DEVRİMCİ HALK SAVAŞINDA HALKIN SOMUT GÖREVLERİ (2.BÖLÜM)
Yaşam Savaşının Öncülük Bilinci
Özgürlük bilincini henüz yitirmemiş yani köleliği içselleştirmemiş olan halklar, yıllarca süren katı despotizmin üzerlerinde oluşturduğu irade ve düşünce kırılmasını aştıktan sonra hiçbir engel tanımayacakları bir düzeye ulaşırlar. Aslında toplum ve özgürlük birbirini bütünleyen, insan yaşamındaki iki öznel olgudur. Önderliğimiz, ‘’Herhangi bir toplum zekâ, kültür ve akıl gücü olarak kendini ne kadar yoğunlaştırmışsa o kadar özgürlüğe yatkın kılmıştır demek yerinde bir söylemdir. Yine bir toplum kendini bu zekâ, akıl ve kültür değerlerinden ne kadar yoksun kılmış veya yoksun bıraktırılmışsa o kadar köleliği yaşamaktadır demek te yerinde bir söylemdir. Özgürlüğü bu anlamda toplumsal inşa gücü olarak ta tanımlamak yerindedir.’’ belirlemesi ile özgürlüğün sadece insan toplumlarının değil, evrenin temel gayesi olduğu tespitini açımlamıştır. Özgürlük, toplumsallığın ana dayanağı, olmazsa olmazıyken adına ister düşünce ister fiziki kölelik densin özgürlüğünden vazgeçmek ya da vazgeçirilmek ölüme mahkûm edilmek ile eş değer olmaktadır. Bunun yanı sıra kendini bireysel özgürlük gibi tanımlar üzerinden kandırmak da kapitalist devletli sistemlerin aldatmacalarından ibaret olmaktadır. Bireyin özgürlüğü toplumunun özgürlüğünden geçmektedir. Özelde son yıllarda ‘benim bir sıkıntım yok, evimde işimdeyim, yaşamımı sürdürüyorum, ekip biçiyorum, yiyip içiyorum, benim kimseye kimsenin de bana bir zararı yok’ mantığı bilinçli bir şekilde geliştirilmeye çalışılmaktadır. En fazla da bu mantığın iktidarların ekmeğine yağ sürdüğünün, özgür insan gerçekliğinden vazgeçmeye hizmet ettiğinin bilincinde olmak gerekmektedir. Toplumunu esas almayan birey artık kendi değildir. Kendi toplum değerlerine sahip çıkmamak kendini o toplumdan koparmak anlamına geliyor. Kendini yalnızlaştıran bu birey tiplemesi savunmasızdır, savrulur, kullanılır, tekleşir, devlet sömürüsüne açık hale gelir, faşizmin azı dişleri arasında çiğnenir ve tüketilir. Bugün bireylerin kendilerini koydukları bu durum tarihte toplumlar tarafından bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılıyormuş. Yani toplum içerisindeki bir birey o topluma ya da toplumsallığa ciddi zararlar verirse ve iflah olmazsa toplum dışına itilirmiş. Toplum dışılık bir kişi için en büyük cezaymış, çünkü bu ölüme terk etmeye denkmiş. Günümüzde ise kapitalizm tarafından her şey tersyüz edilmiş durumdadır. Kişi bireysel özgürlük yalanıyla aldatılarak kendi kendini yalnızlaştıracak bir cendereye sokulmuştur. Yani artık bireyler kendi ipini kendileri çekiyorlar, bu da faşizmin kısa ve rahat yoldan başarıya ulaşması anlamına geliyor. Bir yerde bireysel özgürlük çok fazla ön plana çıkarılmışsa orada devlet politikası vardır ve bu hem bireylerin hem de toplumsal özgürlüğün direk hedeflendiği anlamına gelir. Yani daha yalın hali ile ‘benim bir sorunum yok kime ne olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın’ diyen bir kişi (özelde de bir Kürt) tamamıyla devlet politikalarına yedeklenmiş bir durumdayken, devlet nezdinde de durumu en tehlikeli olan bir pozisyondadır. Aslında onu faşist, imhacı, katliamcı, talancı TC devletinin elinden kurtarabilecek bir topluma da sahip değildir artık, kendini tamamıyla savunmasızlığa mahkum etmiştir. Çünkü hem kendine hem de toplumuna sırt çevirmiş, ihanet etmiş ya da ettirilmiştir.
Toplumu oluşturan her birey toplumun ve toplumsallığın gücüne müthiş inanmalıdır. İnsanlık aleminde her şey yıkılabilecek, gelip geçebilecek karakterdedir. Devletler de dahil bütün yapılanmalar bir grup insanın iktidarsal, maddi çıkarlarının düşünsel ürünüdürler. Toplum ise insanlığın varoluşudur, sarsılmaz bir güce sahiptir, özdür. Zaten bundan kaynaklıdır ki düşman ilk önce toplumu, toplumsallığı dağıtmak, bireyleri tek tek toplumsal değerlerinden koparmaya çalışmaktadır. Bundan şu sonucu artık herkes net bir şekilde çıkarabilmelidir; her türlü iktidar yapılanmasının tek korkusu örgütlü toplum, toplumsallıktır. Devletli kapitalist sistemler içi boş bir balon gibidir. İçine bireyleri hava niyetine doldurunca göze görünür.
