HEGEMONYACILIĞA KARŞI HAKİKAT, KADINLARDIR (2.BÖLÜM)
Hegemonyacılık Cinsiyetçiliktir
Öncelikle şunu belirtmek yararlı olacaktır. Kadının kendini doğanın bir parçası olarak bilmesi aynı zamanda kadının en temel düşüncesi olmaktadır. Kendini düşünen doğa olarak kadın, yaşamla ilişkisini bizzat kendi öz benliği ile kurmuştur. Bir arada yaşamanın zorluklarına karşı mücadeleciliğini, toplum olmakta ısrar ilkesini benimsemekle vermiştir. Kadının kendi varlığını devam ettirme, sürekliliğini sağlama ihtiyacını toplumsallaşma ile giderdiği, günümüzdeki tüm tarihsel veriler ortaya koymaktadır.
Demek ki, ilişkili olma hali, toplumsallaşma ile gerçekleşmektedir. Erkek için de geçerli olan bu durumun, en temel ilke olan yaşamın anlamına varmak için olduğu açıktır. Fakat günümüz gerçekliğine bakıldığında, yaşamın anlamı tarihin başlangıcı gibi midir? Tek cins egemenlikli bir yaşama, gerçek anlamda yaşam tanımı yapılabilir mi? Veya özgür ilişkilerin olduğu söylenebilir mi?
Bu soruların yanıtı veya yanıtları, yine tarih içinde aranabilir. Kadının mitoloji zihniyeti ile başlayan önce sınırlandırılarak iradesi kırılan, daha sonra tek tanrılı dinlerle kırılan iradesinin yeniden kırılarak adeta yaşam iradesinin tamamen anlamsızlaştırılması ile ilişkiler de en büyük darbeyi almıştır. Sağlıklı kadın erkek ilişkilerinden söz edilemeyen zamanlar başlamıştır artık. Tüm somut örnekleri tarih fazlasıyla açığa çıkarmıştır ve çıkarmaktadır. Sümer uygarlığı ile başlayan egemen zihniyet ve bu zihniyete dayanan erkek egemenlikli toplumda Akad Sargon hegemonyacılığı, geniş Ortadoğu coğrafyası üzerinde gelişmiştir. Döneminin bir çok kabile toplumlarını askeri ordu örgütlemesi ile işgal eden Sargon hegemonyası, süresi boyunca, tanrıça kültürü ve yaşamı direnişçiliğini bırakmamıştır. Şiddetin giderek hakim hale gelmesi, sömürünün her türlüsünün tüm topluma yayılması ile acıların sahibi olan kadınların yeni şekillenen devlet ve devletli toplumuna karşı yaşamını süreklileştirmesi, Babil hegemonya sürecine kadar da devam eder. Artık hegemon, tüm toplum ve toplumun ilişkide olduğu doğa üzerindedir. Talan, kırım, ganimet, yıkma, yakma hegemonyanın olmazsa olmazıdır artık. Savaşların en derin etkileneni olan kadınlar ve çocukları, anlam yitimi altında varlıklarını sürdürme mücadelesini acılarla, direnmeyle, içine atarak, kahrolarak, içten içe asla kabul etmeyerek sürdürmüştür. Halil İbrahim ile başlayan “Kimsin?” sorgulaması ve sonraki tek tanrı erkek ile cevabı verilen süreçte kadının, kendi benliği ile yarattığı toplumuna yabancılığı da başlamış oldu.
Yukarıda kısa da olsa kadının etkilendiği boyutlara yapılan vurguların yanı sıra, hegemonyacılığın da kendi ilişkilerini geliştirmesi zorunluluğunun görülmesi gerekmektedir. ‘Zorunluluk’ diyoruz. Zorunluluğun baskı, zor, şiddet, kandırma, saptırma ve yok etme ile bağı vardır. Hegemonyacılık aynı zamanda kendisini daima genişlemesine kabul ettirme anlayışıdır. Şiddete dayalı veya karşısındakinin iradi varlığını zayıflatma amaçlı hedef sahibi olma, hegemonyanın tanımıdır. Özellikle erkeğin tek taraflı hakimiyeti ve bu hakimiyetini devlet biçimiyle somutlaştırması, günümüz dünya üzerindeki devlet örgütlenmelerinin fazlalığında görülmektedir. Bu fazlalık bir anlamda erkek karakterli toplum sisteminin hegemonyacılığıdır.
