DİRENMEK YAŞAMAKTIR!
Türkiye’de zindanlar deyince akla hiç kuşkusuz 12 Eylül gelir. Benzetmeler, karşılaştırmalar bu tarih üzerinden yapılır. O dönemki devlet politikaları ve uygulamaları hep hatırlatılır. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrası zindanlar, toplumun umudu ve öncüleri olan, demokrasi ve özgürlük için mücadele eden Kürt ve sol-sosyalist devrimcilerle dolduruldu. Bir daha adları anılmasın ve tarihten silinmeleri için her türlü işkence yöntemleri devreye konuldu. İşkence, baskı, şiddet, katletme, katliam, idam; “intikam” adına ne varsa hepsini bir bir uygulamaya koydular. Faşist darbeci yönetimin o günkü insanlık dışı, vahşet uygulamaları, tarihe karanlık bir sayfa olarak kaydedildi.
Bugün, o günleri aratmıyor, hatta katbekat aştı. Faşist şef Erdoğan, o günler için “Asmayalım da besleyelim mi” diyen 12 Eylül’ün mimarı, NATO Gladiosu’nun piyonu Kenan Evren’e rahmet okutuyor. Evren’in yaptıkları Erdoğan’ın yaptıklarının yanında devede kulak kalıyor. Erdoğan asmıyor ama her gün katlediyor. Hiçbir dönem zindanlardan bu kadar tabut çıkmadı, katledilen tutsak olmadı. Her gün zindanlardan ölüm, işkence, sürgün haberleri geliyor. Hasta tutsaklar bir bir katlediliyor, cenazelerine işkence ediliyor, cenaze törenleri yapılmaması için ailelere baskı yapılıyor.
Zindanlarda binlerce hasta tutsak bulunuyor. Birçoğu ölüm sınırında. İnsan hakları ve hukuk örgütleri, her hafta bir hasta tutsağın durumunu gündemine alarak, yılladır hasta tutsakların bırakılması için mücadele ediyor. Siyasiler, bırakılmaları için birçok kez girişimde bulundu. Ancak faşist iktidar üç maymunları oynuyor; bunu da bilerek ve isteyerek yapıyor. Kürt sorununu inkar eden, Önderini tecrit altında tutan, toprağını işgal eden, Kürdistan’ın her tarafına savaş açan, Kürdün her şeyine düşmanlık yapan ve iç-dış tüm siyasetinin merkezine “Kürt anasını görmesin” politikasını koyan zihniyet bugün de faşist AKP-MHP iktidarında bedene kavuşuyor. Dışarıdaki Kürde bunu yapan elinin altında bulunan tutsak Kürde ne yapmaz ki!
Kuruluş karakteri Kürt ve Kürdistan inkarı üzerine olan TC, uluslararası özel eller tarafından adım adım örülerek, bir özel savaş devleti olarak kuruldu. 100 yıldır bunun gereğini yapıyor. Gelen tüm iktidarlar da bu politikanın ve rejimin uygulayıcıları oldular. TC’de gelmiş geçmiş tüm iktidarlar içinde topluma karşı en fazla özel savaş politikası uygulayan hükümetlerin başında AKP gelmektedir. Özel savaş rejimini, yalana dayalı ince politikalarıyla 20 yıldır ayakta tutuyor. Çünkü kendisinin kuruluşu da TC’nin kuruluşu gibi “özel savaş” sonucu olmuştur. Özel savaşın beşiğinde büyüttüğü faşist AKP iktidarının tüm politikaları da buna göre şekil alıyor ve devreye konuluyor.
Dolaysıyla söz konusu AKP politikaları olunca bir değil, bin düşünmek gerekiyor. Nitekim kendisi söz konusu Kürtler ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olunca kılı kırk yarıyor. Zaten Türkiye’de hiçbir şey, hatta yaprak dahi “İmralı politikalarından” bağımsız kıpırdamaz. Tüm gelişmeleri İmralı politikalarına ve yaklaşımlarına bağlamak yanılgılı olmaz. Önder APO’nun rehine altına alındığı son 24 yıldaki gelişmeler bunu göstermektedir. Salt devlet politikalarını değil, hukuksal ve yargısal tüm gelişmeler de bura üzerinden belirleniyor. TC’de İmralı öncesi ve sonrası çok şey değişti. Her değişiklikte İmralı baz alınıyor. Faşist AKP iktidarı boyunca anayasada birçok değişiklik yapıldı, kanunlar değiştirildi, onlarca yargı paketi çıkarıldı, düzenlemeler yapıldı, yönetmelikler değiştirildi; hepsinde “İmralı bundan faydalanır mı faydalanmaz mı” diye düşünülmüştür ve tüm değişiklikler buna göre yapılmıştır.
