DEMOKRATİK UYGARLIK DEVLETÇİ UYGARLIĞA KARŞI; TARİHLE ŞİMDİYİ YAPMAK! (3.BÖLÜM)
Tarih Şimdidir; Demokratik Modernite Zikir, Fikir Ve Eylem Bütünlüğüdür!
“Tarihi bilinçlilik, kendi zamanından ve kendisinden başka diğer zamanların ve insanların düşüncesini bilmeyi amaçlamasına rağmen, kendisiyle başlamaya mecburdur.” (Karl Löwith) Kapitalist sistemin tekçi modernite anlayışını kırmak ve örtbas ettiği muazzam tarihsel toplum varoluşlarını şimdinin vizyonunda görünür kılmak açısından kuram önemli bir rol oynasa da, onları esas var kılacak olan şimdinin pratiğinde kurumsal bir inşaya yönelmektir. Kuram üstlendiği kurucu hal çerçevesinde gerektiği düzeyde devinim yaşatmak, bu devinimler arasında bağlar oluşturmak ve oluşan bağları kurumsal örgütlülüklere dönüştürüp inşayı örgütlemek için vardır. Kuram, zihniyet ve irade oluştururken, kurum oluşan zihniyet ve iradeyi bedene kavuşturarak el ve ayak sahibi yapar, ‘’yürüyen düşünce’’ haline getirir. Demokratik modernite paradigmasını, böylesi bir kuram ve kurum ilişkisi içerisinde an’a damgasını vuran şimdinin zihin ve irade çalışması, el ve ayağa kavuşturma çabası olarak özümsemek önemlidir. Çünkü bu tarz bir özümseme olmadan özgür insan doğasının en temel özelliği olan tarihini seçebilme, tarihle yaşamayı bilme ve tarih yapma eylemine içerik kazandırmak mümkün olmayacaktır. Neticede tarihsel bilginin nihai amacı anafikri insan yaşamını kavramak değil midir? Böylesi bir amaç değil midir temelde anlamı kuran? Amacın an’a nüfuz etmesiyle anlam oluşup kuruluyorsa, tarihsel deneyimin biriktirdiği bilinçle, yani kuramla tarih yapmak, şimdide iradeleşerek, etkide bulunarak kurumsallaşmaktır.
A.Dicle, ‘’Tarihi ; toplumsallığın tüm ilişki ve çelişkisi içinde inşa edici unsur rolünde görmek, temel mantık konusu olarak anlam bulmalıdır’’ derken, toplumsal gerçeklikte zamanın inşa gücü ve yeteneğinin ilke değerindeki rolüne işaret eder. Zamanı ne kadar kolektif, üretken ve kurucu yeni varlığın özü haline getirebiliyorsan, o kadar zamanın kendisi haline geliyorsun ve tarih yapıyorsun demektir. Ne ölçüde demokratik uygarlık tarihinin yarattığı hafıza ve bilinçle şimdiye yükleniyor, yoğunlaşıyorsak, aynı şekilde şimdi de yoğunlaştığımız ve şimdiyi çözümleyip çözebildiğimiz ölçüde de geleceği inşa etme imkanına kavuşur, tarihselleşiriz. Geçmiş, şimdi ve gelecek ilişkisi içerisinde tarih ve toplum, sadece canlı bir organizma değil, aynı zamanda bir bütündürler. Ali Fırat, bu bütünlüğü tanımlarken şuna dikkat çeker; ‘’Şimdinin olağanüstü yaratıcı an değerini kavramadan hiçbir özgün toplumsal inşa gerçekleştirilemez. Ne tarihin emrindeki bir iradesiz olmak, ne şimdinin tarihten kopuk sorumsuzu olmak toplumsal hakikatle yaşamanın ilkesel ifadesidir. Geçmişe boş ver demek ne kadar yanlış ve sorumsuzluk haliyse geleceğe bak demek de o denli yanlış ve sorumsuzdur.’’ Demek ki şimdinin yaratıcı an değerini kavramak yaşamsal bir değerdedir ve ancak o an’ a hükmedildiği takdirde özgür toplumsal inşayı gerçekleştirmek mümkün hale gelecektir. Kadro ve örgüt, parti ve militan, teori ve eylem bunun için vardır. Amaç, sürekli özgürleşen, özgürleştikçe hakikat zemini haline gelen bir toplum yaratmak ve bu toplumu sosyal, siyasal, ekonomik, ekolojik, komünal, öz savunma, tüm toplumsal alanlarda zihniyet ve irade sahibi kılarak görünüş olmaktan çıkarıp var kılmak ise, an’ı kendi kurucu eylemimizin, inşalarımızın zemini haline getirmek durumundayız. Burada ‘’eylem alanımız neresidir’’ sorusu anlamsızdır, çünkü eylem yeri sokaktır, mahalledir, caddedir, köydür, kırlardır kent varoşları, işyerleri, meydanlar ve okullardır. ‘’Nasıl?’’ ana verilecek yanıt komünlerle, komitelerle, meclislerle, konsey ve birliklerledir. Demokratik uygarlık tarihinin, tarihsel toplum geleneğinin tüm aşama ve süreçleri bu pratikleşmelerin yaratıcı doğaçlamaları, tecrübe ve birikimleriyle doludur. Yeter ki somut koşulları analiz edebilecek, buna göre direniş ve örgütlenmeyi geliştirebilecek bilinçlilik ve kararlılığa sahip olabilelim.
Kadrosal varoluş, bilinçsel ve eylemsel varoluşun bizatihi kendisi ve çekirdeksel saçılımı olduğuna göre, bu noktada kadronun duruşu belirleyicidir. Herkes kendisi dışında her yerden beklentili olabilir, ama bir tek kadro böyle bir beklenti içerisinde olamaz. Kadro kendisiyle başlamak ve yine kendine dayanmak zorundadır. Zira kadro, ideolojik-politik bilinç, stratejik –taktik güç özelliğini potansiyel bir olgu olmaktan çıkarıyor her koşulda an’ın ihtiyaçlarına yanıt verebilecek, sürekli yayılım gösteren işlevsel bir enerjiye dönüştürebilmektir. ‘’Kendisine dayanmak’’ ise, yine kadronun dayanmış olduğu ideolojik-politik ve örgütsel yeteneklerine dayanması, canlı tutması, zamana ve mekana göre yenileyebilme yeteneğini gösterebilmesidir. Kişi bu özellikleri gösterebiliyorsa, evet o bir kadrodur ve kadro vasfının tanımlayıcı bir öncüsüdür. Öncülük, sadece aydınlatma ve örgütleme işlevi gören bir kadroyu tanımlamaz. Bu işlevlerle birlikte, tıkanmanın yaşandığı süreç ve koşullarda ‘’YA BİR YOL BULACAĞIZ, YA BİR YOL AÇACAĞIZ’’ kararlılığıyla ortadan kaldıran, çıkışıyla kendini yol haline getirerek kendinden sonrakiler için köprü yapabilendir. Ho Chi Minh, Rosa Lüksemburg, Che, Deniz, Mahir, İbo, Hakki, Mazlum, Kemal-Hayri, Zekiye, Beritan, Zilan, Paramaz…: Dikkat edilirse her birinde yeni bir yol açma vardır, tekrar yoktur. Her birisi yeni bir dönem, yeni bir aşama başlatmıştır. Kadronun hem anlam hem de misyon olarak varlık sebebini başka türlü, hakikat öngörüsünden kopuk bir izaha kavuşturmaya kalkışmak, doğasını bozuma uğratmaktan başka bir anlama gelmez.
