NATO, İSVEÇ-FİNLANDİYA VE KÜRT SOYKIRIMI
2022 NATO zirvesi, İspanya’da toplandı. İspanya, kapitalist moderniteye başlangıç sürecinde klasik sömürgeciliği soykırım temelinde en kapsamlı uygulayan devletlerin başında gelmektedir. Madrid, Lizbon’la birlikte sermayenin ilkel birikim dönemindeki uygulamasının başını çeken 2 başkentten birisidir.
NATO genel sekreterinin başkanlığında Sömürgeci Soykırımcı Türk Devleti’nin (SSTD) başı Tayyip Erdoğan, İsveç ve Finlandiya yönetiminin Kürtlere yönelik soykırım kararını güncelleştirmesi hem tarihi mekâna hem de söz konusu devletlerin karakterine uygun düşmüştür.
Halkların, emekçilerin, kadınların, gençliğin, gerçek özgürlüğün, demokrasinin ve doğanın düşmanı, sömürü, zulüm ve finans sermaye çarkının bekçiliğini yapan NATO’nun son yıllardaki toplantılarına bakarak, gündemlerini öngörmek o kadar da zor değildir. Rusya işgaline karşı Ukrayna savaşını derinleştirmek, Çin’i engelleme, sınırlama, Kürdistan özgürlük hareketini tasfiye etme, genel olarak da yayılma ve yayılmayı kalıcılaştırma vb. gündemleri tartışacakları öngörülebilir.
Henüz işin başında oldukları için toplantının kapsamlı bir analizini yapacak değiliz. Fakat Kürtler hakkında alınan soykırım kararının NATO’nun bir kararı biçiminde dönüşeceğinden kuşku duymuyoruz. Bu nedenle de esas olarak alınan bu kararın anlamı ve yaratacağı sonuçlar ve buna karşı, Kürt ve Kürdistan halkına, bölge halklarına, dünya ilerici devrimci sosyalist hareketlere, kadın hareketlerine, ekolojistlere düşen görevler üzerinde durmaya çalışacağız.
SSTD’nin başı, Ukrayna üzerinde yürütülen hegemonya savaşına bağlı gelişen süreçte İsveç ve Finlandiya’nın NATO başvurusunu, kendi soykırım emelleri için bir fırsata dönüştürmek istemektedir. Rojava Devrimi ve PKK’nin tasfiyesi stratejisini İsveç ve Finlandiya yönetimlerine NATO üyeliğini onaylamanın karşılığı olarak dayatmıştır. Ve sonuçta 29 Haziran tarihinde SSTD’nin bu talebi Finlandiya ve İsveç devletleri tarafından kabul görmüş bulunmaktadır.
29 Haziran aynı zamanda Şêx Seid ve 47 yoldaşının SSTD tarafından idam edilişinin 97. Yıldönümü olmaktadır. Bu vesile ile Şêx Seid ve yoldaşlarını saygı ve minnetle anıyor “Kürt gençleri bizi utandırmayacaktır” sözünün gereğini yapacağımıza dair kararlılığımızı bir kez daha belirtme gereğini duyuyoruz. Bugün alınan karar aynı zamanda Kürt Soykırımının fiili olarak başlatılma süreci de olmaktadır.
