DEMOKRATİK MODERNİTE DEĞERLERİNİ SİSTEME KAVUŞTURMAK (1.BÖLÜM)
Toplumsal sorun, insan kaynaklıdır. Zaman zaman doğada yaşanan büyük afetlerin neden olduğu sorunlar da yaşanmaktadır. Ancak bunlara toplumsal sorun denilemez. Dünyamızı doğrudan ve dolaylı etkileyen varoluş kanunlarının eseri olan doğal afetler, toplumsal kanunların dışındaki bir işleyişin eseridir. İnsanı ve toplumunu afetlerden sorumlu görmek doğru olmaz. Çünkü toplum bunları engelleyemez, ancak insan yaşamında yol açacağı tahribatları azaltabilir. Toplumsal sorundan kastımız insanın bizzat kendi aklı ve pratiklerinin sonucu yarattığı sorunlardır. Açlık, işsizlik, yoksulluk, savaşlar, doğa tahribatı, kadın sorunu gibi sorunlar toplumsal sorundurlar. Çünkü bunları bizzat insanın kendisi yaratmıştır.
Gelinen aşamada toplumsal sorun, üzerinde yaşadığımız doğayı da doğal olmayan değişimlere maruz bırakmıştır. Yapılan araştırmalar yeryüzünde karşılaştığımız doğal afetlerin en az yüzde altmışının toplumsal sorundan kaynaklandığını göstermiştir. Kapitalist modernite çağının hem arttırdığı hem de derinleştirdiği toplumsal sorun, üzerinde yaşadığımız doğanın da sorunlar yaşamasına yol açmıştır. Aşırı tüketim bu sorunların ana nedenidir. Aşırı tüketim kapitalist sistemin kalbidir. Bu nedenle doğa kanunları değil toplumsal sorun; doğada sorunların kaynağı olmaya başlamıştır. Günümüzde buna kısaca ekolojik sorun diyoruz. Dolaysıyla ekolojik sorunlar da toplumsal sorunun en büyüklerinden biri olmaya başlamıştır. Doğal afetlerin kısa aralıklarla yaşanması devletçi uygarlığın yol açtığı toplumsal sorunu ispatlayan en çarpıcı verilerden biridir. Toplumun doğa ile arasındaki ana evlat bağını bozan uygarlık, kapitalist modernite zamanı sayılan son dört yüzyılda bu bağı kopartarak felaketlere yol açmıştır.
Özcesi toplumsal sorun, devletçi uygarlık sisteminin eseridir. Hem toplumsal hem de insan ile doğa arasındaki organik bağı tahrip ederek sorunlara yol açmaktadır. Devlet ve iktidar uygulamaları ile toplumsal sorun arasında doğru bir orantı vardır. Bu kural gereği devletçi uygarlık hegemonyası büyüdükçe toplumsal sorun da artmış ve büyümüştür. Devlet, aklı ve uygulamalarıyla aynı etnik ve dini kimlikleri gibi farklı grupların içinde bulundukları toplulukları egemenlik altına alıp idare etmesidir. Devletçi uygarlık hegemonyası devlet olmuş birden çok grubun birbirine çok benzeyen ve birikime dayalı sömürü gibi özellikleri olan sistemin toplamından oluşur. Her dönem bu hegemonyaya öncülük eden onu belirleyen bir ideoloji ve kültür vardır. Günümüzde öncülüğünü ABD’nin yaptığı ve daha geniş anlamda da Batı denilen hegemonya biçiminin günümüzde devletçi uygarlık hegemonyasını belirlemesi, temsil etmesi ve ona öncülük etmesinde gördüğümüz gibi. İster ayrı ayrı grupların olsun ister lider konumdaki grubun (bugün için ABD ve AB liberalizmi) tümüne yakınını temsil eden hegemonya olsun, hepsi bu hegemonyayı toplum üzerinde kurar.
