GLADİO MERKEZİ NATO VE TÜRKİYE UZANTILARI (1.BÖLÜM)
Komploculuk, toplumsal olaylarda olağan süreçlerin dışında, sadece aleyhteki güçlerin değil, yanında saydığın yakınlarının bilinçli veya gafletleriyle de birleşerek, hedef aldıkları kişi, grup, parti veya halk gücünü darbeyle düşürme ve yasadışı duruma sokma hareketidir. Tertipçiler peşine düştükleri kişi, grup, parti, halk veya daha üst düzey toplumsal hedefler üzerine sürekli plan geliştirip, bütün kritik noktalarda güçlerini hazırlayarak, fırsat bulduklarında hedeflerini avlamayı esas alırlar. Kürt halkının özgürlük hareketi en ufak adım attığında, her ülkede peşinde yasalara, politik esaslara ve hatta askeri savaş kurallarına göre bir yönelimden ziyade, karanlıkta geliştirilen planlarla bir takip başlatılır. Hiçbir kurala sığmayan yöntemlerle imha, ezme, korkutma, tahrik etme, kaçırtma, teslim alma, işkence, hapsetme, ekonomik iflas, moral değerleriyle oynama, sahte yaşam, zaaflarını kullanma, para, ikbal vb. çelişkili tüm yollar denenerek, özgürlük hareketi bertaraf edilir. Dikkat edilirse, normal bir savaş mantığı bile geçerli değildir. Kirli veya özel savaştan da ağır bir uygulamadır komploculuk; çünkü içinde dost geçinen var, gafil yoldaş var. Kürt halkının özgürlük tarihini, bu anlamda aynı zamanda bir komplocular tarihi olarak ele almak, abartı sayılmaz; tersine daha çok gerçeklere götürür. Çünkü başka halklara benzer bir tarih yaşamıyoruz.
1925’ten itibaren Kürtlere, solculara, İslâmcılara hatta tüm farklı düşünce, hareket ve örgütlenmelere yönelik imha, göçertme, tutuklama, işkence ve asimilasyonlarda da ağırlıklı olarak aynı tekçi ulus-devlet zihniyeti rol oynar. NATO’nun Gladio örgütlenmeleriyle bu zihniyet, daha da geliştirilmiş olarak tüm emekçi toplum kesimlerinin, Türk ve Kürt demokratları ve sosyalistlerinin üzerinden bir buldozer gibi geçer. Kürtleri inkâr ve imha politikasıyla tamamlanmak istenen ulus-devletçilik, Cumhuriyet’i çözülüşün, devasa problemlerin, sürekli krizlerin, her on yılda bir başvurulan askeri darbelerin ve Gladio ile yürütülen bir özel savaş rejiminin içine çekmiştir.
Faşist unsurlar, NATO Gladio’sundan çok önce Kürtlere karşı gizli-açık bir özel savaş geliştirmişlerdi. Görünüşte anti-Cumhuriyetçi gerici unsurlara karşı Cumhuriyet değerleri savunuluyordu. Hâlbuki Kürtlerin, Cumhuriyet’e karşı bir hareketi yoktu. Cılız da olsa Ulusal Kurtuluş sürecinde kendilerine vadedilen eşitlik ve özgürlük haklarını talep ediyorlardı. Bu talebin, 1071 Malazgirt Savaşından başlayıp, 1514 ve 1516 Çaldıran ve Mercidabık Savaşlarına, oradan 1919-1922 tarihleri arasındaki Ulusal Kurtuluş Savaşına ve geride kalan yaklaşık dokuz yüz yıllık devlet iktidarının birlikte sürdürülmesinde komşu ve dost halklar olarak bir arada yaşamalarına kadar uzanan tarihsel kökleri vardı. Dışlanmalarının, hiçbir tarihsel ve toplumsal gerekçesi yoktu. Fakat Kürtler, Kapitalist Modernitenin faşist gerçeğini tanımıyorlar, karşılarındaki faşist tezgâhı kavrayamıyorlardı. Geleneksel ortak devlet ve komşu halklar hukukuyla hareket ediyorlardı. Bu yönlü beklenti içindeydiler.
