ANNALES VE TARİH (13.BÖLÜM)
BİLİMSEL BİR DİSİPLİN OLARAK TARİH VE DEVLETİN YENİDEN DÖNÜŞÜ
Tarihin bilimsel bir disiplin olarak gelişmesi ilk önce tarih yazımı
alanında değil Tarih felsefesi alanında olmuştur Voltaire’nin “tarih felsefesi”
terimini kullanmasından sonra, Isac Isel'in bu alana eğilmiş ve 1770 1776
yılları arasında Almanya'da daha sonra Hegel'in de ders vereceği Berlin
akademisinde bir üniversite disiplini haline gelmiştir. 18 yüzyıl aynı zamanda
üniversite ile Akademi arasındaki farkın şekillendiği dönemdir. Üniversiteler
bilindiği üzere kiliselerin kurdukları okullarda akademiler ise daha sonra
özgür öğrenim alanları olarak şekillenmiştir. Tabii bu özgür olmadan kasıt
kilise etkisinden özgür olmasıdır. Ama krallar prensler ve diğer siyasi
otoritelerin etkisindedir bilimsel çalışmaların ekonomik kaynağı kraliyet
aileleridir. Avrupa'da Kilise Birliği'nin parçalanması ve yeni kiliselerin
kurulması ile birlikte 18. Yüzyılın sonlarına doğru kiliselere bağlı olan
üniversite profesörleri de ayrı gruplar oluşturmaya başlamışlardır. Ve zamanla
bu gruplarda kilise dışında olan haktan kişilerin daha baskın olduğu bir durum
almıştır.
İngiltere'de daha 17. yüzyılın sonlarından itibaren bilginler kendi
işlerini ayrı bir meslek olarak görmeye başlamışlar yaptıkları çalışmaları ile
papazlarla zaman zaman sıradan halka aldatıyorlar diye restleşiyorlardı. Diğer
taraftan akademinin de özgün olarak şekillenmesi ile bilimsel çalışmalarla
uğraşan bir grup şekilleniyordu. Bu şekillenme ile birlikte 18. yüzyılda
üniversitelerin yüksek öğrenimdeki fiili tek eli kırılmış Avrupa'nın birçok
kentinde bilim akademileri etkili olmaya başlamış kraliyet dernekleri bilimsel
çalışmalarda etkili olmuşlardır. Yine bu dönemde kütüphanelerin öneminin
artması ve hükümdar danışmanı ya da diğer adıyla resmi tarihçiler gibi küçük
bir yazar topluluğunun da oluşması bilimdeki gelişmeleri daha da arttırmıştır.
Meslekten şekillenen bir araştırma fikri ve kurumu diğer alanlarda olduğu gibi
tarih yazımı alanında da önemli çalışmalar yapılmıştır.
Ayrılıkçı akademiler çağdaş felsefeye doğa felsefesine ve modern
tarihi önem vererek üniversitelerden daha az geleneksel beyefendiler dense
geleceğin iş adamlarına göre tasarlanmış bir ders programı ile öğretim
yapıyorlardı (33). Araştırmayı destekleyen kurumların 18. yüzyılda kurulması da
diğer önemli bir adım olmuştur. 18 yüzyılın Londra’sı yazın alanında önemli bir
ilerleme kaydetmişti. 1730’lara kadar daha çok dışarıdan kitap alınırken
1750’lerden itibaren bu değişmeye başlamıştır ilk defa büyük bir Yayınevi
kurulmuş 1777 yılında gelindiğinde Londra'da 72 kitapçı açılmıştır. En önemli
gelişmelerden biri de ilk kez birkaç yazar özellikle de kurgusal olmayan
konuların kimi yazarları hamilere bağlılıktan kurtulmayı ve yazı gelirleriyle geçirmeyi
düşünmelerine yetecek kadar ön ödeme avans aldılar. David Hume'nin “Britanya
Tarihi”, William Robertson'un “V Karl'ın (Charles) Tarihi” için aldıkları avans
tarihçileri daha da cesaretlendirmişti (³⁴). Tarihe duyulan ilgi Hume ve
diğerlerini tarih yazmaya yönlendirmişti. 18 yüzyılın Almanya’sında Immanuel
Kant tarih felsefesi ve yazımında önemli bir otorite olarak ön plana çıkmıştır.