Tek çaresi dışarıdan kendisine müdahale edebilecek tek bir birey dahi bırakmamaktır. Çünkü şişirilmiştir ve aşırı hassastır. Bu balonun içinde olan insanlar bütün dünyanın o havasızlıktan ibaret olduğunu sanırlar. Fakat gerçek özgür dünya onun dışındadır. Devlet toplum olgusundan, toplum refleksinden korkuyor çünkü onun gücünü biliyor ve buna inanıyor. O zaman tersinden halklar ve bu halkları oluşturan bireyler olarak bizlerin bu gücü görüp, fark etmemiz ve bunu deneyimlememiz özgürlüğümüz için elzem olmaktadır. Yani başa dönecek olursak hiçbir güç örgütlü bir topluma karşı koyamaz. Zafer mutlaka özgürlükçü örgütlü toplumun olur.
Bunun dünya çapında birçok örneği mevcuttur.
Bu örneklerden süreklilik kazanmış olan mücadeleler zafer elde edebilmişken, kısa vadeli, tek yönlü, parçalı, stratejisiz, hedefsiz ya da inançsız olanlar bir noktadan sonra dağılmışlardır.
Özellikle 1945 sonrasında hemen hemen bütün dünya ülkelerinde devrimci halk örgütlenmeleri açığa çıkmıştır. Latin Amerika’dan Asya’ya, Afrika’ya Ortadoğu’ya kadar ulusal kurtuluş savaşları ve devrimler birbirini izlemiş, yüzlerce deneyim gelişmiş, birbirini etkilemiştir. Batı Avrupa’da ve ABD’de bile çok ciddi silahlı hareketler belirmiş, İrlanda, Bask ve Korsika’da ulusal direnişler gelişmiştir.
Özellikle Küba ve Vietnam’dan sonra, Uruguay’da Tupamaroslar, Venezüella’da Ulusal Kurtuluş Ordusu, Şili’de Devrimci Sol Hareket (MIR), Bolivya’da ELN, Nikaragua’da FSLN, El Salvador’da Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi, Kolombiya’da daha 1965’lerde kurulan ve bugün de varlığını devam ettiren FARC, Afrika’da Gine Bissau’da Amilcar Cabral’ın önderliğindeki PAICG, Mozambik’te Samora Machel’in FRELİMO örgütü, Zimbabwe’de ZANU, Angola’da Agustino Neto’nun başını çektiği MPLA, Kongo’da Che’nin bizzat savaştığı gerilla mücadelesi, Güney Afrika’daki Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ve diğer bir çok deneyim, ulusal kurtuluş bağlamında başarı sağlamış hareketlerdir. Aynı şekilde Filistin’de başta FHKC olmak üzere oluşan devrimci odaklar, İran’da Halkın Fedaileri örgütü, Yemen, Umman, Fas, Sri Lanka, Nepal, Filipinler, Endonezya, Laos, Kamboçya ve Kore devrimi de bu örneklerden bazılarıdır.
Bu örneklerin her birisi kendi içerisinde farklı bir özgünlük barındırırken hepsi de devletlerin iktidar zoru karşısında kendilerini örgütlemişler, gerilla taktiği ile ordular ve devletler karşısında savaşarak zafer elde etmişlerdir. Kürt halk direnişinin de kendine özgü yanları vardır ve özelde kırk yılı aşkın bir süredir Önderliğimiz tarafından bu özgünlükler çözümlenerek tespitlere gidilmiş ve devrimin önü bir bütünen açılmıştır. Bu devrimin diğer hemen hemen bütün dünya devrimlerinde olduğu gibi gerilla öncülüğü hem de büyük bir başarı ile yapılmıştır ve bugün daha güçlü bir şekilde yapılmaktadır. Devrimin gerçekleşmesi için asıl önemli ayaklarından biri olan şehir gerillacılığı ya da halk savunma birlikleri ile şehir savaşları ise halk olarak hepimizin temel görevi olmaktadır. Bunun için bir yandan kıra dayalı gerilla savaşı geliştirilerek yoğunlaştırılıyorken buna paralel olarak şehirlerde savaş motivasyonunu yaşayarak, bu özgürleşme savaşının izleyicisi değil de pratik gücü olmak gerekmektedir. Düşmanı kırmanın en temel ayağı şehirlerdir yani savaşı ülkesinin dışına çıkararak, kendi devlet sınırları içerisinde refah içinde yaşama gayesi olan düşmanın tam kalbidir. Kürt gençleri ve halkı olarak bu sorumluluğumuzun bilinciyle, kimseden herhangi bir şey beklemeden bulunduğumuz yerde kendimizi hücreler şeklinde örgütlemek Devrimci Halk Savaşı’nda halkın somut görevlerinden ikincisi olmaktadır. Kuzey Kürdistan’da düşman saldırıları karşısında, bilinçli ve örgütlü her birey YPS’nin doğal üyesidir. Ortak toplumsal amaç doğrultusunda kendini örgütlemiş bir halk, savaşı büyük oranda kazanmış demektir. Bu örgütlülüğün varlığının hissedilmesi dahi düşman tarafından caydırıcı bir özelliğe sahiptir. Bugün Rojava devrimi ve YPS savaşının kendisi bütün ezilen dünya halkları tarafından incelenen ve ilham alınan örnekler olmaktadır.
