İSMÂİLÎLİKTE HASAN SABBAH DÖNEMİ
Bugünkü İran’da İsmâilîlerin etkin olduğu bir tarihsel kesiti anlatan bu dönem, Hasan Sabbah kişiliğinden bağımsız anlatılamaz. Bu, tarihsel olayları tekil kişilere ya da kahramanlara indirgeme anlayışımızdan ileri gelmiyor. Bazen tüm bir tarihsel kesit bir kişilikte ya da bir olayda tüm özetsel anlamını bulabiliyor. İşte Hassan Sabbah, İran coğrafyasında gelişme gösteren bu dönem İsmâilîliği için böyle bir gerçeği ifade ediyor.
“Dağın Şeyhi” olarak da bilinir. 1054 tarihinde Kum kentinde doğduğu söylense de, doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Fakat 11. yüzyılın ortalarında yaşadığı bilinmektedir. Çeşitli ifadelere göre babası Yemen’den Küfe’ye göç etmiş, buradan Kum ve Rey şehrine geçmiştir. Hasan Sabbah’ın, On iki İmamcı Şii kenti Kum’da doğduğu, yerleşmek için de babasıyla birlikte Rey’e geldiği bilinir. Rey 9. yüzyıldan beri İsmâilî Dai’lerinin faaliyet merkezi olduğundan Hasan Sabah da onların etkisinde kalmakta gecikmez.
İlk eğitimini babasından alan Hasan Sabbah 7 yaşından 17 yaşına kadar On iki İmam’cı Şii eğitimi alır. Yanı sıra kendisini matematik, felsefe ve dilbilim konusunda da yetiştirir. Bu konuda bir Arap biyografi yazarı, Hasan Sabah’ı “geometri, aritmetik, astronomi, büyü ve diğer bilim dallarında çok derinleşmiş biradam” olarak tanımlar. Kendisini birçok konuda yetiştiren Hasan Sabbah’ın engin bilgisi, matematik ve felsefeye hâkimiyeti, politika ve yöneticilikteki yetenekleri devrin Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın da ilgisini çekmiş ve saraya kabul edilmiştir. Çok bilinen bir hikâye de Hasan Sabbah, Nizamülmülk ve Ömer Hayyam’ın İmam Mafik Annishapuri’nin öğrencileri olduğu söylenir. Bu öğrencilik sırasında bir antlaşma yaptıkları ve içlerinden birisi servet ve iktidar basamaklarını tırmandığında bunu diğer iki arkadaşıyla paylaşmaya yemin ettikleridir. Bu anlatımın doğruluğu şüphelidir. Çünkü Nizamülmülk en geç 1020’de dünyaya gelmiş olup 1092’de öldürülmüştür. Ömer Hayyam’da 1048’de doğmuş ve 1131’de ölmüştür. Hasan Sabbah’ın ise doğum tarihi bilinmemekle birlikte 1124’te ölmüştür. Bu tarihlerden çıkan sonuca bakılırsa her üçünün de aynı tarihlerde öğrencilik yapmış olma ihtimali oldukça zayıftır.
17 yaşından sonra İsmâilîliği benimseyen Hasan Sabah, bölgenin İsmâilî önderlerinden de eğitim görmüştür. Bu tarikatın eğitimini tamamlayınca, Fatımi İsmâilîlerin merkezi olan Fatımi (Mısır) devletinin başkentine uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra 1078’de ulaşır. Hasan Sabbah üç yıl Mısır’da kaldıktan sonra, Kahire ve İskenderiye’de dönemin ünlü bilginlerinden dersler alır. 1081 yılında İsfahan’a dönerek yetkinleşmiş bir şekilde mücadeleye başlar. Yaklaşık 9 yıl çeşitli kentleri gezerek İsmâilîliği yaymaya çalışır. Bu çalışmaları sonucu var olan İsmâilî tabanını daha da genişletir. 1090 yılında Alamut Kalesi’nde eğitim ve örgütlenme mücadelesine yeni bir boyut kazandırarak Alamut Kalesi’ni merkezi üs olarak seçer.
