HAKİKAT ARAYIŞCILIĞI BİR SORGULAMA İŞİDİR (5.BÖLÜM)
Her Var Oluş Bir Realite Bir Hakikattir;
Beyin düşünce organıdır, muhakemeye dönüştürüyor, bir hakikate ulaştırıyor, anlam gücü kazandırıyor. Algılamalar, bilmeler dışarıdan maddi şeylerden geliyor. Her var oluş bir realite bir hakikattir. Bilgi toplamak bu varoluşlardan, varlıklardan oluyor, o gerçekleri alıyor. Hakikat ise onun anlam gücü kazanmasıdır dedik. Yani gerçekle hakikat arasındaki fark odur. Gerçek; varlığın oluş biçimi, varoluş halidir, buna da realite deniliyor. Hakikat ise insan beyninin faaliyetiyle oradan bir anlam gücü yaratması, bilinç oluşturmasıdır. Bilinç, varoluşun aynısı değildir, fakat bir eylem de değildir. İnşa olma değil, ona hazır olma halidir. Hakikat ile bunların bağını kurmalıyız, kuramazsak öyle de anmazsak kopuk kopuk kalır. O zaman bilgi, algı, hakikat, fikir, zihniyet, yöntem, teori, bunları birbirinden çok kopuk öğrendik mi buradan bir sonuca varamayız. Bunların bir biriyle ilişkisini, bağını iyi ve doğru kurabilmemiz lazım.
O halde hakikatle düşüncenin, fikrin, zihniyetin bir ilişkisi olmalıdır. Bu ne olabilir? Hakikati anlam gücü olarak tanımladık. Anlam gücü olarak, evrenin anlam gücünü nereden bulacağız? Önderlik, “Özgürlük diyesim geliyor” dedi. Topluma döndü, toplumun başlangıç haline gitti, bugünkü durumunu değerlendirdi, oradan toplum için, birey için, insan için bazı sonuçlar çıkardı, “özgürlük” dedi, “doğruluk” dedi, “güzellik” dedi. Önderlik hakikati insan ve toplum doğasına, özüne ve dolayısıyla doğaya ve evrene uygun olan bir hakikattir. Bunun da ölçülerini böyle belirledi. Hakikat bozulmasını bunların yitimi olarak gördü. Özgürlük yerine, köleliği; doğruluk yerine, yalanın, hilenin, aldatmanın; güzellik yerine, çirkinliğin, sömürünün, birbirini yok etmenin ortaya çıkması olarak tanımladı. Bunlar hakikat yitimleridir. İnsan ve toplumun gerçek özünden kopması, bitirilmesi, tahrip edilmesi oluyor.
Bunlarla ele aldık mı, hakikatin pratiğe yönelim hali fikir ve düşünce oluyor, zihniyet dediğimiz orada şekilleniyor. Anlam gücü; birey ve toplum faaliyetine, pratiğine yönelir, ona ışık tutup ona dönüşmek istediği zaman düşünce oluyor, zihniyet oluyor, sistem kazanıyor, kendini de yöntem ile izah ediyor. Yöntemle bağını da öyle kurmamız lazım. Zihniyet-fikir, birey ve toplum pratiğine dönüşmek isteyen, onu aydınlatan bir hakikat oluyor.
Örneğin mitoloji, din, felsefe tartışmalarında sadece yönteme indirgeniyor olmaları yanlıştır. Bunların hakikatle, zihniyetle bağları var, bunları zihniyet ve hakikat olarak görmez, sadece yönteme indirgersek doğru anlayamayız. Anlayalım diye de birbirinden kopartıyoruz. Zaten parçalanmışlık, koparılmışlığı Önderlik eleştirdi. İşte o tarz anlama insanları, toplumu bu hale getirdi, kendilerini var eden gerçekliği yok etme tehlikesiyle yüz yüze bıraktı. Öyle yaparsak biz de o anlama düzeyini aşamayız.
