ÖNDERLİK HAKİKATİNE DOĞRU KATILMAK (1.BÖLÜM)
Apoculuk nedir? sorusuna, kısaca ‘özgür yaşam ustalığıdır’ biçiminde bir karşılık verilebilir. Özgür yaşam doğru yaşamdır. Doğru yaşam ise, başından beri Önder Apo’nun hakikat arayışının özünü teşkil eder.
Onun yaşamın anlamına ulaşma konusundaki bu yüksek duyarlılığı bugünkünden çok daha gerilere, daha kesin bir ifadeyle çocukluk günlerine kadar götürülebilir. Onda gördüğümüz bütün ilkelerin anası olan ‘Olacaksa bir yaşam, özgür olacak ya da hiç olmayacak’ ilkesindeki ısrar, aslında bu çocukluk döneminde başlar. Söz konusu ilke doğuştan mezara, hatta mezarın ötesine, daha doğrusu sonsuza kadar esas alınması gereken bir ilkedir. Bu ilkeye bağlılığın gevşemesi kopuşa, dolayısıyla özgür yaşamdan uzaklaşmaya götürür. Önder Apo’ya göre ‘yaşam tüm değerlerin üstünde tutulmak durumundadır. Özgür yaşamak isteyenin esas görevi de yaşamı anlamaktır. Anlayabilmek yaşamaktır, yaşayabilmek anlamak içindir.’
Yaşamın büyük anlam yitimine uğradığı bir yerde ve zamanda anlamak fiilini işletmek, öncelikle anlamsız olanın fark edilmesiyle mümkündür. Yaşamın anlamını tümden yitirdiği ve yaşamı anlamlı kılan her türlü değerin parayla ölçüldüğü bugünün kapitalizm dünyasında yaşıyorsanız, bunun yol açtığı dehşeti iliklerinize kadar hissetmeden özgür yaşam dünyasına asla kulaç atamazsınız. Uygarlık dünyasında hakikat arayışı özgür yaşam arayışıdır. Bu arayış, her şeyden önce yanlış temelde inşa edilmiş anlamsız yaşamın reddedilmesiyle başlar. Dolayısıyla hakikat arayışına çıkışta yapılması gereken ilk iş, ihanete uğramış yaşamdan kopmak ve bu temelde verili yaşama katılmayı kesinlikle reddetmektir. Kapitalizmin anlamdan boşalmış dünyasını reddetmeden, anlamlı bir yaşam arayışı söz konusu olamaz. Bu olmadan da doğru yaşamla buluşma sağlanamaz.
Önder Apo’nun kendini tanımaya başladığı andan itibaren fark ettiği gerçeklerden biri, özellikle Kürdistan somutunda yaşamın ağır bir ihanete uğradığı ve mevcut haliyle yaşanmaya değer bir özellik taşımadığıdır. Daha çok duygularının yön verdiği bu çocukluk döneminde sergilediği bu duruş, Önder Apo’nun daha sonraki tüm yaşamını da şekillendirecektir. Kuşkusuz en tehlikeli körlük, yalanı gerçek olarak belleyen insanın duruşunda kendisini dışa vurur. Bunun, uygarlığın toplumda yarattığı zihinsel çarpıklıkla bağı açıktır. Herkeste bir çift göz vardır, herkes etrafına bakmasını bilir, ancak herkes aynı biçimde görmez. Özellikle kapitalist modernite sahasındaki insan tam bir bakar kördür, bir aldanıcı ve aldatıcıdır. Önder APO’nun çok erken yaşlarda fark ettiği bir başka gerçeklik de budur. Bu da onu tüm yaşamı boyunca aldanmayan ve aldatmayan insan haline getirecektir. Bu fark edişle birlikte o artık başkaları gibi yaşamayacak, başkaları gibi ihanete uğramış bir yaşama katılmayacak, yaşama karşı işlenmiş bu bağışlanması zor suçun ortağı olmayacaktır. Bundan böyle kişiliği ve eylemi artık bu tavır alışa göre şekillenecektir.
