DEMOKRATİK MODERNİTE DEĞERLERİNİ SİSTEME KAVUŞTURMAK (2.BÖLÜM)
Kapitalizmin Arz-Talep Diyalektiğinin Getirdikleri Ve Götürdükleri;
Kapitalist uygarlığın en büyük kötülüklerinden birisi de sistemli ve planlı olarak tüketim için geniş bir orta sınıf yaratmasıdır. Orta sınıf maddi olarak, görece refah içinde olan, olmak isteyen, yaşam standartlarını sürekli yükseltme gayreti veren olmakla toplumun çoğunluğu olan yoksullardan ayrışmaktadır. Bu durum bu kesimde ya da bu kesimle uzlaşanlarda pozitif bilime daha fazla zaman ayırmalarına, bilimin gelişmesine bir noktaya kadar hizmet etmelerine neden olmaktadır. Yöntemi yanlış, sonuçları gayri ahlaki kullanılmak istense de bir noktadan sonra toplumsal yaşamın hizmetine girmek durumunda olan bu gelişme, yeni birtakım toplumsal fikirlerin doğuşuna ve desteklemesine de katkı sunabilmektedir. Örneğin ekoloji bilimi ve bilişim teknolojisindeki gelişmeler kısmen böyledir. Her zaman olduğu gibi orta sınıfın toplumsal sorunlara karşı duyarlılığı ya çok az ya da devletçi sistem sınırları dahilindedir. Toplumla egemenlikçi hegemonyayı uzlaştırma, toplumun yoksullarını sisteme monte etme görevi, orta sınıfın sürekli toplumsal kesimlerle ilişki içinde olmasına yol açmaktadır. Bizzat orta sınıfın aşırı tüketiminin yol açtığı ekolojik sorun gibi etnik, dini, sınıf ve cins farkı tanımayan sorun, orta sınıf üzerinde giderek daha çok baskı kurmaya başlamıştır. Baskıdan kurtulmak amacıyla adeta yaşamı ve canlıları lime lime ederek pozitif bilimi geliştirme gayreti de ters tepmektedir. Buna da en iyi örnek tarımda ve hayvancılıkta yoğun kullanılan genetik bilimidir. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar geliştirmenin sebep ve yol açtığı negatif sonuçlar sıkça tartışılmaktadır. Buna toplumsal yaşamın ‘tadına ve tuzuna’ saldırı demek yerinde olacaktır.
Devletleşen, devleti besleyen, tüketimi geliştirerek kapitalist modernite çarkını döndüren, liberalizmle her türlü düşünceyi yoldan çıkaran, bulduğu ilk fırsatta faşizm uygulamalarına geçen, halk, demokrasi karşıtı olan orta sınıf, toplumu ve doğayı bir felaketle yüz yüze getirmiş bulunmaktadır. Doğasındaki bu özellikleriyle doğamızı yok etmenin eşiğine getirmiştir. Böylece kendisiyle tüm insanlığın ve üzerinde yaşadığımız gezegenin geleceğini -önlem alınmasa geri dönüşü mümkün olmayan- büyük tehlikelerle karşı karşıya getirmiştir. K. Marks’ın kapitalizmin kendi kendini yok eder öngörüsü başka yol ve yöntemlerle gerçekleşmeye başlamıştır. Ancak sistem kendisi ile birlikte toplumu ve doğayı da yok etmek üzeredir. Asıl tehlike de budur. Bu tehlikenin toplumsal yaşamda yarattığı sorunları sıralayarak bitiremeyiz.
Toplumsal sorun, tarihin hiçbir döneminde olmadık boyutlara varmıştır. Biyo-iktidar ile insan hücrelerine de sızmaya başlamıştır. Artan şiddet politikaları, işsizlik, yoksulluk, ekolojik sorun, kadın-aile sorunu, psikolojik hastalıkların artması gibi sonuçlar her kesi az ya da çok etkisi altına almıştır. Hatta zaman zaman orta sınıfın kendisi de (tabi yaşamı tehlike altına girdiği için) rahatsızlığını dile getirebilmektedir. Doğal olarak böyle bir dönemde toplumsal yaşama umut olacak, yeni ve demokratik temelde inşa edecek ideolojilerin ve pratik politikaların hızla devreye girmesi kaçınılmazdır. Özellikle son elli altmış yıllık düşünce ve pratik tablo bunun işaretleri ile doludur. Başta yerel demokrasi arayışları olmak üzere, kadın ve ekoloji mücadelesi, etnik ve dini hareketler, yetersizlikleri çok olsa da birçok alanda gelişmiş sivil toplum örgütleri, toplumsal soruna çözüm arayışlarının demokratik yapılarıdır. Giderek gelişen bu hareketlerin henüz sistem kuracak bir netlik ve uygulamaya kavuşmamış olmaları temel zaaflarıdır. Sistem kazanamamalarında orta sınıfın liberal ideolojisiyle yaptığı saldırıların etkisi çok büyüktür. Örneğin ekoloji mücadelesi veren örgütlerin birçoğu bu saldırının derin etkilerini yaşamaktadır. Doğrudan kapitalist tüketim kültürünü, sermaye birikimini hedef alıp sistem teşhirine buradan başlamak yerine yer yer çevre temizliği derekesine düşen tutumları bunu göstermektedir.