Aslında egemenlik, iktidar, sömürü, işgal, talan vb… olguların insan üzerinde başka bir insan grubunun gerçekleştirdiği bir saldırı olduğunu söylemek bile gerekmez. Doğa üzerinde kendine has akıl ve duyguyla yaşayan, iş yapan sadece insan olduğuna ve insan olan birine başka bir insanın emeği hizmet edeceğine göre, ahlaki görülmeyen ve kötülük denilen her şeyi birileri birilerine yapıyor demektir. Ancak devletçi uygarlık sistemsel kötülük inşa ettiği için, yapılanın kötülük olduğunu anlamıyor, anlamamaları için anlamsızlık anlam diye kendilerine yutturuluyor. En nihayetinde devletçi iktidarcı sistemin hegemonyası, yanlışın doğruya, kötülüğün iyiliğe, çirkinin güzelliğe, köleliğin özgürlüğe galebe geldiği alanlarda yaşanır. Ve bu galibiyet hali sürdükçe bu da sürer. Ortak kanaat devletçi sistemin değişmez karakterini yeni hegemonyalar geliştirerek artık sürdüremez noktaya geldiğidir. Hemen her alanda yaşanan kaos ve kriz bu tespitin doğruluğunu göstermektedir.
Toplumsal tarihten öğrendiğimiz temel bir yasa, yaşamın dayanılmaz boyutlara varan sorunlarla karşı karşıya geldiği dönemlerde, bu sorunlara radikal çözümler getirme iddiası taşıyan fikri hareketlerin geliştiğidir; Bu fikri hareketlerin eyleme geçerek umut vadeden yaşam biçimini yaratmaya başladığıdır; Yeni yaşam kültürünün etrafında hızla toplulukların oluştuğudur. Bu kanun gereği hem demokratik değerler sistemi hem de devletçi sistem en az beş bin yıldır aralıksız çatışmaktadır.
Kapitalist uygarlığın geçmiş uygarlıklardan farkı, devletçi uygarlık sisteminin öncülleri ile aynı imkana sahip olmamasıdır. Günümüz iktidar modernitesi, ne kapitalist sistem olarak kendisini ne de farklı biçimlere sahip yeni bir devletçi sistem modernitesini geliştirme imkanına sahiptir. Fakat toplumsal yaşamın kendisi olan demokratik modernite için durum tam tersidir. İktidar modernitesinin yaşadığı kaos, yaşamın her alanında ve toplum doğa ilişkisinde, küçük çabalarla bile çok büyük kazanımlar elde edilebilecek imkan ve fırsatlar sunmaktadır. Günümüzde demokratik değerlerin sistem kazanması karşısında, devletçi uygarlık güçlerinin askeri şiddeti dışında büyük bir engeli kalmamıştır. Askeri şiddetin de savunulacak, propaganda edilerek toplumu manipüle edecek yanının zayıf olması ancak hakim sistemin krizini derinleştirebilir. Devletlerin tümünün ‘terörle mücadele’ adı altında kendi şiddetini gizlemesinin de nedeni budur. Yaşanan gelişmelerle bu yöntemin demokratik çözümleri engelleyerek kriz ve kaosun ömrünü uzatıp çürümüşlüğü derinleştirdiği yeterince görülmüştür. Bu da demokratik devrim imkanlarını daha da artırmaktadır.
Tekrar şimdiki zaman aralığının temel özelliklerine bakarak radikal toplumsal değişim ve dönüşüme yol açacak imkanlara kısaca değinmeye çalışalım.
Büyük düşünce akımları ya toplumsal refahın çok yüksek olduğu bir ortamda ya da çok ciddi toplumsal sorunların yaşandığı ortamda gelişmiştir. Refahın bol olduğu dönemlerde gelişmiş düşünceler merkezine doğayı anlamayı, işleyiş yasalarını tanımayı koymuştur. Bu daha çok felsefe ve pozitif bilim şeklinde somutlaşmıştır. Toplumsal sorunların ağırlaştığı dönemlerde ise gelişmiş düşünceler toplum odaklı olmuştur. Bu minvaldeki düşünceler sosyal bilim kapsamındaki düşünceler olmuştur. Toplumsal sistem kurmayı öncelik saymıştır.
İçinde bulunduğumuz çağda çok ciddi toplumsal sorunlar olmasına rağmen doğa odaklı düşünceler de gelişmekte, çevreci, ekolojik hareketler bunu eyleme de dönüştürmektedir. Bu da içinde bulunduğumuz çağın geçmişte büyük toplumsal krizler yaratmış uygarlık dönemlerinden daha derin sorunlara yol açtığını göstermektedir.
CİHAN EREN
YORUM GÖNDER