SİSTEMİN ÜNİVERSİTELERİNDE GENÇ OLMAK
İçinden geçmekte olduğumuz süreç de göz önünde bulundurulduğunda, toplumun öncü gücü gençlik, üzerine düşen görev ve sorumluluklarını ne derece yerine getirmektedir?
Diyalog, çözüm ve barış süreci olarak adlandırılan bu sürece katılım düzeyi nedir?
Bekleyen pozisyonunda mı yoksa her şeye rağmen mücadele alanlarını dolduran temel güç müdür?
Bürokrasiye, resmiyete, sınırlara takılan mıdır yoksa her koşul altında zaman ve mekânı doğru ayarlayıp harekete geçen midir?
Süreçleri okuma konusunda ne derece ön görülüdür? Değişen koşullara ayak uyduruyor mu? Süreci sürükleyen mi, süreç karşısında sürüklenen mi oluyor?
Sorular çoğaltılabilir. Ama her bir gencin kendisine yöneltmesi gereken sorulardır. Sadece yöneltmekle kalmayıp doğru temeller üzerinden cevaplar geliştiren ve gelişen bu cevaplar üzerinden kendini her yönüyle başarıya kilitlemektir önemli olan. Sorularımız çoğaldığı derece sistemle çelişkilerimiz gelişir. Zaten kafalarımız darmadağın edilmiş haldedir. Bir de gelişen süreçlerin ağırlıkları da üzerine eklendiğinde, varolan karışıklığın içerisinden çıkmak kararlılık ister, amaçlara iman etmeyi ister. İmanı eksik olan bir mücadelenin başarıya ulaşması da beklenemez. Pratik anlamda yer yer başarılar elde edilse de, özü itibariyle amaçtan kopuk olan başarılar eninde sonunda sistemin hizmetine girmekten kurtulamayacaktır.
Bu temelde üniversite gençliği başta olmak üzere, lise gençliği, mahalle gençliği ve işçi gençlik kendisine yüklenmiş görev ve sorumluluklarını en yetkin bir şekilde bilince çıkarmak durumundadır.
Bu yazımızda özellikle üzerinde durmak istediğimiz ve dönem karşısındaki duruşunu çözümlemeye çalışacağımız üniversite gençliğidir. Sadece toplum tarafından değil sistemin de özel bir ilgiyle yöneldiği üniversiteler ve gençliğinin dönem görevlerinin bilince çıkarılması önem arz etmektedir. Gelişen klasik tarzların ötesinde, bugün itibariyle aşılamayan, aşılması mücadelenin önünün açılması anlamına gelecek olan yönlerin açığa çıkarılması ve mücadele alanlarına o şekilde gidilmesi temel yoğunlaşma konularımız olacaktır.
Sistemin gençliğe yönelim gerekçelerini bazı yönleriyle açmaya çalıştık. Bugün Kuzey Kürdistan başta olmak üzere Kürdistan’ın diğer parçaları ve Avrupa’da Kürt gençlerine yönelik gelişen sistemiçileştirme saldırıları herkesçe bilinmektedir. Özellikle Kuzey Kürdistan ve Türkiye sahasında gelişen ajanlaştırma, düşürme, kendine bağlama, günübirlik yaşamaya zorlama, zor ve baskıyla sindirmeye çalışma, tutuklamalarla iradesizleştirme çalışmaları hız kesmeden devam etmektedir. Üniversiteler eksenli, polis öncülüğünde gelişen faşizan saldırılar, baskı ve tutuklamalar hemen hemen her gün ajanslara haber konusu olmaktadır. Tutuklamaların yanı sıra okuldan uzaklaştırılmalar, atılmalar, disiplin cezası adı altında örgütlü yapının dağıtılması gibi yöntemlerle kendi olma arayışında olan ve toplumsal sorunlara karşı aktif eylemsellik içine giren gençliği sindirme ve pasifize etme çabaları durmaksızın devam etmektedir. Yaşamın her alanında toplumla bağı koparılıp, kendini yaşamayı, bireysel yaşamı ve günübirlik yaşamayı teşvik eden bir gençliktir yaratılmak istenen.