Kant tarihi insan özgürlüğünün gelişme ve ilerleme süreci olarak batmıştır.
Tarihi anlam verme de teorik aklın değil pratikte tıpkı Doğa olaylarında olduğu
gibi tarihte de plan yasa olduğunu ve böylece ”tarih için yönetici bir ilke”nin
varlığının kaçınılmazlığını savunmuştur. Bu yönetici ilkeye herhangi bir
tanrısallık yüklemeden yabancı akıl olarak adlandırmıştır.
İmmanuel Kant ve özellikle de Hegel in etkisiyle 18. yüzyıl sonları
ile 19. yüzyıl başlarında Almanya’da artık bir savaşlar ve hükümdarlar tarihi
olarak geleneksel politik tarih yazıcılığının daha kalıplarını zorlandığı
yeterli olmasa da ahlak hukuk sanat ve din tarihlerini bir arada içeren bir
kültür tarihçiliği geleneğini başlamıştır. Bununla beraber ilk defa Tanrı
kutsal “güç ve töz” ün yani mutlak otoritenin sorgulanmaya başlandı görülür. Bu
aynı zamanda Karl Franz Van İvring’le başlayacak olan “kültür sosyolojisinin”
de habercisidir (35). Tarih ve felsefenin 18. ve 19. yüzyıllar arasında ki
önemli bir köprü de Hegel'dir. Hegel tarih sözcüğünün çift anlamını
vurgulayarak insani toplumsal olaylar olarak tarih ve bu olayları anlatan bilim
olarak tarih ayrımını yapar. Hegel'e göre tarih insanların toplu halde
yaşamalarından beri insan bilincinde bir anımsama formu içinde yer alır. Ama
insanlar ancak bir devlet yapısı içinde örgütlenmiş toplumlar haline geldikten
yani ortak anılara kamusal bir geçmişe sahip olduktan sonra bu anımsama bir
tarih bilincine dönüşebilmiştir. Tarih yazıcılığı (Historiografi) da ancak bir
kamusal geçmişine olduğu yerde ortaya çıkan bilmiştir. Kısacası tarih
yazıcılığı devletin olduğu yerde vardır. Hegel'le böylece “devlet” tarih yazımında
çok daha planlı ve programlı bir şekilde geri dönmüştür. Hegel ayrıca Kant’ın
“tarih için yönetici ilkesini” yani “yabancı aklını” “tanrısal akıl* olarak
tanımlamıştır.
19. Yüzyıldan 20. yüzyıla Marks'a ve sonrasına kadar devletin hem
başrolde olduğu hem de arşivinden yazımına kadar her şeyini yönettiği bir tarih
yazımı egemen olmuştur. Tarihçiler 19. yüzyıl için tarih yüzyılı tanımlaması
yapmışlardır. Bu tanımlamanın sebebi özellikle Almanya merkezli olarak tarih
felsefesi ve tarih yazımı alanında devlete veya kiliseye bağlı olsun ya da
bağımsız tarihçilerin çok rahat tartışma araştırma ve sorgulama imkanlarına
kavuşmalarıdır. Henüz yeni olan ulus-devlet kendi tarihini oluşturabilmek için
ekonomik ve akademik olanları teşvik ederken kilisede bu süreçten geri
durmamıştır. Klasik anlamda bir ruhban müdahalesi olmasa da devletle ittifak
oluşmuştur. Ve bu bazen eskiye oranla çok daha ikna edici olmuştur. Hegel'in
“devlet tanrının yeryüzüne inmiş halidir” söylemi bu gerçekliği ifade eder. 19
yüzyıl yani tarih yüzyılında Kant'ın hipotetik tarih anlayışı Schiller'in
estetik tarih felsefesi Alman idealist tarihçilere olan Fichte Schelling Hegel
ve Schleiermacher'in tezleri ve romantik tarih anlayışı alanındaki faaliyetler
tarihi alanında henüz kişi merkezi çalışmalar olmasına rağmen tarih felsefesi
yazımı ve son olarak da kuramı üzerine yürütülen çalışmalar bu tanımlama için
birkaç sebeptir. Bu yol faaliyetlerden biri de 1825’de Leopold Von Ranke'nin
yeni kurulmuş olan Berlin Üniversitesi'nde bir önceki üniversitelerden farklı
olarak öğretim faaliyetlerine araştırma yoluyla vermeye başlamasıdır.