Yine Önder Apo’ya SSTD’nin mahkemesinde idam cezası verilmesinin de 23. Yıldönümüdür. Bunlar tesadüf olabilir mi? Yine Lozan’ın yıldönümüne şunun şurasında 25 gün kalmıştır. Belli ki SSTD Kürdistan Özgürlük Mücadelesini, adına “çökertme planı” dediği soykırım planlamasına Finlandiya ve İsveç devletlerini de fiili olarak ortak etme sözünü bir memorandum biçiminde belgeselleştirerek almıştır. Dolayısıyla bu iki devlet sırf NATO’ya girebilmek için –ne kadar ciddi olarak güvenlik sorunu var kuşkulu ve tartışmalıdır- bir halkın soykırımına bilerek, isteyerek, planlayarak yani taammüden imza atmıştır. Bu imza sadece bu iki ülkenin imzası olarak ele alınmamalı ve okunmamalıdır. NATO’yu temsilen NATO genel sekreteri Stoltenberg de katılmıştır. Aylardan beridir bu soykırım planına katılım sağlamak için yoğun bir diplomasi trafiği sürmekteydi ve nihayet NATO genel sekreterinin gözetiminde bu soykırım planına imza atılmış oldu. Hem de demokrasi, eşitlik, özgürlük ve temel insan haklarının, değerlerinin korunması-geliştirilmesi adına tüm dünyanın gözleri önünde ekranlarda büyük bir sevinçle Kürtlerin soykırımına imza atılmış oldu.
Önder APO’ya karşı Uluslararası komplo da NATO’nun bir kararı ve planlamasıdır. Önder Apo bu kararın İsveç’te alındığını söyler. Kapitalizmin her türlü insani değerleri hem de insanlık adına, nasıl çiğnediğini bu konuda ne kadar hilekâr, çıkarcı, yalancı, ikiyüzlü ve sahtekâr oldukları bir kez daha anlaşılmış oldu. Kendi basit çıkarı için bir halkın hem de tarihin ilk köklü halklarından birisinin yok edilmesine bu kadar soğukkanlıca, canice, ahlaksızca ve vicdansızca onaylamayı halklar, emekçiler, kadın ve gençler yani kapitalist moderniteden çıkarı olmayan, zarar gören tüm kesimler bunu içine sindirmeyecek ve kabul etmeyeceklerdir.
Bu karar çok da şaşırdığımız, beklemediğimiz, sürpriz bir karar değildir. Önder Apo, Hitler’in kapitalist modernitenin bir ürünü olduğunu aslında söz konusu çıkarlar olduğu zaman yüzüne özgürlük-demokrasi-insan hakları maskesini geçirenlerin bir çırpıda Hitler ya da Musolini kesileceklerinin bir doğrulamasıydı. Evet, Hitler bir erkekti fakat o masada M.Teachar ve Tansu Çiller’in müsveddesi gibi duran bazı kadınların varlığı da bizi şaşırtmadı. Çünkü Kapitalist modernitenin erkek egemenlikli zihniyeti ile şekil almış, erkekleştirilmiş kadınlar sermayenin çıkarları söz konusu olduğunda daha çirkinleşeceklerini gözler önüne sermişlerdir.
Lozan neydi ki? Lozan’a katılanlar kimlerdi ki? Lozan konferansı Kürt soykırımını yine Türkleri yanına almak için Sovyet devrimi karşısında ön cephede tutmak için alınmış soykırım kararıdır. Bu anlamıyla Lozan, belki sistemleşmiş bir askeri- siyasi örgütün konferansı değil di, fakat bu yönüyle Lozan bir “Proto NATO mantığının ürünüdür” demek sanıyoruz yanlış olmayacaktır.
NATO’nun patronu ABD emperyalistlerinin daha grup aşamasındayken Özgürlük Hareketini tehlikeli bir örgüt olarak nitelendirmesini Tahran Büyükelçiliğinden elde edilen ve İran/Keyhan gazetesinde yayınlanan belgelerden biliyoruz. 12 Eylül zaten bir NATO-Gladio planı ve uygulamasıydı. Amed zindanındaki vahşet bir soykırım uygulamasının devamı ve tırmandırılmasıydı. 15 Ağustos atılımından sonra da ABD, NATO, SSTD, KDP ve İsrail ile birlikte Kürdistan Özgürlük Hareketini daha tomurcuklanma aşamasında tasfiye etmeyi önüne koymuştu. NATO’nun diğer bir koordinatör elemanı olan İngiltere’yi ziyaret eden dönemin Genelkurmay başkanı Doğan Güreş denen Kürt soykırımcısı “Londra’dan yeşil ışık aldık” demişti. Daha sonra NATO’nun aktif desteği ile gerçekten bir soykırım süreci Kuzey Kürdistan’da başlatılmış 4 Bin köy yakılıp yıkılmış, 4 milyona yakın Kürt yurtseveri de üzerinde doğup büyüdükleri topraklarından kopartılmışlardı. Ve binlercesi asit kuyularına atılan, sokak ortasında katledilen, evi köyü ile birlikte yakılan on binlerce adına faili meçhul denilen cinayetler işlenmişti.