Tarihten günümüze üniversiteler ‘bilgi yuvaları’ olarak tanımlanmaktadır. Bu kurumlarda gençler sözde alınan eğitimi pekiştirmekte ve zihniyet anlamıyla özgür düşünceye kavuşmaktadır. Yine gençlerin adam olduğu, bir mesleğe kavuştuğu ve yaşamını oluşturduğu kurumlar olarak bakılmaktadır. Gerçeklik ise öyle değildir. Belki de sistemin kendisini en çok benimsettiği ve içselleştirdiği alanların başında üniversiteler gelmektedir. Öyle ki sistemin yaratmış olduğu ekonomik sorunlar başta olmak üzere, yaşamsal, siyasal ve toplumsal sorunlar nedeniyle gençlik kendisini bir yerlere atarak geleceğini garantiye alma çabasında olmaktadır. Bu nedenle üniversitelerin meslek edinme alanları olduğu bir noktaya kadar gerçeklik arz etmektedir. Ancak elde edilen mesleklerin sistem eksenli gelişim sağladığı, özgür düşünceyi geliştirmeye vesile olmadığı gün gibi ortadadır. Bir kere, ezbere dayanan bilgiyle zaten düşünce gelişiminin önü daha en başından duvarlarla karşılaşmaktadır. Bundan kaynaklı gençlik üniversiteler yoluyla sisteme bağlanılmakta ve toplumsal anlamda işlevsiz kılınmaktadır.
Yine tarihte sistem karşısında gelişen birçok hareketin, isyanın öncülüğünü yapan ve gelişimini sağlayan üniversite gençliği olmuştur. PKK hareketi başta olmak üzere, öncesinde gelişen 68 gençlik hareketi ve daha birçok devrimin yürütücülüğünü yapan üniversite gençliği olmuştur. Yani sistemin geliştirmiş olduğu kendine bağlama yaklaşımlarına karşın gençliğin en çok sistemi ret edip karşısında mücadeleye giriştiği alan yine üniversiteler olmaktadır. Bu temelde üniversitelerin misyonu, hem olumlu hem de olumsuz anlamda, anlaşılması önem arz ediyor. Ve bu temelde mücadelenin geliştirilmesi gerekiyor.
Bugün bir mücadele verilmektedir. Ancak verilen mücadelenin ne derece doğru bir bilinç doğrultusunda yürütüldüğü tartışmalıdır. Muhakkak ki son kırk yıllık PKK mücadelesi başta olmak üzere, tarihin derin köklerine dayanan bir mücadele geleneği vardır. Zaten gençlik dediğimiz; dününü sırtlayıp bugünün somut koşullarına evirerek özgür ve umutlu yarınlar oluşturandır. Bu temelde
geçmiş mücadele birikimlerinden yararlanmak, yaşanılmış yetersizlikleri bilince çıkarmak ve sağlam temellere oturtarak mücadeleye girişmek her bir genç için vazgeçilmez olandır.
Her şeyden önemlisi sistemin üniversitelerde vermekte olduğu eğitimin ve bu şekilde oluşturmak istediği zihniyetin doğru anlaşılması gerekmektedir. Öyle zannedildiği gibi üniversiteler gençliğin ve toplumun bilince kavuşturulduğu alanlar olmaktan ziyade, bu alanlara zihniyet anlamıyla toplumdan koparılma ve toplumsal değer yargılarından uzaklaştırılmaların en yoğun yaşandığı alanlar olarak bakılması ve öyle anlaşılması önemlidir. Çünkü zihniyeti boşaltılmış bir gerçekliğin yaşanıyor olabileceğini düşünmek safdillik olur. Var olan eğitim tarzıyla her şeyden önce kişide sorgulama ve düşünce geliştirme yeteneği bitirilmektedir. Özgür düşüncenin gelişim alanları olması gereken üniversiteler, bırakalım düşüncenin gelişimini aksine sahte gelecek hayalleri ve mesleki kariyer arayışlarından kaynaklı kişiyi sistemle bütünleştiren alanlar olmaktadır.
Çarpıtılmış ekonomik olanaklar başta olmak üzere, yozlaşmış sosyal yaşam ve entegreye dayalı siyaset tarzıyla bireyler birey olmanın ötesine çıkamayıp, sırf kendi yaşamlarıyla sınırlı kalan kişilikler geliştirilmektedir.
