DEMOKRATİK UYGARLIK DEVLETÇİ UYGARLIĞA KARŞI; TARİHLE ŞİMDİYİ YAPMAK! (2.BÖLÜM)
Demokratik Uygarlık, Güncele Uyarlanmış Demokratik Modernitedir;
“Tarih bir bütün olduğu gibi, bir bütün içinde her parçanın yeri ve değeri vardır. En küçük bir topluluğun ve en sıradan bir bireyin bile değeri yadsınamaz. Nasıl ki tarih bir toplumda, bir toplum da tarihte yansırsa, bir toplum bireyde, birey de bir toplumda yansır. Diyalektik yöntemin tarihe uygulanmasının bir ifadesi olarak, tarihsel materyalizmin varacağı en temel sonucun bu formülde yattığını Toplumsal mücadeleler ne için vardır? Elbette ki toplumsal özgür varoluşu hiçleşmeye karşı korumak ve özgürce sürdürmek için peki neden tarihseldir?
Çünkü tüm toplumsal mücadeleler geçmişin bir hafızasını taşır ve bu hafıza üzerinden köklenir, kendilerini yeniden üretirler. Çünkü tarihsellik ve köklülük bildirmeyen, tarihsel olmayan hiçbir mücadele ve bilme hali yoktur da ondan. Tarihsiz toplum ya da toplumsuz tarih olamayacağına göre, demokratik modernitenin de bir tarihinin olması ve bir köklülük bildirmesi kaçınılmazdır. Çünkü toplumsal varoluş, temelde özgür ve demokratik bir varoluştur ve bu varoluşla kendini var kılmıştır. Üstelik bu kendini var kılma hali, sınıfkent-devlet üçgeni üzerinden hareketlenen uygarlık öncesinde gerçekleşen ve kendini ana toplum, demokratik komünal toplum olarak görünür kılan bir var kılma halidir. İşte bu toplumun kabile, aşiret ve halklar halinde özgür, demokratik ve eşit yaşamlarını uygarlık saldırısına karşı direniş ve isyanla karşıladıkları, ahlaki ve politik yaşamında ısrar ettikleri tarihe demokratik uygarlık tarihi; devletli uygarlıktan ayrı, devletleşme ve uygarlaşma öncesi formları ve sonrasındaki devlet dışında kalmış yapılar toplamına ise demokratik uygarlık diyoruz.
Neden böyle bir adlandırmaya gidildiğini Ali Fırat şöyle açıklar; ‘’Demokratik uygarlık kavramını kent-sınıf-devlet sistemi olarak uygarlığa karşı, içte kölecil sınıflaştırmaya karşı, dıştan kabile ve kavim kimliklerine yönelen baskı, talan ve köleleştirmelere karşı daimi direniş halinde olan kent içi emekçi özgürlükçü güçlerle, kırsal komünal güçlerin oluşturduğu dünyayı tanımlamak için seçtik. Uygarlık tarihi boyunca bu tanımlamanın kapsamında belli bütünsellikleri olan ve hep birbirlerine miras bırakan çok sayıda eşitlikçi, özgür ve demokratik oluşumlar ve yapılanmaları demokratik uygarlık olarak adlandırmanın vazgeçilmez tarihsel bir hak ve görev olduğu açıktır’’ değerlendirmesinin devamında Fırat, demokratik uygarlık kavramının güncel somut duruma uyarlandığında,bunun kapitalist modernite karşıtlığı içerecek biçimde demokratik modernite olarak belirlenmesi gerektiğinin altını çizer. Anti-kapitalistlik iddiasında bulunanların, anarşistlerin ve bilimsel sosyalistlerin bu gerçeğin farkına varamamış olmaları, kapitalizmden radikal bir çıkış gerçekleştirememelerinin de nedenidir. Başarısızlıklarının nedeni, kapitalizmi hegemonik modernite olarak çözümleyip aşamamalarında yatmaktadır.
Burada, kapitalist modernitenin hegemon haline gelerek kendini dayatması ve meşru kılması, karşıtlarını etkisizleştirmesinde ve kendini tek alternatif olarak sunmasında önemli bir etken oluşturdu. Modernite kapsamında derinleştirilmesi gereken tartışmalar, sermaye birikimi gibi tek boyutlu bir alanla sınırlandırılınca, bu sapma kaçınılmaz bir şekilde modernitenin büyük ölçekte benimsenmesi gibi bir durumu açığa çıkardı. Haliyle moderniteyi benimsemiş bir muhalefetin radikal bir direniş gösterme kabiliyeti kazanması beklenemezdi, aksine erime hepsinin ortak kaderi oldu.Reel sosyalizmin kendi kendini tasfiyesinin kökeninde de bu aşırı modernist yaklaşımın izlerini görüyoruz. Bu nedenle demokratik modernite, yaşanmış bu tarihsel hataları tekrarlamamak adına, kapitalizmin sadece ekonomi politiğine takılıp kalmaz, kapitalizmi tüm sistemik yapısı içerisinde görür ve eleştirisini de bu sistemik yapısının geneline yönelik geliştirir. ‘’Hegemonik bir sistem olarak uygarlık tarihiyle ilişkisini, kent, sınıf ve devlet olgularında yol açtığı değişimleri kendi modernitesinin hangi unsurlar temelinde kurguladığını bir bütün olarak eleştirerek ortaya çıkarır… Demokratik modernitenin zihniyet alanlarına yönelik eleştiri sadece bu alanlardaki dogmatizmi çözmekle kalmaz. Bilim, felsefe ve sanatın toplumdaki rollerini layıkıyla oynayabilmesinin yolunu açar. Demokratik modernitenin kendiside ancak kapitalist modernitenin bilimsel, felsefi ve sanat açısından eleştirisi ile kurumlaşır. Kendi kavramsal araçlarını geliştirir.’’