Tek Cins Hegemonyacılığının Çözülme Süreci
Hegemonyacılığın karakterinde rekabetçilik vardır. Rekabet, birbirine üstünlük kurma mücadelesidir. Kullanılacak yöntemlerin sınırı yoktur. Ve günümüzde dünya gezegeninin geldiği düzey bu sınırsız yöntemlerin sonucu olmaktadır. Doğanın bozulması, sera etkisi sisteminin SOS işareti vermesi, iklim sistemlerinin bozulması, gıda ve su krizlerinin yaşanması, yerel yaşamların anlamsızlaşması, hayvanların petrokimya ürünleri karşısında yaşam savaşı vermeleri, bunlardan sadece birkaçıdır.
Bilindiği gibi her iki dünya devletleri arası savaşlardan birincisinde, Rusya’da sovyetlerin (Konsey) yöneticiliğini kabul eden sosyalist devletler birliği de çıkışını yapmıştır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olarak Avrupa ve sömürge sahibi devletler arasından sıyrılarak, kendi siyasi birliği ile sistemini kurma kararını almıştır. Sümer ziggurat mirası ile kurulan devletçilik mirasının ilk örneklerinden biri olan Sovyetler Birliği, kapitalist tekelci sistem içinde bir üçüncü kutup olarak tarih sahnesine çıkmayı başardı. Bu başarı ikinci dünya savaşının da hazırlayıcı etkeni oldu aynı zamanda. Tek lider olmayı hedef edinen sömürge imparatoru Amerika, Avrupa’dan sonra kendisine rakip başka gücü kabul edemezdi. Ve nitekim etmedi de. Alman ve İtalya faşizminin büyümesini kendi çıkarı temelinde kullanma politikasını ustaca uygulamıştır. İki kutuplu dünya, sosyalist devletler topluluğu ve kapitalist devletler arasında kutuplaşma bir çok antlaşmalarla örgütlendirildi. Amerika, yenilen ve yıpranan Avrupa devletleri ile İngiltere’ye karşı hegemonyasını ilan etmede gecikmedi. Sovyetler Birliğine karşı soğuk savaş ve mücadele süreci 1989’a kadar devam etti. Bu yılda Berlin duvarının yıkılması ile Sovyetler Birliği dağılımını ilan etti. Artık dünya devlet sistemleri hegemonik gücü, liderliğini Amerika ile ilan eti. Sovyetler Birliği başkanı Gorbaçov, Birliğin dağıldığını ilan ederken Amerikalılara şunu söyler; “mücadeleyi siz kazandınız. Ama size çok büyük bir düşman kazandırdık. O da artık karşısında savaşacağınız bir düşman yok.”
Otuz yılı geride bırakan “düşmansızlık” nedir? Tüm dünyanın “kutupsuzluk” üzerinden yeniden inşası olan Büyük Ortadoğu Projesine geçerlilik kazandırma mıdır? Veya diyalektiğin en temel ilkesi olan çelişkilerin antagonist durumdan, birlik durumuna geçişin sağlanması mıydı? Kuşkusuz daha da çoğaltılabilecek bir çok sorunun cevapları sömüren-sömürülen ilişkisi temelinde verilebilir. Fakat cins çelişkisi temelindeki yanıt, en temel belirleyen olacaktır. Kendisine düşman yaratarak yani tam karşıt yaratarak devamını sağlama yöntemi, egemen-hegemon olma yöntemidir. Temel varlık hali ise cins çelişkisi ve ilişkisine bağlı olmaktadır. Gelinen aşamada toplumsal formda yaşamın olamayacağı anlaşılmış olmaktadır. Devletler arası yani tek taraflı erkek akılları arasındaki en uç zihniyetlerin sonucu nükleer silahların dünyanın sonunu getirme tehlikesi farkedildi. Bu farkedişle birlikte kadın cinsinin geriletilmesinin yarattığı sorunlar, daha da görünürleşmiştir. Fakat bu görünümün halen tek taraflı erkek politikacılığı tarafından anlaşılmadığını belirtmek gerekmektedir. Anlaşılmamaktadır, çünkü hegemonyacı düşüncede ve yaşamında kendini var edeni inkar etme vardır.
MELSA ZOZAN
YORUM GÖNDER