Real sosyalizmin yıkılmasından sonra,ABD emperyalistleri öncülüğünde, Irak soykırımcı yönetimen karşı körfez Savaşı başlatılır. KDP ve YNK güçleri çekiş güç planlaması temelinde Güney Kürdistan’a yerleştirilir, uçuşa yasak bir bölge oluşturulur ve böylelikle KDP ve YNK güvence altına alınarak önce bir parlamento kurdurulur ve daha sonra da parlamentonun ilk kararlarından birisi PKK’yi tasfiye etme kararı olur.1992 sonbaharında PKK’ye karşı SSTD, NATO, Güneyli Güçlerin ve İsrail’in başlattığı saldırı, aynı zamanda Önderliğe karşı gerçekleştirilen uluslararası komplonun başlangıcı niteliğindedir. Ve bir stratejinin ilk taktik adımıdır.
NATO genel sekreterinin gözetiminde Tayip Erdoğan denen Kürt soykırımcısının dayatmasıyla alınan karar bu nedenle bize hiç de yabancı ve şaşırtıcı gelmedi. Yine işin başında NATO, SSTD ve KDP ihanet şebekesi bulunmaktadır. 1992 yılında bölgede hâkimiyetlerini kurmak için NATO tarihinde ilk kez 5. Madde yürürlüğe girmiştir. Yani “NATO’nun bir üyesi tehdit altında ise o tehdit tüm NATO’ya yönelmiş demektir. Dolayısıyla NATO harekete geçmelidir.” Bu temelde 1992 güney savaşında PKK tasfiye edilmek istenmiştir.
Ne zamanki SSTD Kürdistan Özgürlük Mücadelesi karşısında güç kaybediyor, daralıyor ve krize giriyor ise o zaman eş zamanlı olarak NATO ve KDP, SSTD’nin imdadına yetişiyor, bir can yeleği görevini görüyor. 2015 yılından bu yana AKP-MHP soykırımcı hükümetinin sürdürdüğü saldırılar sonuç vermemiş, Önderliğin demokratik ulus paradigması, tam tersine bölgede ciddi bir alternatif güç konumuna erişmiştir. Özellikle 2022 8 Martı, Newroz’un da kadınların, halkımızın ve Türkiyeli bazı devrimci-demokratik kişi, örgüt, aydın ve kurumların da katılımıyla ve en son Gemlik yürüyüşünde açığa çıkan halk direnişi AKP-MHP’nin planlarının boşa çıktığını gözler önüne sermiştir. Halkın bu direnişi, gerillanın 2021 yılından itibaren başlattığı Demokratik Modernite gerillasının tarz ve taktiği NATO’nun silahıyla, NATO’nun zihniyetiyle, NATO’nun eğitimiyle, NATO’nun parasıyla savaşan SSTD’nin ordusunu bozgunun eşiğine getirmiştir. Bu aslında NATO’nun da yenilgisi anlamına gelir. Zaten bu yenilgiyi iliklerinde hissettikleri için de NATO’nun şefleri, böylesine insanlık düşmanı bir soykırım kararını alabilmektedirler. Çokça Hitlere karşı olduklarını söyler ve lanetler yağdırırlar, ancak kendileri de Kürt soykırımını gerçekleştirmenin plan ve uygulamasına imza atmakta ve böylelikle, Hitlerle eşitlenmektedirler.