Önder Apo’nun çevresini ve mevcut gerçekliği sorgulamaya başladığı bu süreçte Kürdistan’da soykırıma dayalı bir sömürgeci egemenlik yürürlüktedir. Kürt toplumu dehşet verici bir yabancılaşma sürecine alınmıştır. Yaşanan durum Kürt toplumu açısından kendisi olmaktan çıkma ve hakim uluslaşmanın bir hammaddesine dönüşmedir. Kürt toplumundaki mevcut durumu izah edebilecek yegane kavram, ihanettir. Bu ülkede yaşamın ihanete uğramamış tek bir alanı kalmamıştır. Kürdistan bir bataklık görünümündedir ve sürekli hastalık üretmektedir. Sağlıklı bir toplumdan söz etmek artık imkansızdır. Bunun da ötesinde mezara yatırılmış bir toplum gerçekliği söz konusudur. Müdahale edilmemesi halinde bu toplumu bekleyen akıbet tamamıyla bitiş ve tükeniştir.
Düşüşün Dip Noktası;
Bilindiği üzere sömürge toplumları yabancı egemenlik altında şekillendirilmiş toplumlardır. Sömürgeci egemenler salt zor kullanmak suretiyle hükümranlıklarını uzun süreli kılamayacaklarını çok iyi bilirler. Bunun için de sömürge toplumunu kendi çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendirmeye çalışırlar. Bunun için yapmaları gereken ilk iş, egemenliklerini onaylayan işbirlikçi ve uşak bir tabaka oluşturmaktır. Zor kullanımı sonucunda sindirilmiş olan toplumun üst kesimleri genelde kendi kişisel ve ailesel çıkarlarını esas aldıkları için, yabancı egemenlerle bütünleşmeyi varlık gerekçeleri olarak benimserler. Kürt toplumunda bu durum uygarlığın ilk dönemlerine kadar uzanır. Uygarlığa karşı direnen ilk topluluklar Proto-Kürtler olduğu gibi, onunla işbirlikçilik temelinde bağ kuran ilk kesimler de yine Kürtlerin içinden çıkmıştır. Üst tabakanın ihaneti seçmesi ve bu çerçevede toplumu içten içe kemiren bir kurda dönüşmesi, yenik ve bitik bir toplumun ortaya çıkmasında en belirleyici etkenlerden biri olmuştur.
Devletçi uygarlık sistemi mütecaviz bir sistemdir. Baskıcı ve sömürücü karakteri nedeniyle bu böyledir. Baskı ve sömürü sanatında uzmanlaşma tecavüz kültürünü doğurmuştur. Bu kültürle yoğrulmak istenen ilk toplumsal kesim kadınlar olmuştur. Düşürülen kadın düşürülen toplumdur, düşürülmüş insanlıktır. Kadının toplumsal bir güç olarak alt edilişi tüm toplumun alt edilişinin de önünü açmış, bu temelde tecavüz kültürü tüm alt topluma egemen kılınmaya çalışılmıştır. Tecavüzü salt cinsellikle ilgili bir olgu olarak düşünmemek gerekir. Bu kültürün en etkili olduğu alan, zihniyet alanıdır. Zihinsel tecavüz ve bunun ürünü olan zihniyet fahişeliği, en onur kırıcı bir gerçekliğin ifadesidir. Toplumun köleliğe alıştırılması ve kendi varoluş gerçekliğine aykırı bir konumda yaşamak zorunda bırakılması, bu kültürün etkisini gösterir. Zihni teslim alınmış bir toplumun bireyi, artık egemen sistemin gözüyle gerçeğe bakar, beynini bu sistemin arzu ettiği biçimde çalıştırır, onun hissetmesini talep ettiği biçimde tepkiler verir veya tepkisizliğe gömülür. Zihinsel olarak teslim alınmış bir toplum, giderek sistem için uysal köleler üreten devasa bir fabrika görünümü kazanır. Kadın en bozulmuş neslin en basit fiziksel soy sürdürücüsüne dönüşür. Düşmenin dip noktası işte budur.
