleştireceğiz. Yani mevcut egemen erkeğin zihniyetini, duygusunu, kültürünü, kurumsallaşmalarını aşarak gerçekleştireceğiz. Bir taraftan erkeğin egemen zihniyetinin kırılması diğer taraftan doğal kültürün, ana değerlerinin yükseltilmesi, yeniden onlara anlam kazandırılması, onlara değer biçilmesi gerekiyor. Erkek kültürünün ve ona dayalı kurumlaşmaların tek tek yeniden tanımlanması, eleştiriyle dönüştürülmesi ve bunların aşılması gerekir. Yani erkek kültürünün ve değer yapılarının aşağı çekilmesi, diğer taraftan ana kadın değerlerinin yükseltilmesi gerekmektedir. Nasıl ki kadın aleyhine gerçekleşen her iki kırılma sonucu kadın eksenli tüm değerler ve yapılar karalama ve ayıplama yoluyla tersyüz edilmişse, erkek egemenliği aleyhine gerçekleşecek kırılmada da buna dayalı gelişmiş tüm yapılar, kodlamalar ve kültürel değerler tespit edilerek eleştiriye tabi tutulacaktır. Kadın bilimi olarak tanımladığımız jineoloji dayalı çalışma bütün bu süreçleri sorgulayıp, açığa çıkartarak cins mücadelemizin toplumda var olan erkekte yaratacağı değişimin bilgisini sistemleştirecektir.
Rêber Apo üçüncü cinsel kırılma için şunları belirtir:
“Ortadoğu uygarlığında kadın olgusu tüm toplumsal sorunların çözümünde odak durumundadır. Kısa tarihsel gelişmesini tekrarlamaksızın önümüzdeki dönem için temel sloganımız, bu sefer için üçüncü büyük cinsel kırılmayı erkek aleyhine gerçekleştirmek olmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmadan hiçbir özgürlük ve eşitlik talebi anlam bulamaz ve gerçekleşemez. Demokratikleşmenin en kalıcı ve kapsamlı unsuru yine kadın özgürlüğüdür. Kadını önce mallaştıran, günümüzde ise her şeyiyle korkunç metalaştıran sistemin en zayıf yanı kadın sorunudur. Bir dönemlerin işçi sınıfı denilen olgu rolünü en iyisinden kadın soyu yapmak durumundadır. Sınıfsallıktan önce kadın soyluluk çözümlenmelidir ki, sınıfsallık ve ulusallık daha iyi kavranıp çözümlenebilsin. Gerçek bir kadın özgürlüğü, üzerindeki koca, baba, aşık, kardeş, dost vb. köleleştirici duygu ve iradelerin kaldırılmasıyla mümkündür”
Üçüncü cinsel kırılmayı nasıl gerçekleştiriyoruz ?
Erkek egemenliğine dayalı ortaya çıkmış yapıları ve ilişki biçimini Rêber Apo mücadelemizin başından beri tüm bu yapıları çok güçlü bir sorgulamaya tabi tuttu. Yine erkeği ve kadını şekillendiren geleneksel kültürü kişilik çözümlemeleriyle aşmaya çalıştı. Çelişkinin derinliği radikal bir sorgulamayı gerekli kılıyordu. Kopuş teorisi, Sonsuz boşanma, erkeği dönüştürme, jineoloji ve özgür eş yaşam kuramları erkek aleyhine geliştirecek üçüncü cinsel kırılmanın yol haritasıydı. Bu nedenle diyebiliriz ki cins mücadelemizin başından beri ortaya çıkmış tüm mücadele deneyimlerimiz erkekte zihniyet kırılması yaratmanın çalışmasıydı. Dolayısıyla da pratikte yaşanan PKK somutunda, egemen erkek cinsinde bir kırılma süreci başlamıştır. Özellikle ilk kırılma Kürdistan toplumunda gerçekleşmiştir. Tüm feodal ve geleneksel muhafazakarlığına, derinleştirilmiş kadın ve erkek kodlamalarına rağmen Kürdistan özgürlük mücadelesinde erkek ve kadın ulusal sömürüye karşı beraber direnmişler ve kısa zamanda gerilla saflarında kadın katılımı gittikçe artmıştır. Erkek egemenliğinin kadını kabul etmeyen, cinsiyetçi tutumlar ve tanımlamalarla “zayıf, savaşamaz, korunması gereken bir varlık, savaş erkek işidir” gibi tanımlamalarına karşın Önderliğimizin kadın özgürlüğüne olan tutkusu ve mücadelesi gerilla saflarında bir devrim yaratmıştır. Kadın Ordulaşmasını yaratarak hem içimizdeki erkek egemenliğine hem de ve cinsiyetçi zihniyette değişimi amaçlamıştır. Hele de mevcut gerçeklikleriyle karı-kocalık dışında bir ilişki biçimi yaşayamaz hale getirilen kadın ve erkek PKK gerçekliğinde yoldaş olmanın erdemine ulaşmışlardır. Bu gerçeklikten yola çıkarsak, önderlik paradigmasına eksenli cins mücadelemiz erkek egemenliğine ideolojik bir savaş başlatarak ilk kırılmayı yaratmıştır. İkincisi ise hem Kürdistan toplumunda hem de militarist ordu algısını kırarak kadın ordulaşmasıyla sistemde bir gedik açmıştır.