KDP ihanet şebekesi ise, zaten yenilmiştir, halkımızın nezdinde itibarı beş paralık olmuştur. Kürdistan Özgürlük Hareketi, SSTD ve NATO’ya karşı doğduğu kadar, aynı şekilde, işbirlikçi-ihanetçi KDP’ye rağmen de gelişmiştir. Gelinen aşamada bu yenilgiyi ve üzerinde saltanat kurduğu Kürdistan’ın zenginliklerinin elinden çıkıp halka gideceğinin derin korkusu ve aynı zamanda öfkesiyle hainlikte zirve yapmakta ama yine de tarihinin en zayıf konumuna düşmekten kurtulamamaktadır.
SSTD’nin iktidarı ve sözde muhalefeti açısından da durum çok farklı değildir. Savaşa yatırılan 2022 yıllık bütçesi daha 6 ay tamamlanmadan ek bütçe kanunu çıkarmak zorunda kalmışlardır. Bununda Kürdistan’da yürütülen haksız soykırım savaşının giderleri olduğu apaçıktır. Tabi olan işçiye, emekçiye, yoksula, köylüye, işsize, kadın ve gençliğe olmaktadır. Tam da soykırımcı sömürgeci hükümet sorgulanmaya başlamışken bir kez daha NATO’nun kirli ve kanlı eli işin içerisine girmiş, soykırımcı hükümete bir nefes aldırılmak istenmektedir. Böylelikle NATO Tayip Erdoğan, Devlet Bahçeli denilen Kürt Soykırımına yemin etmiş Türk Devletini Kürt soykırımında cesaretlendirmiş imkân ve güç sunmuştur.
Kürt soykırımcılarından birisi olan Devlet Bahçeli, yayınlanan Kürt soykırımı memorandumundan o kadar keyf almış ki, ”stratejik bir zaferdir” diyor. Zaten Soykırımcı faşist şef Tayyip Erdoğan, bu zaferin mimarı olarak kendisini görmektedir. Bilmeyen de sanır, bugüne kadar PKK ve Kürdistan özgürlük gerillası bu devletlerin veya NATO’nun aktif desteği ile mücadele ediyor, direniş ve savaşıyordu! Eğer bir gerçeklik varsa o da şudur: NATO’ya sırf girebilmek için, kılıktan kılığa giren, her türlü aşağılık davranışı sergileyen, yalvar-yakar olan kendileridir. Zaten İsveç ilk günden, özellikle Palme'nin katledilmesi komplosunu fırsat bilerek, PKK’yi terörist örgütler listesine almıştı. NATO’nun diğer kurucu üyeleri bundan daha farklı bir tutum içinde bulunmamışlardır. PKK Avrupa’da halkların, devrimci-demokratik güçlerin tarihsel özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin yarattığı zemin temelinde ve örgütlü mücadelesiyle vardır. Ama NATO’ya dayanarak yaşayan SSTD’nin kendisidir. Tıpkı solunum cihazına bağlanmış ölüm döşeğindeki hasta gibi, NATO’nin yaptığı suni tenefüs ile yaşayan SSTD’nin AKP-MHP hükümetidir.
Fakat bu mamerendum ile, esas olarak sömürgeci soykırımcı AKP-MHP hükümeti,ırkçı-milliyetçi-faşist kesimlere, ZAP, Metina, Xakurkê, Avaşin vb. yerlerde Kürdistan özgürlük gerillası karşısında yaşadıkları bozgunun yarattığı yenilgili ruh halinden kurtararak bir süre daha iktidarlarını ayakta tutmaya çalışacaklardır. Can çekişenlerin sunni teneffüsle ölümü ertelemek mümkün değildir.