Verilen mücadelenin başarıya ulaşması yolundaki en büyük engel kafalarımızda oluşturulan duvarlardır. Bu duvarların yıkılması ve bu duvarların yerine bahar kokulu rüzgârlar estirmek öncelikli görevlerimizdendir. Kafada var olan duvarlar yıkılmaksızın girişilecek mücadeleler eninde sonunda bozguna uğramaktan kurtulamayacaktır. Bu temelde sistemin zihniyet karargâhları olan okulların, üniversitelerin işlevleri doğru okunmak durumundadır. Üniversiteler, gençliğin en yoğun mücadele alanları olarak görülse de aksine mücadelenin en çok pasifize edildiği ve gençlerin sözde “yeni bir hayat” vaatleriyle sisteme bağlanıldığı yerler olduğu gerçekliğini görmek önem arz ediyor.
Yine üniversite gençliğinin üzerinde durması ve bir an önce yaşamına geçirmesi gereken durum toplumsal gerçeklikler temelinde bir yaşamın sahibi olmaktır. Toplumsal ahlak kuralları çerçevesinde hareket etmeyen bir gençliğin toplum tarafından kabul edilmesi ve mücadelesinin benimsenmesi beklenemez. Amaç toplumsal inşadır ancak toplumun temel ahlaki değer yargılarından kopuk bir inşa söz konusu değildir. Bu anlamıyla kendini toplumdan ayrı gören, toplumu ve toplumun gelenek-göreneklerini geri gören, toplum üstü ayrıcalıklara sahipmiş gibi yaklaşımların bir an önce bırakılması ve varolan ihtiyaçlar temelinde bir yaşamın ve pratiğin sahibi olunması gerekir.
Toplumu olmaksızın gençliğin bir anlamı olamaz. Yine gençliği düşürülmüş bir toplumun sapasağlam ayakta durması beklenemez. Toplumun desteğini almamış bir mücadelenin başarıya ulaşması da imkânsızdır. Sistem karşısındaki en büyük silahımız, bizim toplumsallaşmamızdır. Toplumumuzla bir olduğumuz sürece, toplumla ortak duyguları ve hisleri paylaştığımız derece toplumun sorunlarını anlama kavuşturabilir ve çözüm geliştirme temelinde toplumun her kesimini mücadele gerçekliğinin içerisine çekebiliriz. Ki hâkim sistemin kendisi için en büyük tehlike olarak gördüğü ve her an bitirme çabasında olduğu temel gerçeklik bizzat toplumsallaşmanın kendisidir. Bu nedenle, toplumsallaşmanın en üst düzeyde yaşamsallaştırılması gerekir.
Toplumsallaşma doğru zeminde örgütlülük gerektirmektedir. Örgütlülüğü zayıf bir gençliğin her türden saldırıya maruz kalması kaçınılmaz bir gerçekliktir. Hemen her gün Türkiye üniversitelerinde yurtsever öğrencilerin polis destekli ırkçı saldırılara maruz kaldığı haberlerini duyuyoruz. Ne kadar acı verici. En acı vereni ise bu saldırıların Kürdistan’da yapılıyor olmasıdır. Ancak şu çok net bir şekilde bilinmek zorundadır: hiçbir şey örgütlü gençliğin önünde duramaz. Yurtsever gençliği diğer kesimlerden ayıran temel gerçekliğin kararlıca amaçları üzerine yürümesi olduğunu da düşünecek olursak, en büyük faşizan saldırıların boşa çıkarılması en büyük olasılıktır. Sadece gelişen faşizan saldırılar değil, sistemin tüm özel savaş politikaları da boşa çıkarılabilir. Sistemin polisine, askerine, ajanlarına ve ajan uygulamalarına gereken düzeyde cevap olmanın ve karşılık vermenin gereği gençliğin doğru temelde toplumsallığını geliştirmesinden geçer.
Kürt toplumunun özgürlüğüne en yakın olduğu bir süreçten geçiyoruz. Bu süreci en çok bilince çıkarması gereken ve bu doğrultuda mücadele vermesi gereken gençlik üniversite gençliği olmaktadır. İnşa süreci olarak tanımladığımız bu süreç zihniyetin yeniden ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Sistem tarafından oluşturulan zihniyet kalıplarının kırılması ve bunun yerine demokratik özgür bir toplum zihniyetinin oluşturulması yine “yarı aydın” olarak tanımlanan üniversite gençliğinin görevlerindendir. İçinde bulunduğu üniversite alanı başta olmak üzere, fark gözetmeksizin sistem tarafından el atılmış her gence gidilmesi, sürecin doğru anlatılması ve sürece katılımının sağlanması çok önemlidir. Sırf nicel anlamda bir katılımdan bahsetmiyoruz. Nicelin ötesinde nitel katılım esastır. Evet, nicel katılımın bir yere kadar bir caydırıcılığı olabilir. Ancak amaçlar benimsetilmeden varolan nicel katılımın kısa bir süre sonra bir düşüş yaşaması olasılık dâhilindedir. Bunun için niteliksel anlamda gelişim hedeflenmelidir. Bu da yaşamın her anının eğitim alanı haline getirilmesi ve zihniyetin oluşturulmasıyla mümkün olacaktır.