Toplumsal mücadeleler tarihinin açığa çıkardığı bütün deneyimler göstermiştir ki, anti-kapitalizmi anti modernizme vardıramamış tüm ideolojik akımlar, politik hareketler ve her renkten devrimler modernite tarafından fethedilmekten kurtulamamışlardır.
Anti-modernizmin öncellenmesi, kapitalist sistematiğin bütünlüklü reddiyesi açısından esas çıkış noktasını oluşturur. Çünkü anti-modernizm, kapitalizmin yaşattığı yaşam tarzını red etmek ve onun dışına çıkmak anlamına gelir. Bu çıkış noktası yeni bir başlangıç çizgisi haline getirildiği takdirde, alternatif bir mücadele kaynağı haline gelmek ve bunda sürekliliği yaratabilmek mümkündür. Bu nedenle A. Dicle, dikkatlerimizi bu noktaya yöneltmeye özen gösterir; ‘’Anti-kapitalizm anti-modernizm olmadığı gibi, anti-modernist olunmadan tutarlı bir anti-kapitalist olunamaz… Ekim devrimi anti-kapitalizmde yetersiz olduğu için başarısızlığa uğramadı; tersine anti-kapitalizmde başarılıydı. Fakat anti-modernist, dolayısıyla antiulus devletçi ve anti-endüstriyalist olmadığı için , anti-kapitalistliğiyle modernitenin diğer iki ayağını aşamadığı için, yapısal süreyi bir yana bırakıp sadece kısa sürelerle hareket ettiği için yenildi… Marks, Lenin, Mao kapitalizmle boğuşurken samimiydiler. Hatta kapitalizme karşı sosyalizmi kurduklarına da inançları tamdı. Fakat çok geçmeden ortaya çıkan sonuç, kurdukları yapıların kapitalizmden pek farklı olmadığını gösterdi. Burada da gücünü konuşturan yeni uygarlık, yani moderniteydi. Yüzeysel sermaye değerlendirmeleri sosyalizmi geliştirmek için yeterli değildi. Eksik olan modernite çözümlemesiydi. Derinden etkisini yaşadıkları pozitivist dünya görüşü moderniteyi gerçekliğin en kutsal hali olarak sunuyordu. Eleştiri şurada kalsın, onu daha da mükemmelleştireceklerini düşünüyorlardı. Sonuçları ise ortadadır. Tarihsel yanlışlık zincirleme devam ettikçe, en soylu ve kutsal amaçlar bile uygarlık ve modernitenin buzlu hegemonyasına araç olmaktan kurtulamıyor.’’
A.Dicle, demokratik moderniteyi, köleleştirici kültürüyle insanı geçmişsiz ve geleceksiz kılarak an’ın hayvanca tüketicisi haline getiren kapitalist modernitenin karşısına bir alternatif olarak koyar. Bu anlamda demokratik modernite, yaşamı tüm yöntemlerle daha özgür, eşit ve demokratik kılmanın zihniyet ve yapılanmasını ifade eder. ‘’Yola düşmüş bir taşı kaldırmak kadar, meşru değişimin tek yolu olarak kalmış bir devrimi yapmak da demokratik modernite kapsamında değerlidir.’’ Yalnız burada devrim, iktidar ve devlet mekanizmalarından arınmış ahlaki ve politik toplum değerlerine bağlanmış kolektif bir eylem özelliğindedir. Ahlaki ve politik toplumun temelleri ise ancak demokratik siyasetle düşünülebilir. Demokratik siyaset ahlaki ve politik toplumun inşası ise, toplumların demokratik siyaset bilinciyle buluşturularak ayağa kaldırılması, kendi örgüt ve önderlerini yetiştirmelerinin sağlanması, demokratik yaşam tarzını uzun süreli deneyimleyip oluşturmasıyla yakından ilişkilidir. Ali Dicle’nin demokratik siyaset olmadan, ‘’demokratik toplumlar, dolayısıyla demokratik uluslar oluşturulamaz. Demokratik modernite sürecini böylesine uzun süreli demokratik toplumların ulusal bütünlüklerinden oluşan bir yeniçağ olarak tahayyül etmek, kuramlaştırmak, günlük yaşamın ekmek, su, hava kadar vazgeçilmez biçimi olarak değerlendirmek durumundayız.’’ Bu durumda demokratik uygarlık, sadece direniş ve isyan değil, direniş ve isyan örgütleyen ama onu da aşan ‘’hem bir düşünce sistematiği, düşünce birikimi, hemde ahlaki kurallar ve politik organların bütünlüğünü içeren yeni bir yaşam biçimi’’ hüviyetini kazanır. Güncel somut duruma vurulduğunda demokratik modernite tanımlaması bize M. Hardt ve A. Negri’nin Alter-modernite terimini hatırlatır. Alter – moderniteyi Hardt ve Negri şöyle tanımlar; ‘’ Altermodernite terimiyle, anti-modernite geleneğinden doğduğu için, modernite ve onu tanımlayan iktidar ilişkisinden bir kopuşu kastediyoruz; ancak aynı zamanda karşıtlık ve direnişin ötesine geçtiği için anti-moderniteden de ayrılır.’’ Demokratik modernite tam da bunu gerçekleştirir.