Yazıya geçiş birçok şeyde değişiklik yarattı. Şöyle bir durum da var: Yazıya geçiş iktidarcı ve devletçi uygarlığın gelişimine de yol açtı, onunla da tümden özdeş değil ama zamanlama da yatkın, dolayısıyla yazının bulunduğu dönemden önceki bütün mitolojik dini anlatımlar yazıyla birlikte birleştirildi, yazıya geçirildi, bir şeylere mal edildi. Örneğin Sümer mitolojisini diğeri anlatıyor, o Sümer’in yarattığı değildir, Sümer yazısıyla aslında ondan önce binlerce yıl insanlığın hafızası ve sözlü anlatımı olarak gelmiş. Bir de yazıya iktidar ve devlet sistemi damgasını vurdu. Biraz da onları haklı çıkaracak şekilde de aslında yazıya geçiriliyor. Bir kısmı unutulmuştur, bir kısmı böyle özümsenmiştir. Bunları kabul etmemiz lazım. Yine de böyle olmayan, merkezi uygarlık dışında ya da kenarında, uzağında kalmış etnisitelerin, toplumların anlatımları var. Hala Amerika’da da var, Ortadoğu’da da vardı, değişik yerlerde bunlar biraz açığa çıkartıldı, fakat çok derli toplu olmadı, çünkü reel sosyalizm pozitif bilimciliği esas aldı. Tarihe böyle yaklaşmadığı için birçok değer kayboldu, birçok fırsat kaçırıldı. Mitolojiyi değerlendirir ve anlamaya çalışırken kesinlikle bir de öyle düşünmemiz gereklidir.
O nedenle mitolojinin anlam verme durumu önemlidir. ‘Canlıcılık’ diyor, her şeye bir yaşam gerçeğiyle bakıyor, çok önemlidir. Din, mitolojinin canlıcılık zihniyetini değiştirdi. Görünmeyen bir gücün idare ettiği bir metafiziğe dönüştürdü. Felsefe bunu çok tehlikeli buldu ve zıt ucuyla daha çok da materyalist felsefe, pozitivist felsefe tersinden bunu reddetti. ‘Her şey maddedir, deneydir, maddi olarak var, metafizik düşünce alanı tümüyle bu maddi varlığın bir yansımasıdır, ondan ibarettir, her şeyi maddi varlık belirliyor’ diyerek olguculuğu, objektivizmi geliştirdi.
Yöntemler, ayrıştırmalar bunların ifade edilmesidir, ama zihniyetin bu biçimde bir gelişimi var, insan ve toplum zihniyetinin bir oluşumu var. Yöntemler -özellikle de parçalayıcı yöntemler- bunu daha da derinleştirdi, karşıt uçlaşma, varlığı birbirinden bu kadar koparma hakikat algısını kopardı ve zihniyet parçalanması ortaya çıktı. Bu da her türlü istismara, baskıya, sömürüye yol açtı. İnsan ve toplum gerçeğinin özüne uygun hakikat algılarının anlam güçlerinin değişmesine, toplumun, insanların bir kesiminde farklı algılamaların, hakikatlerin oluşmasına, iyi, doğru, güzel ölçülerinin değişmesine yol açtı.
Sınıf, devlet, hiyerarşi, baskı, sömürü buradan ortaya çıktı. Bu da toplumun bir bölümüdür. O bakımdan zihniyet ve düşünceyi hakikat ile bağlantılandırmak sanki böyle daha anlaşılır olabiliyor. Düşüncenin belli yöntemlerle ifadeye kavuşturulmasına teori diyoruz. İlkeler, ideoloji, politika, program, örgüt, tüm bunların toplumsal pratiğe dönüşmesi haline getiriyoruz. Ama bunların hepsine yön veren hakikat ve onun zihniyete dönüşmüş yapısından kaynaklanıyor. Fikir gücü, zihniyeti neyse düşünce gücü bir yöntemle kendisini öyle ortaya koyuyor. Ona göre farklı farklı düşünce sistemleri, fikir sistemleri ortaya çıkıyor. O izahlara teori, strateji, taktik vb. pratik uygulamalar diyoruz.
Yöntem açısından pozitif bilimciliğin düz ilerlemeci mantığını düşünce alanında da bırakmak lazım. Nasıl ki ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum biçiminde toplumsal gelişme aktarımı yanlıştıysa, benzer anlatım her toplumsal zamanlamaya, kategoriye bir düşünce zihniyet tarzının tekabül ettiği biçimindeydi ve mitoloji-din, felsefe-bilim en son düşündeydi. Nasıl ki sosyalizm-komünizm en son oluyor ve ondan sonra artık toplumun gideceği daha ötesi yoktur deniliyorduysa, yine bilimden öteye de gidecek yer yok deniliyordu. Böyle yaklaşmamak lazım. Kuşkusuz belli zamanlamaları var, hiç zamansız değiller, ama öyle her biri birbirinden ayrılmış zamanlama değildir. Örneğin filan zamanlar arasında mitoloji var, oradan bitiyoruz dine geçtik, oradan bitiyoruz felsefeye geçtik! Öyle değildir. İktidarcı ve devletçi uygarlık öncesi, merkezi uygarlık öncesi esas olarak mitolojik düşünce tarzı, zihniyet, dini düşünce tarzı, sanat bunlar iç içe ve birlikte varlar. Birbiriyle tartışmış birbiriyle mücadele etmiş olabilirler, -ki öyledir de, ama hemen biri çıkmış toplumsal doğada diğerini yok etmiş artık düşünceyi tümüyle kendi tekeline almış değildir, iç içe var olmuştur.