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri, sivil faşist unsurların bastıramadığı devrimci hareketlerin ancak askeri darbeyle durdurulabildiğini gösterir. Sistemin bu en muhkem kalesi, sürekli karşı devrimci sivil faşist hareketlerle takviye edilen askeri darbelerle korunabilmektedir. 1925’ten beri başta Kürt kimliği olmak üzere faşist moderniteyi tehdit eden tüm kültürel varlıklara ve demokratik kıpırdanışlara karşı savaş halinde olan Beyaz Türk Komplocu Sistemi, açığa çıkıp teşhir oldukça daha da çılgınlaşıyordu. NATO Gladio’sunun en güçlü operasyonel birimlerine sahipti. Tüm siyasi yapılanmaları, avucunun içine almıştı. Sınırlı ölçüde bir kontrolden çıkış ya sivil faşist odaklarla bastırılıyor ya da bu güçler yetmeyince tüm ordu harekete geçiriliyordu. Proto-Siyonist bir sistem olarak rol icra ettiği için küresel hegemonik güçlerce destekleniyordu. Halkını bu denli kontrole alan başka bir örnek yoktur. Dolayısıyla Beyaz Türk Modernitesinin bunalıma girmesi, küresel sistemi yakından ilgilendiriyordu. 12 Eylül faşist darbesiyle bunalımdan çıkılmak istendi. Ekonomik alanda dışa açılma ve Küresel Finans Sistemi ile bütünleşme, ideolojik alanda laik milliyetçilikle birlikte Türk-İslâm milliyetçiliğine yönelme ve laikçi ulus-devleti, Türk-İslâm ulus-devletiyle takviye etme, temel çıkış politikaları oldu. 12 Eylül darbesi, NATO Gladio’sunun en kapsamlı eylemiydi. Tüm Ortadoğu halklarının devrimci-demokratik eylemlerini kalıcı bir biçimde bastırmakla görevliydi. Günümüze kadar bu rolünü, sistemin tüm sivil faşist odakları ve yarı-militer unsurlarıyla birlikte yürütmeye çalışmaktadır. İktidar ve muhalefetiyle tüm siyasal partiler, aynı çarkın birer dişlisi olarak en önemli rolü oynamaktadır.
Gladio Hareketinin bir numarası olarak ABD, baştan itibaren hem 12 Eylül faşist darbesinin desteklenmesinde ve tüm demokratik ve sosyalist güçlerin tasfiyesinde hem de bu hareketlerin bir parçası olan Kürt hareketini tasfiye etmede aktif rol oynadı. 1984’ten sonra uygulanan tüm askeri imha operasyonlarını destekledi. Diplomatik ve politik tecrit uyguladı. En kapsamlı Gladio eylemi olarak Abdullah Öcalan’ın tasfiye edilmesinde, tüm NATO ve reel sosyalist sistemi kullandı. Türkiye’yi, Suriye’nin üzerine saldırttı. İsrail de zaten bu politikanın bizzat hazırlayıcısı ve ustaca uygulayan gücüydü. Suriye, bu kapsamdaki tasfiye hareketlerine karşı uzun süre direndi. Ama sonunda onlar da Rusya da ulus-devlet çıkarları gereği, bazı gizli anlaşmalarla, hâkim sistemle uzlaşmaktan geri kalmadılar. Esas belirleyici hegemonyanın, ABD önderliğindeki Kapitalist Modernite Sistemi olduğu, bu tasfiye sürecinde bütün çıplaklığıyla kanıtlandı.
Kürdistan’da, özgürlük hareketine karşı savaşan esas gücün, NATO’nun gizli ordusu Gladio güçleri olduğu, netleşmiş bulunmaktadır. 1985 yılında, Almanya merkezli NATO Gladio’su, harekete geçirildi, gizli yürütülen bir savaşın söz konusu olduğu, çok sonraları anlaşıldı. NATO kurulduğundan beri gizli ordu, en çok İtalya, Yunanistan, Türkiye ve Almanya’da devrimcilere karşı harekete geçirildi. Sovyet Rusya’nın tehdit olmaktan çıkması ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, Türkiye dışındaki diğer NATO üyesi ülkelerde önemini yitirdi. Türkiye’de ise, tersine, çok daha üst düzeylere taşındı. İran Devrimi (1979) ve Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali (1980), bunda önemli rol oynadı. Ayrıca Ortadoğu’da oynadığı jandarma rolü nedeniyle Türkiye Gladio’suna sınırsız destek sağlandı. İsrail’i koruma istemi de bunda önemli bir etkendir. Petrol kaynakları ve işbirlikçi iktidarların korunmasının gerekliliği, Gladio’yu hep devrede tutmaya zorlayan diğer önemli etkenlerdir.