Buna örnek verilecek birçok düzenleme yapılmıştır. Ama hiç geçmişe gitmeye gerek yok; son İnfaz Kanunu’nda yapılan değişiklik bile bunun somut örneğidir. Bunun için hiçbir hukuksal kaide gözetilmiyor; kendi hukuklarını bile tanıyamaz hale geliyorlar. Uluslararası sözümüz ona “denetçi” ve “bağlayıcı” kuruluşların da bunda payı büyüktür. Bir NATO ve Avrupa aklı yapımı olan İmralı’da gardiyanlık görevi üstlenen TC faşizmi ve AKP iktidarı dayanağı da bu uluslararası merkezi hegemonik güçler oluyor. Önder APO ve bazı tutsaklar için “uzun tutukluluk” ve İnfaz Kanunu’na dair yapılan başvuru sonucu Avrupa Konseyi, TC’ye düzenleme yapmak üzere bir yıllık süre verdi. Deyim yerindeyse TC’ye, “İmralı’daki hukuksuzluğuna kılıf bul” denildi. Nitekim Önder APO’ya peş peşe disiplin cezalarının verilmesi salt bir görüş yasağının gerekçesi değil, aynı zamanda hazırlanacak kılıfa da zemin yapılmak isteniyor.
İmralı’daki durumu neden özetliyoruz? İmralı’daki işkence rejimi anlaşılmadan ne zindanlardaki ne de toplum üzerindeki politikalar anlaşılabilir. Zindandaki tutsaklara yaklaşım, devletin Önder APO’ya yaklaşımından geliyor. Dikkat edilirse İmralı’daki tecrit derinleştikçe zindanlardaki baskılar da sertleşmektedir. “İmralı’daki mutlak tecrit tüm zindanlara ve topluma yayıldı” tespiti yerinde bir tespittir. Önce Önder APO mutlak bir tecrit rejimi altına alındı, sonra tüm tutsaklar ve toplum tecrit cenderesinden geçirildi, geçiriliyor. Tutsakların ve toplumun kaderi, Önder APO’nun durumuyla sıkı sıkıya bağlıdır. Dolaysıyla Önder APO üzerindeki tecrit kırılmadan, fiziki özgürlüğüne kavuşmadan ne tutsaklar ne de toplum üzerindeki tecrit kırılır, özgürlüğüne kavuşur.
Zindanlar aynı zamanda demokrasi ve özgürlüklerin de aynasıdır, tutsaklar toplumun vicdanıdır. Zindanlardaki sorunlar salt tutsakların sorunu değildir, bir bütün toplumun sorunudur. Sorunları aşma sorumluluğunu da tutsaklara bırakmak toplumsal ahlaka terstir. Tutsaklar, salt kendisi için değil, birçok kez toplum nefes alsın diye bedenini ölüme yatırdı. Peki tutsaklar şahsında hayatı zindana dönüştürülen toplum, canını veren tutsaklar için bugüne kadar ne yaptı? Tutsaklar nefes alsın, özgürlüğüne kavuşsun diye ne kadar bedel verdi? Amed’de başlayan, Wan ile İzmir’in de dahil olduğu birkaç tutsak ailesinin yaptığı eylemle sonuç alınır mı? Bu ailelerin eylemine neden tüm tutsak aileleri katılmıyor veya katılmaları için örgütlendirilmiyor? Yine toplumsal duyarlılık ve katılım neden sağlanmıyor?
Faşizmin beli taleplerle, birkaç önergeyle, açıklamayla kırılmaz; ancak direne direne kırılır. Bu saatten sonra faşist iktidardan ve bakanlıklarından bir şey beklemek amiyane deyimle saflık olur. Tutsak ailelerini ve toplumu bununla sınırlamak da siyaset bilmezliktir; faşizm ve düşman gerçekliğini bilmemektir. İktidar koltuğuna “Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye et” şartıyla oturtulan, siyasetini buna göre belirleyen ve tüm imkanları bunun için değerlendiren faşist AKP iktidarında artık takke düştü kel göründü. Newroz meydanları son noktayı koymuştur; ecel terleri döken faşist AKP’nin sarıldığı yeni plan, baskı, operasyon ve savaş politikaları da tutmayacaktır. “Tecride, faşizme, işgale son; özgürlüğü sağlama zamanı” hamlesi bu açıdan en doğru yol gösterici ve çözümün adresidir.
Önder APO, 24 yıldır İmralı’da rehin tutuluyor. Kürt siyasi ve devrimci tutsaklar da tıpkı Önder APO gibi birer rehinedir. Faşist AKP iktidarının tüm plan ve hesaplarının merkezine bu rehinelik durumu oturtulmaktadır. Yeri geldiğinde en kirli bir şekilde şantaj ve tehdit unsuru yapılmaktadır. Ama tarihten günümüze ne Kürt halkı ne de Kürt Özgürlük Hareketi ve militanları buna boyun eğmedi. 14 Temmuz 1982 Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nden bu yana kazanlar hep “Direnmek yaşamaktır” diyenlerin ve ardıllarının olmuştur. Artık sıra toplumda; tüm özgürlük tutsakları için direnme vakti gelmiştir…
HÜSNÜ CİHAN
YORUM GÖNDER