Pozitif bilim esas olarak kapitalist moderniteyle bağlıdır. Felsefe, iktidar ve devlet sistemi içerisinde ilk çağdan beri insanların yaşamı açıklama yöntemlerinden, biçimlerinden bir tanesidir. Fakat aynı dönemde tabi ki mitoloji de, din de, sanatta da devam ediyor. Belki etki düzeyi azalmış olabilir, bir kısmının özellikle dinin çok azaldığı görülmüyor. Dincilik şu anda çok etkili bir zihniyet biçimi, yöntemi olarak devam ediyor. Sanat içeriği değişebilir, ama yine de öyledir. Dinin de içeriği değişmiş dincilik olmuştur. Mitolojinin etkisi daraltılmış, bozulmuş olabilir, ama mitoloji diğer düşüncelerin içinde var, ayrıcı toplumda yaşanan olarak da var, özellikle toplumun derinliklerinde iktidar ve devlet sisteminden uzak olan bu sistemin zayıf olduğu yerlerde mitolojik zihniyetin etkisi çok fazladır. Kürdistan’da çoktur. Son dönemlerde azaldı, düşünce parçalanması çoktu, ama 40-50 yıl önce çok daha fazlaydı. Eski insanların çoğu Kürt aydını denen birçok insanın düşünce tarzı, anlatımları mitolojikti. Mesela Botan’da çoktular. Gerilla Botan’a girdiği zamanda da örneğin Botan-Eruh hattın da sözde din alimleriydiler, ama bir taraftan da materyalisttiler hiçte öyle idealist filan değildiler, en değme materyalistlere taş çıkartacak kadar kendilerine göre bir düşünceleri vardı, öyle tümden dinin idealizmini mevcut dincilik düzeyinde öyle özümsemiş değillerdi, ama din alimi görünüyorlardı, toplumda öyleydiler, dini önderlik yapıyorlardı.
Hakikatin Amaçla Bağı Güçlüdür;
Strateji; amaca götüren en kısa yol olarak tanımlanıyor. Önderlik, hakikati açıklama yöntemi için de bunu kullanıyor. Strateji; amaca ulaştıran, ideolojik-siyasi amaca ulaşmada en kısa yol olarak tanımlanıyordu. O yol nasıl bulunuyordu? Stratejik analizle bulunuyordu. Önderlik, “Strateji, düşüncedir” dedi. Bir analiz gücüdür. Aynı zamanda yol olabilmesi için de amaç gereklidir. Amaç esastır, bir amacımız olmalı ki, yoldan, yöntemden söz edebilelim, bir yere ulaşmaktan söz ediyoruz, nereye ulaşacağız, onun önce tespit edilmesi lazım. Strateji de o yolun bulunmasıdır. Düşmanın durumuna göre, yolda yürüyeceğinin durumuna göre, yolun coğrafi durumuna göre, çevresinde olan güçlerin yani üçüncü güçlerin potansiyellerin durumuna göre belirleniyor. Bütün bunların hepsi analiz ediliyor, buna göre birçok yoldan o amaca belki gidebilirsin, ama onun en kısasını benimsiyorsun, tabi en uzağını benimsemezsin. Amaca gitmek için birkaç yol buldun, ‘ben en uzağından giderim’ diyemezsin, tartışılacak bir durum da değildir. Birçok yol varsa en kısa olan, en hızlı amaca ulaştıracak yoldan gidersin. Hakikat açıklaması açısından da yöntemin de tanımı olarak Önderlik bunu yapıyor. Hakikatin amaçla bağı güçlüdür, sadece amaç ile açıklamıyor, “hakikati açıklama metodu” diyor. Metot, yöntemdir. Hakikati açıklama yolu diyelim. ‘Yöntem’ diye tartıştığımız nokta budur.