Önder Apo, PKK’nin ortaya çıkışı öncesinde Kürdistan’daki durumun bir genelevdeki durumdan çok daha ağır özellikler taşıdığını dile getirir. Her şeye rağmen genelev sisteminde belirli bir düzen vardır ve bir ticaret mantığı hakimdir. Patron, bekçiler ve sermaye olarak kullanılan kullar, bu ticaret mantığı çerçevesinde hareket eder, gerekli olan neyse kader sayıp yerine getirirler. Buna karşılık, Kürdistan kırk haraminin yatağını kirlettiği bir kadını andırır. Kürt toplumu adeta bir kapatma durumundadır. Mevcut duruma karşı en küçük bir itirazı olamaz, olursa en şiddetli biçimde cezalandırılır. Bu halk insanlığın kök kültürü olan neolitik kültürün yaratıcı gücüdür. Ancak bu kültüre sahip çıkma sorumluluğuyla hareket eden tek bir kişi bile yoktur. En üstte olanından en diptekine kadar her Kürt bireyi, kendi gerçekliği karşısında tam bir vurdumduymazlık ve ihanet içindedir. Bir tavuk ya da köpek için adam öldürür, ancak insanlığın bu kök kültürünü temsil eden kimliğin yaşaması için bir damla ter dökmeye yanaşmaz.
Soykırıma Alınmış Bir Halk;
Böylesi bir ortamda herkesin bir biçimde bu ihanete bulaştığını anlamak zor olmasa gerekir. Farklı bir varlık olma hakkı bile gasp edilmiş bir toplumun kendisine yaşatılan bu korkunç haksızlık karşısında isyan etme takatini bile kendisinde bulamaması, son derece ürkütücüdür. Doğadaki her canlı varlık kendisine yönelik saldırıları savuşturmak üzere bir savunma duruşu içinde bulunur. Kendi güvenliğini göz ardı eden hiçbir canlı varlık yoktur. Beslenme, güvenlik ve varlığını sürdürerek evrensel sonsuzluğa katılma tüm canlı varlıklarda gördüğümüz üç temel varlık koşuludur. Varlığa yönelik saldırı esas olarak bu üç alana yönelik saldırıdır. Önder Apo’nun deyişiyle Kürt halkı ekmeğin ülkesinde bir parça ekmeğe muhtaç bırakılmıştır. Soyunu sürdürmesi üreme derekesine düşürülmüştür. En kutsal varlıkları olan çocuklarını kendi ahlaki ve politik gerçekliğine uygun tarzda eğitememekte, Kürt çocukları egemen ulusun kimliksel ve kültürel gerçekliği içinde eritilmektedir. Güvenliğini sağlama alma, öncelikle örgütlü olmayı akla getirir. Oysa Kürt halkı dünyanın en örgütsüz halkıdır. En tehlikeli soykırım türü budur. Böylesi bir ortamda sadece biyolojik olarak bir varlıktan söz edilebilir ki, bu da ölümden beter bir duruma mahkum edilmişliği ifade eder.
Diriliş; aslında dinsel literatürde geçen bir kavramdır. Ölünün yeniden hayata dönüşünü veya döndürülüşünü anlatır. Buna ilişkin en çarpıcı örnek, İncil’de anlatılan bir olaydır: Dört günlük ölü olan Lazarus’un cesedi bezlerle sarılmış olarak evde bulunmaktadır. Evde yas vardır. İsa yas evine uğrar. Ölünün annesi ve kardeşlerinin feryadı karşısında Lazarus, ayağa kalk ve yürü der. Lazarus ayağa kalkar ve yürür. Ölü, yeniden can bulur. Önder Apo da bir bakıma benzer bir eylemin peşindedir. Kürt halkının direnmesiz bir biçimde ölümünden yana değildir. Yaşam gibi ölüm de elbette anlamlı olmalıdır. Kürdistan’ın tüm vadilerinin Kürt insanının cesetleriyle dolması, Kürt halkının yatırıldığı ölüm döşeğindeki zavallı halinden çok daha evladır. Çıkmayan candan umut kesilmez denir ya, Kürt halkı da hala yaşam emareleri göstermektedir. Sadece saçının tek bir telinde dahi canlılık emaresi varsa, buradan tutup yaşam kavgasına atılmak gerekir. Önder Apo’nun damgasını vurduğu Kürt dirilişi, bu direnişin ürünüdür.