Her bozunuma uğrama, bir anlamdan ve özgürlükten düşmedir. Anlamdan ve özgürlükten düşüş ise, niteliğin, vasfın, kişilik ve karakterin yitirilmesi demektir. Bunun için kadroyu doğru tanımlamak ve örgütlemek, Demokratik moderniteyi şimdinin inşa pratiği haline getirmek kadar önemli ve önceliklidir. Kadro doğru tanımlanmadan, doğru bir demokratik modernite inşasına girişmek gerçekçi değildir. Nitekim Ali Fırat’nın uzun süren eylemlilik süreci sebebiyle Mayıs’ta geliştirdiği çağrı ve eleştirileri de bu kapsamda ele almakta yarar vardır. Fırat, irade, kararlılık, ve yetkinlik olgularından söz ederken elbetteki rastgele bir vurgulamada bulunmuyordu. Kurduğu cümlelerle kadronun, zamanın ruhuna uygun hangi özellikleri kuşanması gerektiğini ve nasıl bir anlamlandırma ilişkisi içerisine girmesinin lazım geldiğini belirtiyordu. İrade, ruhta, duyguda, düşüncede ve eylemde örgütlenmeyi , örgütlü bir güç haline gelmeyi ; kararlılık, nasıl bir karşıtlık üzerinden karşılandığının bilincinde ve nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiğinin ayırdında olmayı ve başarma arzusunu ; yetkinlik ise, tüm sorunların üstesinden gelebilecek düzeyde kendini ruh, bilinç ve moralle donatmayı tanımlarken, “RUHEN VE ZİHNEN BENİMLE BİRLİKTE YÜRÜYEBİLECEK BİR DURUMA GELMELİSİNİZ’’ cümlesi, hem bir özet, hem bütünlüklü bir çağrı hem de bir eleştiri özelliği gösteriyordu. Ali Fırat’nın bu yaklaşımında kuşkusuz kadronun demokratik modernite çizgisinde şimdiye yüklenerek tarih yapmak ve şimdinin yaratıcı an değerini hakkıyla değerlendirmekte yaşadığı darlıkların ve sıradanlıkların önemli bir payı vardır. Lao çe, ruhen ve zihnen kendisiyle birlikte yürüyebilecek bir durumda olmadığımızı, ancak bu duruma gelmemiz gerektiğini belirtmektedir. Peki ruhen ve zihnen Fırat ile birlikte olmak, onunla yürüyebilmek ne demektir? Her şeyden önce, onun düşünce ve hareket tarzını özümsemek ve buna göre pratikleşebilmektir. Bilimsel ve felsefik temelde incelemek ve anlamaktır. Muazzam stratejik davranmak, stratejide derinlik ve üretkenlik göstermektir. Duygularını politikleşmeye, toplumsallaştırmaya yatırmak ve sezgilerle taktik politik tutum geliştirebilmektir.
Onun ‘’Ölmeniz gerektiği yerde dahi, kanınızı damla damla dökecek kolay kolay ölmeyeceksiniz’’ dediği zeminde, son nefese kadar yaşamın her saniyesine büyük mücadele sığdırabilmektir. Fırat’nın çizgisinde, zorluklar ne olursa olsun intihar kişiliğine yer yoktur. Bunun yerine başarı azmi ve zafer tutkusu belirgin ve güçlü bir ritim olarak öne çıkmaktadır. Kadrodan beklenen, tüm yetersizliklerine rağmen kavraması ve ona katılmasıdır. Fırat, her şeye rağmen halka, mücadeleye ve yoldaşa bağlılık ilkesi gereği eleştirileriyle birlikte beklentilerini de sürdürmekte, hatırlatmalarda bulunmaya devam etmektedir ; ‘’… Öğrenmemekte gösterdiğiniz direnişi, aşk ve tutkuyla ulusal görevlere sarılan varlık olma gerçeğine dönüştürebilseydiniz, kuşkusuz tarihin akışı bambaşka olacaktı. Ancak insan varlığının iddialı özgürlük yürüyüşü devam ediyor. Demokratik modernite paradigmasıyla bu yürüyüşü güçlü bir tarihsel temele ve güçlü bir kavramsal çerçeveye kavuşturduk. Sıra bu büyük inşa hareketinin kadrosunu, zafer tutkusuyla donanmış Mem u Zin’lerini açığa çıkarmakta. Bu da sizlerin iddia, kararlılık ve bağlılık düzeyinize kalmış durumda. Bir kez daha tarihin ‘ol’ dediği anı hoyratça harcayacak mısınız? Yoksa bütün kaybedişlerinize son veren destansı bir zafere mi dönüştüreceksiniz, bunu da hep birlikte göreceğiz’’
