ANNALES VE TARİH (21.BÖLÜM)
MARC BLOCH VE FEODAL TOPLUM KİTABI ANALİZİ
M. Bloch'un en büyük eseri feodal toplum kitabıdır. L. Febure Bu kitap için fazla akademik bulunmakla birlikte kitabın hazırlanması ve birimler arası oluşturulan disiplini mükemmel işlediğini belirtir. M. Bloch feodal toplum kitabında bütünsel bir çözümleme yapmayı amaçlamıştır. Eğer Bloch bu bütünsel çalışmada başarıya ulaşırsa diğer çalışma alanları da bu yeni yöntemi kullanabilirler. M. Bloch günümüzde toplumsal bilimlerin çeşitli dallarındaki uzmanlaşma bilimi, ekonomi, siyaset, toplum ve benzeri alanlarda örmekten ve insanlar arası ilişkileri tutkularını farklı yapıştırıcılarla aramaktadırlar. M. Bloch kitabında Arap ve Germen istilaların Batı Avrupa üzerindeki etkilerini inceleyerek başlamaktadır. M. Bloch feodal toplum kitabında ulusların etnik oluşumu birilerine Orta çağ insanın zihniyetinin amaçlarına, eylemine, örf ve adetlerine tabiiyet ilişkileri, fiet vasolite senyörlük kurumlarını savaşlarını soyluların statülerini sınıflar ve imparatorlukları incelemiştir.
M. Bloch'un kendi ifadesine göre toplum çeşitli zihniyetlerin birbirini etkilediği bir dokudur. Ve Bloch'un amacı bu birbiriyle etkileşim halindeki zihniyetlerin tarihi içindeki seyrinin bir çözümlemesini yapmaktır. M. Bloch'un ilgilendiği en önemli şey feodal toplum kitabında tarihi içinde zihniyet çözümlemesidir. M. Bloch tarihte dıştan bir teori uygulamakta, olguların arasında işlevsel bağlar kurmakta ve düzeyleri arasında belirleyicilik ilişkileri tayin etmektedir. M. Bloch, Feodal toplumu çok iyi tanıyan tekil olguları kendinden önceki tarihçilerin görüş ve genellemelerini çok iyi bilen ve feodal toplum üzerinde en fazla genelleme hakkı olan Bloch bunu yapmaktan kaçınmaktadır. M. Bloch, Pharrell toplumda (sanayi öncesi toplum) bazı coğrafyanın bağımlılığından kurtarıp bir toplumsal coğrafyanın içine sokmayı başarır. M. Bloch’un en özgün yönlerinden biri olarak; hukuk, iktisat ve edebiyat ile zihniyet sorunları metinin içinde birbiriyle her an birleşen ama zaman zaman da bağımsızlıklarını kavuşturan bir tarzda ele almaktadır.
MÜSLÜMAN VE MACAR İSTİLARI
Güneyde Arap veya Araplaşmış Müslümanlar doğudan Macarlar ve kuzeyden İskandinavlar batı Avrupa'ya kuşatma altına almıştı. Milattan sonra 909’du. Reim bölgesinde toplanan piskoposlar şöyle konuşuyorlardı:” tanrının gazabı karşımızda iflas ettiğini görüyorsunuz… Yalnızca nüfusunu yitirmiş kanıtlar yıkılmış veya yakılmış manastırlar yalnızlıkla terkedilmiş tarlalar… Her yerde güçlü zayıfı eziyor ve insanlar denizdeki balıklar gibi karmakarışık bir şekilde birbirini yutuyorlar (7).
MÜSLÜMAN SALDIRILAR
İslamiyet ile batının karşılaşması 2 yönde olmuştur. İtalya ve İspanya yönünde olmuştur. İtalya'da Müslümanları karşılaması Sicilya üzerinde olmuştur. Sürekli İtalya’nın güneyinde çatışmalar meydana gelmiştir. İtalya'da İslamcı akın ve fetihler kısa süreli başarılar sağlasa da kalıcı olamamıştır (8). İslamiyet'in sürtüşmesi nin 2. alanı İspanya dır. Burada İslam açısından söz konusu olan İtalya'dakinden tamamen tersine talan veya geçici fetihler değildir. İslamiyet'e inanan nüfus İspanya'da çok sayıdadır. Ve Araplar tarafından kurulan devletin başkenti bizzat ülkenin içindedir (9). Araplar denizciliği çok eski tarihlerde öğrenmişlerdi. Afrika, İspanya ve Akdeniz adalarında Arap korsanları Batı Akdeniz'de vurgunculuğa ve talana çıkıyorlardı. İslamiyet'teki ganimet anlayışına elverişli bir ideolojik zemin sağlıyor.
