NORMAL SİYASET, OLAĞANÜSTÜ SİYASET VE TÜRKİYE
Normal siyaset, sınırları en başta anayasa olmak üzere norm ve yasalar tarafından çizilmiş bir yapı içinde yapılan günlük siyasettir; diğer bir ifade ile düzen siyasetidir.
Neredeyse kurulduğu günden günümüze Türkiye otoriter ve totaliter bir anlayışla ve çoğu zaman açık faşizm ile yönetilmiş olsa da, otoriter, totaliter ve faşist kimliği tartışma konusu olmayan mevcut iktidarın, geçmiş deneyimlerden farklı olduğu çok açıktır. Ve bu farklılığı Siyasal İslam ile açıklamak kolaycılık olacaktır.
Mevcut dönemin en temel özelliği, iktidar nezdinde en basit bir yönergeden başlayarak Anayasa’ya ve oradan da Anayasa’nın da üstünde olan uluslararası sözleşmeler ve uluslararası yargı kararlarına kadar her türlü norm ve yasanın adeta askıya alınmış olmasıdır. Bugün geçmiş dönemlerin tersine, iktidar, şeklen veya görüntüyü kurtarmak için bile olsa yasalara uymak gibi bir zorunluluk hissetmemektedir. Türkiye’de "hukuk" denen mefhumun kağıt üstünde bile bir anlamı kalmamıştır.
İşe tam bu hukukun askıya alınmış olması gerçeğinden hareketle, içinden geçilen mevcut sürecin ayırt edici özelliğini anlamak açısından, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Carl Schmitt’in ortaya koyduğu "normal" ve "olağanüstü" siyaset ayrımı önemli bir kavramsal araç olarak karşımızda durmaktadır.
Normal siyaset, çok genel olarak söyleyecek olursak, sınırları en başta anayasa olmak üzere norm ve yasalar tarafından çizilmiş bir yapı içinde yapılan günlük siyasettir; diğer bir ifade ile düzen siyasetidir. Olağanüstü siyaset ise bu sınırların askıya alınarak kendi kuralları ve normlarıyla yeni bir siyasi yapının kurulması yani yeni bir anayasa için verilen mücadeledir.
Olağanüstü siyasetin iki temel özelliği vardır: Birincisi, adından da anlaşılacağı gibi, eski düzene ait hukuk düzeninin bağlayıcı bir güç olarak ortadan kalkmasıdır. İkinci olarak ise, olağanüstü siyaset ile Schmitt’in egemen anayasal güce sahip olduğunu belirttiği halk(lar)ın siyaset sahnesine dolaysız yani normal siyasette olduğu gibi bir temsile ihtiyaç olmadan geri dönmesidir. Tam da bu özelliğinden dolayı radikal demokrasi mücadelesi verenler ve ezilenler için olağanüstü siyaset, siyasetin asıl yapıldığı bir momentken, ezenler açısından olağanüstü siyaset, ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken bir momenttir. Diğer bir ifade ile ezenler, normal siyaset ile tarihin en kritik anlarında adeta kapıyı kırarak siyasetin belirleyici gücü olan halkları tekrar görünmez kılmanın, çeşitli ve son kertede aldatıcı olan temsil araçlarıyla onu tekrar görünmez kılmayı amaçlamaktadır; tıpkı ezilenlerin mücadele tarihindeki birçok devrimde olduğu gibi. Buna karşın radikal demokrasi mücadelesi verenler ise halkın siyasete doğrudan katılımının araçları üzerine kafa yormaktadır.
Bu bağlamda düşünüldüğünde Türkiye, mevcut iktidar eliyle bir olağanüstü siyaset sürecine sokulmuştur. Çok açıktır ki iktidar bu yolu bu coğrafyaya demokrasi ve barışın gelmesi, halkların inkar edilmiş hak ve özgürlüklerinin tanınması amacıyla açmamıştır. Tersine yegane amacı iktidarını ve dayandığı baskı rejimini kalıcı kılacak yeni bir yapının kurulmasıdır. Bu amaçla da iktidar, kendini normal siyasetin içinde değil, olağanüstü siyasetin içinde konumlandırmaktadır. Bugün "hukuk tanımazlık" olarak görülen şey aslında iktidarın kendini olağanüstü siyaset içinde konumlandırıp her türlü mevcut hukuk düzeninin üzerinde kendine bir meşruiyet vehmederek adeta kurucu bir güç gibi hareket etmesidir. Bununla birlikte, son kertede basit bir siyasi yapı olan iktidarın halka rağmen halkı temsilen kurucu güçmüş gibi hareket ederek yeni bir anayasa yapma girişiminde bulunması aslında halklara ait olan bu gücün gaspıdır.
Diğer taraftan iktidar, olağanüstü siyaset alanını sadece kendi tekeline almak istemektedir. Evet, yeni bir siyasi yapıyı amaçlamaktadırlar ve bunun için mevcut hukuku askıya almaktadırlar ama bunu sadece kendilerinin bir hakkı olarak görmektedirler. Halkların ve ezilenlerin normal siyaset alanını terk edip kurucu bir güç olarak olağanüstü siyaset sahnesindeki yerini almasına engel olmak için elinden geleni yapmaktadır.
Tüm bunların karşısında muhalefetin özellikle de CHP, İyi Parti ve benzeri muhalif partilerin en büyük eksikliği, iktidar halklara ait kurucu gücü gasp ederek yeni bir siyasi yapı hedefiyle önünde engel teşkil eden her türlü yasayı ve normu çiğnemekte bir beis görmezken, içine girilen süreç dolayısıyla artık çok da bir anlamı kalmamış yasallığa sarılması ve hiçbir şey olmamış gibi normalin siyasetini yapmaya devam etmeye çalışması, iktidarın karşısına halkların ve ezilenlerin gerçek bir özne olacağı olağanüstü dönemin siyasetini yapmaktan kaçınmasıdır; iktidarın olağanüstü siyasetine karşı normalin siyaseti ile çıkması ve son kertede eskiye dönüş dışında başka bir projesi olmamasıdır. Tam da bu nedenle de, tüm krizlere, yoksullaşmaya rağmen muhalefetin oyunda ciddi bir artış olmamaktadır.
Ama halklar bir kez daha siyasetin cesaretsizliğine ve basiretsizliğine rağmen sesini yükseltmektedir. Her türlü baskı ve tehdite rağmen bu coğrafyanın her yerinde zamlara karşı halkların sokağa çıkması tam da bu olağanüstü siyasetin bir göstergesi yani halkın doğrudan siyasete dahil olması olarak okunmalıdır. Çünkü halklar sadece ekonomik talepler için değil, aynı zamanda ve tam da iktidarın korktuğu gibi, mevcut krizlerin kaynağı olan mevcut siyasi yapının yerine yeni bir yapının alması talebiyle adeta bir kurucu güç olarak sokağa inmiştir. Artık gerisini iktidardakiler düşünsün.
CİHAN DENİZ
YORUM GÖNDER