Doğru örgütlülük onurlu kazanımlar getirir. Üniversite gençliğinde varolan birçok klasik yaklaşımın kişilikten silinip atılması gerekir. Örnek olarak, sistemin sahte gelecek hayallerine kanılmamalıdır. Sistemin ve belki de ailelerin en çok üniversite gençliğine yönelttiği argüman “okulunu bitir, bir yere gel sonra oradan mücadeleni yürütürsün.” Ne yazık ki gerçeklik bu değildir. Bir öğretmen, sağlıkçı, mühendis ya da avukat meslek edindikten sonra öncelikleri toplumsal gerçeklikler ve mücadele olmaz. Bir yere kadar mücadele gelişir. Ancak bir yerden sonra, mesleki kaygılar, ailevi kaygılar her şeyin önüne geçer. Ve mücadele alanından hızla uzaklaşma yaşanır. Çünkü sistemin içerisinden sistemle mücadele etme gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü sistem zaten kişiyi pençeleri arasına almıştır. Her an tehditlerle ve aldatmalarla kendisine bağlamaktadır. Bundan kaynaklı da varolan kurulu zihniyeti reddetmek, hatta içinde barındırdığı nüveleri kusmak gerekir. Amaca kilitlenmek, kendini mücadele gerçekliğine adamak, kaygı duymaksızın, bedel ödemekten çekinmeksizin toplumun özgürlüğe aç yanını doyurmak bunu gerektirir.
Şu net olarak belirtilebilir; en zor mücadele sistem içerisinde sistemle yürütülen mücadeledir. Ancak mücadele esnasında en çok kaymaların yaşandığı mücadele de sistem içi mücadeledir. Çünkü sistem bir an olsun boş durmamaktadır. Yaşamın her anını kendi zihniyetiyle şekillendirme çabası içerisindedir. Bu bilinçte olmak ve bu temelde mücadele bayrağını omuzlamak, kendini özgür yaşama adadığını belirten her üniversiteli gençliğin olmazsa olmaz sorumluluğudur.
İhtiyaçları doğru tespit etmek gerek. Tespit noktasında gelişen yetmezlikler devamında kendisiyle belli başlı birçok başarısızlığı ya da sürecin geriden takip edilmesini getirir. Sürece, döneme ayak uydurulmadığı takdirde ihtiyaçların giderilmesi de olanaksız olacaktır. Üniversite gençliğinin bu sorumluluğunu gereken düzeyde yerine getirmesi sürecin gidişatını da olumlu düzeyde etkileyecektir. Bir de geçmişte yaşanan bazı yetmezliklere girmemek gerek. Özellikle de böylesi süreçlerde gelişebilecek rehavet, beklenti içine girme, yumuşama, asi ruhunu prangalama gibi durumlara çok dikkat edilmesi gerekir. Ne zamanki bir ateşkes, diyalog, çözüm ve barış gibi süreçler başlasa, süreç tamamıyla durmuş ve her şey hallolmuş gibi yaklaşımların geliştiğini geçmişimizden biliyoruz. Tabi bunun gelişmesinde yine sistemin özel savaş propagandaları yatmaktadır. “Bir süreç başladı, sabote etmeyelim, eylemsellikler geliştirmeyelim, eylem yapsak süreç sabote olabilir, bekleyelim ne olacak vb.” söylemler süreçleri geliştirmekten, güçlendirmekten ziyade elde edilmiş kazanımların zarar görmesini bile beraberinde getirebilir.
Önderliğin de son süreçte belki de en çok üzerinde durduğu ve dönem görevi olarak belirlediği gerçeklik bu olmuştur. “Şimdi sıra halkımızın geliştireceği eylemselliklerde” diyerek halkın bu süreçte özellikle bir eylem planlamasının olması ve sürece ancak bu şekilde kendisini katabileceğini belirtmiştir. Tabi ki halkın, toplumun öncü gücü olarak tanımladığımız gençlik ve gençliğin üniversite kanadı bu sorumluluğu en çok yerine getirmesi gereken kesim olarak ön plana çıkmaktadır.