Son yüzyıldaki Kürdistan tarihi ve son 50 yıllık mücadele tarihimizde Kürt soykırımını zihniyet ve planlaması kesinlikle ABD ve Avrupa’nın devletleri ve NATO örgütü tarafından yapılmıştır. Ve esas olarak da Önder APO’nun deyimiyle hareketimize karşı şanlı 15 Ağustos atılımından itibaren, Kürdistan Özgürlük mücadelesine karşı NATO gladiosu özel savaş yürütmüştür. PKK zaten NATO’nun 2. Büyük ordusuna sahip Ermeni, Asur, Keldani, Rum, Çerkez soykırımcısı Türk Devleti’ne karşı kurulmuş ve mücadelesini yürütmüştür. Dolayısıyla NATO’nun bu kararı Kürdistan Özgürlük Mücadelesini darbeleyeceği, gerileteceği ve tasfiye edeceği beklentisi içerisine giren SSTD’nin hükümeti ve sözüm ona muhalefet eden CHP ve sözüm ona sol uzantıları yanıldıklarını anlayacaklardır. Bu kararı alan NATO şefleri de Önderliğimize karşı gerçekleştirilen uluslararası komplo sürecinin ABD dış ilişkileri bakanının yaptığı itirafa benzer itiraflar yapmakta gecikmeyeceklerdir. KDP ihanet şebekesi de böyle bir uğursuz komploda yer aldığından bin kez pişman olacaktır. Zaten şimdiden çöküş ve dağılma ile yüz yüze geldiği görülmektedir.
Birde kendisini sol sosyalist olarak tanımlayan, özünde Kürdistan’daki Türk Sömürgeciliğini sol sosyalizm ve devrimcilik adına meşrulaştırmaktan öte bir şey yapmayan sosyal şovenler, her fırsatta PKK’yi emperyalizmin işbirlikçisi vb. alçakça ifadelerle itham edenler, acaba NATO’nun Kürdistan Özgürlük Mücadelesi hakkında almış olduğu bu karar karşısında kendilerinden utanmayacaklar mı?
Varsın SSTD’nin yöneticileri kurban bayramıyla birlikte çifte bayram yapsınlar, çanakyalayıcı medyatörler, faşist şefe methiye üstüne methiye dizsinler. Bunların hepsi sadece ve sadece Kürdistan halkının haklı davasını, Önder APO’nun ve PKK’nin büyüklüğünü ve Kürdistan özgürlük gerillasının yenilmezliği karşısında yaşadıkları yenilgili ruh halinin itirafından başka bir şey değildir. Alınan bu soykırım kararı, Önderliğin ve PKK’nin büyümesini, evrenselleşmesini ve insanlığın ağırlaşan sorunlarına çözüm gücü olmasını engelleyemeyecektir. Çünkü V.Hugo’nun dediği gibi “zamanı gelmiş düşüncelerin önündü hiçbir güç duramaz”. Önderlik ve PKK zamanı gelmiş, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğünü esas alan bir düşünceyi esas alıyor ve pratikleştiriyor. Ve kendi özgücüne dayanıyor ve güveniyor.
NATO ve Avrupa Ulus devletlerinin bu karara imza atan devlet yöneticileri Kürt halkının ve dostlarının nezdinde birer Franco, Salazar, Musolini ve Hitler’den öte bir şey değildirler. Ellerinde ve alınlarında her zaman Kürt kanı olacaktır ve lanetle anılacaklardır. Sadece Kürtler nezdinde değil, insanlık içinde de aynı şekilde anılacakları kesindir. Kapitalist modernite güçleri, her türlü yöntemle, toplumsallığı öldürerek, insana özgü özellikleri çokça öldürmek istediler ancak bunu başaramadılar, başaramayacaklar da. Bu nedenle de bir kez daha maskeleri düşmüş, kapitalizmin buz gibi çıkarları tüm iğrençliği ile ortaya dökülmüştür. Başta Avrupa halkları olmak üzere tüm devrimci-ilerici kesimleri Kürde soykırım anlamına gelen bu karara karşı seslerini yükseltme ve bu kararı ortadan kaldırıncaya kadar mücadele etmek bir ahlaki ve politik sorumluluk haline gelmiştir.
YASİN NAVDAR
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
YORUM GÖNDER