MACAR SALDIRILAR
Daha önce bunları da yaptığını yapan Hungaryalılar veya Macarlar adını taşıyan halk Avrupa'da birdenbire belirdi. Macarların tarihi karanlıktır. Milattan sonra 833 tertip itibaren Hazar Hanlığı ve kuzeydeki Bizans kolonilerinin yerleşik halkları rahatsız etmeye başlayan Macarların Azov denizi civarında görülmeye başladıkları bildirilmiştir. Hungaryalıların başlıca unsurlarından biri olan Magyar adı başlangıçta bir kabile ismi iken sonradan bir ulusun adı olmuştur. (¹0) Milattan sonra 862 de Korpot dağlarını aşarak Germaniya içlerine kadar uzanmışlardır. Örgütlü güçlere karşı savaşa girişmekten her zaman kaçınıyorlardı. Genellikle bir ülkeye çabucak sızıp hemen çıkmayı yeğliyorlardı. Talan hareketleri sırasında asıl peşine düştükleri esirlerdir, en iyilerini büyük bir özenle seçiyorlar bazen bir yerleşme yerinin bütün bir halkını kılıçtan geçirirken sadece genç kadın ve çok genç erkek çocukları hayatta bırakıyorlar. Esir aldıklarını Tuna ülkelerine kadar sürüklüyorlardı. Orada da Yunanlı kaçakçılara satıyorlardı. (11)
NORMANLAR- İSKANİV İSTİLARI
Narmanlıların giriştikleri yağmalar verimliydi. Yerli halka saldıkları korku bundan aşağı kalmıyordu. Talanla birlikte ele geçirdikleri eserleri-eğer fidye ödenmezse- denizaşırı yerlere götürmekteydiler. (12) Norman istilaları İngiltere içlerine karşı sızmışlardı. Özellikle putperest olan bu halkların Hristiyanlığı kabul etmesi ile yerleşik yaşama geçerek yerel halkla kaynaşmışlardır. (13) Normanlara, Hristiyanlık kanalıyla antik edebiyatı aşılanmış kendi de hem Germen hem deli Latin kökenli olan Anglosakson uygarlığı ile İskandinav halklarının kendine özgü gelenekleri ile kaynaştırılmıştı. ( 14)
KUZEY AVRUPA'NIN HRİSTİYANLAŞMASI
Kuzey putperestliğinin Hristiyanlara karşı ciddi bir direnme göstermediğini söylemek hiç de doğru olmaz. Çünkü bu putperestliği yıkabilmek için 300 yıl gerekmiştir. Hristiyan toplumların çok sıkı bir şekilde örgütlenmiş kilisesine karşılık İskandinavya putperestliği benzer bir konuma sahip değildi. Kandaş grup veya hakların şefleri aynı zamanda onların yegâne rahipleriydi. Çok tanrıcılık bizzat kendisi dediğin değiştirmeyi kolaylaştıran bir olanak sağlıyordu. (15) Hristiyanların Tanrısı çekinilmesi gereken bir güç olarak kabul etmekten başlayıp onu tek tanrı olarak kabul etmeye varan uzun yol ancak her biri çok kısa olan aşamalar halinde aşıla bilmiştir. Hristiyanlık teolojisi Kuzey Avrupa'da kurumsallaşırken İslamiyet'te Ortadoğu ve Kuzey Avrupa'da hızla gelişiyordu.
KARGAŞA
Bir toplum cezalandırıldığını düşünmeden uzun süre alarm durumunda yaşayamaz. Hiç kuşkusuz Arap, Macar veya İskandinav akınları ruhları üzerine çöken bu karanlığın tüm sorumluluğuna sahip değillerdi. Ama sorumluluktaki payları çok büyüktü. Kargaşa Batı uygarlığının güç dengelerinin de bazen derinlerine varan bazı değişimlere yol açtı (16). Batı Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra merkezi bir siyasal otoritenin olmaması Batı Avrupa'nın kargaşa ve siyasi belirsizliğine neden olmuştur. Bu toplumdaki etkisi sürekli kargaşa ve kaosun normalleşmesi durumu ortaya çıkarmıştır. Roma İmparatorluğu ticaretin ve tarımın sürekliliği için oluşturduğu su şebekesi ile yollar bir düzeni getirmiştir. Oysa bu düzende merkezi düzen zayıflamıştır. İskandinavların Avrupa dillerine olan katkıları önemli oranda olmuştur. Anglosakson dilinin grameri büyük ölçüde ve kelime hazinesinin de büyük bölümünü benimseyerek ona kendi öz dillerinden çok sayıda kelime kattılar. İskandinav kökenli sözcükler İngiltere'nin kuzey ve Kuzeydoğu lehçeleri ile iletişim halinde geçip bu bölgelerde dilin bir parçası olmuştur. Güçlü merkezi bir devlet yapısını almaması ve yerel derebeylerin çeşitli lehçelerin kullanılması dilleri çeşitlendirmiştir. (17)
Batı Avrupa feodalitesinin büyük kargaşa yaşamasına neden olan bir etken de step atlısı ve Avcısı olan Macarlar büyük olasılıkla batılılardan daha iyi ata biniyor ve daha iyi ok atıyorlardı. Ama buna karşılık düzenle savaşların çoğunda yenilmekten kurtulamamışlardı. Macarlar tıpkı Moğollar gibi bizzat yaşam tarzları gereği savaşın içinde hem oluşuyor hem de eğitiliyorlardı. Arap tarihçi İbn-i Haldun gözlemine göre eğer iki taraf sayıca ve kuvvet eşitlerse göçebe yaşama daha alışkın olan zaferi elde eder. Göçebe, asker doğmuş bir kimsedir. Gündelik olanaklarıyla yani atı, teçhizatı ve yelek yiyeceği ile sefere çıkmaya her zaman hazırdır. (18)
Bir toplumu yöneten kurumlar bütünü son çözümlemede ancak insanı ortamın bütünün bilgisi içinde açıklanabilir. Bir toplumda, zihin gibi sürekli karşılıklı etkileşimlerden bulunmamış mıdır? Her araştırmanın kendine özgü bir ekseni vardır. Başka türlü konumlanmış başka araştırmalara göre sonuç noktası olan ekonomi beyaz zihniyet incelemesi gibi toplumsal yapı içinde hareket noktasıdır. Aşırı ekonomik indirgemecilik yapmak feodal toplumun açıklamada yetersizdir. (19) Feodal uygarlık zaman içinde tek dayanaklı 1 blok halinde düşünmek çok büyük hata olurdu. Feodal uygarlık kendi içinde İskân zihniyet ilişkiler ticaret kilise ve bunların toplumsal katmanlar arasındaki ilişkiler bütünüdür.