Uygarlık sisteminin devlet öncelikli hegemonik sisteminden kurtulmak için kavramlara yeni içerikler yükler ve yeni kurucu politik projesine seferber eder. Halkın ahlaki ve politik toplum olma özelliği ve onu oluşturan değerlerini, kurucu anlam ilişkisi içerisinde yeniden üretir. Amaç devleti ya da iktidarı ele geçirmek değildir. Tabandan sağlanan toplumsal dönüşümlerle ve üretilen alternatif kurumlarla devleti gündelik yaşamda anlamsız kılmak ve egemenlik gücünü zayıflatarak demokrasiye duyarlı hale getirmektir. Her anlamda alternatifler inşa ederek özerkleşmek bu amaç doğrultusunda demokratik, eşit ve özgür toplum hedefini şimdiki zamanda inşa etmeyi, alternatif yaşam alanları oluşturmayı ve toplumun kendine ait kurumlar yaratmasını hedefler. Bu, doğal olarak devlet-iktidar temelli kurucu mitten bir kopuşu ve ona karşı aynı zamanda biyopolitik bir direnişi tanımlar. Demokratik modernite, bu anlamda hakiki bir alter-modernite özelliği sergilemektedir. Kapitalist moderniteyi politik toplumun en daralttığı ve işlevsizleştirdiği son uygarlık aşaması olarak değerlendiren A.Dicle, bu hususun iyi kavranması gerektiğini belirtir. İdeolojik hegemonya olarak liberalizmin, kendi döneminde politik mücadele, hatta demokratik siyasetin son derece gelişim gösterdiği iddiasının özünde tam tersi bir durumu açığa çıkardığını, bireycilik ve tekelciliğin azami geliştirilmesi sonucunda ahlaki ve politik toplumun en işlevsiz halini yaşadığını vurgular. Azami iktidar olarak ulus-devlet, azami politik olmayan bir topluma yol açmış, böylesi bir toplumu doğurmuştur. Toplum ulus-devlet ve küreselleşen şirketler içinde adeta eritilmiştir. Bu noktada Dicle, Foucault’un toplumun savunulmasını özgürlüğün temeli olarak gören düşüncesine işaret eder. Toplumun yitirilmesini sadece özgürlüğün değil, insanın da yitirilmesi olarak değerlendiren Foucault’a katıldığını belirtir ve demokratik modernite açısından bunu şöyle formüle eder; ‘’Demokratik modernite bu anlamda toplum savunulduğu oranda özgürlüğünde kazanılmasında tek çıkış yoludur.
Demokratik siyasetle kendini (bireyciliğe, ulus-devlete ve tekellere karşı) savunan toplum, politik dokusunu işlevleştirerek kendini modern demokratik topluma dönüştürür. Modern demokratik toplum ise, kendi tüm toplumsal işlevi üzerinde hem düşünen, söyleyen, hem de kendini karşılaştırarak eyleme geçiren toplum olarak farklılaşmayı, çok kültürlülüğü, bu temelde eşitliği yaşamsallaştırarak üstünlüğünü kanıtlar. Böylelikle demokratik modernite sınıfsal mücadeleyi doğru temelde vermekle kalmıyor; yeni bir iktidar veya devletle kendi toplumunu (reel sosyalizmin tarihsel trajik yanlışı) boğmuyor, bu tarihsel tuzağa düşmüyor. Ne kadar iktidarlaşır ve devletleşirse sınıfsallığın da o oranda geliştiğinin, dolayısıyla sınıfsal mücadelenin kaybedildiğinin farkındadır.’’
NASRULLAH KURAN
YORUM GÖNDER