Başkalarını savunmak isteyenler, önce kendilerini savunmayı bilmek zorundadır. Kürt gerçeğinde kendini savunmak, her şeyden önce verili yaşam tarzına katılmayı reddetmekle başlar. Bu noktada ben bu bataklığa girmeyeceğim, bu kirli sularda yüzmeyeceğim; ben sizin gibi yaşamayacağım cümlelerinde anlamını bulan duruş, Kürt dirilişinde kilit öneme sahiptir. Burada genelde uygarlık yaşamına, özelde kapitalist modern yaşama karşı çok net bir tavır alış vardır. Önderlik gerçeğinde somutlaşan ‘‘ruhunu satmama’ diye adlandırdığımız gerçeklik işte budur. Uygarlık yaşamına katılmak ruhunu sömürü, zulüm ve zorbalık sistemine satmaktan farksızdır. Ne aşılmakta olan feodal sistemle buluşmak ne de yeni gelişen kapitalizme katılmak, Önder Apo’nun çocukluktan itibaren sergilediği duruşu ortaya koyar. Bunun bir diğer anlamı da ihanete bulaşmamak, yaşamın ihanete uğramasına kesinlikle ortak olmamaktır. Beş bin yıllık uygarlık sistemi karşısında sergilenen bu duruş, süreç içinde daha büyük bir anlam yüklenip, bu sistemin çözülerek aşılmasına ve alternatif bir sistemin ortaya çıkarılmasına götürmüştür.
Yeni Yaşam Yolunda Hakikat Arayışı;
Önder Apo kendi yaşamında PKK’nin kuruluşu öncesindeki süreci, birinci doğuş dönemi olarak tanımlar. Son derece sancılı geçen bu süreç, en derin ruhsal gerilimlerden birini yaşadığı bir süreçtir. Başkaları gibi yaşamama,k ciddi bir kararlaşmadır ama altından kalkılması güç zorluklarla yüklüdür. Arayışçı olması krizli kişilik özelliklerinden biridir. Kriz ve kaos aynı zamanda yeni bir doğumun habercisidir. Nietzsche’nin deyişiyle yeni bir yıldız doğurmak isteyen, ilkin kendi içinde bir kaos yaşamalıdır. Onun yaşadığı da işte bu olmuştur. En büyük zorluk, olumlanıp sahip çıkılacak değerlerin yokluğundan kaynaklanmaktadır. Önder Apo bu dönemde bir nihilist olmasa da inanıp bağlanacağı değerler olmadığını düşünmektedir. Yok sayıcı, yadsıyıcı olarak nihilist hiçbir değere inanıp bağlanmayan kimsedir ve sistemin ürünüdür; ciddi bir arayışından söz edilemez. Buna karşılık Önder Apo, doğru olanın peşindedir. Doğru olmadan yaşam olamayacağına göre, yapılması gereken şey doğrunun peşine düşmektir. Hakikat arayışının özü de budur.