Şehir savaşlarında Kürt halkı ve Kürdistan da yaşayan diğer halklar olarak ciddi bir tecrübemiz oluştu. Özelde 2015-2016 yılları arasında Bakurê Kürdistan’da gelişen Öz Yönetim Direnişleri bizler açısından ciddi bir mirastır. Bu mirasa dayanarak, gerekli sonuçları çıkararak bu sürecin örgütlenme dili ve biçimi olan köylerde, mahallelerde, şehirlerde tamamıyla gizli hücreler halinde örgütlenme modeli esas alınmalıdır. Bu bilince sahip olan her kişinin güvenebileceği ikinci ya da üçüncü bir kişi mutlaka vardır. Hiç kimseye güvenememe ya da tamamıyla güvensizlik ortamının oluşturulmaya çalışılması da bir düşman politikasıdır. Örgütlenme çoğalma eylemidir. Hücre profesyonel, illegal çoğalmadır. Gerçekten özgürlüğü anlamış olan ve bunun büyük tutkusunu yaşayan bir kişi mutlaka bir başka kişiyi de örgütleyebilir. Halkımızın bu konu da ciddi bir tecrübesi vardır. Kimin ne istediğini, kimin nasıl ele alınabileceğini, kimin bu gizli örgütlenme yapılanmalarına dahil edilebileceğini bilir ve bunun için çaba sarf eder. Her amaçta net birey yakınında, tanıdığı başka bir ya da iki bireyi bularak örgütler ve kendini hücre haline getirir. Hücreler birbirlerinden bağımsızdırlar ve tamamıyla gizlidirler. Sistemin içerisindedirler fakat sistemin onlardan kesinlikle haberleri olmaz. Tamamıyla sivildirler fakat aynı zamanda devrimin, devrimci halk savaşının öncü gücüdürler. Etraftaki başka hiç kimse onların hücre olduğunu fark edemez çünkü hareket tarzlarında, normal yaşamlarında hiç açık vermemişlerdir. Aslında askeri bir yapılanmadır fakat eski sivil görünümlerini hiç kaybetmemeye dikkat ederler. Bir düşünelim; her mahallede sadece böyle bir ya da iki ya da daha fazla hücrenin varlığı şehir savaşlarında nasıl bir rolün oynanmasını beraberinde getirecektir. Bugün Kürtler ve devrimci demokratik halk, Türkiye’nin de yer yerinde mevcuttur. Bu, sadece Kürdistan da değil bütün Türkiye metropollerinde bu hücre yapılanmalarının somut zemini ve koşulu olduğu anlamına gelmektedir. Herkes kendi hücrelerini oluşturma noktasında harekete geçerse toplamda oluşacak yapılanma sistemin içerisinde, düşmanın yanı başında, yani düşmanın en savunmasız olduğu alanlarda ve gizli bir devrimci halk savaşı ordusunun oluşması anlamına gelmektedir. Bu süreçte legal örtüyü, alışkanlıklarımızı üzerimizden atarak merkezi örgütlenme arayışlarımızı terk etmemiz gerekmektedir. Ortak amacımız özgürleşmektir. Yaygın gizli hücreler zaten gelişen süreçten perspektiflerini almaktadırlar. Ayrıca, birbirinden habersiz her yerde kendisini örgütleyen bu hücreler toplamda, doğalında ortak amaçlar doğrultusunda pratikleri ile ortaklaşmayı sağlamaktadırlar. Özünde YPS olan bu hücre örgütlenmeleri, yazımızın devamında açacağımız pratikleri ile toplumunu da örgütlemiş olacak ve TC faşizmi karşısında toplumsal bir direniş gerçekliği açığa çıkarmanın öncülerinden olmayı geliştireceklerdir.
Bir daha vurgulamakta fayda görüyorum; Devrimci Halk Savaşında halk olarak nasıl ki ilk görevimiz bilinç ve mücadelede netleşmektiyse bir başka görevimiz de örgütlenmedir.
ARYANA BARAN
KAYNAK: https://yps-online.com/tr/
YORUM GÖNDER