Tarihi belgelerin eleştirel bir gözle incelendiği seminerler vermeye
başlaması ile beraber bunu tarihçilerin eğitiminin ayrılmaz bir parçası haline
getirilmesi Ranke'yi çağdaş tarih yazımının başlatıcısı olarak kabul
ettirmiştir. 1848'e gelindiğinde artık Almanca konuşulan bütün üniversiteler bu
eğitime benimsemiştir. Ranke’nin katı kurallara bağlı bilimsel anlayışı değer
yargılarından kesinlikle kaçınmayı öngörüyordu. (³6) Ona göre tarihçi geçmişi
yargılanmaktan sakınmak ve kendisini şeylerin nasıl olduğunu göstermekle
sınırlamalıydı. Ancak bu çalışmalarında temelinde tıpkı Hegel'de olduğu gibi
Ranke'de de Tanrı ve devlet vardı. Ranke'ye göre tanrının istediği gibi var olan
düzen ortaya konuluyor da bundan dolayı da modern dünyanın tarihi güçlü bir
monarşiye ve aydın bir kamusal hizmeti himayesi altında yurttaş özgürlüğünün ve
özel mülkiyetin var olduğu ve güçlendiği restorasyon Prusya’sının siyasal ve
toplumsal kurumların güvenirliğine sağlamlığını meydana çıkarmaktaydı. Bankaya
göre devletin Merkezi konumu bu yüzden tarihi kavramında önemliydi ve bu
görüşmeden kavranması mümkün olmazdı. Klasik historisizm olarak adlandırılan bu
tarih yazımı bilimsel bir tarih disiplinden oluşumunda önemli bir yer
edinmiştir.
19. yüzyılın tarih yüzyılı olarak adlandırılmasını hak eden birçok
sebebi vardır. Başta Almanya daha sonra Birleşik Devletler, Japonya, Büyük
Britanya, Hollanda ve Fransa’da tarihsel araştırma alanında profesyonel gelişmeyi
sağlayan önemli gelişmeler yaşandı. Birleşik Devletler ‘de John Hopkins
Üniversitesi'nde doktora programı başlatıldı. Paris'te araştırma odaklı Ekole
Pratique des Hautes Etudes kuruldu. Dersler ile beraber seminerler verilmeye
başlandı. Ağırlıkta Alman tarihi okulu modelinin referans alındığı bilimsel
araştırmacılar yeni yöntemlerini yayan dergiler yayınlanmaya başlandı.
(Historiche Zeitschrift 1859, Revue Historique 1876, Rivista Storical Italyana
1884, English Historical Rewiew 1886, American Histotical Review 1895) (³7). Ve
yine 19. yüzyılın tarih yüzyılı olarak adlandırılmasının diğer bir sebebi de
profesyonelleşmenin bilimsel uygulamaların gelişmesiyle birlikte her yerde
tarih yazımı gittikçe artarak ideolojikleşmiş olmasındandır.
Yani 19. yüzyıl nasıl bir ideolojiler yazılı olmuş da aynı şekilde her
ideolojik kendi tarih yazımını kuramsallaştırıp kurumsallaştırmıştır.