Alamut Kalesi, Elbruz sıradağlarının en doruğunda olup çok korunaklı bir konumdadır. Nitekim yıllarca ordular Alamut’u kuşatmalarına rağmen fethedememişlerdir. Hasan Sabbah burayı bilinçli seçmiştir. Alamut’un bütün eksiklerini tamamlamak için önce su kanalları açıp, ambarlar kurar. Ardından çevredeki küçük kaleleri alıp onlara kuleler yapar. Yanı sıra yürüttüğü örgütlenme çalışmasının bir sonucu olarak da, çevrede bulunan yerleşim alanlarının çoğu İsmâilî olur. Bu arada bazı kurallar getirip sosyal reformlar yaparak İsmâilîleri kardeşlik bağlarıyla birleştirir. Böylece her birey kendisini topluluğun sorumlu bir üyesi ve onun ayrılmaz bir parçası olarak hissetmeye başlar.
Alamut Kalesi’nin Hasan Sabbah tarafından ele geçirildiğini öğrenen Selçuklu veziri Nizamülmülk, dört ay boyunca Alamut’u kuşatmasına rağmen sonuç alamaz. Bu dönemde Selçuklu devletinde süren taht kavgasını en iyi şekilde değerlendiren Hasan Sabbah, örgütlenme alanını günden güne genişletir. Öyle ki Selçuklu devletinin üst düzey memurları dahi İsmâilî olur. Hasan Sabbah bütün yaşamı boyunca İsmâilî inancının özgürce yaşanması için çalışır. Bunda başarılı da olur. Bugün dahi insanlar Hasan Sabbah’ın yaptıklarına hayranlık, şaşkınlık ve gıpta ile bakarken egemenlerin korku objesi olarak anmalarına ve karalamalarına tanık olunmaktadır.
Hasan Sabbah’a olmadık iftiralar, hakaretler ve yakıştırmalar yapılmıştır. Öyle ki Hasan Sabbah taraftarlarına sözde afyon içenler anlamında “haşhaşin”ler dendiği söylenir. Oysaki o dönem onlara “Assasin” deniliyordu. Assasin kavramının anlamı ise, “bekçiler, sır bekçileri” dir. Öyle anlaşılıyor ki, “Assasin” deyimi diğer dillere “haşhaşin” olarak geçmiştir. Egemenler sırf karalamak için onların afyon-haşhaş kullandığını iddia etmişlerdir. Diğer bir karalama ise kadınları kullanarak fedailerini hazırladıkları iddiasıdır ki, tamamen özgür iradeleri ile fedaileşen Hasan Sabbah militanlarını ve öğretisini gözden düşürmeye dönük olup gerçeklikle hiçbir alakası yoktur.
Hasan Sabbah temsil ettiği tarikatı baskılar olmaksızın geliştirebilmek için kötülüklere, haksızlıklara karşı gelmiş ve öğrencilerini de bu doğrultuda eğitmiştir. Onlara asla haksızlığa boyun eğmemelerini, bu uğurda gerekirse yaşamlarını ortaya koymalarını öğütlemiştir. Öyle ki tarikatı izleyenlere yönelik gelişen saldırılar karşısında, Hasan Sabbah’ı izleyen öğrencileri yer yer fedai eylemler geliştirip, haksızlıkların üzerine gitmişlerdir.
Kendine bağladığı güçlerle devlet için tehlikeli olmaya başlayan Hasan Sabbah’ın faaliyetleri Selçuklular tarafından dikkatle izlenir. Hasan Sabbah’ın adamlarıyla mücadele Melikşah tarafından devlet politikası haline getirilir. Bunun bir sonucu olarak bir taraftan ilmi noktada mücadeleyi sağlamak için medreseler aracılığıyla Sünniliğin takviye edilmesine ve batıl inançlarla bu şekilde mücadele yoluna gidilir; diğer taraftan da Alamut Kalesi’nin alınması için girişim başlatılır. Ancak bundan bir netice alınamadığı gibi meşhur Selçuklu veziri Nizamülmülk de Hasan Sabbah’ın bir fedaisi tarafından öldürülür.