Lenin haklı olarak ‘’ Örgütlenme, stratejinin temel koşuludur. Strateji örgütlenme olmaksızın strateji olamaz… Stratejinin motoru yine, kendisini oluşturma ve ayaklanmaya geçişi yönetme ihtiyacı içindeki öncüdür’’ derken, beraberinde hakikati bir süreç olarak tanımlar ve kadroyu bu sürece irade uygulayarak devrim perspektifini hakikate dönüştüren militan biçiminde yorumlar. A.Dicle’de akli, politik ve kültürel yaklaşımla çözüm üretmekten söz ederken, kuşkusuz örgütlenme ve stratejiyle kadronun yeni döneme göre kendine derinlik kazandırmasına, akli, politik ve kültürel bir güç haline gelmesinin gerekliliğine işaret eder. Bu manada akli yaklaşım, beyni paradigma doğrultusunda yeniden kurarak sürekli işler halde tutmak ve tüm stratejilerin başlangıç noktası haline getirmek her türden mücadele yöntemine hazır kılmaktır.
Zihinsel ve duygusal gerçekliğimizin bütününe ne kadar odaklanır ve ne kadar çoklu derin düşünme düzeyine ulaşırsak o kadar sorunlar karşısında zamanın ruhuna uygun yaratıcı çözümler üretir, tarzı buna göre yenileyip değiştirebilme gücüne erişiriz. Aksi yaklaşım, zihinsel gücün bütün akışkanlığı içerisinde devinerek an’a yöneltilmesi ve an’ı kendi gerçekleşmesinin zamanı ve zemini haline getirmenin canlı projesidir. Bu nedenle akli yaklaşım , düşünce hantallığını, tutukluğu ve çözümsüzlüğü kabul etmez. Politik yaklaşım ise, ‘’Toplumun hayati çıkarlarını özgürlük, eşitlik ve demokrasiden başka hiçbir kavramlar grubu izah edemez. O halde politika esas olarak ahlaki ve politik toplumun her koşul altında bu niteliğini veya varoluşunu sürdürebilmesi için yapılan özgürlük, eşitlik ve demokratikleşme eylemliliğidir’’ perspektifinden hareket eder. A. Dicle’de politik yaklaşım, Kuantum kuramında olduğu gibi ‘’şu an’a /şimdiye odaklanır. Geçmiş şu an’da hatırlanarak ve gelecek şu an’da kurgulanarak yaşanır. Hem geçmiş hem de gelecek potansiyel olarak şu an’a enerjik bağlarla bağlıdır. Bu nedenle politikleşmiş insan, içerisinde bulunduğu 25 durumlara irade uygulayan, durumlara ve olaylara seyirci kalmaktan çok katılım gösteren bir militandır. Militan, Dicle‘in ifadesiyle geçmişin ya da geleceğin değil, şimdinin şu an’ın savaşçısıdır. Şu an kazanılmadan geleceğin kazanılamayacağı açıktır. Dolayısıyla politikleşmiş insan, an’ın savaşçısı olma bilinciyle an’a müdahalede bulunan ve an’ı kendi amacı doğrultusunda dönüşüme uğratmak kolektif, örgütlü varoluşuna kesinlik kazandıran militandır. Hegel, ‘’İnsanın hakiki varlığı, eylemidir’’ derken tam da buna, insanın politik varlık olma özelliğine vurgu yapar. Politik kimlik kazanmış insan, örgütlenmeyle kendinin ayırdına varan, bundan hareketle zamanı ve mekanı sahiplenen insandır. Bu noktada politikadan ve politikleşmeden kaçış, özgürlükten ve özgürleşmeden kaçıştır. Bu da, insanı, felsefik ve ideolojik toplumsal bir varlık olmaktan, düşünen ve eyleyen bir varlık olmaktan kaçış anlamına gelir.