Türkiye Gladio’su, Türk devrimcilerinin kalan son izlerini de 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle temizlemişti. 15 Ağustos 1984 Hamlesi, hesapta yoktu. Gerçekleştiğinde ise, başlangıçta basit bir sol maceracı çıkış sanıldı. Klasik ordu, polis ve istihbarat güçleriyle hemen üstesinden gelineceğine inanıldı. Fakat ilk yılda işinin bitirilememesi, meselenin NATO’ya taşırılmasına yol açtı. NATO, kuruluş yasasının 5. maddesine göre müdahalede bulunmayı 1985’te kararlaştırdı. Alman devletinin aynı yıl Kürt özgürlük hareketini ‘terörist örgüt’ ilan etmesi, bu karar nedeniyleydi. 1985’ten sonra da görünüşte Türk güvenlik güçleriyle çatışıyordu. Bilinçli olarak bu görüntü verdirilmişti. Savaş, özünde NATO Gladio’suyla yürütülüyordu. Elbette Gladio’nun Türkiye’deki kolu, çok büyük rol oynuyordu. Ama tek kol değildi. Sayıca büyük olması, sonuç almasına yetmiyordu. Türk güvenlik güçlerinin tek başına, değil yıllarca bir yıl bile o kapsamda savaş yürütmesi zordu. Sürdürse bile kısa bir süre içinde devlet olarak iflası anlamına gelirdi. Dolayısıyla açıktan olmasa ve mekanizması büyük oranda gizli çalışsa da savaş, bir NATO savaşıydı. Günümüzde Afganistan’da ve Irak’ta, daha önceleri Somali’de yürütülen savaşların çok üstünde boyutları olan ve uzun süreli yürütülen bir savaştı bu. Kürdistan’daki halk savaşının düzeyi genişleyip derinliği arttıkça, bu gerçeklik, yavaş yavaş açığa çıkmaya başladı. Almanya’dan sonra ABD ve İngiltere’nin, 1990 sonrasında Kürt özgürlük hareketini ‘terörist’ ilan etmeleri, daha önceki Papa suikastı ve Olof Palme cinayeti de dikkate alındığında, gerçeği biraz daha anlaşılır kıldı. İtalyan Gladio’sunun açığa çıkarılması, diğer önemli bir aşamaydı.
Daha öncesinde de demokratik ve sosyalist muhalefete ve Kürt halkının varlığına karşı yürütülen Cumhuriyet dönemi komplolarını hatırlamak gerekir. Mustafa Suphi önderliğindeki Komünist Parti Merkezinin on beş üyesi, komployla 1921 yılının Ocak ayı sonlarında Karadeniz’de boğdurulmuş, aynı yıl komployla Çerkez Ethem kuvvetleri de dağıtılmıştır. Lozan anlaşmasının İzmir İktisat Kongresi ve Musul Kerkük Deklarasyonu temelinde İngiltere tezlerinin kabulü ve Misak-ı Milliden verilen tavizlerle sonuçlanması, savaşta kazanılanın masada kaybedilmesi, sahte barış ve ihanet anlaşması olarak nitelendirildi. Birinci BMM tarafından onaylanmayacağının anlaşılması üzerine, Lozan anlaşmasına en önde muhalefet eden Lazistan Milletvekili Ali Şükrü Bey cinayeti ve birinci meclis feshedilir. Merkezi liste usulüyle Alman yanlısı olmaktan İngiltere yanlısı olmaya kayan ittihatçı kadroların doldurulduğu İkinci BMM eliyle Lozan’ın onaylatılması ve tekçi 1924 ulus-devlet anayasasıyla Cumhuriyetin asli müttefikleri olan Sosyalistler, Çerkezler ve Lazların tasfiyesinden sonra sıra Kürtlere gelir. 15 Şubat 1925 Piran provokasyonuyla yaratılan isyan bahanesiyle Kürtlerin varlığına yöneltilen asimilasyon ve soykırım uygulamaları, resmen (Şark Islahat Planının açıklanması) başlatılmıştır. Menemen komplosuyla da cumhuriyetin diğer müttefiki Ümmetçi Müslümanlar Sistem dışına atılır. Buna karşı gösterilen tepkiler, tek devlet, tek millet, tek dil, tek parti, tek şef nakaratları altında takriri sükûn, istiklal mahkemeleri, sıkıyönetimlerle ve en son 1938 Dersim katliamıyla bastırılıp, halkın geri kalan önemli bir kesiminin mecburi iskânıyla sonuçlandırılmıştır. Bu dönemde, İngiliz ve Fransız emperyalizmiyle sağlanan anlaşma temelinde Kürdistan’ın parçalanması ve Kürtlerin kimliklerinden uzaklaştırılması için her türlü baskı, sömürü ve asimilasyon yöntemi uygulanmıştır. Amaç, homojen bir ulus-devlet yaratmaktır. Bunun için her tür özel savaş yöntemi ve komplolar İttihat ve Terakki döneminde bolca uygulanmıştır. Yine Kürt isyanlarında ve Komünist Parti’yi tasfiye etme girişimlerinde yoğunca denenmiştir. Temel özellikleri, şunlardır: Birincisi, devrimci güçlerin halkla bağını koparmak ve halkı, bu güçlere karşı çıkarmak için gerilla veya isyancı maskesi altında cinayet timleri kurmak ve işletmektir. İkinci yöntemi, gerilla komutanı veya isyan önderi olabilecek değerli kadroların hedef alınması ve öldürülmesidir. Kürt isyanlarında ve Türkiye’de solcu liderlerin tasfiye edilmesinde benzer yöntemler kullanılmış ve komplolarla önder kadroların imhası gerçekleştirilmiştir.
ALİ FIRAT
YORUM GÖNDER