Cins mücadelemizin geldiği aşamada, üçüncü cinsel kırılma açısından bir düzey açığa çıktığını belirtebiliriz. Fakat Önderliğimizin yarattığı otuz yıllık birikime ve değişime rağmen, gelişmeyi başarıya ulaştıracak, erkek egemenliği ile mücadeleyi derinleştirecek stratejik esaslara sahip olduğumuz halde, bu esaslara denk bir mücadele hattı yaratamadık. Kürdistan özgürlük hareketi olarak kısa sürede dünyada eşi benzeri olmayan gelişme düzeyi ortaya çıkardık. Özellikle feminist mücadeleler açısından kıyasladığımızda erkeğin dönüşümü ve bu dönüşümün kuramlaştırılması açısından bir ilki gerçekleştiriyoruz. İlk olma özelliğimiz cins mücadelesini salt tek bir cins üzerinden ele almıyor oluşumuzdan gelmektedir. Sadece kadının kurtuluşunu hedeflemiyoruz, aynı zamanda erkekte de değişim yaratarak toplumsal cinsiyet eşitliğini her iki cins açısından da bir kurtuluş reçetesi olarak gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Dikkat edilirse cins mücadelemizin bir diyalektik gelişimi var. Rêber Apo öncelikle kadında yarattığı cins bilincine dayalı ideolojik ve politik iradeleşmeyle paralel olarak da erkeğe de kanalize etmeyi hedefledi. Esas olarak kadın kurtuluşuna dayalı gelişme düzeyi erkekte de kendindeki egemenliği sorgulaması açısından önemliydi. Hem erkeği dönüştürme projesi hem de erkek egemenliği lehine gerçekleşecek kırılma açısından kadın özgürlük hareketi olarak öncülük rolümüzü görmemiz gerekiyor. Birincisi: kadın kurtuluş ideolojisinde derinleşmek, kişilik ölçülerimize yedirmek değişimin esaslarından ilkidir. İkinci olarak da: gerçekleştirdiğimiz değişimi ve birikimi kurumsallaştırarak toplumsal inşaya dönüştürmek olmazsa olmazdır. Biliyoruz ki erkek egemenliği tarihsel olarak kendini kurumsallaştırdığı oranda toplum üzerinde egemenlik kurmuştur. Yani bizler açısından da birikimlerimizi ve kazanımlarımızı kurumsallaştırmak esastır. Önderlik bu konuda “Özgürlük yeni özgürlüklere vesile oluyorsa anlamlı olur. Bu oluşturucu özgürlüktür. Özgürlüğünüz başka özgürlüklere vesile olmuyorsa, bu tutsaklaştırıcı özgürlüktür” diyor. Mevcut erkeği aşmak, değiştirme gücü olmak cins mücadelemizde ne kadar gelişme yarattığımızın ölçüsü durumundadır.
Üçüncü cinsel kırılmayı bir çok açıdan doğru tahlil etmeye ihtiyaç var. Cinsel kırılma dendiğinde bir sınıfsal devrim gibi ya da ulusal devrim gibi olarak ele alamayız. Uzun süreli bir mücadele olarak bakmak gerekir. Yani stratejik esasları var. Tümden geleceğe ertelediğimiz bir gelişme olarak da bakmamak gerekir. Değerlendirmemiz gereken nokta erkekte ve sistemde oluşan gediği süreklileşen bir mücadele hattı ile kalıcı hale getirme ihtiyacıdır. Ancak esasta kültürel ve zihinsel bir mücadeledir. Yani salt siyasal-politik bir mücadele olmadığı gibi sadece onun araçlarıyla da bunun mücadelesi verilemez. Daha güçlü sonuç almak için bazı tedbirler almak gerekir. Bu tedbir öncelikle kadının kurtuluş ideolojisi ve ona dayalı partimizin kadın Rönesans’ını yaratacak bir toplumsallaşmayı esas almasıdır. İdeolojik olarak mücadelenin yanı sıra pratik girişimlerde de bulunmak gerekir. Koşulları yaratmazsak eğer ideoloji salt iddia düzeyinde kalır. Yine toplumsal kesime de indirgemek ve bunun koşullarını yaratmak gerekir. Önderlik koşullar ne olursa olsun bunun mücadelesi verilmelidir perspektifi ile bizleri uyarıyor. Bütün bu süreçler açısından baktığımızda mevcut durumda üçüncü cinsel kırılmanın olduğunu belirtebiliriz. Tarihsel diyalektik açısından baktığımızda bu süreç kadın mücadelelerinin yaşandığı tüm zamanların birikimi olarak bizlerin mücadelesinde somutluk kazanmıştır. Kendi coğrafyamızda ise, mücadelemizin başlangıcıyla çok daha yoğun olarak bu sürecin içine girdik yani bu süreci coğrafyamızda başlatarak hızla hem de bir zihniyet devrimi düzeyinde tüm bölgeye taşımış durumdayız. En somutta kendindeki erkekliği öldürerek Önderlik bunu kendi şahsında başlatmıştır.