Hakikat, Minerva’nın Zeus’un alnından çıkması gibi birdenbire ortaya çıkmaz. Hakikat arayışı, bir yürüyüş hali olarak da düşünülebilir. Özgür yaşamla bağı göz önüne getirildiğinde, hakikat arayışının bir özgürlük yürüyüşü gibi değerlendirilmesi çok daha anlamlıdır. Yönü mutlak hakikate dönüktür. Gerçekleşmesi her ne kadar imkansız denecek kadar zorsa da yaşamı sürükleyen esas gerçeklik, mutlak anlamdır. Kuşkusuz hakikat arayışı en çok da toplumsal sorunların ağırlaştığı dönemlerde kendini gösterir. Bu tür dönemlerde baskı ve sömürü şiddetlenir, değerlere saldırı ve değer gaspı hız kazanır. Böyle olunca haksızlığa karşı mücadele de gündeme gelir. Yani hakikat arayışı ile haksızlığa karşı mücadele arasında sıkı bir bağ vardır. Uygarlık tarihi boyunca karşımıza çıkan tüm peygamberler ve bilgelerin hakikat arayışı tamamen yalana dayalı bir sistem olan uygarlık sisteminin haksızlıklarına karşı mücadeleyle yüklüdür. Hakikat arayışı eski toplumsal sistemin reddi kadar, yeni bir toplumun inşasını gerektirir. Bu anlamda her peygamber kendi toplumunu yaratır. Tanrı ile toplumsal kimlik arasındaki bağ da aşikardır. Peygamber ve dini ile bilge ve felsefesinin kaynağında toplumsal kimlik yer alır. Toplumdan kopuk bir din ve felsefe olamaz.
Bu çerçevede bakıldığında Önder Apo’nun ilkokula gidişiyle birlikte dine yönelmesinin nedeni daha iyi anlaşılabilir. Dinin toplumsal hakikati açıklama çabası inkar edilemez. Toplumda son derece güçlü olması ve bir toplumsal kültür olarak yaşanması da dinin bu özelliğine işaret eder. Dinlerin ısrarla vurgu yaptığı kutsallık, toplumsal emekle bağlantılıdır. Her türlü değerin kaynağında toplumsal emek yatar. Kutsallığın karşı ucunu meydana getiren lanet ise, bu emek değerlerine el konulması eylemini ifade eder. Peygamber, hitap ettiği toplumu kutsallıklar etrafında birleşip, lanetli olana karşı mücadeleye seferber etmeye çalışır. Tek tanrılı dinlerdeki bu hakikat payı görülmeden, gelenekle doğru temelde bağ kurulamaz. Urfa, hem bölgede kutsallığın merkezidir, hem de lanete karşı peygamberler önderliğinde hiyerarşik ve devletçi uygarlık sistemine karşı mücadelenin yükseltildiği ilk coğrafyadır. Önder Apo’nun ve kurucusu olduğu PKK Hareketi’nin Urfa’nın bu gerçekliği ile bağlantısı iyi görülmeden, ne Önderlik gerçeği ne de PKK Hareketi doğru kavranabilir. Önder Apo’nun deyişiyle PKK Hareketi, İbrahimî geleneğin güncellenmiş ve çağa uyarlanmış biçimidir. Burada önemli olan husus, peygamberlerin devletçi uygarlık sistemine kökten karşı olmaları ve sistemin dışında yaşamayı temel ilke olarak benimsemeleridir.
1969 yılında reel sosyalizmle tanışması ve buradan başlayan yeni toplumsallaşma dönemi Önder Apo’nun yaşam ve mücadele pratiği açısından ikinci doğuş dönemini teşkil eder. Bu dönemin temel özelliği, Kürt olgusu ve sorunu konusunda daha büyük bir yoğunlaşmanın yaşanması ve sorunun çözümüne yönelik olarak çok daha ciddi adımların atılmasıdır. Hakikat araştırması Önder Apo’yu bu dönemde hızla grup tarzında bir yapılanmaya götürmüştür. ‘‘Hakikat Avcısı’nın çabaları bir grup hakikat savaşçısını ortaya çıkarmıştır. Birleşme, Önder Apo’nun ideolojik-teorik görüşleri etrafında gerçekleşmiş, birlik içinde yer alanlar, onun bu görüşlerini pratikleştirmeye yönelmişlerdir. Bu süreçte hakikat belki de iki kelimeden oluşan bir cümle ile dile getirilir: Kürdistan sömürgedir! Bu anlamda PKK’nin doğuşu ve gelişimine yol açan süreç iki kelimede ifade edilen bir doğru ve umut bile denilemeyecek bir duygu temelinde başlamıştır. Bunun imkanlara ve elverişli koşullara dayanmayan bir gelişme olduğu kesindir.