Varolan sürecin bilince çıkarılması, bu bilinç doğrultusunda bir an olsun durmaksızın mücadele alanlarının doldurulması ve sistemin susturma ve pasifize etme çabalarının aksine tüm aktifliğiyle katılımın sağlanması gerekir. Önderliğimizin “Tarihi” olarak nitelediği bu sürecin başarıya ulaşması ve onurlu bir barışın sağlanması açısından bu gereklidir. “Zamanın Ruhunu” yakalayabilmek ve bu zaman diliminde onurluca yürüyebilmek bunu gerektirmektedir. Sistemin geliştireceği her türden özel savaş propagandalarının aksine yaşamın her anının mücadele anı haline getirilmesi ve Önderliğin geliştirmeye çalıştığı toplumsal barışın sağlanmasını büyük oranda etkileyecektir. Bununla öncesinde bizde gelişen “yetmez yoldaşlığımızın” özeleştirisini de vermiş olacağız. Nasıl ki yetmez yoldaşlığımız nedeniyle önderliğimiz dört duvar arasına sıkıştırılıp, Kürt özgürlük mücadelesi nefessiz bırakılmak istendiyse, bugün yetmez yoldaşlığımızın özeleştirisini pratiğimizle yaşamsallaştırarak, önderliğimizin özgürlüğünü de sağlayabiliriz.
Süreç bizden beklemeyi değil, her an mücadeleyi daha da geliştirmeyi ve alanları özgür yaşam meşaleleriyle aydınlatmayı gerekli görmektedir. Bunun öncülüğünü yapacak olan gençliğin, durmaksızın bu sürece aktif bir şekilde katılması şarttır. Bedeller ödeyebilir, işkencelere uğrayabilir, zindanlara atılabilir, mesleklerimizden olabiliriz ama özgür yaşanılmadığı sürece bunlar olmaksızın zaten bir yokluğun karanlık sokaklarında dolanıyor olacağız. Onurlu bir yaşam olmadığı sürece ne kadar dışarıda olursak olalım, başı önde ve hep ötelenen olmaktan kurtulmayan bir konumdan çıkamayacağız.
Önderliğimizin yılları aşan derin yoğunlaşmaları ve büyük çabaları sonucunda başlatmış olduğu bu süreci başarıya ulaştırmak ve önderliğin on dört yıldır esir olarak tutulduğu İmralı adasından çıkarılıp, özgür bir Kürdistan’da, onurlu Kürt halkıyla buluşması sağlanabilir. Bin yılların zulüm cenderesi kırılarak, çekili her bir sınır yıkılarak, özgür kişilerle özgür toplumlar oluşturulabilir. Önderliğin evrenselliği, bir bütünen insanlığı ilgilendiren, insanlık şahsında tüm evreni ve gelişimi ilgilendiren duruşu ve felsefesiyle hayali kurulan yaşama dokunulabilir ve sınırsızca soluk alış verişi olabilir. Bunun için de Önderliğin yaşam felsefesinin anlaşılması ve şuan bu felsefe temelinde başlatmış olduğu süreci anlama kavuşturmak, anlama kavuşan bu gerçekliğin kendi toplumu başta olmak üzere diğer halklara ulaştırılması üniversite gençliğinin görevlerindendir. Büyük emekler ve derin yoğunlaşmalar sonucunda Önderliğin bizlere sunmuş olduğu savunmaların derinlikli olarak analize tabi tutulması ve bu savunmalar üzerinden düzenli olarak eğitimlerin geliştirilmesi üniversite kürsülerinde bu düşüncelerin herkese ulaştırılması gerekmektedir.
Gün, demokratik ulus çözümünün yaşamsallaştırılması, tarihin gençliğe yüklemiş olduğu sorumluluğunu yerine getirme günüdür.
Gün, zamanın ruhunu yakalayarak, gerçek yaşamın özüne ulaşıp, demokratik, özgür toplumun oluşturulması günüdür.
Gün, tüm durma hallerinin alaşağı edilip hareketteki bereketliliğin kavranması ve bu temelde durmaksızın amaçların peşinden koşulması günüdür.
Gün, gençliğin alanları isyan çığlığıyla düşmana daraltacağı, göğüsleyeceği kızıl bayrakla güler yüzlü, güzel gülüşlü yarınların yaratılmasında öncülük etme günüdür.
DENİZ GEM
YORUM GÖNDER