Dicle açısından kültürel yaklaşım, kültürün, toplumun kurumsal ve anlamsal bütünlüğünü ve bu bütünlüğün örgütlü direnişini ifade eder. Bu açıdan, toplumun tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu anlam dünyası, ahlak yasası, zihniyet, dil, sanat ve bilimin yanı sıra, politik, ekonomik ve sosyal tüm yapılanmalar kültür kavramının içerisine girer. Bir anlamda toplumsal varoluş, kültürel toplumla açığa çıkan varoluştur. Önemli olan, toplumun bu varoluş tarzını kapitalizmin kültür endüstrisiyle oluşturduğu hegemonya, ulus-devletlerin fetih, asimilasyon ve soykırımlarla yürüttüğü kültürel savaşlara karşı koyabilme ve bunlarla mücadele edebilir konuma getirmektir. Doğrudan demokrasinin kültürel bir gerçeklik haline gelmesi, kültürel toplumun hem içerik hem form olarak geliştirilip örgütlendirilmesine bağlıdır. Dolayısıyla kültürün içerik ve form olarak örgütlendirilip her açıdan kendine yetebilir düzeye gelmesi, direniş kabiliyeti kazanması anlamına gelir ki, bu da toplumun varlık bulma ve özgürlüğünü kazanma, kültürel toplumun yaşamın her alanında kendilik bilinciyle kendi kurum ve anlam bütünlüğünü inşa etme gücünü gösterdiği ve başarısıyla öz savunmasını yapabildiği koşullarda varlık bulur. Kültürel yaklaşım, her koşulda kültürünü örgütlemeye ve kültürel bağlar geliştirerek büyütmeye dayanır.
Modern kapitalizm ve ulus-devlet faşizmin yol açtığı kültürsüzlük ve tek tipleştirme ortamında farklı kültürler mozağini tekrardan görünür ve var kılmak A. Dicle’nin kültürel yaklaşımının özünü oluşturur. Kültürel yaklaşım, kültürlerin örgütlü direnişi ; direnişle dile, sanata, bilime ve özgürlüğe kavuşma eylemidir. Tersinden yaklaşımlar kültürü değil, kültürsüzlüğü geliştirmiş ve özgürlüğü sonlandırarak esareti başlatmışlardır. Özgürlük mü esaret mi? ‘’ Sorusuna tarihsel toplum geleneğinin, Demokratik uygarlık toplumlarının verdiği yanıt açıktır. ‘’Cesur Yürek ‘’ filminin son sahnesinde yankısını bulan haykırıştaki o ses binyıllardır sürmekte olan özgürlük arayışının sesidir. Bir ruhun ve bilincin yeniden ayakları üzerine kalktığı 21. Yüzyılın bu günlerinde tarihi ve geleceği şimdide buluşturmak, her türden öz savunma savaşını ve direnişçiliğini ahlaki, politik ve demokratik toplum inşalarına yönelterek başarı yoluna koymak, örgütlü insan olmanın gereğidir. Ziu Zen’in dediği gibi, ‘’Toplumun sorunları nasıl bir bütünlük arz ediyorsa devrimin ve devrimcinin de tüm söylem ve eylemlerin de siyasi program, strateji, taktik planlamayı iç içe yaşaması gerekir. Yaşam akışkanlığı bir bütündür.’’
NASRULLAH KURAN
YORUM GÖNDER