Önder Apo sıkça gelişme için maddi imkanlar aramanın başa bela getireceğini anlatır: Hayırlı bir işe başladığınızda, birkaç doğrudan oluşmuş bir düşünce gücüne sahipseniz ve iyi duygularınız varsa, yeter ki kendinizi bu işin başarısına yatırın ve sonuç alması için tüm gücünüzü ortaya koyun, gerisi mutlaka gelir. Apocu önderliğin en ayırt edici özelliklerinden biri budur. Mücadelede başarıyı getiren, imkanların bolluğu ve koşulların elverişliliği değil, doğru düşünceler ve iyi duygulardır. Önder Apo bu gerçeği İmralı sürecinde çok daha net cümlelerle ifade etti. Herkesten daha iyi düşündüğüne ve hissettiğine göre doğru yolda olduğunu söyledi. Anlamın ve hissin yaşattığı insanın, en güçlü insan olduğunu dile getirdi. En büyük gücün anlam gücü olduğunu, her türlü maddi gücün anlam gücü karşısında bir gövde gösterisi olmak dışında bir değer taşımadığını ortaya koydu. Bu açıdan PKK ve kadrosunun gücü maddi silahları çok iyi kullanmasından değil, büyük anlam gücü ve duygu yoğunluğundan kaynaklanır. Önderlik gerçeğine katılmak öteki tüm ilkelerden önce bu ilkenin esas alınması, içselleştirilmesi ve en temel yaşam kılavuzu olarak benimsenmesinden geçer. Bu bir tarzı benimsemekten çok, hakikatle doğru temelde bağ kurmakla ilişkilidir.
Önder Apo ‘Yaşamımı Kürtlükle, Kürtlüğü de yaşamımla özdeşleştirmeden, gerçekçi bir toplumsallığı hiçbir zaman anlayamazdım. Tutarlı yaşamın vazgeçilmez ölçüsü toplumsal gerçeklikle ilintilidir’ dedi. Önder Apo’nun Kürt olgusu ve sorunu ile henüz ilkokul öğrencisiyken tanıştığını biliyoruz. Bu tanışmanın söz konusu gerçekliğin olumlu değil, olumsuz yanıyla yüzleşme biçiminde gerçekleştiği belirtilebilir. Bu sırada içinde yer aldığı öğrenci ortamında kulağına çalınan ‘‘kuyruklu Kürt’ sözü, Kürtlüğe nasıl bakıldığını özetler gibidir. Kürt kimliğine bağlılıkta ısrar etmek, kölelikte ve en geri yaşam tarzında ısrar etmekle özdeştir. Bu yüzden Kürtlük söz konusu olduğunda hemen herkesin aklına gelen, kopuş ve kaçıştır. İlerleme ve yükselmenin, devlet katlarında kendine yer edinmenin biricik yolu budur. İmha ve inkara dayalı ulus-devletçi ideoloji yarattığı bu algıyı topluma egemen kılmıştır. Bu temelde Kürt toplumsallığına en ağır darbe vurulmuştur. Buna karşılık Önder Apo’nun tavrı ise Kürt kimliğini taşımanın acı veren bir durum olduğu, Kürtlükten kaçmanın ise en büyük alçaklığı ifade ettiği biçiminde olmuştur.
Bütün bilmelerin temeli olarak kendini bilme, toplumsal kimliğin tanınması ve tanımlanmasına bağlıdır. Önder Apo’nun Kürt olgusunu araştırmaya girişmesi, gerçek anlamda bilimsel sosyalizmle tanışması dönemine rastlar. Kapitalist modernite altında lime lime edilmiş ve fiziki soykırımların ardından kültürel soykırım sürecine sokulmuş Kürt toplumsal gerçekliğini araştırmak hiç de kolay bir şey değildir. Önder Apo’nun bu konudaki belirlemeleri de bunun kanıtıdır. Sadece olgu olarak araştırmak, Kürtlüğü tanımlamak için yetmez. Bir de işin nasılı vardır. Kürtlük olgu olarak şekillendiğinden beri sorunluluğu en yoğun biçimde yaşama talihsizliğine uğramıştır. Jeopolitik koşullar, sorunlu yaşamayı kader diye belletmiştir. Tüm tarih çağları boyunca bunun böyle olduğunu gördük. Söz konusu kapitalist modernite olunca, sorunlar tam bir soykırıma dönüşür. Artık varlığını koruyup koruyamayacağı, hatta var olup olmadığı sorunsallıkları tartışılmaya başlanır.
