KENDİNE GÜVENSİZLİK ÜZERİNE (2.BÖLÜM)
Kaldığımız yerde devam edelim.
Böyle tuhaf bir dünyaya doğanlar öncelikli olarak kendilerine dayanak noktaları ararlar. Böyle bir dünyaya doğanlar yardım eli uzatılmadan yaşayamazlar. Hele hele çocukluk gelişimimizin ne kadar sürdüğünü de buna eklerseniz ne kadar biçare bu dünyaya doğduğumuz daha iyi anlaşılır.
Yukarıda insanın toplumuyla var olduğunu söylemiştik. Toplumsuz insanın zayıf olduğunu da eklemiştik. Böyle zayıflıklarla bir ortama doğanlar toplumuyla güç olmaya çalışırlar. Toplumlarıyla zayıflıklarını aşmaya çalışırlar. Bu belki de en doğal olan, en olması gereken kendini yaratma yöntemi oluyor. İçine doğduğun toplumla kendini var etme…
Ne var ki yukarıda da belirttiğimiz gibi içine doğduğumuz toplum ise bize şekil vermeye çalışan bir toplumdur. Daha doğrusu bugün içine doğduğumuz verili toplum esasta hiyerarşik, tahakkümcü ve sınıflı bir iktidar toplumudur. Ya da baskın olanın bu olduğunu söyleyelim. Geçmişin komünalcı toplumunu bin yıllarca gerilerle iteleye iteleye bu baskıcı, tahakkümcü toplum kendisini çok daha fazla egemen kılmaya çalışmış ve önemli oranda da başarmıştır.
Böyle bir toplumda insanlar sağlıklı yetişemezler. Çünkü her zaman var olan bir tahakküm vardır. Baskı vardır. İktidar vardır. Hiyerarşi vardı. Özcesi her zaman doğal olmayan çok ama çok şey vardır. Bu durumda bu topluma doğanlar ilk elden temiz duygularıyla adım atsalar da giderek temiz adımların sınırları onlara çizilir. Ve bir müddet sonra bu sınıflı toplum kendisini var edebilmesi için kendisine benzeyecek insanları şekillendirmek için el atar. Aslında doğumla birlikte buna başlasalar da belirgin olarak birkaç yaşına insan basar basmaz buna başlar. Ve birinin yapacaklarıyla yapmaması gerekenleri iyice öğretirler. Yasaklar yani tabular devreye girer. Devlet denen zor aygıtı zaten esasta tabularla sınırlanmış bir yapıdır. Tahakkümcü yapıların kurumlaşmış hali biraz da devlet oluyor. Bu yapılarda bireylerin iç durumlarıyla dış durumları çelişik olur. Yani iç dünyayla dış dünyaları çoğu zaman karşıtlıklar gösterir. Psikoloji biliminde bu duruma alt benlik ile üst benlik deniliyor. Ya da şuur altıyla şuur üstü de diyebiliriz.
Bir bireyin şuur altıyla şuur üstü bir değilse ya da şuur altıyla şuur üstü birbirine yakın değilse orada anormal bir durum var demektir. Yani orada hastalıklı bir durum söz konusudur. İnsanın yapmak istedikleriyle yapmasına izin verilmeyenler oldukça insan gerçekten hasta demektir. Ve hiyerarşik tahakkümcü yapılar böyle bir insanı yaratmaya hep özen gösterirler. Bir kere böyle bir insan yaratıldıktan sonra bu insanı korkuları üzerinde yönlendirmek herhalde dünyanın en rahat işi olmaktadır. Nitekim tarihte o bilinen meşhur rahipler, şamanlar cümle cemaat insanı yönlendirmek üzere kurulu yapıların hedefledikleri tiplerde bu tiplerdir. Yani yönlendirmeye açık bireyler.
İçiyle dışı bir olmayan bireyler, şuur altlarıyla şuur üstleri bir olmayanların korkuları çok fazla olur. Böyleleri içten içe korkularla yaşarlar. Böyleleri kendilerine güvensizdirler. Ne de olsa onları içten içe kemiren korkuları vardır. Böylelerinin ayakta kalabilmesi için dayanaklara ihtiyaçları hep vardır. Böyleleri hep dışarıdan gelecek desteklere muhtaç hissederler kendilerini. Ve doğrusu bu durumu aşmayanlar, bu bağımlılık durumuna isyan etmeyenler, bu korkulu ruh halini gideremeyenler, şuur altlarıyla şuur üstlerini birbirine yakınlaştırmayanlar hatta güçleri varsa ortada kaldıramayanlar, hep birilerine bakarlar. Hep birilerinin elline bakarlar. Hep birilerinden medet umarlar. Ve böyleleri doğaldır ki bağımlı olurlar, bağımlı yaşarlar.
Çok uzatmadan böyleleri çok fazla öbür dünyalara bağlı yaşarlar, böyleleri çok fazla yalana dayalı yaşarlar, böyleleri çok fazla başkalarında yardım beklerler, böyleleri çok fazla tekniğe dayalı ya da çok fazla tekno manyak olarak yaşarlar, böyleleri çok fazla komplo teorileriyle yaşarlar.
Ş. KASIM ENGİN
YORUM GÖNDER