KOMİTACI-DARBECİ GELENEK VE GLADİOCU KONTROL (1.BÖLÜM)
Toplum içinde değil devlet içinde gizli örgütlenme, komplo ve darbeyle iktidarı ele geçirmeyi esas alan komitacı-darbeci geleneğin tarihi eskilere, Osmanlı dönemine, Yeniçerilere kadar uzanır. Özellikle 19. Yüzyılın başlarında Batı’da gelişen milliyetçi akımların baskısıyla krize giren geleneksel Osmanlıya Nizam-ı Ceditle yeniden nizam vermek isteyen III. Selim’e karşı Yeniçerilerin ayaklanmasıyla başlayan komplocu ve darbeci gelenek, sık sık padişah deviren, sadrazam asan döneminin önünü açar. Yeniçeriler, III. Selim’i zorla tahttan indirip (29 Mayıs 1807) yerine IV. Mustafa’yı getirirler. Alemdar Mustafa Paşa da bir baskınla IV. Mustafa’yı tahttan indirir ve yerine de II. Mahmut’un getirir (28 Temmuz 1808). Aynı zamanda Alemdar Paşa, dönemin ayan ve derebeyleri ile Senedi İttifak (29 Eylül 1808) imzalar. Senedi İttifak sanıldığı gibi Magna Carta tarzı bir demokratikleşmeyi içeren adım değildi. İçeriğindeki maddelere bakıldığında Sultanın mutlak otoritesini özgürlükler lehine sınırlandırmaktan ziyade; ayan ve derebeylerin padişaha verdikleri sözler karşılığında bazı ayrıcalıklar elde ettiği görülür. Yani daha ziyade devlet içi iktidar paylaşımını amaçlayan; etkisi geçici olan, kısa ömürlü bir belgedir. Nitekim Yeniçeriler tarafından Alemdar Paşa’nın da öldürülmesi (15-18 Kasım 1808) olayı ardından II. Mahmut hem Senedi İttifak ve ayanları hem de Yeniçeri Ocağını kaldırdı (1826). Böylece II. Mahmut mutlak otoritesini kurar ve Senedi İttifakın bir hükmü kalmaz. Aynı şekilde Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856), I. Meşrutiyet (1876), II. Meşrutiyet (1908) hareketleri de halka dayanmayan, cılız, ilkesiz, darbeci niteliği ile Meşrutiyet, hürriyet, kanun söylemleri, demokratikleşmeden ziyade İttihat ve Terakki komitacılığının gizli örgütlenme komplo ve darbeleriyle devlet iktidarını ele geçirmenin kılıfı olarak kullanılmıştır. Nitekim 1913’te bir askeri darbe ile devlet iktidarı ve yönetimini eline geçirdikten sonra, adeta gelen gideni aratırcasına padişah otoritesinden bile daha geri tek parti diktatörlüğüne yönelmesiyle ne hürriyet ne de kanun kalmıştı. Meşhur “Hürriyet diye diye Hürriyet tepelendi”, “Kanun diye diye kanun tepelendi” deyimleri tam da bu süreci özetlemektedir.
İşte bu komitacı-darbeci geleneğin en önemli özelliği böyle ortaya çıkmakta, meşrutiyet, hürriyet, hukuk, anayasa, yasa, eşitlik, adalet ve demokrasiden en çok bahsederken, aslında ustalıkla bu kavramları da “tepelemekte”, içeriğini boşaltıp yozlaştırma ve karşıtına dönüştürme işlevini de yerine getirmektedir. Hatta bunun da bir adım ötesine giderek özü gereği özgürlükleri koruması gereken anayasa ve yasa kavramlarını da ters yüz ederek, tam zıt yönde özgürlükleri ortadan kaldıran “yasa” ve “anayasa” anlayışına dönüştürmeyi de başaracaktır. Gerek Osmanlının son dönemi gerekse cumhuriyet tarihine damgasını vuran bu anlayış, evrensel olması gereken insan hak ve özgürlükler kavramını da içeriğinden boşaltarak, sadece “Türklerin Hak ve Özgürlükleri vardır”a dönüştürebilmiştir. Mahmut Esat Bozkurt’un deyimiyle “Türklerin dışında diğer topluluklar da vardır ama bunların sadece bir tek hakkı vardır; o da Türklere kölelik etmek hakkı” gibi çarpık bir insan hak ve özgürlük anlayışına sahiptir. Bu anlayışa göre önemli olan hukukun üstünlüğü ve evrensel hukuk standartları değil, kendi tekçi, homojen ulus-devlet yaratma amacıdır.
EMRAH EMEKÇİ
YORUM GÖNDER