İDEOLOJİLER ÖLDÜMÜ? (4.BÖLÜM)
Sonuç
“Kapitalizm, insanda idealizm bırakmamıştır. İdeayı, umudu öldürmüştür. Tarihin sonu demek insanda umudun, ideanın tükenmesi demektir.”
Klasik ideoloji tanımlamaları büyük oranda politik alana endekslidir. Maddi yapıların ve kurumların dönüşümü, temel amaçlardan biridir. 19 ve 20. yüzyılda ortaya her bir ideoloji aslında bir nevi politik bir devrim hedefleyen yapıların parti programları niteliğindeydi. Politik devrim, neredeyse birincil ve tek hedef konumundaydı. Bu nedenle insanın amaçlılık ve metafizik özelliklerini büyük oranda reddettiler veya en azından görmezden geldiler. Oysa kapitalist sistem, tam da bu alanlarda insana saldırmaktadır. İdeolojinin aşırı derece politik alana endeksli tanımlanması, insanı bir yandan homopolitikus derecesine indirgemeye götürdü ki, insanı asli boyutlarından olan ahlak ve metafizik reddedildi.
Bunun altında modern devletin bir tahakküm düzlemi olarak bellediği toplumsal sahaların devletin veya kendisine hangi isim verirse versin hâkim politik sistemin yayılım sahası olarak seçmesi yatar. Şu da unutulmamalıdır ki; yaşamın tüm veçhelerinin politize edilmesi, tüm totalitarizmlerin en temel arzusudur. Zira politik bir tahakküm alanına, hem de mutlak gücün dayatıldığı bir alana dönüştürülmüştür. Kültür, sanat, aile, cinsellik vb. alanların ise politikaya bağımlı bir alt alana dönüştürülmeleri amaçlanmaktadır.
Toplumsal yapıların özelliklerinin reddi, yani hepsinin özünde politik oldukları, politikanın birer fonksiyonuna dönüştürülmeleri nihayetinde egemen erk sisteminin etki ve denetimine tabi kılınmaları ve giderek kontrol ve düzenlemesine (regülasyonuna) açık hale getirilmeleri anlamına gelecektir. Maalesef çok da düşünülmeden “her şey politiktir” sloganı ilginç bir şekilde muhalif hareketlere de sirayet etmiştir. Böylelikle tüm toplumsal katmanların ve kurumların politik kuruma içerimlenmesi gerçekleşmekte ve politika topluma yön veren yegâne alan haline getirilerek bir tahakküm aracına dönüştürülmektedir.
Devletin politik sahasından kurtulmadan ve buna karşı toplumsal politik alanı kurup korumayı hedeflemeden her bir ideolojinin politik zaferi ancak yeni bir tahakküm ve kölelik zinciri oluşturur. İdeoloji ve inanç, insana dair bir hakikat ise eğer, insana dair tüm fizik ve metafizik boyutları içermesi gerektiği ve böyle yaklaşması gerektiği açıktır. Hele hele devletçi paradigmanın politika kavrayışından kurtulmadıkça her tür politik mücadele ideolojinin ölümüyle sonuçlanacaktır.
Sistem karşıtı hareketler açısından ideoloji sorunsalının ölümden yaşama evrilmesinin ana çıkış yolu, pozitivist aydınlanmacı bilimcilikten ve onların ideolojik tezahürlerinden kurtulmaktır. İnsanlığın gerçek maddi ve manevi mirasını sahiplenmek, binlerce yıllık gelenekleri elbette doğru akli bir süzgeçten geçirmek fakat ret tuzağından uzak durmak gerekir.
Her tür kendini yegâne ve tek doğru ilan etme ve kendini tarihin sonu ilan etme arayışları, nihayetinde insanın ve ideolojinin ölümüne ulaşmaktan kurtulamayacaktır. Lineer ve determinist tarih anlayışı nihayetinde diyalektik kutupların eridiği, Hegelyen deyimle öznel ve nesnel Tin’in “Mutlak Tin” haline gelmesi ve sonuçta tarihin son bulmasına yol açacaktır. “Tarih ne düz kaderci bir çizgide seyretmektedir ne de kendi başına beklenen amaca doğru evrilmektedir. Ne kendi başına kötülüğün ne de er geç iyilik sunucusudur.”
MUHAMMED İNAL
YORUM GÖNDER