Tarihçiler arşivleri artık kendi milliyetçilikle yerine ve sınıfsal kanıları
destekleyen onlara bilimsel bir otorite zemini sağlayacak kanıtlar bulmak için
girmeye başlamışlardır. 19. yüzyılın tarih alanındaki diğer önemli bir durumu
da yüzyılın sonlarına doğru kolektif okul (ekol) tarzında tarih yazımı
faaliyetlerinin başlamış olmasıdır. Bu faaliyetlerin başında Alman tarihi okulu
ya da diğer adı ile yeni ulusal ekonomi tarihi ekolü gelir. Klasik historisizm
geleneğine devam ettiren bu ekole göre tarihin konusu uluslar ve ulusların
siyasi yaşamı ile alakalı olmalıdır. Tarih bir halkın bir ulusun kendi
hakkındaki bilinci olmalıdır. Bu reddeden sonra tarihçilerin odağının gittikçe
artan düzeyde ulus kavramı ile kısıtlanması anlamına geliyor. Biraz daha net
bir ifade ile Alman tarih okulu kendi pratik amacına Alman ulusunun ve
devletinin birliği olarak ortaya koyar. Yani bu okul devletin bir zamanlar
felsefeden eklediğini tarihe yükler. Yalnız hükümetin emrine değil “ulusun
genel esenliği” idesine göre bir tarih inşasını savunur. Alman tarih okulu
hümanite düşüncesiyle sadece ulusal tarih yazıcılığı ile değil aynı zamanda bir
genel tarihe dünya tarihine de yönelir. Alman idealizmindeki ilerlemeci tarih
anlayışına karşı çıkarlar. Onlara göre tam bir ilerlemeden çok Tarihsel süreç
içinde yıldızın parladığı anlar vardır.
En önemli temsilcisi Gustav Von Schmoller olan bu ekol klasik Alman
Historisizm inin iki temel varsayımına bağlıydı: devletin merkezi rolü ve
tarihsel araştırmanın arşiv kaynakları ile yürütülmesindeki ısrar. (38) 19.
yüzyılın son çeyreğinde klasik Alman tarih okulu içinde tarihsel sosyoloji
kuramının ilk nüveleri de ön plana çıkmaya başlamış ve daha sonra tarih yazımı
ve kuramında farklı bir alan açılmıştır. Karl Lamprecht, Otto Hintze ve Max
Weber'in çalışmaların tarihsel sosyolojinin en önemli çalışmaları arasındadır.
Yeni Kantçılık da denilen bu ekole mensup olan hem Weber hem de Hintze’ye göre
tarih ve sosyoloji arasındaki fark klasik Alman tarihi Okulu'nun tanımladığı
kadar büyük değildir. Weber ve Hintze sosyolojiye Durkheim’dan daha tarihsel,
tarihe de tarihçilerin büyük çoğunluğundan çok daha sosyolojik bir yaklaşım sergiliyorlardı.
Bu yaklaşımlar aynı zamanda o döneme kadar adeta ilahi bir ölçü mertebesine
yükselmiş bazı kıstasları da sorgulamaya açmıştır. Örneğin Hintze Alman
geleneğinin en önemli kavramı olan devletin ahlaki ve ruhsal bir varlık
oluşturduğu görüşünü reddetmiştir. Bunun yerine devleti gözleme dayalı
terimlerle tanımladı. Weber de devletin putlaştırılmasına karşı çıkarak
“değerlerden özgürleşmiş” bir bilimi savundu. Tarih ve mantık kavramlarını bu
ekol hakikaten anlama çabasının başucuna yerleştirdi ve 20. yüzyılda böyle bir
Kantçı geleneği devam ettirdi. (39) 1850'li yıllarda Almanya'da bir diğer tarih
yaklaşımı daha gelişti. Wilhelm Riehl ile başlayan bu yaklaşım yerel tarih
derneklerinde çoğunlukla tarih mesleğinin dışında etnografya yönelimli kültür tarihçiliği
(kulturgeschichte) dir.