Geldiğimiz aşamada erkek egemenliğinde bir kırılma yaşadığını fakat kalıcı bir dönüşüme çevirecek bir hatta oturmadığını söyleyebiliriz. Bu yönüyle baktığımızda cins mücadelesinin kendi içinde bir diyalektik taşıdığı belirtmek gerekir. Kadın özgürlük iddiasında derinleştikçe, egemen erkeklik aleyhine ortaya çıkan gelişme de özgürlük iddiasına denk gelişecektir. Kırılma gerçekleştikçe de kadın lehine gelişim düzeyi daha belirgin hale gelecektir. Çünkü kadın dönüştükçe, toplumsallaştıkça erkek egemenliğinin kültürünü zayıflatacak, erkeklik kültürü zayıfladıkça kadının mücadele etme zemini güçlenecektir. Bu nedenle gelişim düzeyini bütünlüklü bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekir.
Kapitalist modernite sistem olarak tarihsel süreçlerin tüm egemen erkeklik değerlerini bağrında taşır. Ataerkilliğin kümülatif temsili olarak kendini var eder. Erkekliğin yansıma biçimlerinde farklılaşma olması bu gerçeği perdelemek içindir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde kapitalizmin güncel olarak yaşadığı kriz hali aynı zamanda bir erkeklik krizidir. Artık sürdürülemezlik sınırlarındadır. Krizden çıkış için tüm gücüyle kendini yenileme çabası içinde olduğu görülüyor. Tıkanmayı aşma çabalarından biride liberal ideolojiye dayalı sahte özgürlük algısı ile kadını sistem içileştirmeyi hedeflemektedir. Parçalıda olsa evrensel olarak ortaya çıkmış sistem karşıtı kadın hareketlerini sistemde yaşanan tıkanmanın etkeni olarak değerlendirmek gerekir. Rêper Apo’nun kapitalist modernite, devlet, erkeklik çözümlemeleri ve alternatifi olarak da esasta kadın özgürlüğüne dayalı demokratik modernite kuramı, sisteme ideolojik ve bilimsel bir müdahaleyi ifade eder. Buna dayalı gelişecek mücadele araçları ve sistemi egemen erkeklik aleyhine ortaya çıkmış en temel ideolojik kırılmayı ifade eder.
Bu gelişmenin Kürdistan somutunda değerlendirmek daha önemli olmaktadır. Zira başta da belirtiğimiz gibi mücadelemizin başından itibaren Reber Apo’nun kadın özgürlüğünü geliştirme çabaları somut olarak Kürdistan toplumunda bir devrim niteliğindendir. Önderlik paradigmasının yansıdığı her yerde mücadelemizin kadın özgürlüğüne dayalı olduğu bilinci hem kadın da hem erkek te oluşmuştur. Özellikle gelişen özgün örgütlenme araçları ve bilinçlenme çalışmaları Kürdistan kadınının mevcut erkeği kabul etmeyen bir duruşa dönüşmüştür. Yediden yetmişe her Kürt kadını, erkeğin mevcut halini kabul etmeyen ve özgürlük bilincine susamış bir gerçeklik içindedir.
Aynı zamanda erkek açısında da gelişim düzeyinden etkilendiği kadar egemenliğinde de ısrar eden tutamlar açığa çıkıyor. Özellikle de cins mücadelemizin toplumsal alana yansıması açısından değerlendirdiğimizde, erkekte kadının özgürleşme iddiası ile bağlantılı olarak kendini bir sorgulama gelişse de buna denk radikal bir değişim düzeyi açığa çıktığı söylenemez. Örnek olarak erkek (toplumsal alanda) mevcut duruşunu göstermese de aile içerisinde egemenliğini eşi, kız kardeşi, annesi üzerinde hakim kılan yaklaşımlar ortaya çıkıyor. Kaba anlamda erkeklik de bir kırılma olsa da, inceltilmiş ve kodlanmış halinde ısrar vardır. Cins mücadelemizin Kürdistan toplumunda açığa çıkardığı gelişme düzeyi de erkekliğin kırılmasında etkili olmuştur. Tüm örgütlenme alanlarında uygulanan cins kotası, eş başkanlık sistemi kadınlara kapatılan ve sadece erkek alanı olarak görülen mücadele alanlarında gözle görülürü bir gelişme düzeyi yaratmıştır. Fakat buna rağmen bu alanlarda hem kadın hem erkek açısından değişimi stratejik ele almayan, biçimselleştiren anlayışlarda daha fazla ön plandadır.
ŞEHİT ZİLAN AKADEMİSİ
PAJK.ORG
Devam edecek
YORUM GÖNDER