Hem sistemin kendi yapılarında hem de toplumsal yaşamın tüm alanlarında olup bitenlerin söylediği tek bir şey vardır; demokratik bir sistem geliştirmek, sınıf ve ezilmişliğe son vermekten de öte, insan olarak varlığımızı sürdürebilmemiz için artık bir zorunluluktur. İkincisi şimdiye kadar egemen sisteme karşı olma iddiası ile söylenmiş, pratiğe geçirilmeye çalışılmış yol ve yöntemleri olduğu gibi ya da kısmen güncelleyerek sürdürmek değil bambaşka düşüncelere ve pratiklere ihtiyacımızın olduğudur. Yeni bir paradigmaya ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyacı karşılayacak düşüncenin derinliği ve önerilerinin neler olması gerektiği konusunu, çok uzatmadan Pkk lideri Abdullah Öcalan’ın ahlaki ve politik toplum, demokratik toplum, demokratik modernite kavramsallaştırmalarını da açımladığı ve son beş eserinin bu ihtiyaçlarımıza yeterince cevap verdiğini belirtmemiz gerekir. Hem doğayı hem toplumu ele alan, toplumsuz doğanın manasız, doğa ile ilişkisi bozulmuş toplumun sonunu getireceğini belirten bu düşünce sistemi, ahlaktan ve en iyisini yapma anlamında politikadan vazgeçmememizi istemektedir. Toplumsal sorunun demokratik çözümünün insanlığın yeni bir zihniyet ve vicdan devrimi yapmasıyla mümkün olacağını belirten Öcalan, sistem önerisini Demokratik Ekolojik Ve Kadın Özgürlükçü Toplum başlığı altında sunmuştur. Kısacası Öcalan’ın fikirleri mevcut kaosu aşmamızı sağlayacak içeriğe sahiptir.
İnsanlık ve toplumsal yaşam gerçeği karşısında tam bir saldırganlık ve saçmalık hali olan kapitalist modernite gerçekliği, giderek çok daha fazla insan tarafından görülmekte ve karşı mücadelelere sevk etmektedir. ‘Kanser’ ve ‘deccal’ denilecek bu sisteme karşı basit ama oldukça etkili sonuçlara yol açacak adımların alternatif olma iddiasındaki örgüt ve toplumsal bileşenlerce atılmaması ideolojik yetersizlikleriyle ilgilidir. Günümüzün en önemli sorunun bu ideolojik karmaşadan kurtulmak olduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır.
Kapitalist sistemin yaratıp, medya üzerinden yaydığı sanal bir karmaşa söz konusudur. Sistemin toplumsal yaşam gerçeği karşısında hiçbir anlamı olmayan yoğun bir ‘sunumu’ vardır. Çok zengin, farklılıkları barındıran, her gün yeni bir gelişme yaratan sistem iddiasıyla toplum aldatılmak istenmektedir. İnsanların düşünmemesi için akla gelmesi zor yöntemler kullanılmaktadır. Kapitalist modernite sanal dünyayı gerçekmiş gibi sunarak kendini en gerçekçi ve özgürlükçü sistem olarak tanıtmaktadır. Rodeo atına bindirilmiş insanlığı, dörtnal koşan at’a bindiğine inandırmak için bin bir oyun düzeni kurulmuştur. Sistem pişmiş bir yemeği tekrar tekrar ısıtıp yeni yapılmış gibi sunabilmektedir. Bu iki örnek kapitalist sistem mantığının nasıl işlediğini göstermektedir. Her gün daha da bozulup kokan yemeği ‘moda, bu en iyisi, en sağlıklısı’ propagandası ile dillendirecek kadar gerçeklerden kopmuşluğuna ilericilik diyebilmektedir. Bu kokuşmuşluğu sunma ahlaksızlığının sistem nazarındaki adı da özgürlük olabilmektedir.
Demokratik modernite değerlerini bir sisteme kavuşturmadan uygarlık modernitesinin ve onun son temsilcisi kapitalist biçiminden kurtulmak mümkün olmayacaktır. Bunun için devletçi uygarlık gibi demokratik uygarlık değerlerinin de toplumsal yaşamımızda olduğunu bilmek gerekmektedir. Yaşam aslında demokratik uygarlık değerleri ile yaşanmaktadır. Devletçi uygarlığın esasta yaptığı şey, bu değerleri ele geçirip iktidar ve sermaye biriktirmektir. Bu nedenle demokratik uygarlık güçlerinin yapması gereken ilk iş sistemin tümüyle ele geçirmediği, geçiremeyeceği yerden alternatif yaşam inşasına başlamak olabilmelidir.
CİHAN EREN
YORUM GÖNDER