1. Feodal çağ Macar-Germen istilalarının başladığı çağdır.
2. Feodal çağ ise 12. yüzyılda başlayan ve Hristiyanlığın bir bütünün Avrupa'da yayılması ile başlayan bir dönemdir. Kuzey Avrupa halkları putperestlikten Hristiyanlığa geçişi aynı zamanda yeni bir zihniyetin ürünü olmuştur. Örgütlü kilise Kuzey Avrupa putperest kabilelerini Hristiyanlaştırmıştır. (20) Feodal çağda en önemli sorun Roma dönemine nazaran şehirlerin nüfuslarının azalmasıdır. Roma dönemindeki yollar, kentler ve ticaret gerilemiştir. Roma dönemindeki merkezi yapı ve güçlü ordularla asayişi sağlamak olanağı feodal çağda olmamıştır. Kuşkusuz fiziki koşullar kadar toplumsal adetlerde kırlardaki yerleşim biçimleri arasında çok derin farklılıklar oluşmasına katkıda bulunuyorlardı. Feodal toplumda ölümlerin çoğunun nedeni salgın hastalıklardı. Bu hastalıklar kendileri ile mücadele konusunda yeterli donanıma sahip olmayan bu toplumun adeta üstüne çöküyorlardı. Fakirler arasında salgınların zorlukların üstüne binen bu felaketler hayata her şeyin geçici olduğu açısından bakılmasına yol açıyorlardı. Bu feodal çağ zihniyetinin son derece karakteristik duygusal dengesizliğinin temel nedenlerinden birini oluşturmaktaydı. Ölümle ve sürekli salgın hastalıklara karşı karşıya kalan toplumun günübirlik ve geçici olarak bakmasına sağlamıştı. Tabii bunu da Hristiyanlaşan Avrupa halklarının ahiret inancı etkilemiştir. (21)
FEODAL TOPLUMDA DİL
Feodal toplumda her yerde kültür dili olarak Latince idi. Diğer yandan tüm farklılıkların içinde gündelik konuşma dilleri hemen hemen tüm feodal dönem süresince yaşanan şaşırtıcı ikilem. Bu tamamen batı uygarlığına has bir özellikti. Bu aynı zamanda onu komşularıyla ayrıştıran bir özellikti (22). Batı dünyasının tek istisnası Algola Bakson Britanya’sıydı. Bunun böyle olmasının nedeni Latincenin yanında buradaki hukuksal metinlerin aynı zamanda yerel lehçe ve dillerde de yazılmış olmasaydı. Britanya’da o dönemde Saray kronikleri ve şairler İngilizce yazıyorlardı. Bu Avrupa'da bir farklılık yaratıyordu. Okuma yazma oranı halk arasında son derece düşüktü. (23) Latince Katolik kilisesinin resmi dili olmasaydı büyük dini toplantılarda papalık meclisi veya manastırdan manastıra dolaşmaları sırasında farklı ülkelerden gelen bu insanlarla nasıl anlaşabilirlerdi. Tüm Latince sözleşme ve belgelerde çok azı hariç aslında bir aktarma işlemidir. Böylece eğer günümüz tarihçesi bu belgelerin altındaki gizli gerçeği öğrenmek istiyor ise bunların ters yüz ederek başlamak zorundadır. (24)
Çünkü Latince dini metinler mecazi karışık anlamdadır. Cinsel dogmaları insanlara soyut bir dille anlatıldığı için dil oldukça mecazidir. Bu dünyanın geçiciliği diğer dünyanın nasıl kavranması gereken gereklilik olarak Latince piskoslar arasında konuşulan oldukça soyut bir dildir.
MÜRSEL YILDIZ
YORUM GÖNDER