Olgusu ve sorunları böylesine tarihsel ve kapsamlı olan Kürtlüğü sahiplenmek, bir dağın yükünü omuzlamak gibi bir şeydir. PKK ve varyasyonlarını yükü omuzlama gereğiyle aracı kıldık. Toplumsal yükler kolay sırtlanmaz. Hele bu yükler soykırım kıskacındaysa, aracı ve kurtuluşçu çabaların sahiplerinin ne denli riskli yaşayacakları da anlaşılırdır. PKK ve türevleri hem sorunlu bir olgu olarak Kürt yerelliğini, hem de aynı sorunlu olgunun evrensellikteki karşılığının ne olduğunu hakikat olarak ifade etmektedir. Kendilerini Kürt hakikatinin başlıca sözcüsü ve eylemcisi olarak ilan etmektedirler. Artık Kürt olgusu ve hakikatinin ifadesi olarak PKK ve türevleri böylece diyalektik bir yolculuğa başlamış olmaktadır. Olgu-bilinç (hakikat) gerçeklik kazanınca, diyalektik oluşum dediğimiz süreç veya kurtuluş hareketinin kendisi ortaya çıkar.
İmralı süreci Önder Apo’nun çocukluk yıllarında başlayan hakikat arayışında düşüncelerini en rafine hale getirdiği bir süreç oldu. Akıl almaz zorluklarla yüklü koşullar eğer öldürmezse en görkemli anlam zenginliğine de götürebilir. Önder Apo bu gerçeği ‘Beni öldürmeyen şey, sadece beni güçlendirir’ sözleriyle ortaya koydu. Kürt kimliğini araştırmak, uygarlık konusunda araştırmaları da kaçınılmaz kıldı. Önder Apo genelde devletçi uygarlığı, özelde onun krizli dönemi olan kapitalist moderniteyi derinliğine çözümlemek suretiyle bu sistemi aştı. Bu temelde kendi sistemini netleştirdi ve temel özelliklerini ortaya koydu. Tüm savunmalarında alternatif sistemi, ezilenlerin birleşik demokratik sistemini giderek daha da olgunlaşmış boyutlarıyla ortaya koydu. Bu sadece Kürt sorunu için bir çözüm değil, evrensel çapta özgür ve eşit bir yaşam isteyen bütün ezilenler için bir çözümdü. Hakikatin bütünsel karakteri gibi, çözümün de bütünlüklü ve aynı anlamda evrensel olduğunu özellikle vurgulamak gerekir.
Önder Apo netleştirdiği ideolojik, politik, örgütsel ve ahlaki çizgisini PKK ile demokratik toplumun, aynı anlama gelmek üzere demokratik ulusun inşasına kavuşturmayı öngörmektedir. Bu anlamda PKK, Kürt kimliğinin tanınmasını ve evrenselleşmesini öngören ve bunu pratikleştirmek isteyen bir parti olarak tanımlanabilir. Parti, kadrolardan oluşan ideolojik ve örgütsel bir yapılanmadır. Partiye katılan kadro, her şeyden önce Önderlik gerçeğine katılmaktadır. Önderlik gerçeğine katılmak, öncelikle Önder Apo’nun anlam gücüne, başka bir deyişle onun hakikatine katılmakla mükelleftir. Önder Apo savunmalarında temsil ettiği önderliğin tüm temel özelliklerini netleştirmiştir. Partilileri bekleyen en önemli ve öncelikli görev Önderlik gerçeğini kavramaktır. Kadro, anlamanın özgürlük olduğunu, özgür yaşamın yolunun anlamaktan geçtiğini iyi bilmek zorundadır.
DERLEME
YORUM GÖNDER