Bu çalışma sıradan insanların hayatları ve gelenek görenekleri
üzerinde odaklanmıştır. Almanya ve Fransa da tarih bilimi alanında yaşanan bu
tartışma ve gelişmeler 19. yüzyılın son çeyreğinde Amerika'da yaşandı. 1870’ten
itibaren Amerikan üniversitelerinde siyasete odaklanmış tarih çalışmalarının
daha geniş bir tabanı kapsaması toplum tarihine doğru genişletilmesi kararına
vardılar. Bu aynı zamanda Alman bilimselliğin hayranlığı ile şekillenen ve
Amerika'nın geçmişinin Germen kökenlerini araştıran Amerikan bilimsel ekolünden
de kopuş anlamına geliyordu. Yeni Amerikan tarihçilerine göre Amerika hem
batıdaki kırsal hem de doğunun canlı kendilerini oluşturan göçmenlerin
ülkesiydi. Ve bu dar bir siyasal tarihle artık anlatılamazdı. Modern toplumu
ele alan Ekonomi ve Sosyoloji ve Psikoloji yeni tarihçilerin ilgilendiği
bilimler olmaya başladı. Bu bakış açısı Amerikan halkını bölen ayrımlarını daha
çok farkında olunan bir yaklaşımı geliştirmiştir (40) 19. yüzyıl İngiltere ve
Fransa’sında da bilimsel alanda yaşanan gelişmelerin tarihe yansıması olmuştur.
Temeli Bacon, Locke ve Newton'a yanan gözlem önceliğini ve tümevarımsal
genellemeye dayalı bedensel açıklamayı önceleyen pozitivizm tarihe de
pozitivist tarih anlayışı olarak yansımıştır. 19. yüzyılda Saint Simon Auguste
Comte bu yaklaşımı öğreti haline getirmişlerdir. Pozitivist tarihçiler tarihi
de bir yasa birimi olarak konumlamak istemişlerdir. Comte'a göre böyle bir
bilim tüm geçmişi bireysel ve kolektif doğamızın bağlı olduğu sabit yasalara
doğruluk kuralına uygun olarak açıklamayı hedef edinecektir.
Öyle bir bilim tüm tarihsel olayları ve bu yasalara bağlı bir gelişim
içinde ele alacak ve tüm büyük tarih çağlarını bu temel gelişimin belirli
evreleri olarak betimleyecektir. Comte, böyle bir yasa biliminin artık klasik
anlamıyla bir histografi değil bir sosyoloji olabileceğini söyleyerek
sosyolojinin de ağırlığını ön plana çıkarmıştır. J. Stuart Mill se, sosyoloji
olmaya doğru gitmezse gereken bir tarih biliminde bahsederek süreç yasaları
kavramını geliştirerek psikoloji ve biyolojinin desteğinin önemini vurgular.
Herbert Spencer biyolojik Evrim kuramını tarihi uygulayarak tarihi hakkında da
bir Evrensel ilkeye varılabileceğini söyler. Charles Darwin hayvan ve
bitkilerin uzun birer tarihlerinin olduğunu ve doğal tarihinden çıkarılan bu
gözlem yardımıyla insanlık tarihinin geleceğine Işık tutabileceğini söyler.
Tarih akışını katı bilimsel yasalara sığdırmaya çalışan bu ekol ileride en sert
tartışmaların odağına oturtulacaktır. 18. ve 19. yüzyıllar görüldüğü gibi tarih
yazımı ve felsefesi alanında en çok tartışma ve faaliyetlerin olduğu dönemler
olmuştur. Aydınlanmanın etkisiyle “daha az Tanrı daha çok insan” anlayışının
gelişmesiyle beraber bilginin iktidarın himayesinde gelişmesi üzerine devlet
yeniden ve daha sağlam bir şekilde tarih yazımında yerini aldı. Bu dönemde
sonların ve tarihle ilgilenen derneklerin ağırlıkta Kraliyet ailelerinin de
olması devletin yerine 19. yüzyılın son çeyreğine kadar korumasını sağladı.
Bunda etkili olan bir diğer sebep de arşivlerin kiliseler ve devlet
kayıtlarından oluşmuş olmasıdır. Ancak üniversiteler ve özerk olarak
akademilerin çalışmaları devletin tarih yazımındaki koltuğunu sarsmaya başladı.
20. yüzyıl 18. ve 19. yüzyıllara göre tarih yazımı ve Kur'an açısından oldukça
zengin bir veriye sahip olmuştur.
YORUM GÖNDER