İnsanda Gözlenen Hakikat Aslında Evrenin Hakikatidir;
Peki hakikat nedir? Neyi açıklayacağız? O da yaşamın anlamına bağlıdır. Evren için, insanlık için hakikat; yaşamın anlamına varmadır. Ortada bir yaşam var. Bir evren oluşmuş, dünya oluşmuş, canlılar oluşmuş, onun içinde bir de insan oluşmuş, bu varlıkta akıl ve düşünce gelişmiş, kendini fark eden varlık olmuş ‘ben ne yapıyorum, kimim,’ sorusuna cevap arıyor. Ölüyor, ‘ölünce ne olacağım?’ ‘Yaşamak ne demek, ölmek ne demektir?’ ‘İnsan ne demek? Bitki ne demek? Dağ ne demek? Su ne demek?’ Yani içinde bulunduğu her şeye tanım getirmek, anlam kazandırmak ve böylece kendini tanımak istiyor. Temel amacı; kendini tanımaktır, elbette çevreyi tanımayı da öngörüyor. Bunun için de hedef yaşamın anlamına varmaktır.
Önderlik onu da belirtiyor. “Hedef yaşamın anlamına varmaktır, yöntem buna aracılık etmelidir” diyor. Yani yaşamın anlamına varmayı, yaşamı anlaşılır kılmayı ortaya çıkartmalıdır, izah etmeli, ifade etmeli, aracısı olmalıdır. Düşünce yöntemleri olarak ele aldığımız tartıştığımız yöntemlerden anlamamız gereken budur. Bir hedef var, amaç yaşamın anlamına varmaktır. Yöntem bizi buraya götürmelidir. Anlamadığımız, içinde yer aldığımız yaşamı bize daha fazla anlaşılır kılmalıdır. Önderlik onun için kendi yöntemini “anlamcılık” olarak da ifade etti. Hakikat rejimine “yorumlama yöntemi” dedi. “Yorum sanatını, yorumculuğu esas alıyorum” dedi. Neyle alıyor? Evreni insanda gözlüyor, evreni anlamak istiyor. Pozitif bilimciliğin matematiği, fiziği, biyolojiyi esas alan yöntemlerini ve ona dayalı evrim teorisini yeterli bulmuyor. Evreni sadece katı madde olarak tanımlamak doğru değil, evren gerçeğini izah etmiyor, dolayısıyla mikro evren insandır. İnsan yaşamının gözlemlenmesi, analiz edilmesi evreni anlamaya daha fazla hizmet eder. İnsanda gözlüyor, açığa çıkartıyor, yaşamın anlamına ulaşıyor, onu yorumluyor, yorumlayarak evrenin anlamına ulaşmaya götürüyor. Evreni, birinci doğayı, üçüncü doğayı anlamaya çalışıyor, onun için yorum sanatı diyor. İnsan ve toplumu inceliyor, oradan çıkarttığı sonucu yorumlayarak, genelleştirerek evreni tanımak, anlamak istiyor. Böylece yaşamın anlamına ulaşmak istiyor.
Ona dayanarak, “evren sadece maddi değildir” dedi. Evrenin de bir adaleti, hukuku, ahlaki ilkesi, yargısı, özgürlüğü, amacı var. İnsanda gözlenen hakikat aslında evrenin hakikatidir. Önderlik, “Ö0zgürlük evrenin amacıdır” dedi. Doğruluğu, güzelliği evrenin amacı, hakikati olarak koyuyor, oraya varıyor. O bakımdan yöntemlerini tartışırken de böyle ele almamız daha anlaşılır olacaktır. Hakikat rejiminin de esası budur. Yorum sanatı esas alınır, insan esas alınır; doğru, insanda çözümlenir. Maddi bilimlerin ötesinde toplum bilimle analiz edilir. İnsan, psikolojiyle insan bilimiyle analiz edilir, oradan insan ve toplum yaşamının anlamına vardıkça o da yorumlanarak evrenin anlaşılma düzeyi geliştirilebilir. Bunu insan düşüncesinin temel sorunu ve sürekli uğraşacağı, gelişme sağlayacağı, ama sonuca da ulaşamayacağı bir uğraşı olarak Önderlik ifade etti. Evrenin tümden tanınır olmasının mümkün olmadığını da ifade etti. Öyle olduğu an artık evren biter, o anlama geliyor. Dolayısıyla Önderlik felsefenin, pozitif bilimin ‘evren maddidir’ dolayısıyla maddenin fizik, kimya bilimiyle çözümlenmesi temelinde evrenin tümden tanınır, anlaşılır hale gelir yaklaşımını reddetti ve yanlış buldu. Çünkü materyalist felsefe tümüyle bu kabule oturuyor, materyalizmin özü budur. Dolayısıyla Önderlik onun doğru olmadığını belirti.
DURAN KALKAN (HEVAL ABBAS)
YORUM GÖNDER