Melikşah’ın ölümünden sonra da Selçuklularda taht kavgalarının çıkması, Haçlı Seferlerinin başlamasıyla birlikte Müslümanların yaşadığı bazı bölgelerin işgale uğraması Hasan Sabbah’ın işine yarar. Fırsatı değerlendirerek faaliyetlerine hız verir. Önemli bazı kaleleri ele geçirmek suretiyle konumunu güçlendirir. Bu arada propaganda faaliyetlerine de hız katar. Ardından Selçuklu ordusuna sızmak suretiyle taht kavgalarına fiili olarak kendisi de dâhil olur. Tarihin bu döneminde Hasan Sabbah’ın adamlarının korkusundan (din ve devlet adamlarını herkesin gözü önünde suikastle öldürmelerinden dolayı) devlet ileri gelenleri elbiselerinin altına zırh giymeden sokağa çıkamaz olurlar.
Selçuklular ve Hasan Sabbah arasındaki mücadele uzun süre devam eder. Birkaç kez Alamut Kalesi kuşatıldığı halde alınamaz. Hasan Sabbah bir süre Fatımilerle ilişkisini de devam ettirir. Fatımiler ikiye bölündükten sonra imam olarak Nizar’ı destekler ve adına hutbe okutturur. Kendi akidesini müritlerine öğretmeye başlar. Kendilerine karşı olanların öldürülmesinin dini bir vazife olduğu inancını aşılar. Müritlerinin eğitimini kendisi üstlenir.
Bunların eğitim ve öğretime tabi tutulmalarından çok imamın rehberliğini ön plana çıkarır. İmamların masumiyetinden hareketle, her devirde bunların rehberliğine ihtiyaç olduğu, dini meseleler için aklın yeterli olmadığı, Allah’ı iyi tanımak için imamların yardımına gereksinim olduğunu söyler. Dine davet eden ve “Dai” olarak adlandırılan adamları vasıtasıyla faaliyetlerini sürdürür. İnsanları etkilemek için farklı yöntemlere başvurur. Böylece Batınilik Hasan Sabbah’ın şahsında yeni bir kimlik kazanır. Hasan Sabah 1124 yılına kadar Alamut Kalesi’ni elinde tutmaya ve faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiştir. Birçok bilim dalında önemli birikime sahip olması, teşkilatçılığı kurduğu düzenli örgütü ile önemli bir güç durumuna gelmiştir. 1124’de Alamut Kalesi’nde ölmüştür.
Sonuç Yerine
Ortadoğu tarihinin önemli ve son derece hareketli geçen bir kesitine iz bırakmış olan İsmâilîlier, bir fikir ve örgütlenme olarak kaynağını Zerdüştlükten, onun izdüşümleri olan Manşeizmden, Mazdeizmden, Hüremilerden, Babeklerden ve daha nice toplumsal muhalefet geleneğinin ortaya çıkardığı birikimlerden aldılar. Esasen de Zerdüştlüğün “diriltici ahlak” geleneğinden büyük oranda etkilendiler. Bunu, uzun ve bir hayli zahmetli geçen bir tarihsel dönemde inatçı ve kararlı bir mücadele pratiğine dönüştürdüler.
Bu temelde Arap Abbasi Hanedanlığı’na karşı gelişen bu hareket, yüzyılları alan gizli bir örgütleme ve hazırlık sürecinden sonra dar sınırlarını aştı. 9. asrın ikinci yarısından itibaren ise etkili bir halk hareketine dönüştü. Bünyesinde topladığı eğilim ve kesimleriyle bir nevi dönemin muhalif kesimlerinin ittifak örgütü ve devrimci muhalefeti oldu. Tüm artı ve eksileri ile bir yandan Fatımiler koluyla devletleşti. Bir yandan Karmatiler koluyla dönemine göre bir hayli ileri olan komünalist bir düzenin kapılarını araladı, bir yandan da Hasan Sabbah dönemi ile egemenlerin korkulu rüyası olan fedailer örgütünü ortaya çıkardı.
İsmâilîler siyasal ve düşünsel etkilerini Asya’dan K. Afrika’ya kadar uzayan coğrafyaya taşırabildiler. Hassan Sabbah döneminde ise Alamut çevresi başta olmak üzere İran’ın bir bölümünde ve bugünkü Suriye’ye kadar belirli bir coğrafik bölgede etkin olan İsmâilîler, 1256 yılında Moğolların ve Mısır Memluk sultanı Baybars’ın iki yönden gelişen saldırıları sonrasında siyasal etkinliklerini yitirdiler. Fakat Ortadoğu’nun direniş tarihinde bir kültür ve çizgi olarak hep yaşadılar.
KAYNAK: ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER